Dersim 38
Erdoğan Tarihle Hesaplaşamaz
Birgün Gazetesine konuşan Haydar Karataş, Dersim Katliamıyla ilgili tartışmaları değerlendir. İşte o röportaj…
Haydar Karataş ve annesi Gulizar Karataş
Dersim katliamı bir kez daha Türkiye’nin gündeminde. Dersimli milletvekili Hüseyin Aygün’ün geçtiğimiz hafta fitilini ateşlediği tartışma önce CHP içinde, ardından da anamuhalefet ile hükümet arasında siyasi bir krize yol açtı. Karşılıklı atışma ve suçlamalar sürerken Başbakan Erdoğan dünkü il başkanları toplantısında Dersim belgelerine yer vererek bir kez daha Kemal Kılıçdaroğlu’nun başkanlığını yaptığı CHP’ye yüklendi.
Biz de 38 Dersim Katliamını ve sürgününü anlattığı Gece Kelebeği (Perperik-a Söe) isimli romanında Dersimli bir kız çocuğunun gözünden döneme tanıklık ederek, o yürek burkan trajedinin karanlıkta kalan yanlarını ve öyküsünü anlatan Haydar Karataş ile son günlerin bu dinmeyen meselesini konuştuk.
Erdoğan’ın özrünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bazen bir olayın özrü, meydana gelmiş bir hatayı düzeltmekten daha büyük travmalara yol açabilir toplumda. Kanımca başbakan işin bu boyutunu hesaba katmamış gibi. Olayın mağdurları yaşıyor, olay CHP ve AK Parti tartışmasından daha derinlikli bir mesele. Toplumumuz salt siyasi boyutta polemik konusu yapılan böylesine ciddi travmalarda, daha büyük bir insani yaklaşım bekler.
Dersim’in AKP ile CHP arasında bir hesaplaşmaya malzeme yapılıyor?
Erdoğan, Kılıçdaroğlu ile bir hesaplaşma içinde görülüyor, oysa bu derin travmanın üstesinden nasıl geleceğiz? Kanımca daha önemli bir sorun bu. Oradan irdeleseydi, oradan sorgulasaydı daha farklı anlaşılacaktı. Ben bir romancıyım. Başbakanı dinleyen yaşlılar ağlıyor. Annemi bu olayla ilgili konuşturduktan sonra, kadının hayat biçimi değişti, sayıklamaya başladı.
Travmanın üstesinden nasıl gelinecek?
Başbakanın bu girişimi elbette önemli, ancak eksik. Bu sorun ilk kez böylesine ileri bir boyutta tartışılıyor, ancak Erdoğan’ın özür boyutu, dönemin CHP yöneticileri ve İnönü ile sınırlı. Oysa katliam da birinci derecede aktif rol alan Bayar ve ekibi bu özrün dışında tutulmuştur, Atatürk dokunulmazlığı ise durduk yerde. Tabii bunun insani boyutu da var.
Nedir bu insani boyut? Özür dilense de baskı ve asimilasyon politikaları aynen devam ediyor. Bu özür de bir siyasi rant mı var?
Erdoğan’ın siyasi özrünü ben şöyle anladım: “Bakın bu işin vebali CHP ve onun yöneticilerinin suçu.” Biz değil, CHP suçlu dedi. Bu nedenle katliam döneminde bizzat Başbakan olan Bayar ve ekibine değinmedi, Atatürk olgusunu da es geçti.
Peki bu travmanın üstesinden nasıl gelinebilir. Siyasi iktidar neden üstüne düşeni yapmıyor da siyasi bir kısır tartışmaya hapsediyor meseleyi?
Başbakan işin travmatik boyutunu hiç hesaba katmadığı gibi, bu yönde adım atma eğilimde de değil. Açıkladığı bir şeyde yok, Başbakanlık Arşivi’ni biz yıllardır inceliyoruz, sorun Genelkurmay ve Cumhurbaşkanlığı arşiviydi, ben açıkçası o arşivlere değineceğini sandım. Olmadı, bilineni tekrarladı. İnsani olarak ne yapması gerektiği ortada, Erdoğan ve hükümeti bu konuda kendisini CHP’yi köşeye sıkıştırma noktasında fikslemiş. Bunun yerine, belgeleri siyasi polemik malzemesi yapmak dışında, etik şekilde açıklar ve bu yönlü neler yapılması gerekitiğini açıklardı. Bu bir hesaplaşma hatta toplumsal olarak meselelerimizi daha sakin bir kafayla tartışmamızı getirecekti, olmadı, daha çok gerildi ve mağduriyet suiistimal edildi. Bu çok üzücü ve sonuçları en az katliam kadar derin olur
Neden değinmedi? Gizlenen ne?
Bu arşivlerde neler olduğu hiç birimiz bilmiyoruz, ancak bu arşivlerde, görev alacak askerlerin hangi toplumsal kesimden seçildiği gerçeği var. Seçilen bu askeri kıtalar, bugünkü Türkiye’nin içerisine girdiği sıkışmışlığı da açıklar. Ötekine karşı şartlanmış bir İslami kitle var ve Dersim’e gönderilen askerler, bu kesimden seçildi. Celal Bayar, Fevzi Çakmak ve general Alpdoğan aşrı dindar yönleri olan kişilerdi, ve Dersim bir Kürt soykırımıyla da sınırlı değil, Ermeniler, Zaza ve Kürt ve Türkmen Alevileri ayrım gözetilmeksizin yok edilmiştir…
Erdoğan’ın muhafazakar sağın simge isimleri olan Bayar, Çakmak, Karabekir vb isimleri bu olayın dışında tutarak muhafazakar sağ ideolojiyi temize çekme olayı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Evet tam da bahsini ettiğim bu. Erdoğan, Dersim arşivlerini açıklıyorum derken, bu katliamın içerisinde yer alan İslami kesimi aklamayı önüne koymuştur. Bu üzücüdür, vahimdir, muhafazakar kesimin Türkiye’nin geçmiş tarihsel oluşumunda olan hatalarını görmezden gelmesini yol açar ki, ulusçuluk zehrinden arınsak dahi, daha beter bir muhafazakarlık bataklığına saplanır toplumumuz. Kaldı ki, Erdoğan’ın Dersim yaklaşımı Madımak olayına bakış açısıyla neredeyse aynılık taşıyor, Madımak için de, evet böyle bir olay var ama, Ergenekon gibi örgütlerin kışkırtması var. Bu olmaz, nasıl oluyor da bir kışkırtmayla binlerce insan, komşusunu yakmak, ya allah bismillah demek için toplanıyor, tekbirler getiriyor. Dersim’de Genel Kurmay Arşivine dokunulmaması bölgenin nasıl İslamlaştırılacağı, bölge inancının nasıl asimilasyona tabii tutulacağı olguları olabilir. Kaldı ki, daha bir kaç ay önce, Tunceli valisi, burada yaşayan Alevileri nasıl asimile edebileceklerine dair, gizli bir telefon konuşması yayınlandı.
Erdoğan konuşmasında bir de katliamın esasında dinsel nedenlerle işlendiğine dair tez ortaya attı!
Bu konuda başından beri bu iki tez ileri sürülmekte. Bunların anlaşılması için, gerilere gitmekte yarar var. 1871 Dersim katliamını bizzat Hamidi Alayları kumandanı Bedirxan Mithat bey yaptı, katırlara bağladığı toplarla, Güney Dersim’den girdi, 43 kilise ve yüzlerce kızılbaş tabınağını yakıp yıktı. Bizim yaşlılar bu travma ile büyüdü, Dersim yaşlılarında hala bir Kürt şafi travması var, ancak genç kuşak devlet travmasıyla büyüdü. Yaşlılar ve gençlerin duyarlığı da farklı… Yaşlılar kendilerinin Kürt değil Alevi tarihinin bir parçası olduğuna inanmaktadırlar. Bölge ulus eksenli düşünme tarzından uzak. Dini bir boyut olduğuna nasıl karar vereceğiz, bu mezhepsel bir katliamdır dediğimizde, Kürt katliamları görmezden geliniyor hissiyatına da yol açıyor. Dediğim gibi, politika dışında, daha sakin bir ruh haliyle meselelerimizi konuşmalıyız. Erdoğan’ın bizi çektiği boyut, büyük bir karmaşa. Dersim katliamı tartışılacaksa, Nakşi tarikatının Erzincan kolunun o zamanki ileri geleni, Şeyh Ahmet Fevzi Efendi’nin rolünü konuşmamız lazım.
Erdoğan sorunu buraya çekmekle neyi hedefliyor?
İşin doğrusunu sorarsanız, bence hedeflediği birşey yok, sadece CHP var, CHP eşiğini aşmak istiyor gibi geldi bana. Yoksa tarihle hesaplaşmak filan değil derdi. Ancak burada, onun istemi dışında bir toplumsal kayma yaşıyoruz, bu kaymayı sol kesim yaşamakta. Sol kesim Dersim meselesinde olduğu gibi daha pek çok sorunda, hazırlıklı değil. Bunu fark etmiş olabilir, bu parçalanmayı yaratarak, daha güçlü görünmeyi arzuluyor. Erdoğan bugüne kadar Türkiye’de başa gelmiş liderlerden daha farklı davranıyor, iç sorunları hal ederek, İslam dünyasının lideri olma arzusu var. Dışarıdan bakıldığında böyle görülüyor, “bakın sorunlarınıza eğiliyorum” gittiğim güzergah doğru hissiyatı yaratmaktadır.
Yani Dersim üzerinden hem CHP’ye hem de diğer sol kesimlere vuracak ve buradan bir rant elde edecek. Ne dersiniz?
Söyleminde büyük bir politik çıkış var, ama insan yok. İnsan mağduriyetinin kendisi yok. Dersim bugün de boşaltılmış, bütün köyler sular altında, 451 köy haritadan silindi, bu insanlar büyük şehirlerde büyük sefalet yaşıyor, bir katliam gelip bir başka mağduriyetle birleşmiş. Erdoğan bu bölgenin mağduriyetinin nasıl giderileceğini ağzına almıyor, aksine o askeri operasyonlar bölgede devam etmekte… çaresiziz, duygularımızı okşayan açıklamaları var, ama yaşananları düzeltme yok. Bölgenin bütün gençleri neredeyse hapislerde, bizler sürgünlerde büyüyoruz.
Söyleminde büyük bir politik çıkış var, ama insan yok. İnsan mağduriyetinin kendisi yok Mağduriyeti girecekse bu sefalet, bu sürgün ve yaptırım neyin nesi? Neden bu ülkenin hapishaneleri Kürtler, Dersimliler ve solcularla dolup taşıyor…
Haydar Karataş kimdir?
1973 yılında, Dersim’in Hozat ilçesine bağlı Haçeli köyünde doğdu. Türkçeyi ilkokulda öğrenci. Hozat yatılı bölge okulunun ardından İstanbul Kocasinan Lisesi’ne devam etti. Bu dönemde sol fikirlerle tanıştı. 1992’de tutuklanarak Türkiye’nin çeşitli hapishanelerinde on yıl, dört ay hapis yattıktan sonra, 2002’nin Haziran ayında, Gebze Cezaevi’nden tahliye edildi ve ülke dışına çıktı. 2003’ten beri İsviçre’de yaşıyor. Zürih Üniversitesi’nin Psikoloji Bölümü’ne kaydoldu, ancak bitiremedi. Halen Luzern Yüksek Okulu’nun Sosyal Kültür Bölümü’ne devam ediyor.
İBRAHİM VARLI/BİRGÜN