Dersim Edebiyatı
Sözlü Anlatımdan Yazılı Aktarıma Dersim Edebiyatı-1: Danoğe 38’i
Danoğe 38’i kitabı kişilerin Seyit Hüseyin anlatısı ile sürerken, idam edilen bir halk liderinin portesi ortaya çıkar. Benim başarılı bulduğum bu anlatı tekniği bir nevi belgesel roman niteliği görür.
SÖZLÜ ANLATIDAN YAZILI AKTARIMA DERSİM EDEBİYATI ÖZEL DOSYA YAZISINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!
SÖZLÜ ANLATIDAN YAZILI AKTARIMA DERSİM EDEBİYATI -1 [1]
HAYDAR KARATAŞ – ÖZEL DOSYA
DANOĞE 38’İ
“Danoğe 38’i” (38’in Tanıklığı) Hıdır Aytaç’ın 1960’lı yıllarda kayıt yoluyla topladığı, 1937 senesinde Elazığ’da idam edilen Husen’e Seyd’in[2] izini halk arasında arar.
Tanıklar, duyumlar, hükümetin arkasında olduğu yıllarda, misafir kaldığı evlerdeki insanların Seyit Hüseyin’e dair fikir ve görüşlerini konu almaktadır derleme.
Tamamı Dersim Zazacası, Kırmançki dilinde yazılmış kitabın Türkçe çevirisi yok. Ancak Aytaç, 1950’li yıllarda Sebahattin Eyuboğlu’ların, Anadolu’dan öğrenmek gerektiği gibi bir perspektifi günümüz Dersim’ine uyguladığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yaşar Kemal’in üç Andadolu Efsanesi, ya da gene Yaşar Kemal’in Çakırcalı Ali Efe Destanı halk edebiyatına dayanırdı. Kurgusal bir gerçeklik oluşturmak yerine, halk duyum ve söylemini edebi metin düzeyine çıkarıp okuyucuya sunmayı Hıdır Aytaç idam edilen bir halk lideri üzerinden Dersim köylerinde yapmaktadır.
Anlatı, dili sarih ve anlaşılır tarzdadır. Halk söylencesinde sözkonusu olan, abartı ve tapınma hali görülmez, ancak halk, ‘devlet onu idam ettiyse, devlete kafa tutacak bir zekaye sahip olduğuna inanır.’ Ki bu Dersimli de fazlasıyla yer edinmiş bir söylemdir.
Kıt bir Zazaca bilgisine sahip olduğum halde, son derece rahatlıkla okuduğum ve notlar tuttuğum bir eser Aytaç’ın Husen’e Seyd derlemesi.
Danoğe 38’i, Husen Seyd’e dair halk tanıklığını konu alsa da, anlatılarda, zamanın gelenek görenekleri, misafir ağırlama, insanların birbiriyle kurduğu dialoglar, Dersim’liler ile merkezi devlet arasındaki anlaşmazlık halk anlatısının doğal seyri içerisinde verilmiştir. Zaten derlemenin en çok kayde değer yanı da bu.
Tanıklar kişiyi anlatırken, devlet halk ilişkisini, dönemin Dersimlileri arasında peydah eden çelişkiler her satırında görülür.
Dersimlilerin Wuşene Seyd diye çağırdığı ve devlet kayıtlarına Seyit Hüseyin olarak geçen, Seyit Rıza ve gene dönemin ileri gelenlerinden Keki Ali Bert (okumayı ağırlaştırmamak açısından isimleri türkçeleştirerek veriyorum), Seyit Rıza ve Seyit Hüseyin arasında süren bir dialoğu, tanık… anlatımıyla Aytaç şöyle aktarır:
“Ben büyüktüm, bir gün Seyit Rıza, Seyit Hüseyin ve Keki Ali Bert bir araya gelmişti.
Seyit Rıza,
– Sey Hüseyin, Sey Keki’ye bir sual soracam, senden ricam araya girmemendir. Bırak sualimin cevabını Sey Keki versin, der.
Seyit Hüseyin,
– Öyle olsun Rayber, der.
Seyit Rıza,
– Sey Keki, kaderin ardına düşmüş, peşini bırakmıyor, ne yaparsın?
Seyit Keki,
– Sey Rıza, ben kaderimin önünden kaçarım.
Seyit Rıza,
– Senin peşini bırakmıyor kaderin,
– Gene kaçarım Rayber, der.
– Nereye kaçarsan kaç ardında, der Seyit Rıza.
Seyit Hüseyin dayanamaz, araya girer,
– Sey Rıza kader peşimi bırakmıyorsa, geriye döner aldığım taşı kafasına indiririm, peşimi bırakıncaya kadar kavga eder direnirim onunla, der. (syf, 16)
Bu anlatı, aslında dönemin Dersimlisinde fazlasıyla yerleşik hale gelmiş, bir nevi Cumhuriyet ve Dersimli arasındaki ilişki biçimini de özetler. Halk 1937-38’e gidilen dönemi, Osmanlı’dan beri, peşlerine düşmüş bir kader olarak algılar ve onunla dövüşmekten başka çare olmadığını düşünür. Ancak Keki Ali Bert gibi kaderlerine boyun eğen, ölüme razı olanlar yok değil.
Danoğe 38’i anlatısında buna benzer pek çok anlatıya denk gelinir.
1960 yılında tutulmuş bir başka kayıtta, idam edilen Seyit Hüseyin’i anlatan tanık, Seyit Hüseyin’i tarif ederken şöyle der:
“Kırmanciye zamanında evlerin damında çıra yaktıktan sonra uyurduk. Sabaha doğru gözlerimizi aralayıp baktığımızda, sabah yıldızı epey yükselmiş, ama öyle de güzel parıldar ki, insan kıyamaz bakmaya. Güneş doğana kadar sabah yıldızı kaybolmaz. Seyit Hüseyin o sabah yıldızı gibi parıldardı …” der.
Gelenek, görenek, yöresel ibadet ve inanç anlatının tamamında iç içe gider. Tabii aktardığım satırların Kırmancki dilindeki ahengi başka, o tadı vermek ancak bir çevirmen işi olsa gerek. Gene de, kitapta yöresel ismiyle, Dodiye Sıle Dıli diye geçen kişinin anlattığı bu satırları alıp okumanızı isterim. Dilin ahengi ve gidişatı, Kırmançki dilinde çok iyi hikaye yazılabileceğini müjdeler ilgilenenlere.
Danoğe 38’i kitabı kişilerin Seyit Hüseyin anlatısı ile sürerken, idam edilen bir halk liderinin portesi ortaya çıkar. Benim başarılı bulduğum bu anlatı tekniği bir nevi belgesel roman niteliği görür. Zira anlatıcıların kendilerini anlatmak yerine, bir kişiyi anlatması ise, Aytaç’ın halk algısını ne kadar iyi kavradığını bizlere gösterir. Bir anlatıyı fazlalıklardan arındırmak öyle kolay birşey değil.
Seyit Hüseyin bir çatışma esnasında yakalanmaz, hükümetin adamları alıp onu 15 Kasım 1937’de sonlanacak bir idam yolculuğuna çıkarırlar. Bu idama gidişi, Seyit Hüseyin’in atı öylesine hisseder ki, Hıdır’ın kızı Elif (onu da yöre ismiyle vereyim, Elifa Çena Xıde Thıri) şöyle anlatır:
– Seyit Hüseyin atını, neden candarma götürmedi hiç anlamadım. Biz atı alıp çeşmenin yanında bulunan o dut ağacının altına getirdik, ne verdiysek yemedi, su verdik, suyu içmedi. Gözlerinden yaşlar geliyordu. Üç gün sonra at can verdi… (sf, 164)
Bu halk anlatısı, Homeros’un İlyada destanının 22. Bölümünün neredeyse kendisidir. Bilirsiniz Homesor destanın bu kısmını, Hector ile Akhilleus (Aşil)’in döğüşüne ayırır, Aşil tanrıların da yardımıyla Hector’u öldürür. Zafer çığlıkları, sevinçler, işte o esnada Homeros birşeye dikkat çeker, Hector’un atı usul usul kahramanın başına gelir ve gözlerinden yaşlar akar. Kendisini dağlara süren o yiğide ağlar..
Kitabın bir başka özelliği ise, Dersim halk kültürünün kendilerinden önce o topraklarda yaşamış halklara karşı yapılanları torunlarına, çocuklarına aktararak, bu haksızlığı vurgulamasıdır.
Seyit Hüseyin’in doğduğu köyün kime ait olduğunu anlatan bir başka tanık, adeta bugünün resmi tarih söyleyicilerine bir hatırlatma yapıyormuş gibi şöyle der:
– Söylenceye göre bu köyler eskiden Dem adında bir Ermeni’ye aitmiş. Sonbahar geldiğinde köylerinden ağalık hakkını almak için gezermiş, bir Sonbahar günü Dem Sakak köyüne gider, dönerken Thoti çeşmesinde dinlenir, eğilip çeşmeden su içmek ister, o esnada oraya pusu kurmuş olan Badi Ali ve kardeşleri başına kılıç vurup Ermeni Dem’i öldürürler. Dem’in başını kestiklerinde şöyle der: siz neden beni öldürürsünüz, bu sizin vebaliniz olur, ben bunu size söyleyeyim. Dem’in toprakları şimdi bizde, ama atalarımız hep şunu derdi: “biz bu toprakları Dem’den zorla aldığımızdan bu yana, kimseye yar olmadı. Kötülük karıştımı birşeye, ondan hayır gelmiyor.” (169)
Kitabın ismi : Danoğe 38’i
Yazar : Hıdır Aytaç
Yayın Evi : Tij Yayıncılık
Basım tarihi : belirtilmemiş
Basım adeti : belirtilmemiş
Hıdır Aytaç kimdir: 15 Kasım 1948 yılında bugün Tunceli olarak bilinen Dersim’de doğar, bir süre politikayla uğraşan Aytaç, aldığı bir ceza nedeniyle ülkesini terk ederek Almanya’nın Köln şehrine yerleşir.
NOT: Bu yazı dizisi Haydar Karataş tarafından Dersimnews.com için hazırlanmıştır. İzinsiz ve kaynak göstermeden kullanılamaz.
DEVAM EDECEK…
[1] Açıklama:
Sözlü Anlatıdan Yazılı Anlatıya Dersim Edebiyatı, Haydar Karataş’ın yaklaşık 34 Dersimli Derlemeci, Yazar, Aktarımcı; Amatör ve Uzman araştırmacıların çalışmalarına değrelendirecektir. Karataş makalelerinde yer vereceği yazar ve araştırmacılar arasında bir ayrım yapmayacaktır, ancak makaleler kendi içinde gruplara ayrılmıştır. Bunun birinci kısmı Dersim Halk Edebiyatını kapsamaktadır, ikinci bölümde ele alınacak yazarlar, Kürt Ulusal bilinçlenmesiyle yazmaya başlayan, Ulus Gerçekci edebiyatı konu alacaktır. Üçüncü bölümde Sosyalist Gerçekci Edebiyat, Dördüncü ve son Bölümde ise, Kemal Bilbaşar, Barbaros Baykara, Estat Mahmut Karakurt, Mustafa Yeşilova gibi yazarların Dersim ile ilgili yazdıkları, Türk Ulus Eksenli Eserlere yer verecektir. Makaleler okur yorumlarına açık olacaktır. Okurlar, tartışmalara doğrudan katılabilir ve makalelerde sözkonusu olan eser hakkında katkıda bulunabilirler. Okurun gözetmesi gereken, makalelerde sözkonusu olan yazarın kendisi değil, eserinin değerlendirmeye tabii tutulduğudur.
[2] Husen’e Seyd: Seyit Hüseyin, Kureyşan Aşiretinin ileri gelenidir.

Sinem
07/06/2012 at 08:21
Dersimliler kaderlerinden kaçamamış, onunla döğüşen de, uzlaşan da aynı kaderin kurbanı olmuş.
Murathan Mungan’ın Bir Dersim Hikayesi’ni daha yeni bitirdim, Haydar Karataş’ın da aralarında bulunduğu birbirinden güzel öyküler. Ama şimdi bu makaleyi okuyunca, madem, Zazaca ve Kürtçe Dersim üzerine yazılmış kitaplar var, bence onlardan bir seçki yapılmalı.
Ya da Karataş bunu bir kitap dosyası olarak düşünüyor mu? Düşünüyorsa, kitaba yazarlardan seçkiler koymalı. Çok iyi olur.
editor
08/06/2012 at 07:32
Sayın okurumuz;
Haydar Karataş tarafından hazırlanan bu çalışma daha sonra kitap olarak yayımlanacaktır. Dersim üzerine yazılmış tüm kitaplar analiz edilecektir. Bu çalışma Dersim Edebiyatı üzerine yapılmış ilk çalışma olma özelliğiyle bu alandaki büyük bir eksikliği giderecektir.
Editör
virani
08/06/2012 at 17:23
bu kitaba ulasmak icin adres istiyorumsizden mumkunse
editor
09/06/2012 at 08:37
Sayın okurumuz; kitabın yazarı Sn. Hıdır Aytaç’ın mail adresi: x-aytac@hotmail.de
Kendisiyle iletişim kurabilirsiniz
Hasan Hayri Varlı
09/06/2012 at 20:27
Haydar Karataş kardeşimi kutluyorum, aslında bu küllerinden yeniden doğmak demek, benim hemşerilerimden en büyük şikayetim, bir birini çekememezlik. Sanatçılarımızın, yazarlarımızın durumu dahi büyük çoğunlukla hala bu.
Ancak Haydar Karataş kardeşimi ne zamandır dikkatle takip ediyorum. Dersimin adete aten yüreği gibi, çekincesini koymuş kişileri değerlendirmiyoruz, eseri değerlendiriyoruz diye. Ben sanırdım, bu kavga döğüşün dışında olduğu için güzel şeyler üretiyor, değilmiş, hepimizden çok his ediyormuş bu birbirinin kuyusunu kazma.
Büyük eser Perperık-a Söe’de dönüp dönüp okuduğum bir söz var: Dersimli karga sürüsü gibidir, birbirinin yuvasını bozar… birbirinin yuvasını bozan, bizlere karataş bu makalesiyle de ayrı bir çağrı yapmış.
Severek izleyeceğim dizi yazısını. Makalelere ilişkin fikrim de olacak. Eminim benim gibi, pek çok kişi Hıdır Aytaç diye birinin böyle bir kitabı olduğunu bu makele ile öğrenmiştir. Birbirimizi yüceltmesini bilelim.
Birbirini yücelten toplumlar ileriye atılmasını bilmiştir, küllerinden doğmuştur..
saygılar
Hıdır Demir
11/06/2012 at 06:25
Dersim Edebiyatı’na dair bir diziyi başlatmanız büyük bir memnuniyet. Hep ilkler yaşıyoruz, ilkler zor olur, ama yeni başlayanlar için büyük bir adım.
Bu dizi yazısı ayanı zamanda yeniden bir hafıza oluşturmak anlamına da geliyor. Umarım Karataş tehlikenin farkındadır, böyle bir ilk, esir değerlendiriyoruz kişiyi değil derken, Halkın Günlüğü’ne getirdiğini eleştiriler gibi, kendisini tartışma haline getirtebilir. Gerçe Halkın Günlüğü yani PARTIZAN GELENEĞİ tarihlerinde ilk defa, dergi sayflarında Zazaca’ya yer vermelerine neden oldu bu makaleler. Ben bir eleştirinin bu kadar hızlı karşılık bulmasına da çok şaşırdım.
Bu dizi yazısı, benim kitabı görmezden geldi denerek bir çatışkıya neden olacak. İzleyelim görelim derim.
Tabii sonuç ne olursa olsun, bu böylesi bir çalışma, yeni bir hafıza oluşumudur. sizleri, taktir ediyorum.
Hıdır Aytaç’ın kitabını okumadım, bu makaleyle haberdar olduğumu da söyleyeyim. Bu kadar az bilinen bir kitapla neden başlandı?
Hıdır Aytaç
15/06/2012 at 15:59
Değerli arkadaş Haydar Karataş’ın Gece kelebeği ‘Perperik-a’ Söe kitabını alıp okumaya başlayınca ara vermeden sonuna kadar okudum, bir iki gün aradan sonra bir daha okudum şunu söyleyeyim belkide ilk olarak bir kitabı üst üste iki kere okudum. Daha sonra Haydar Karataş’la buluşmak istedim Federasyonun bir etkinliğine davetli olduğunu duyunca,o etkinliğe bende katıldım ve tanıştık. Haydar’ın genç olmasına rağmen gayet mütevazi gördüm, bu beni dahada sevindirdi. Dersimli genç bir yazarın yeteneklerinin açığa çıkması, İlerisi için büyük bir umut olabilir düşüncesi bende ağır bastı. Çünkü Dersim hakkında, Dersim halkının neler yaşadığı yeterince yazılmadı, bunların muhakkak yazılması gerekir. Haydar arkadaş’ın böyle bir projenin başına gtirilmesine ayrıca her Dersimlinin önem vermesi gerekir.Ben kendi adıma mutlu olduğumu ve kendisine başarılar diliyerek Xızır yardımcısı olsun dedikten sonra bir kaç konuya değinmek istiyorum. Değinmek istediğim konuların başında Dersimliler kendi sorunları için yeterince çaba harcamiyorlar. Dersim davası ile ilgili değiller dolayısıyla Dersimli yzarları tanımamaları gayet normal.Bilhasa insanlarımızın çoğu kendi dillerini kültürlerinden iyice uzaklaştılar, ben bu kitabı yani DANOĞE 38ti kitabını 2009 yılı Nisan ayında çıkarabildim ülkede aldığım cezadan dolayı yurt dışına çıktım yeterince reklamınıda yapamadım aslında ihtiyaçta duymadım. festivallarde stantlarda ne kadar tanıtıldı ise onunla yatindim. Şunu söyleyeyim kitap bunca zorluklara rağmen iyide ilgi gördü, bu beni memnun etti. Kitaba yönelik gelen eleştiri ise; Bu kitabı niye Türkçe yazmadın diye sitemler edildi. Ayrıca bir hayli tanımadığım arkada telefon ederek beni kutladı. Bu kitabın ön sözünü yazan Hüseyin Aygü’ün yazdıkları iyi okunursa kitabın amacı ve kapsamı dahada iyi anlaşılır diye düşünüyorum. Ben Haydar Karataş arkadaş ve diğer Dersim’li yazarlara sevgilerimi saygılarımı iletiyorum. Dersim için bir makale yazana dahi saygım var şimdilik bu kadarını söyleyeyim saygılarımla
laser
01/07/2012 at 06:44
slm türkiyede zazaca kitap yayınlayan yayın evi yokmu..varsa nasıl ulaşabilirim…bımane weşiyede