Connect with us

Dersim News, Dersim Haber, Dersim

Haberler

Unutulanlar…

Dersim Ovacık  Eğimli Köyü’nde insanlar çok mutluydu. Bir sabah her şey değişti.

Evler, köyler, ormanlar alev alev… 1994 Sonbahar ayının bir günü insanlar bir yerlere göç ediyor. Biz çaresizlik içindeyiz. Herkes gibi büyük kayıplar vermiştik. Evimizin kapısı kırılmıştı. Kışlık bütün yiyecekler ortalarda yoktu. Eşyalarımız param parça dışarılara saçılmış. Bütün arı kovanlarının balları alınmış ve üstü açık bırakılmış. Yağan yağmur da hepsinin ölmesine yol açmıştı. Öylece ortada kalmıştık. Tepemizde vızır vızır helikopterler dolaşıyor. Evet hiç sorgusuz her şeyimiz elimizden alınmıştı. Buna hakları olmadan. Kış yaklaşmaktaydı, insanlar nereye gidecek, başını sokacak evleri olacak mı? Düşünen hiç olmadı. Belki de istedikleri ölmemizdi.

 

Ve sonunda köyümüzden ayrılmak zorunda kalıyoruz. Aslında ayrılmak zorunda bırakılıyoruz. Yüzümüze atılan tokat gibi bir cümle “Köyünüzü terk edin yoksa sizi vururuz.” Köyümüze araç girmesi yasak. Bir şekilde bir araç bulunuyor babam tarafından. Biniyoruz araca… o güzel yaşamdan geriye yakılmış evler ve terk edilen hayvanlardan başka bir şey kalmamıştı. Ve bizi birbirinden güzel köpekler yolculuyor, boyunları bükük bir şekilde. Onlar bile yaşanan trajedinin farkındaydılar. Ve bellekten asla silinmeyecek o halleri…

Onlar artık yaşamıyor… Birileri hiç hakkı olmadan onların nefes almalarına son verdi.

 

Bir parçamızı götürürken bir parçamızı gözyaşları içinde bırakıp gidiyoruz. Ve varıyoruz karanlıklar şehrine. O tünellerden geçerken çok korkmuştum. O tünellerin hiç bitmeyeceğini hep karanlıkta kalacağımızı sanmıştım. Ya da yerin altında bir şehre gideceğimizi sanmıştım. Yerin altında değildi ama yaşanan zorluklar karanlıktan daha da çekilmezdi.

 

Erzincan’da bir köye zorunlu göç ettik. Girecek bir evimiz yok. Herkes uzaydan gelmişiz gibi bakıyordu bize. Sıcak bir çay bile veren olmadı. Ve en başında nasıl bir yere geldiğimizi göstermişlerdi. Depremde hasar görmüş toprak bir eve yerleşiyoruz. Yiyecek hiç bir şey ve babamın cebinde beş kuruş parası yok. Annem sürekli gizli gizli ağlıyor çünkü beş çocuk var ve onları nasıl doyuracağını bilmiyor. Çaresizliğinden ağlıyor. Hayata sıfırdan başlamak zorunda bırakıldık. Her şeyimizi aldılar ve bir daha arayıp sormadılar. Geceleri yıkıntı sesleriyle uyanıyoruz. Kaldığımız eve bitişik olan evin duvarları yıkılıyordu. Tekrar ev değiştirmek zorunda kaldı. Ve yine depremden hasarlı başka bir toprak eve taşındık kira karşılığı. Bu arada okumak için ayrılıyoruz annemizden, babamızdan ve kardeşlerimizden. Ev sahibi çıkarıyor bizi sağlıksız evinden. Babam dilekçeler yazıyor, mağduriyetine çözüm arıyor ama kapılar yüzüne kapanıyor. Sadece milli eğitimden boş olan lojman konteynıra yerleşmemize izin veriliyor. Ve bundan sonra köylüler çirkin yüzünü göstermeye başlıyorlar. Çünkü milli eğitime ait arazinin bize kalacağından korktukları için bizi oradan çıkarma girişimleri başlıyor. Oysa neler yaşadığımızı, sırf gidecek yerimiz olmadığı için konteynır hayatına ve o köylülere katlandığımızı hiç kimse bilmiyordu, anlayamıyordu. Yoksa duvarları buz tutan kışın yaşamının zor olduğu bir evde kim yaşayabilir. Sadece çaresiz olan. Köylülerin baskıları, dışlamaları galip geliyor. Sonunda elimizdeki son şeyi almayı başarıyorlar.

Yıllarca bu eziyetten bıkan biz tutuyoruz tekrar memleketimizin yolunu…

Köyümüze dönüşün yasak olmasından dolayı Tunceli’nin Pülümür İlçesi’nin Çakırkaya Köyü’ne geri dönüş yaptık. Hayat bize karşı o kadar zalim ki gittiğimiz yerde de başımızı sokabileceğimiz bir ev bulamıyoruz. Yine depremde duvarları çatlamış bir eve yerleştik. Camlarını poşetlerle kapattığımız.

 

Elimizden mutluluğumuzu, düzenli hayatımızı aldılar hakları olmadan… Ve bir daha arayıp sormadılar, unuttular bizi. Unutulmaya rağmen kendimizi hatırlatmak istedik ama olmadı. Hatırlamadılar yada hatırlamak istemediler. Ya da biz hatırlatmayı başaramadık. Hatırlatmak için daha ne yapılması gerekiyordu onu da bilmiyordum. Şimdi ben hem çalışıp hem üniversite okumaktayım. Zaman geçti ama biz hala sıfırdan başladığımız hayatımızın başındayız. Babamın gücü kalmadı artık çabalamaya. Ve bu sefer ben başlıyorum hakkımızı aramaya, aldıkları hayatımızı geri almak için çabalamaya. Her şey aynı bu hayat oyununda sadece baş rol değişiyor. Babamın yerine ben geçiyorum. Kurumlara yazdığım dilekçeler sonuçsuz kalıyor. Kimse aldırmıyor seslenişlerime. Annemin ve babamın yıllarca tek özlemi, başlarını sokacakları sağlıklı bir evlerinin olması. Kafama koydum bu hayal gerçek olacak ama nasıl?

Ne kadar borçlanırsam borçlanayım bir hazır ev alacam annemle babama. Araştırmaya başlıyorum. Rakamlar fazlasıyla aşsa da beni yine de kararlıyım. Bu kez başka bir sorun patlak veriyor evi yapacak arazi yok. Yapılacak tek bir yer var o da ormaniyeye geçmiş. Kendimi teselli ediyorum, yılma bir kapı açılacak mutlaka… Biri mutlaka yardım edecektir. Başlıyorum orman müdürlüğü, mal müdürlüğü, orman şefliği ve daha başka kurumları aramaya. Kapılar kapanıyor tekrar. Tek söylenen eğer izinsiz yaparsanız hem evinizi yıkar hem de ceza yazarız diyorlar. Tekrar çaresizlik başlıyor. Annem ve babam dışarılarda yatarken ben kahroluyorum. Çekmeyen anlamıyor halimizden. En kötüsü önümüz kış.

Hayvanlarımız için yaptığımız çadırda hayvanlarımızla mı kışı geçireceğiz?

Anladım ki bu ülkede bizim yerimiz yokmuş… Yabancılara gösterilen ilginin birazını bile hak etmiyormuşuz. Oysa ben yardım dilenmiyorum. Aldıkları evimizi, hayatımızı istiyorum sadece. Şimdi ne yapabileceğimi bilmiyorum. Yol gösterecek kimse de yok. Sadece zaman geçiyor ve kış yaklaşıyor. Ve ben sadece yazıyorum. Belki biri sesimi duyar diye…

Şenay  DOĞAN

Sosyal medyada paylaşın
        
   
Continue Reading
You may also like...
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

seventeen − one =

More in Haberler

To Top