Connect with us

Dersim News, Dersim Haber, Dersim

Dersim’in Sesi ve Sessizliği

Dersim

Dersim’in Sesi ve Sessizliği

Dersim’e sorduğunuz soruların cevabını sadece veya hepten sözle, kelimeyle, cümleyle almayı beklerseniz, elinize fazla bir şey geçmez. Algınız eksik, yargınız kifayetsiz kalır.

Mithat SANCAR (Ankara Ünv. Hukuk Fak. Öğretim Üyesi)

En az iki sebepten dolayı böyledir bu.
Evvela, Dersim’i derinden yaralayan gaddarlıklar, yalnızca insanları ve diğer canlıları değil, dili ve sözü de talan etmişlerdir. Dil içe kaçmış, söz duman olmuştur.
Öte yandan, her şeyin sözle anlatılabileceği fikrine uzak bir kültürü vardır bu coğrafyanın. Söz, insana has bir ifade aracıdır. Oysa insanı tek başına merkez olarak görmeyen, aksine doğayla bütünleşmiş bir varlık sayan inancın eski ve güçlü kökleri vardır Dersim kültüründe. Dağlara taşlara, ağaçlara çiçeklere, göllere nehirlere, kuşlara balıklara kutsallık veren bir damardır bu. Doğanın dili, söz değil sestir, sessizliktir.
Bu yüzden, Dersim’in cevaplarını anlayabilmek için, sözün yanında sese ve sessizliğe kulak vermek lazım. Tam yeridir: Sema Kaygusuz, Yüzünde Bir Yer romanında Dersim’in bu dilini Dersim’in bu diliyle ve de çok güzel anlatır.

Pülümür'de bahar... Foto: İsmail Yoleri

Pülümür’de bahar… Foto: İsmail Yoleri

Başkaları da teyit etti
Barış sorusunun cevabı da, insanların dilinden dökülen sözlerde olduğu kadar, suskunluklarda ve havadaki seste yatıyor. Kentte geçirdiğim zaman, öyle çok söz ve ses duyacak denli uzun değildi. Daha önce öğrendiklerime ve oradayken sezdiklerime dayanıyor şimdi yazacaklarım.
Belediye Başkanı Edibe Şahin söyledi, başkaları da teyit etti: Bahardan beri, kendi toprağına dönüşe yönelik belirgin bir istek ve belli bir hazırlık var Dersim’i terk etmek zorunda kalmış Dersimlilerde. Kimileri köylerine gidip durumu anlamaya çalışıyor, kimileri belediyelerin dönüş için neler yapabileceğini soruşturuyor. Köy derneklerinin sayısında son aylarda gözlenen artışta da, dönüş isteğinin ve hazırlığının payı olduğunu düşünüyor Başkan Şahin.
Bu hareketliliği, toprağın Dersim kültüründeki yerini bilmeden anlamak zor. Toprağa bağlılık ya da sadakat, buraya özgü değildir, ama bu kültürün köklü bir unsurudur, hatta güçlü köklerinden biridir.

Sürgünün simgesi
Toprak, aynı zamanda hasretin diğer adıdır Dersimliler için. Çünkü devlet Dersimlilerin özgürlük tutkusuyla baş etmenin bir yolunu, onları topraklarından koparmakta aramıştır. 1938, sadece katliamın değil, aynı zamanda kitlesel sürgünün de simgesidir. 1990’ların ortalarındaki köy boşaltma ve yakma uygulaması, ikinci büyük sürgün dalgasına yol açmıştır. Aralarda ve özellikle12 Eylül döneminde bitmeyen baskılardan bunalıp toprağını terk edenlerin sayısı da hayli kabarıktır.
Toprağından koparılmış Dersimlilerin geri dönüş isteğinde, toprağa sadakatin ve hasretin payı büyüktür. Buna dair hazırlıkları da, barış sürecine bağlanan umutların güçlendiği şeklinde yorumlamak mümkün. Ama burada da hissedilebilir bir temkin olduğuna dikkat çekiyor konuştuğum bazı arkadaşlar. Bunun başlıca sebebinin devlete duyulan kadim ve haklı güvensizlik olduğunu söylemiştim.

Katmerli zulüm
Güvensizlik duygusu, şimdiyle sınırlı değildir, geçmişle sıkı bağlantı içindedir. Dersimlilerin çok büyük kısmı, devletin ülkede “tehlikeli” saydığı, dışladığı, eziyet ettiği kimliklerden ikisini bir arada taşıyorlar. Hem Kürt hem de Alevi olunca, üstüne bir de özgürlük inadı eklenince, baskı ve zulüm de katmerli oluyor.
Bu uygulamaların açtığı yaralar derindir. Üstelik bu yaraların kapanması için de bugüne kadar pek bir şey yapılmadı. Gerçi Başbakan Erdoğan, 1938’deki vahşeti katliam olarak niteledi ve devlet adına özür dileme anlamına gelen ifadeler kullandı. Ancak hükümet bu hamlenin basit gereklerini dahi, bugüne kadar yerine getirmedi. Mesela katliamın canlı sembolü olan Tunceliismi yerine Dersim’i resmen kullanmayı sağlayacak kanun değişikliğini bile yapmadı.
Katliamın izleri sadece Tunceli isminde yaşamıyor, kentin ve yörenin her yerinde canlı duruyor. Bunları, katliamı ve onu yaratan zihniyeti mahkum etmeye yönelik hafıza mekânlarına ve anıtlara dönüştürmek için hükümetin bir çabası olmadığı gibi, yerel yönetimlerden gelen bazı girişimler de engelleniyor.
Geçmişteki zulümlerle hesaplaşmak, o uygulamaların temelinde yatan zihniyeti ve yapıları reddetmeyi gerektirir. Hükümetin bu konudaki karnesi kırıklarla doludur. Bu da, Dersim’de ve başka yerlerde görüldüğü üzere, barış sürecine ilişkin duyguların umut ile temkin arasında salınmasına yol açıyor.
Pek çok meselede olduğu gibi geçmişin yaralarını sarma yöntemleri konusunda da, Alevi inancı ve kültürü zengin kaynaklara sahiptir. Bu kaynakları görmek ve hayata akıtmak için, Aleviliğin özgür yaşanması ve eşit kılınması lazım.
Dersim’in sesine ve sessizliğine daha fazla kulak kabartalım…
(Milliyet)

Sosyal medyada paylaşın
        
   
1 Comment

1 Comment

  1. Vengdar

    04/08/2013 at 08:19

    SAYIN MİTHAT Mithat SANCAR´IN
    yukardaki makalesinden (Dersimin Sesi ve Sessizliği) yola çıkarak bir izah, bir not:

    Türkiye´nin ilerici gazetecileri ve sosyal bilimcileri bile sanki ayda yaşıyorlar, Dersime halen KÜRT diyorlar, Zazalara halen Kürt diyorlar, bilgileri yüzeysel ezberin altına inmiyor, bu büyük bir eksikliktir!

    Bizim trajik durumumuza parmak basmaları, bizim Dersimde bir kaç şiddet ateşi arasında (Devlet baskısı, PKK baskısı ve solcu grupların baskıları) kalmamıza işaret etmeleri büyük bir cesarettir. Bu konuda çok sağolunuz! Bizler yıllardır tutsağız. Biz bunu yapamıyoruz!

    İsmail Beşikçi bile Dersim trajedisini, Dersim katliamını dile getirirken, bunu yıllardır Kürt göstererek, Kürtlerin sorunlarını güncelleştirirken, Dersim hakkında hiç bir somut bilgisi olmadan yaptı ve yapıyor. Dersimle ilgili bir bilgisi yok! Bunu şimdi itiraf ediyor.

    Kısacası: İlkin Devlet ve kurumları bizi dışlıyor, cezalandırıyor, hayatın bir çok alanında desteksiz brakıyor, sonra da kurtarıcı rölüne bürünen şiddet grupları, şiddet şirketleri bizi eziyor, sonra da gerici kesimler (medya, yazar vs.) bizi dinsiz, vatan hayını gösteriyorlar, isyancı, yıkıcı diye dünyaya duyuruyorlar, ama Anadolunun en eski halklarından biri olarak, Zazaca kanuşanlar olarak, Aleviler olarak dünden bugüne hukukun olmadığı bir alanda, kuytu vadilerde ne tür zülme uğradığımızı dile getiren pek az kişi var, pek az yazar, pek az gazeteci var!
    Bu da başka bir trajedyadır.

Leave a Reply

Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 × three =

More in Dersim

To Top