Dersim
AKP ve CHP Samimi Değil
“Daha düne kadar Dersim katliamı üzerine söylenenleri duymayanlar, görmeyenler, her ne hikmetse bugün Dersimlilerden daha çok Dersimsever olmuşlar. Kurdun kuzuya olan sevgisi gibi.”
Evrensel gazetesine demeç veren Dersim eski milletvekili Şerafettin Halis, çarpıcı açıklamalarda bulundu.Geçtiğimiz dönem Dersim Milletvekili olan Şerafettin Halis, son günlerde yaygınlaşan Dersim katliamı ile değerlendirmeler yaptı. AKP’yi de CHP’yi de eleştiren Halis, “Daha düne kadar Dersim katliamı üzerine söylenenleri duymayanlar, görmeyenler, her ne hikmetse bugün Dersimlilerden daha çok Dersimsever olmuşlar. Kurdun kuzuya olan sevgisi gibi” dedi.
İşte o röportaj:
Daha önce Dersim katliamını TBMM’ye taşıyan biri olarak, Dersim katliamına yönelik iddiaların gündeme gelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Görünüşte iyi ve güzel, özünde kötü ve çirkin görüyorum. Çünkü konuya yaklaşımda ciddi bir istismar ve sahtekarlık boyutunda samimiyetsizlik var. Ve akıllara takılan yığınlarca soru. Tarihi bir haksızlığın tartışılarak gün yüzüne çıkarılması elbette ki demokrasiye inanan, insan haklarına saygılı her insanın istediği bir durumdur. Ancak yakın tarihte yaşanmış Dersim katliamı gibi bir trajedinin siyasi rakipler arasında istismar edilerek bir itişme ve dalaşma aracı haline getirilmesinden rahatsızlık duyduğumu, Dersim insanının da bundan rahatsız olduğunu söylemek durumundayım. Benim 23. dönem çalışmalarım arasında Dersim’le ilgili hiçbir girişimime, bir gün olsun bile yayınlarında yer vermeyen medya grupları bugün her ne hikmetse, Dersimi dillerinden düşürmüyorlar. Her gün, her akşam yandaş ve cemaat medyasında dizi halinde Dersim programları yapılıyor. Bugüne kadar bu katliamı meşru görenlerde bir Dersim sevdası, bir Seyit Rıza hayranlığı almış başını gidiyor.
Siz 23. dönemde ne gibi çalışmalarda bulundunuz?
1937–38’de Dersim’de yaşananın bir katliam olduğunu parlamentoya taşıdım. Dersim’de o dönemde yaşananlarla ilgili bilinmezliklerin ortadan kalkması için bir meclis araştırma komisyonunun kurulmasını istedim; Dersim adının geri verilmesi için kanun teklifi verdim. Arşivlerin açılması, Seyit Rıza ve beraberinde idam edilenlerin mezar yerlerinin açıklanması, katliam sırasında batı illerine götürülen kızların akıbeti vb. bir çok başlıkta sıralanabilecek soru önergeleri…
Peki hükümet ne yaptı bu girişiminize karşılık?
Bu girişimlerimden hiçbiri önem ve dikkate alınmadı. Alınmadığı gibi devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan cevaplar geldi. Örneğin; arşivlerin açılması talebine “ www. arsiv gov.tr” ye girin, mezar yerleri için “Belediye arşivlerine baktık bulamadık” gibi ciddiyetten uzak cevaplar… Dersim adının geri verilmesi teklifi de AKP tarafından reddedildi. Hatta “Böylesi bir talep bölücülüğe hizmet eder” denilerek tepki gösterildi. Ama her ne hikmetse bugün kendileri dillendiriyorlar.
Dersim adını geri verebilirler mi sizce?
Verilmesi için her şeyden önce samimiyet gerekir. İki yıldır Başbakan Erdoğan’ın dilinden Dersim sözcüğü düşmüyor. Ama bulunmuş olduğu konumun görev ve sorumluluğunu da yerine getirmiyor.
Dersim katliamının yetkili ağızlarca kabul edilmesi hukuki bir yol açar mı?
Elbette. Dersim katliamı zaten bir soykırıma tekabül ediyor.
Bu biraz ağır bir iddia değil mi?
Bu bir iddia değil. Bunu ben söylemiyorum. Türkiye’nin de imza koyduğu bir sözleşme metni söylüyor. Bilindiği gibi 1948 tarihinde yapılan Birleşmiş Milletler “Soykırım Suçlarını önleme ve cezalandırma sözleşmesi” bu katliamın bir soykırıma tekabül ettiğini açıkça gösteriyor. Konu da zaten ilgili uluslararası mahkemeye taşınma aşamasında.
Bu Türkiye’yi zora sokmaz mı?
Gerçekten demokratikleşmek isteyen bir Türkiye’yi neden zora soksun. Tam aksine tarihi bir yüzleşmenin kapılarını aralayarak, tarihi kendine kambur olmuş bir devletin kamburundan kurtulmasına yol açar. Böyle bir yüzleşme zorunludur. Ancak gücünü despotizmden alan tekçi ve inkarcı devlet algısında ısrar edilirse ciddi zorluklar yaşayabilir.
Bu yüzleşmeyi kim yapacak? O yıllarda iktidar olan CHP mi, yoksa bugün iktidarda olan AKP mi?
Her ikisi de. Dersim katliamı CHP’nin iktidar olduğu tek parti döneminde uygulanmış bir devlet projesidir. CHP kimliğinde hâlâ o günün ağır vebali yazılıdır. O dönemden dolayı CHP geçmişiyle yüzleşmenin gereğini yapmak zorundadır. Ancak, CHP de tarihiyle yüzleşmenin emareleri gözükmüyor. AKP ve Erdoğan da Dersim katliamının CHP’nin yumuşak karnı olduğunu bildiğinden ha bire konuyu istismar ederek CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’ya yüklenerek Dersim’in acıları üzerinden siyaset yapıyor. Oysa ki devletin sürekliliği esası üzerinden asıl yüzleşme sorumluluğu iktidarındır. Aslında yüzleşmenin ilk adımı olarak devletin en tepesindeki kişi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül samimi bir şekilde özür dileyip, hukuki güvenceyle o saydığımız pratik adımları atmalıdır. Oradan doğru ses yok. Doğrusu Erdoğan da, Kılıçdaroğlu da samimi davranmıyor. Biri ha bire kaçıyor, diğeri ha bire acılarımızı araç yaparak kovalıyor. Bulunmuş oldukları konumun görev ve sorumlulukları yerine birbirilerine laf yetiştirme yarışı içindeler. Ortaoyunu tiplerindeki Pişekar’la Kavuklu’yu, Hacivat’la Karagöz’ü oynuyorlar adeta.
Dersim katliamının CHP’li bir vekil tarafından gündeme taşınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlginçtir. Bir yığın çelişki, sahtekarlık boyutundaki bir yığın samimiyetsizlik, bir yığın istismar ve Dersim insanına karşı bir yığın saygısızlık almış başını gidiyor. Mesajın kimden geldiği kadar nereden hangi araçla geldiği de çok önemlidir. Konuyu CHP’li bir milletvekili, bir cemaat gazetesiyle gündeme taşıyor, CHP’de rahatsızlık yaratıyor, ama AKP ve cemaat sahipleniyor. Birden bire vekil AKP-cemaat kanallarının ve kalemlerinin gözdesi haline geliyor. Öyle bir sahiplenme ki, AKP’nin ve cemaatin yayınlarında, kanal ve kalemlerinde bir Dersim sevdası, bir Seyit Rıza hayranlığı… Hiç sorma. Daha düne kadar Dersim katliamı üzerine söylenenleri duymayanlar, görmeyenler, her ne hikmetse bugün Dersimlilerden daha çok Dersimsever olmuşlar. Kurdun kuzuya olan sevgisi gibi. AKP-cemaat bir taşla iki ve daha çok kuş vurma yöntemi kullanıyor. Öncelikle tek parti döneminden günümüze kadar Dersimde tamamlanamayan asimilasyonun tamamlanması amacı var. Ayrıca bu durum AKP ve cemaatin CHP’ye yönelik projesinin ikinci adımı olarak karşımıza çıkıyor.
Ne projesi, birinci adım ne?
AKP-cemaat projesinin birinci adımı bir Alevi’yi CHP’ye genel başkan yapabilmekti. Bunu başardılar. İkinci adım, Alevi genel başkanı yumuşak karnından vurarak, parti içi didiştirmelerle alaşağı etmenin yolunu açmaktır. Bunu da başarmak üzereler. CHP bugün farklı siyasi partilerdeki cemaat yandaşı vekillerin bir dirsek teması içinde olduğunu bilmiyorsa, hüsranlı bir sonucu yaşayarak öğrenebilir bir gün. Üçüncü adım olarak da kendilerine karşıtlık göstermeyen, tarikat ve cemaatlere hoşgörüyle yaklaşan birini genel başkan yapabilmek.
Var mı böyle bir genel başkan adayı?
Neden olmasın. Türkiye siyasetinin son üç beş yıllık tarihine bakılırsa kolaylıkla görülür bu. Sosyal demokrasi adına örgütlenip partileşmek isteyen bir hareketin çalışmalarını Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçilmesiyle askıya aldığı biliniyor. Zaten yandaş medyada son günlerde o ismi çokça dillendirilmeye başladı.
Çok kuşkucu bir değerlendirme olmaz mı bu?
Birileri öyle görebilir. Dersim katliamının gündemleştirilme ve tartışma biçimi bunun böyle olmadığını gösteriyor. Bakınız, Dersim katliamına yönelik Türkiye siyasetinin ve iktidarının “Bugün ne yapılmalı” sorusunu sorup, herkesin bulunmuş olduğu konum gereği yapması gerekenleri yapması yerine, “Katliamı kim yaptı” tartışmalarıyla ısrarla gündemde tutulmaya çalışılıyor. ‘Katliamı kim yaptı?’ sorusuna cevap aramaya çalışmak cahilane bir durumdur. Herkes belge diyor. Onlarca belge çıktı. Kaldı ki belgeye gerek var mı? Ulus -Devletin kendisi belge değil mi? Bu ülkede ilkokula başlayan her çocuğa Atatürk’ün kim olduğu öğretilir okuma yazma öğretilmeden önce. Yine her yetişkin yurttaş 1950 yılına kadar iktidarda CHP’nin olduğunu bilir. Siyasetle uğraşan vasat düzeydeki herkes tek adam ve tek partili yönetimde devlet başkanının bırakın bir devlet uygulamasından haberdar olmamayı, Çankaya sırtlarında uçan kuşlardan bile haberdar olduğunu bilir. ‘Katliamı kim yaptı?’ eksenli bir tartışmada ısrar bir saptırma, gündem örtme ve böylesi hassas bir konuyu siyaset malzemesi yapmaya yarar. İster İ. İnönü, ister C. Bayar’ın imzası olmuş olsun ne fark eder. İkisi de bu devletin başbakanları değil miydi. AKP de, CHP de tarihi sorumluluklarını cesaretle ve samimice yerine getirip Dersimin acıları üzerinden daha çok siyaset yapmaktan vazgeçmelidirler. Dersimin acılarına, ölülerine ve değerlerine saygılı olmaları gerekir. Erdoğan ve Kılıçdaroğlu görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyeceklerse bari sussunlar. Biz onu da saygıdan sayarız. Artık yeter.
CHP kriz yaratan bu vekili saflarında tutar mı?
Onu ben bilemem. Bakarsın “kamuflaj olarak” kendisi istifa eder.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Bilen de bilmeyen de, ilgili, ilgisiz bir çok insan iki haftadır birkaç saatlik google bilgileriyle ekranlarda Dersim tacirliği yapmaya, özellikle bazı Dersimliler adeta kendilerini pazara sürmenin telaşıyla konuşmaya başladı. Başbakanın samimiyet içermeyen özür olmayan özrüne alkış tutanlar oldu. Hatta Dersimlilerin başbakandan özür dilemesi gerektiğini söyleyen densizler bile boy verdi. Bırakalım geçmişi, o başbakan daha dört ay önce Ebu Suud’u göklere çıkarmamış mıydı, Suriye’de yaşananları bir inanç kimliğine bağlamamış mıydı? Bugün hâlâ Aleviler inanç boyutuyla Kürtler siyasi boyutuyla soykırım yaşamıyorlar mı? Söylenecek çok şey var aslında. Ama her şeyden önce Dersim katliamının acılarını siyasete sermaye yapanların bundan vazgeçip samimi olmaları zorunludur. Yine Dersimlilerin artık ağlama duvarının önünden uzaklaşıp dünyaya yeniden bakmaları gerekir. Duvarın önünden uzaklaşmadıkça dünyayı göremeyiz. O dünyada hepimiz yaşıyoruz.
YÜZLEŞME NE ZAMAN ANLAMLI OLUR?
Dersim’le ilgili neler yapılmalı?
Öncelikle 1935 yılında alınan Dersim adı geri verilmelidir. Çünkü katliam ve yaşanan trajedi bu adın alınıp yerine Tunçeli adının verilmesiyle başlamıştı. Dolayısıyla Tunceli adı, bir katliamın, sürgünün, travmanın açıkçası bir trajedinin adıdır. Devletin tarihi haksızlıklarla ilgili arşivleri açılmalıdır. Seyit Rıza ve beraberinde idam edilenlerin mezar yerleri, batı illerine götürülen besleme kızların akıbetleri açıklanmalıdır. Günümüzde Dersim topraklarına yapılan barajlardan, ormanların yakılmasından, siyanürlü altın aramadan ve dağların bombalanmasından vazgeçilmelidir. Sürgünde ölenlerin mezarları ailelerinin talebi dahilinde Dersime naklettirmenin kolaylığı sağlanmalıdır. Katliam yıllarının zarar ziyanı mağdurlara ödenmelidir. Benzer talepler daha da sıralanabilir. İşte bu adımlardan sonra özür dilemenin bir anlamı olur ancak. İşte o zaman tarihle yüzleşmenin bir anlamı olur.
BAŞBAKAN İNSANLARLA ALAY ETTİ
Başbakan bazı belgeler açıkladı, özür diledi. Bu ileriye doğru bir gelişme değil mi?
Her şeyden önce Türkiye’de verilen kırk yıllık demokrasi mücadelesinin kazanımlarını da görmek gerekiyor. Ağır bedellere mal olan Kürt özgürlük mücadelesinin getirileri ve Dersimlilerin bedellerle nasıl yol aldıkları da göz ardı edilmemelidir. Gelinen nokta Erdoğan’ın niyetinden kaynaklanmıyor. Kaldı ki Erdoğan yeni olan hiçbir belge açıklamadı. Belge olarak sundukları yaklaşık son on yıldır konuya ilgi duyan herkesin bildiği şeyler. Belge açıklayacağım diyerek açıkçası çoğu zaman yaptığı gibi yine insanlarla alay etti. Bırakın belge açıklamasını, Dersim’de öldürülen insan sayısını vermede bile manipülasyon yaptı. Sözüm ona on üç bin insan öldürülmüş. Özre gelince şartlı konuşuyor: “Eğer devlet adına özür dilemek gerekiyorsa” “ ve böyle bir literatür varsa” diyor. Öyle özür dilemek mi olur.
O özür yetmez mi?
On binlerce insanın katledildiği bir katliamın, böylesi ağır tarihi bir haksızlığın telafisinin ve yaşanan acıların tedavisinin karşılığı özür olamaz. Özür bir tarihi yüzleşmeye kapı aralamalıdır. Yüzleşme; yaşanan tarihi haksızlıkların kısmen telafisini, acıların tedavisini gidermeyi amaçlamalıdır. Tarihten ders çıkarılarak, iktidar ve sorumlular tarafından benzer acıların bir daha yaşanmayacağının güvencesini vermelidir. Böyle bir özrün kabulü, her şeyden önce acılarımıza, ölülerimize ve değerlerimize saygılı olmayı ve akabinde devletin bazı pratik adımlar atmasını gerektirir.