Connect with us

Dersim News, Dersim Haber, Dersim

Şenal Sarıhan: Sivas Katliamı’nda cezasızlık katliamcılara güç kattı

Alevilik

Şenal Sarıhan: Sivas Katliamı’nda cezasızlık katliamcılara güç kattı

Sarıhan, Sivas Katliamı’nın cezasız bırakılmasının Suruç, Ankara Tren Garı, Sabiha Gökçen, Sultanahmet, Güvenpark, Merasim Sokak, İstiklal Caddesi, Atatürk Havalimanı katliamlarını yapanları cesaretlendirdiğini söylüyor

Sivas Davası avukatlarından CHP Milletvekili Şenal Sarıhan, Sivas Katliamı’nın cezasız bırakılmasının Suruç, Ankara Tren Garı, Sabiha Gökçen, Sultanahmet, Güvenpark, Merasim Sokak, İstiklal Caddesi, Atatürk Hava Limanı katliamlarını yaratan örgütleri cesaretlendirdiğini söylüyor. Önceki katliamların sorumlularının yargılanmamasının bu örgütlere güç kattığını vurgulayan Sarıhan, “Katliamları üstlenenlere bakıldığında, iktidarın yaklaşımının bu örgütleri ne denli pervasız hale getirdiğini görebiliyoruz” sözleriyle 15 yıllık AKP iktidarlarının süreçteki rolünün altını çiziyor.

» Bir ülkenin demokrasi ve uygarlık seviyesi aynı zamanda Sivas Katliamı gibi olaylarla yüzleşmesiyle, adaletin bu olaylar karşısında eksiksiz işlemesiyle ölçülür. AKP Türkiye’sinde böyle bir yüzleşme için çaba olmadığı gibi dava zamanaşımına uğrarken hükümet sessiz kaldı. İktidar niçin yüzleşmekten ve hesaplaşmaktan korkuyor?
Bilirsiniz her iktidar kendine göre bir “hukuk” yaratmaya çalışır. Yasalara geçmiş olan düzenlemeler, sizi koruyamaz. Güçlü olan, her şeye hakimdir. Siz var olan yasaların dahi insan haklarına dayalı hukukla çeliştiğini iddia eder ve hukuku insanın emrine vermek için mücadele ederken, eleştirdiğiniz yasaların dahi ihlal edildiğini görerek geri adım atar ve hiç olmazsa yürürlükteki yasaların uygulanmasını talep edersiniz. Yazılı hukuk, her zaman ihlal edilebilir. İhlal, ihlal edenin kim olduğuna göre farklı yaptırımlara konu olur. Güçlü için ihlal bir haktır. Zayıf ya da muhalif olan içinse suç. Yargı önünde davalı ya da davacı olmanız fark etmez. Muhalifseniz, davacı dahi olsanız, asıl suç işleyen sizmişsiniz gibi muamele görürsünüz. Sizi bütün bir dava sürecinde yaşadıklarımızla yormak istemedim. Ama özetle söylemem gerekirse, Sivas Katliamı davasında sanki biz suçlulardık. Sanıklarsa mağdurlar. Bu, bugün de böyle değil mi? Ethem Sarısülük dosyasında takma saç, gözlükle korumaya alınan sanık değil miydi? Aynı uygulama Gezi’nin, katliam sanıklarının yargılanmalarında da yaşanmadı mı? İktidar kimi koruyor? Kendi ideolojisinin yanında olanların o da yanında oluyor. Avukatlar da mağdurlar da adeta suçlu muamelesi görüyor. Bizim davadan bir örnek daha vermek isterim: Madımak sözde müze yapıldı. Müzeye şehit fotoğrafları konuldu. Şehitlerin yanına, valilik binasına saldırmaya hazırlanan ve polis kurşunu ile ölen iki katliamcının da fotoğrafı konuldu. Bu iki fotoğraf kaldırılmadığı gibi, müzenin adının “Utanç Müzesi ya da İnsanlık Müzesi” olması talepleri reddedildi. İdare Mahkemesi’ne başvurduk. Oradan da ret aldık. Düşünebiliyor musunuz sözde bir kültür müzesi! Sözde, Madımak Katliamı için bir bellek yaratılmış. Orada katil de kutsanıyor. Maktülle aynı sırada size bakıyor. Böyle bir anlayış nerede görülmüş? Sonuçta bir mağdur aile, katliamda ölen yakınlarının fotoğrafının müzeden çıkarılmasını talep ederek idari yargıya başvurdu. Bu talep kabul edildi! Trajikomik bir durum. Davada yaşadıklarımız ve yaşamaya devam ettiklerimiz bu anlayışın sonucu.

‘İktidar ‘sorumlu değilim’ diyemez’
» Katliam yaşanalı 25 yıl oldu, 15 yıldır da AKP iktidarda. Bu davada adaletin sağlanamamasından AKP de sorumlu değil mi?

Bugünkü iktidar, ‘Ben sorumlu değilim’ diyebilir mi? Bir dava 24 yıl boyunca gerçeğe ulaşamamışsa adaleti sağlayamamışsa her iktidar, adaletin sağlanamayışından sorumludur. Bugün 15 yıllık bir iktidar var. Erçakmak ve Vahit Kaynar olayları bu dönemde yaşandı. Erçakmak ve Songur davaları da. Bu olayın insanlık suçu olduğunu 2011’de Erçakmak dosyasında talep ettik. Bu davayı, insanlığa karşı suç olarak değerlendirerek zaman aşımı uygulamayın, dedik. Kabul görmedi. 1994’te davanın başladığı gün, adliye önünde coplanan mağdurlar, 2011 de aynı yerde sadece karar beklerken gaza boğuldular.

‘İnsanlığa karşı suç, yaşamda yok’
» Katliamın insanlığa karşı suç olarak kabul edilmemesi de yüzleşmeyi engellemedi mi?

Sivas’la yüzleşmenin pratiğe yansıması, katliamın insanlığa karşı suç olduğunun yargı tarafından kabulü ile de olanaklı idi. İlk kez,1907 La Haye Sözleşmeleri’nde geçen İnsanlığa Karşı suç nitelemesi, iç hukukumuza, 2005’te yürürlüğe girdi.

“..siyasal, felsefi, ırksal veya dinsel saiklerle; sivillere – toplumun belli bir grubuna- karşı; bir plan doğrultusunda, çok sayıda mağdura karşı doğrudan ve ağır şekilde, kollektif olarak çok kalabalık bir örgütün – grubun, doğrudan ve aynı zamanda teşviki ile gerçekleştirilen, geniş çaplı, bilinçli, istemli, sistemli bir eylem, bir saldırıdır. Bu saldırı insan onuruna, insana değerini veren tüm özelliklerine, ürünlerine karşı topyekün bir kıyım ve aykırılık oluşturur. Evrensel etik değerleri geniş ve büyük ölçüde ihlal eder. İnsanlık vicdanını onulmaz derecede kanatır.”

Sivas’ta dinci gericiliğin yakarak kurban ettiği mağdurların tümü önce insandı. Ayrıca hemen tümü sol görüşlü, ilerici, devrimci insanlardı. Çoğunluğu da Alevi inancında idiler. Mağdurların, felsefi düşünceleri ve inançları nedeniyle hedef alındıkları açıktır.. Aydın ve Alevi kırımı, geçmişte de yaşandı. Çorum, Maraş katliamları gibi. Sistemli bir kırım. Saldırılar, örgütlü- kalabalık gruplarla gerçekleştirilmiştir. Planlı eylemlerdir. Doğrudan insan yaşamını ve onurunu hedef alan eylemler olmuştur. Bütün bu yanları ile de tanıma çok uygundur. Katliam vahşice gerçekleştirilmiştir.

‘Kanunsuz ceza olmaz’ mı?
» “Kanunsuz ceza olmaz” ilkesi bu yargılamada sanıklar lehine işledi. Evrensel hukuk ilkeleri ışığında bunu nasıl değerlendirirsiniz?

Zaman aşımı tartışmasında karşımıza çıkan görüş, kanunsuz ceza olmaz görüşüdür. Katliam tarihinde insanlığa karşı suça ilişkin bir düzenlemenin iç hukukumuzda olmayışı gerekçe gösterilmektedir. Oysa, İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi’nin 7. maddesinde “Kanunsuz ceza olmaz” ilkesi işlenmekte ve bu ilke gereğince hiç kimsenin işlendiği zaman ulusal ve uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir fiil veya ihmalden dolayı suçlu bulunamayacağı belirtilmektedir. 2. fıkrada ise:
“Bu madde, işlendiği zaman uygar ülkeler tarafından tanınmış, hukukun genel ilkelerine göre suç sayılan bir eylem veya ihmal nedeniyle bir kimsesin yargılanmasına ve cezalandırılmasına engel değildir” denilerek, bu düzenlemeye istisna getirilmektedir. Olayımız yönünden insanlığa karşı suç, diğer uygar ülkeler tarafından tanımlanmış ve cezalandırılmıştır. Anayasanın 90. Maddesi karşısında iç hukukumuz yönünden, 1993 yılında işlenmiş olan bir suç için 2005 yılında tanımlanmış olan “İnsanlığa karşı suç” nitelemesinin uygulanabilirliğine işaret etmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2004/36376 başvuru numarası taşıyan Konanov Letonya Davası örnek oluşturuyor. 17 Mayıs 2010 tarihinde bitmiş olan bu davada genel kurul insanlığa karşı suçlarda kanunsuz ceza olmaz ilkesinin uygulanamayacağını belirterek Konanav’a verilmiş olan cezayı anılan ilkenin ihlali olarak kabul etmemiştir. Konanov, İkinci Dünya Savaşı’nda masum insanları öldürdüğü savıyla 1994 tarihinde yargılanarak mahkûm edilmiştir. Ceza Yasaları 1944’ten sonra 1961’de değişmiştir. Başvurucu 1961’de yürürlüğe giren Ceza Kanunu’na göre mahkûm edilmişti. Eylem tarihinden sonra yürürlüğe giren ceza yasasının kendilerine uygulanamayacağını belirterek mahkemeye başvurdu. Ancak mahkeme, eylemin insanlığa karşı bir suç olduğunu bu nedenle kanunsuz ceza olmaz ilkesinin ihlalinden söz edilemeyeceğini belirterek ihlali kabul etmedi.

Bugün katliamın ve yargılamanın 24. yılını dolduruyoruz. Devletin, katliamın arkasındaki güçleri bulmak için bir çabası olmadığı gibi, yurttaşın can güvenliğini, örgütlenme, ifade özgürlüklerini ve toplanma hakkını koruma görevini yerine getirmemiş ya da getirememiş olmasının yargı önünde sorgulanması için adım dahi atmadığının biliyoruz.

‘İktidar pervasızlaştırdı’
» Siyasal İslam’ın ve dinci köktenciliğin devlet imkânlarıyla kuvvetlenmesi, yeni katliamlara davetiye çıkarmakta mıdır?

Türkiye 1993’ten sonra uzun süre toplu bir katliama tanık olmadı. Bireysel aydın öldürümleri yaşadık. Ancak 2015 Haziran’ında Diyarbakır’da patlatılan bombayı, Suruç, Tren Garı, Sabiha Gökçen, Sultanahmet, Güvenpark, Merasim Sokak, İstiklal Caddesi, Atatürk Hava Limanı katliamları izledi. Katliamları üstlenenlere bakıldığında, iktidarın yaklaşımının bu örgütleri ne denli pervasız hale getirdiğini görebiliyoruz. Daha önce gerçekleşmiş olan katliamların adeta cezasız bırakılmış olması ya da eylemlerin planlayıcılarının saptanarak yargı önüne getirilmemiş olması doğal olarak bu tür örgütlere güç kazandırmış oluyor.12 Eylül döneminde yargılanan MHP lideri, ülkücüleri şöyle savunuyordu: “Biz cezaevindeyiz. Ancak fikirlerimiz iktidarda.” Bu anlayış, bugünün eylemcileri için de söz konusu. Özellikle de iktidarın halkı, benden olan – olmayan, milli olan – olmayan gibi sıfatlarla ayrımcılığa tabi tuttuğu koşullarda, mazluma şiddet her an gündeme gelebilir.

Demokrasi yoksa laiklik de yok
» Devletin böyle katliamların bir daha tekrar etmemesi için yapması gereken toplumsal, hukuki ve idari önlemler sizce nelerdir? Laiklik ilkesinin yargı sistemi, eğitim sistemi, kısaca bürokraside ve gündelik yaşamda egemen kılınması dinci gericiliğin önüne geçmede yardımcı olabilir mi?

“Devlet, bu tür katliamların yinelenmemesi için ne yapmalıdır?” sorusuna hemen verilecek yanıt; ”Bugün yaptıklarını yapmamalı” olabilir. Bugün yapılan nedir? Toplumsal, hukuki ve idari alanda alınmış önlemler var mıdır? Anayasa’da koruma altına alınmış olan “Laik Hukuk Devleti” kavramı bugün hangi düzeyde korunmaktadır? Sorularınızı bu başlıklar altında yanıtlamaya çalıştığımızda verilebilecek olumlu bir yanıt bulamıyorum. Biraz önce dava sürecini anımsatmaya çalıştım. Dava ile ilgili olarak, yaşandığı dönemde TBMM Araştırma Komisyonu’nda, daha sonra Devlet Denetleme Kurumu’nun inceleme raporunda kusur salt “hizmet kusuru” olarak niteleniyor. Peki, kusurlular hakkında ne yapılmıştır? Devlet televizyonları ve yandaş medyada ise karartma çalışmalarına tanıklık ediyoruz. Medyada bol bol eski sanık avukatı şimdi devlet temsilcisi olan kişiler konuşturuluyor. Yangını sanki Alevi örgütleri ve onların konukları çıkarmışlar. Mağdurlara ve avukatlarına hiç söz hakkı tanınmıyor. Bugün de böyle yaşanacak. Olayları yaşamamış, tarafsız kaynaklardan okumamış pek çok genç insan, duyduğuna inanacak. Gerçek ters yüz edilerek iktidarın ideolojisine teslim edilmiş bir kuşak yaratılacak. Zaten yapılan da bu. Milli Eğitim programlarındaki yaz- bozun 4+4+4 uygulamasını şimdi de ilkokuldan başlayarak mescitte dini tören uygulaması izliyor. Bu bir zorlamadır. Dahası, bilim dersleri giderek azaltılıyor. Laik bir toplumda okullar, bilim yuvasıdır. Bilim, zihni geliştirir. Okuyan birey, sorgulamayı öğrenir. Üretir. Bilim yoksa itaat vardır. Bugün “Altın nesli” reddedenler,” “gümüş nesil “ peşindeler. Oysa gereksinim aydınlanmacı Cumhuriyet nesli olmalıdır.

Yargı ise, 2010 Referandumu ile Fetullahçılara teslim edilmişken şimdi de iktidar emrinde. OHAL uygulamaları, bağımsız ve tarafsız olması gereken yargının kollarında ikinci bir kelepçe. TBMM devre dışı. ”Yok kanun, Yap Kanun” dönemindeyiz. Hak arama yolları kapalı. Ya kaderinize razı olacak ya da açlığa yatacaksınız. 20 Temmuz’dan bu yana hukuk adına yaşananlar, yurttaşları birer medeni ölü haline getirdi. Ama teslim olmak yok. Adalet için ayağa kalkmak şart.

‘Adalet yürüyüşü Maltepe’de bitmeyecek’

» Toplumu laikleştirerek sorunları çözebilir miyiz?

Laik bir toplum yaratmak için önce demokrasiye gereksinimiz var. Demokrasi yoksa laiklik de yok. Bugün ülkemizde iki güç çarpışıyor. Toplumu hangi güç yönetecek? Üretim ve emek eksenli çağdaş toplum ve yönetim taraftarları mı, ticaret ve tefecilikte karar kılmış, ortaçağ kalıntısı gerici güçler mi? Bugün gerici bir Anayasa için ittifak kuranlar, yasama, yürütme ve yargının tek adamda toplanmasını da yeterli görmeyerek, OHAL’in “sıkıyönetim” olanaklarından da yararlanarak otoriter bir yönetime doğru koşuyorlar. Bu koşuda biz neredeyiz?

Şimdi adalet arayışı için yollarda olanlarımız için yol, Maltepe’de bitmeyecek. O yola adalet arayan herkes katıldı. 2 Temmuz’da Sivas Anaları’nın bir bölümü Sivas’ta, bir bölümü Maltepe yolunda adalet yolculuğunda olacak. Yürünecek çok yol var. Güçlerimizi birleştirerek ve ayrışmadan. Sivas mağdurları 24 yıldır yürüyor. Adalet mutlaka gelecek. Laiklik ve demokrasi de…

Sosyal medyada paylaşın
        
   
Continue Reading
You may also like...
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 × 3 =

More in Alevilik

To Top