Connect with us

Dersim News, Dersim Haber, Dersim

Çamlıca ve Taksim Cami Pojelerine DUR! Diyelim!

Doğa ve Çevre

Çamlıca ve Taksim Cami Pojelerine DUR! Diyelim!

Cami, imam, hacı hoca takımının kültür depremine hayır demenin, Dünyanın en büyük camisini kurma sevdası ile doğayı yabancılaştıran, ekosistemi yıkan bu sürece dur demenin zamanı gelmiştir. Ne Çamlıca’ya, nede Taksim’e cami istiyoruz!…

Selda SUNER*

1980 GENERALLERİNİN “HER KÖYE BİR CAMİ” SLOGANININ YANKILARI ÇAMLICA TEPELERİNE VE TAKSİM’E DAYANDI

AKP iktidarının temelleri 1980 lerde atıldı. Generaller, bir ellerinde kamçı, diğer ellerinde İslamcılığın minaresi ile etrafa dehşet sallıyorlardı. Kenan evren, her köye bir cami, her Türk’e bir imam sloganı ile terör estiriyordu. İslam’ın kara lekesi Diyanet ve diğe envay çeşit tarikat cemaat şürekası onu, şehir kasaba anahtarlarını vererek selamlıyordu. Askerlerin desteğinde her tarafa binlerce cami, imam hatip, Kuran okulları kurularak, Rabıta ve diğer İslamist locaların da desteği ile mezhep ve cemaatlerin kadrolaşmasına süreklilik kazandırıldı. 1990 yıllarından itibaren bütçenin büyük payı bu İslamizasyon ve Mehmetçiğin kirli savaşına aktarılarak bugüne gelindi. Zorunlu din dersi uygulaması Askeri çetelerce sağlandı, İslamcılığın devlet eliyle desteklendiği, Cemaat ve tarikatların ekonomik alanda büyüdüğü, holdingleştiği bu dönem AKP iktidarının öncüllü oldu.

Orta Çağ Müslümanları baktıkları her yerde görünmez bir düzenin aşikâr işaretlerini görmüştür. Osmanlı halifeliği onlar için dünyadaki kutsal birliği temsil eder. İslam geleneğinde akıncının kılıcı, caminin yüksek minaresi gerçeği simgeler ve buna benzer sembolik ilişkilendirmeler sürer gider. Orta Çağ dinî düşüncesinin bu türden yüksek minareler ve oradan yapılan ezan okumalarla sağlanan sistemli propoganda yoluyla korku ve kasvetin sürekli tekrarlanmasının sağlanması temelinde piskolojik hakimiyetini kurduğu gerçeği, başta AKP olmak üzere Türk islam sentezini savunan güçlere ilham vermeye devam ediyor. Korkunun varlığını sorgulamak bile gereksiz: Bunu görmek için camiler yoluyla sağlanan ürkütücü marşlara bakmak yeter. Erdoğan camisi- Çamlıca camisi- 30 000 kişilik bir kitlenin piskolojik şekillenmesini sağlayacak, bu Himler’in beyin yıkama yerleşkelerinin tümünden daha büyük olacaktır.
Karanlık Osmanlı Tarihinin sayfalarını dolduran fetihlerin elebaşıları, büyük camiler kuran padişahlar egemenlik sistemlerinin zincirinde ana halka olarak dini kullanmış, köleciliğin, tefeciliğin, sistemli işkencenin, insan kırımcılığın, yağmacılığın ideolojisi olarak da savaşı meşrulaştıran İslam dinini seçmişlerdir.

Osmanlı padişahlık sistemine yaklaşmaya, başkanlık sistemi ile adım atmaya çalışan R.T. Erdoğan, Taksim ve Çamlıca’da geriye kalan son yeşil alanları da Müslüman betonuna dönüştürmede kararlı görünüyor. “Türk Millî İslamı” hattında ilerleyen AKP “islamcı devlet” kurma sürecinde, Ortadoğu ve Afrıka’ da devletlerin hem dinin sağladığı meşrûiyete, hem de gerginlik stratejisinin bir unsuru olarak İslâmcılığa gerek duyduklarını gerçeğinden hareketle, dünya düzeyindeki hâkimiyet ilişkilerinin ve özellikle de petrol alanlarına hakimiyet kurma alanında İslâm’ın oynadığı rolün önemini görüyor ve stratejisini ona göre uyarlıyor. Bu, sembolik düzeyde “ümmet”in mazlum konumunda olduğu izlenimini uyandırırken, – Erdoğan herzaman ki gibi mağdur rolünü oynamaya devam ediyor- Türkiye’de İslâmın ve İslâmcılığın “millileşmesi”ni, devletleşmesini, askerileştirlmesini de hızlandırmaktadır. 1980 lerde Kemaliz’mi İslam’a entegre etmeye çalışan cuntaya rağmen başgösteren yetersizlik, inşâ halindeki milli Türk islam devleti “milliyetçiliği” dinle meşrûlaştırmaya, dini millî kimliğin bir parçası olarak kabul etmeye, söylem ve pratiklerine dahil etmeye hız vermek için, Türkiye’de islamın baş locası kabul edilen Nakşıbendicilerin diğer sunni tariklatlarla kurdukları iktidara geçme sürecine geçmeye mecbur kaldılar. Bu yolla ümmet, İslâm’ın “millî sınırlar içindeki parçası” haline indirgenirken, millet, mahallî sınırları aşan bir cemaat olarak temsil edilmeye başlandı. Din sınır-tanımaz bir “kardeşlik” ögesi olma niteliğini yitirirken, millet, teorik olarak kendi karşıtı olan bir unsuru içermeyi kabul ederek meşrûiyet kazanabilidi.

İÇ SAVAŞ DOKTRİNİNİ OLARAK İSLAMCILIK

AKP, İslam ve ümmetçiliği bir iç savaş doktirini olarak benimsemektedir. Dinî referansların ve kurumların meşrûiyet ve kontrol mekanizmaları olarak kullanılması, devletin dinî sahayı tekeline alma teşebbüsleriyle eşanlamlıydı. Cuntacılar milli İslam’da diretiyorlardı. Devletin hakimiyetindeki “millî din” barış ve istikrar unsuru ve otoriteyi sağlamada önemli bir faktör olarak görüldü. Bu “ihtiyaç”ın sadece yönetici kliklerin dünya görüşüyle izah edilemeyeceğini belirtmekte fayda var. Partiler, kendi meşrûiyet kaynakları olarak kullandıkları dinî referansları “millileştirirken”, bu referanslara başvuran kendi dışlarındaki sosyal ve siyasal İslâmî/ İslâmcı aktörlere, doğal olarak, “Beşinci Kol” statüsünü uygun görmüşlerdir.

Osmanlının çöküş sürecinde devletin varlığını devam ettirmenin çözüm yollarından biri olarak İslamcılık görünür. “Türkleşmek, İslamlaşmak, o zamandan beri Osmanlının kurtuluş reçetesi olarak görülmüştür. Orta çağı temsil eden, din merkezli sistem sembollerinin Türkiye’nin ana gündemine oturtulması tesadüfi değildir. AKP’ nin başını çektiği post modern Osmanlıcılık, kültürde, sanatta, Osmanlının en güçlü olduğu dönemin sembolleri olan cami, türban ve yüksek minareleri, oradan fışkıran ideoloji ve onu taşıyacak geniş kitleleri reformasyona devam ediyor.
AKP iktidarının temelleri 1980 lerde atıldı. Generaller, bir ellerinde kamçı, diğer ellerinde İslamcılığın minaresi ile etrafa dehşet sallıyorlardı. Kenan evren, her köye bir cami, her Türk’ e bir imam sloganı ile terör estiriyordu. İslam’ın kara lekesi Diyanet ve envay çeşit tarikat cemaat şürekası da ona şehir kasaba anahtarlarını vererek selamlıyorlardı.
”Sanki biz hiç yokmusuz, tepkimiz,duygularımız,dileklerimiz yokmuş gibi… Ne acı, bu ülkenin başbakanı 5600 İstanbul’u, Camlica’yi seven vatandaşını yok sayıyor,duymazdan geliyor, söylenenleri sadece ideolojik veya siyasi olarak değerlendiriyor… Biz Camlica’yi seviyoruz, yeşil kalmasını istiyoruz, koruluk, ağaçlik olsun,dogal kalsın…” ( Sibel Asna)
Cami, imam, hacı hoca takımının kültür depremine hayır demenin, Dünyanın en büyük camisini kurma sevdası ile doğayı yabancılaştıran, ekosistemi yıkan bu sürece dur demenin zamanı gelmiştir. Ne Çamlıca’ya, nede Taksim’e cami istiyoruz!

Sevgi ve Saygılarla

*Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

İmza için aşağıdaki linke tıklayınız…

https://www.change.org/petitions/%C3%A7aml%C4%B1ca-tepesi-ne-30mart-ta-kazma-vurman%C4%B1za-r%C4%B1zam%C4%B1z-yok-bu-sizi-ilgilendirmiyor-mu-camlica utm_campaign=autopublish&utm_medium=facebook&utm_source=share_petition

 

Sosyal medyada paylaşın
        
   
5 Comments

5 Comments

  1. Ara Balaban Hayaloglu

    01/03/2013 at 22:59

    Bu bahsettiginiz yerler camlica, taksim Dersimin neresindedir ?
    ovacikta mi ?
    yazik! ovacik orman köyleri birer birer Dersimlilerin elinde cikiyor! Ama buralara sahip cikmasi gerekenler maocular degil mi ?
    Bu orman köyleride yok olursa kim maoculara ekmek verir ?
    cökeleki nerde bulacaklar ?
    gazozu nerde icecekler ?
    vah camlica… ah taksim… canim ovacik !

  2. Ali Cafer Kozanoğlu

    14/03/2013 at 11:44

    Sizi anlamakta zorlanıyorum. Aleviler için Cem evi bir ibadet yeri ise bu durumun devletçe ve herkes tarafından kabul edilmesine taraftarım. Her inanç grubu inancının gereğine özgürce yerine getirebilmeli ve bunun güvencesi de sağlanmalı. Kendimiz için istediğimiz hürriyeti başakları için de istemeliyiz. Ben Müslümanlığı böyle anlıyorum çevremde de böle düşünen çok insan tanıyorum. Taksim de Camii bir ihtiyaç. Cem evi de ihtiyaçsa oda yapılsın. Camiye hayır kampanyanızın mantığını anlamıyorum. Birileride çıkıp Cem evine hayır derse ne olacak? Kendim için istediğim hürriyeti başkaları için de istemeliyim. Yurttaş olarak birbirimizin haklarına inançlarına saygılı olursak Türkiye Özgür yurttaşların yurdu olur. Aksi durumda kaos anarşi, sizce hangisi daha iyi? Saygılar…

  3. Selda Suner

    21/05/2013 at 07:50

    MEZHEP KAVGALARI ÖZGÜRLÜK DEĞİL, BÖLÜNMEYİ GETİRİR!
     
    AKP rejiminin Suriye’deki mezhep kökenli çatışmalarda yer alması, başka devletleri de kışkırtıp alevleri sağa sola üfürmesi, Türkiye’ nin geleceğini belirleyecektir. Alevi Sunni çatışması hızla Türkiye’ye doğru yol alıyor!
    Şimdilerde Suriye ve Irak’ta yeniden alevlenen geleneksel mezhep kavgalarının hiç bir toplum veya millete özgürlük getirmeyeceğini 1400 yıllık geçmişe dayanarak idda etmek yerinde olacaktır.
    Ali-Ömer-Osman-Ebubekir arasında başgösteren taht kavgalarına dayanan bu hizipleşme 1400 yıldan beri milyonlarca insanın ölümüne yol açtı. Ortadoğu’da Hristiyanların mirasına konarak yayılan Müslümanlık, onların bölünüp hizipleşmesini kopyalamakla kalmadı, üstelik bunu en uç noktaya götürerek, çok adi, tamamıyla kriminal bir ortam yarattı. Ali, Osman, Ömer, Bekir ve diğer Arap aşiret liderleri arasındaki rant kavgalarında sağ çıkan olmadı, bunlar birbirlerini öldürmekle kalmadılar, yığınla insanıda kutsallık adına felaketlere sürüklediler…
    Muhamet’in 632 yılında ölümünden sonra, Ebu Bekir halife oldu. Onun zamanında fetihler devam ederek; Bahreyn, Irak’ın bir kısmı ve Suriye’nin bir bölümü fethedildi. Yağma ve talanlarla iştahları açılan Arap kabileleri artık durmak bilmiyorlardı…İslâm’la birlikte Arap Yarımadası’nda otorite olan Vahabi kabilelerin kendi aralarında ki kan davaları, müstakil olarak birbirinden intikam almaları durdurulmuş, önlerine yeni hedefler konulmuştur. Gasp, soygun, içki, kumar, fuhuş, hırsızlık, yetim malı yemek, kan dökme, intikam, yalan, kin, haset, kibir dışında hiç bir iyisi olmayan acımasız Arap kabilelerin önlerine konulan bu yeni hedeflerle, dikkatleri komşu ülkelerin zenginliklerini yağma ve talana çekilmiştir.

    Egoist Arap liderlerinin Muhamet’in mirası için başlattıkları kanlı kavgalar biçim değiştirerek devam ediyor…Halifeliğe soyunan Arap liderleri it dalaşında can vermelerine rağmen, ortaçağın karanlığında yaşayan Ortadoğu ve Afrika kabileleri onlarda ”kutsallık” yaratarak İslam mezheplerini oluşturmuşlardır.
    Başlangıçta asalak Bedevi’lerin aktif rol oynadıkları bu rant kavgalarının politik ve askeri stratejileri temelinde şekillenen fraksiyonlar-hizipler ortaçağ karanlığında milyonlarca insanı etkilerine alarak bütün kıtaları sardı. Göçebe Orta Asya Türk’lerinin de zorla bu hiziplere çekilişi, Arap yağma talan ideolojisinin dünyadan izole edilmiş bu türden ilkel boy, soy ve soplara aşılanması, başka halkların İslam adına köleleştirilmelerinin hak olduğu, Bizans ve Pers alanlarındaki zenginliklere zorla el koymanın mübah olduğu, bunun ”Allah’ın Müslümanlara verdiği bir rısk” olduğunun din iman adına propoganda edilişi, bu mezheplerin çığ gibi büyümesini beraberinde getirdi… Yağma ve talandan pay almaya çalışan ilkel kitleler her zaman bu mezheplerden birine yaslanıyor, Müslümanlık da hızla büyüyerek bölgeye hakimiyetini sağladı.
    Bugün Türkiye’de müslümanlaşan yerli halkların eski çöl örf ve adetleri Araplar’dan daha şiddetle savunmaları Arap milliyetçiliğinin ne kadar başarılı olduğunu göstermektedir. Müslümanların başı Erdoğan’ın eğer Ali önderliği kabul edilyorsa bende Aleviyim derken neye parmak basıyor? Abbasi döneminde kaleme alınan Buhari, Müslim gibi Ehli-Sünnetin benimsediği hadis kitapları, yine aynı dönemde kurulup, yayılan Hanefi, Şafi , Maliki, Hanbeli gibi mezhepler Arap milliyetçiliğini kitlelere sünnet ve sevap nitelendirmeleriyle yutturmuşlardır.
    Hiristiyan ve Jahudi zenginliklerini ele geçirmek için İslam denen yeni bir dinin yaratılması tamamıyla Arap aşiretlerinin savaş stratejisinin ideolojik-politik temelini oluşturdu. İdolojik alanda çoğu yaşlı karısı tarafından geliştirilen bu sistemin kaderi tarihteki benzerlerinden farksız oldu. Muhamet’in ölümünden sonra ganimet gelirlerinin azalması orduda memnuniyetsizlikler ve isyanların başlamasına neden oldu. Osman döneminde yaşanan bu olaylar sonucunda terör faaliyetleri başlamıştır. Ele geçirilen ganimetlerin paylaşım sorunu, mevki ve çıkarlar,taht kavgaları karışıklıklara ve daha fazla yağmalama anlamına gelen fetihlerin durmasına neden olmuştur. Osman iktidar kavgasında öldürüldü. Ali halife seçildi, Osman’ın katilleri iyi örgütlenmişti…Karşı kliğe yaslanan Muaviye ve Ayşe, Ali’nin halifeliğini tanımadılar. Bu resmen politik bir kavgadır, bunun neresi kutsallık içeriyor. Ali Osman kavgası, o dönemin aşiret reisleri arasındaki kavgalar, mafia çetelerinin dalaşmalarından farksızdır. Ayşe’nin önderliğindeki Mekke grubu ile Ali grubu arasında Cemel Savaşı yapılmıştır. Taht için herşeyi göze alan çete liderleri arasında yapılan bu savaşı Ali kazanmıştır. Muaviye’nin başını çektiği Şam grubu ile Ali arasında Sıffin Savaşı yapılmıştır. Hakem Olayı’ndan sonra iktidar kavgaları yoğunlaşmış, daha fazla siyasal gruplar ortaya çıkmıştır. Ali’de hayatını iktidar kavgasında, yağma ve talandan ele geçirilen ganimetlerin paylaşım kavgasında yitirmiştir. O dönemin bütün Arap liderleri bu türden taht kavgalarına bulaşmış ve birbirlerini acımasızca katletmişlerdir.
    Sadece haca gitme adı altında örgütlenen ve yıllık Türkiye bütçesinden daha fazla gelir sağlayan İslam hac ticareti göz önüne alındığında Suudi Bedevilerinin ve diğer Arapların kılıççı Ali’ye tapmaları normalin ötesinde olağanüstü derecede önemli ekonomik politik çıkarları öngören çekirdeksel bir işlevdir. Avrıupa’da yaşayan Türklerin hac görevi adına Suudi bedevilerine bıraktığı yıllık haraç ortalama 5.8 milyar Euroyu bulmaktadır. Buna karşılık Türklerin Araplaştırılması için bin bir ad altında faaliyet gösteren İslami örgütler yalnızca Almanya da 11 000 e yakın cami kurup Türkiye’nin avrupadan kovulmasının alt yapısını sağlamaktadırlar.
    Konu bu kadar açık iken AKP liderlerinin Suudiler desteğinde, Suriye’ye saldırı planları yapmaları, oraya onbinlerce terörist örgütleyip sokmaları, bu cellatların yağcılığını yapmaları, bedavadan bunlara daha fazla etki alanlarının yaratılmasını sağlayan idolojik politik süreclerde yer almaları bir suçtur.

    Suriye üzerinden mezhep kavgasına katılan AKP rejimi, ”özgürlük hürriyet” adına Suudi ve Katar’dan gelen milyarlarların şarhoşluğu ile, Orta doğu’yu kan gölüne çevirecek senaryoların baş aktörü olmak istiyor. Türkiye’de islamın dışında başka dinlere geçenlerin zülme uğradığını bilmeyen yok! 1913 lerde Osmanlı nüfusunun yüzde 36 sını oluşturan Türkiye Hıristiyanlarının kökü getirildi. Bugün Türkiye’de yüzde yüzlük Müslümanlığı savunan AKP rejiminin, Suriye’ye özgürlük getirme yalanlarına kanmak saflıktır. Kendi ülkesinde hiç bir hak hukuk tanımayan Katar, Pakistan ve Suudi Arabistan gibi en kötü diktatörlüklerin başka ülkelere özgürlük getireceklerine inanmak kadar aptalca bir şey olamaz.
    AKP’ nin bugün takip ettiği çizginin mezhep – hizip – tarikat – aşiret temelinde oluştuğu ortada olmasına rağmen, çıkar peşindeki bazı kesimlerin takkiyelerine şaşmamak mümkün değil! Türk ırkçılığı ile Arap milliyetçiliği olan islam ideolojisinin karışımından yeni siyasal ideolojisini oluşturan AKP yönetimine göre ”Avrupalılık” siyasal olgusu fazla özgürlükler içerdiğinden kökten dönüştürülmelidir.
    AKP İktidarının, ülkeyi ele geçirerek, devleti kendine göre yeniden tanzim ederek zaman içinde dışa yönelmeyi, komşu ülkelere saldırmayı hedeflediği belli oldu! “Siyasallaştırılmış Teologlar (İmam Hatipliler) devri”dir bu devir. Siyasi teoloji anlayışının, “dinsiz” seküler politika ve politikacılardan daha temiz ve isabetli olduğu (çünkü Allah’la ilişkili olduğu vs.) efsanesi çökmeden yeni hedeflerle kitlelerin elde tutulması gereklidir..
    Türkiye’nin iktidar partisi AKP, yonetiminin 12. yılına girerken laik ve demokratik bir ülkeden bahsetmek abestir. AKP bürokrasiyi kendi kontrolü altına geçirerek Türkiye’nin temel kimliğini değiştirmiştir. Bugün, Avrupa Birliği’ne katılma retoriğine karşın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’yi Avrupa’dan uzaklaştırıp Müslüman kardeşler, Hamas, Hizbullah gibi karanlık oluşumlarla dostluklar geliştirmiştir. Türkiye’nin bu radikal dönüşümün ardında sadece AKP’nin siyasi makinası değil, 8 büyük cemaat- tarikat – tekkenin de ortak olduğu uluslararası politik İslamın gücü vardır.
    Bugün Türkiye’de 164 bin cami var. Yani, her 410 vatandaşa bir cami düşüyor. Din iman adına Türkiye bir beton yığınağına çevrilmektedir. Diyanet İşleri Bakanlığı’nın harcamaları yediye katlanmıştır. Din işleri bakanlığı harcamaları AKP’nin iktidarı sırasında 5.3 katrilyon liraya çıkarılmıştır. Bu bakanlığın bütçesi diğer sekiz bakanlığın toplam bütçesinden daha büyüktür.
    Postmodern ümmetçi hareket, bugün muazzam bir güç haline gelmiştir. Medyadan, MİT, ordu ve polis teşkilatına, ticari alanlardan, eğitim kurumlarına kadar inanılmaz örgütsel ağlar oluşturulmuştur. Bu son derece iyi düşünülmüş, iyi hesaplanmış ve büyük bir soğuk kanlılıkla hayata geçirilmiş bir kuşatma stratejisidir. İslam, yeniden bir yayılma taktiği olarak kullanılıp ülke “toplu hipnoza” sokulmuştur.
    İslam gibi bir din veya devlet anlayışı, Osmanlı’da olduğu gibi her alanda baskı zulmün alt temellerini oluşturmaya devam ediyor. Osmanlı Devleti bünyesinde sistemli razia hareketleri ile zayıf olan azınlıkların toplu katledildiklerini görmekteyiz. Aynı şekilde şimdiki politik islamın hızla her alanda dengeleri lehine çevirerek Irkçı tekçi esaslar üzerinde yeniden formasyon kazanarak aynı icraatları devam ettirme azminde olduğunu gözlüyoruz. Asimile devam ediyor, ötekileştirilerek, kendi kimliklerine düşman edilme devam ediyor. Yerli Anadolu halklarının inkar edilmesi, herşeyin İslamist Arap ve Orta Asya göçebelerinin Anadolu’ya ayak basmalarına indekslenmesi hala devam ediyor.
     
    Toplumdaki olumsuz, adi, kriminal ve kötü eğitim görmüş insanların, parti liderlerinin kendi hazırladıkları dikta listeleri ile öne çıkarılarak adına ‘Büyük Millet Meclisi’ denilen bu oluşumun örgütlenmesi, demokratik ülkelerde asla görülmemiş duyulmamış bir rezalettir. Sınırsız dokunulmazlıklara sahip küfürcü tiplerin TBMM denilen çatı altında büyüklük oynamaları, hiç bir kuruma karşı hesap vermemeleri çağ dışı bir olaydır. Ağızları sokak kabadayılarından farksız. Ana avrat birbirlerine küfür eden çete mensuplarında utanma yok! Seviye tamda cahil cuhul Anadolu gürühuna göre indekslenmiş. Biliyorlar ki geri kalmış toplum ancak küfürden, bağırma ve çağırma, hırsızlık ve işkenceden anlar!
     
    Sevgi ve Saygılarla
    Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

    ———————————————————————-
    Esin Duran,
    Selda Suner,
    N. Gök,
    Pelin Moda,
    Bedri Engin,
    Nazmi Dogan,
    Sevda Suner
    Sezer Aşkın,
    H. Datvan,
    Salih Demir,
    Nizamettin Duran
    A. Demir
    Melahat Baykara,
    ismail çekmez.
    Aydin Nizam
    Uğur Demir
    Ismail B. Cenk,
    Tekin Balkic
    Selma Altuntaş,
    Filiz Serin,
    Nedim Serin,
    Vedat Koçak,
    Salih Birdal,
    Mustafa Gur,
    Hasan Zafer
    Bahar Ünsal
    Osman B.
    Ayse bahar
    Metin Maslak
    H. Maslak
    Dilek Solak
    zeynep içkaya
    Sevda maslak
    Sercan Gezmiş
    Aynur Balkaya
    İpek Doğan
    Nazım Doğan
    Murat Doğan
    esin erkan
    Beyhan erdem
    n. erdem
    İsmail Deniz
    Ayten BARAK
    Ugur Birdal
    Ahmet Tan
    Yıldırım Kongar
    Selma Kongar
    Birol Aytekin
    Hatice Gül
    Ibrahim Erkin
    Kemal erdem
    Rıza Akdemir
    Mehmet Coskun
    Hüseyin demir
    fethi killi
    Yeliz Ender
    Mustafa Ender
    Ugur Basak
    Kemal Dektaş
    Ayten Ilkdal
    Nuri Aktanır
    Metin Koc
    Sevgi Ender
    Burhan Kulakçı
    Oğuz Duran
    Burcu Kanter
    Aysel kanter
    Erol kanter
    Layla SOLGUN
    M. Oktay
    Kemal Aktas
    Yelda tekinoglu
    Orkun Keskin
    T. Vural
    Oğuz şen
    Nur Şen
    Ismail çaykara
    Burhan Orkal
    D. Kahan
    Seher Yıldız
    Esra akkaya
    Mehmet Uzan
    Yeliz IŞIK
    Seyhan İlknur
    Osman Çekiç
    esma yıldız
    Murat Çetindal
    Ali OkyarMusa Tekin
    Aslı Birdal
    Nazmi Doğan
    İnci Gür
    L. Okar
    Mustafa Karkaya
    Omer Aytac
    Mürsel Bozkır
    Zeynep Şengül
    Gülcan Iğsız
    Murat Nidar
    şemsi Kaya
    Ayten Ekşi,
    Eda leman
    nermin ışıl
    D. Polat
    Kadir Erdem
    Serdar OKTAY
    Mehmet Özdemir
    Mustafa Erkan
    Nuri AKTAS
    Emine AKTAS
    O. Kadir Ergun
    Metin Kurca
    Sedat Isiklar
    Filiz Bag
    Kadir Baskale
    Sevim Varlik
    Hasan Mesut Akkaya
    Necmi Guler
    Erhan Isguz
    Meral Okur
    Bilge Okyaz.
    Kemal Koç
    L. Mirakoğlu
    Oktay Kızılcık
    Mehmet Yavuzgil
    Erdal Polat
    Hüsnü oktay
    k. Sankay
    Ahmet tekin.
    Semra Kaya
    Mustafa Çiçek
    Kayhan Göçkaya
    Erdal Solgun
    Mehmet Solgun
    Esra Solgun
    N. Altik
    Oguz Karakış
    Leyla Mert
    Işık mert
    D. Öksüz
    Erdem Yılmaz
    Ayse Eltan
    S. Guner
    M. Deniz Ok
    Mehmet İnce
    Huseyin Cinar
    Meltem Cinar
    Berk Cinar
    L. Demirkaya
    Huseyin Çilek
    Ayten Irmak
    D. Okdere
    Ali Uskan
    Berdan Temiz.
    H. Baskale
    Murat Gülay
    Esra Gülay
    Mustafa Akyol
    A. jale Kol
    M. Kol
    Tamer Oktay
    Aslan Burukoglu
    I. Demir
    Nurettin Akdal
    Uzan Kara
    ismail Igdır
    Nuri Şen
    Hasan.Y. Balci
    Mehmet Yucel

    Turkiye Buyuk Millet Meclisi: Vekillerin ayrıcalıklarının artmasını sağlayan yasanın iptalini istiyorum

    http://www.change.org/petitions/turkiye-buyuk-millet-meclisi-vekillerin-ayr%C4%B1cal%C4%B1klar%C4%B1n%C4%B1n-artmas%C4%B1n%C4%B1-sa%C4%9Flayan-yasan%C4%B1n-iptalini-istiyorum#
     
     
     

  4. selda Suner

    12/07/2013 at 14:06

    “İmam”ın Kürtleri.

    Pervin Buldan: ”Öcalan’ın koşulları süreç için sıkıntı yaratıyor
     
    BDP Grup Başkanvekili Buldan, Abdullah Öcalan’ın cezaevi koşullarının süreci yönetme konusunda sıkıntı yarattığını söyledi.” ….”Henüz bu paketle ilgili bize iletilen resmi bir şey yok. Bu paketin, demokratikleşme paketinin içerisinde neler var bunları bilmiyoruz. Ama ümit ediyoruz ki olumlu şeyler var” şeklinde konuştu. (Kaynak : Radikal)
    Sözde Kürtlerin temsilcileri diye piyasaya sürülen, tek düşündükleri, Kürtlerin başına bela kesilen, Kürt diktatörü rolündeki bir şahsın kişisel çıkarlarını savunmaktan başka bir amaçları olmayan bu sözde vekiller ne yazık ki ”paket ” dedikleri şeyin neyi kapsadığını hala bilmiyorlar! Diktacıya kuyrukçulukta sıraya giren, sözde seçimle gelmiş bu insanlardan daha büyük bir rezalet beklenemezdi. ”süreç” diyorlar, ne olduğunu bilmiyorlar. MİT ve özel harp elemanlarınca detayına kadar bunlar adına hazırlanmış, ama zavallılara henüz iletilme zahmetinde bulunulmamış!. Önce  M. Kemal hayranlığını, şimdide, yeni patronundan aldığı emir gereği, ”İslam bayrağı altında, Erdoğan’ın başkanlığı altında birleşelim” diyerek yeni stratejiyi dikteleyen, dolayısıyla Kürtleri 100 yıl daha esaret zincirine bağlayan bir şahsın kişisel çıkarlarını bütün Kürtlerin menfaatlerinden daha yüksek tutan bu yalakalar için, o pakette ne yazıldığı hiç önemli değil! Diktatör onlar adına düşünmüş ve kararı da o vermiştir.
    ”…TC hükümet üyelerine sunulan istihbarat raporlarında KCK’daki revizyonun tamamen Abdullah Öcalan’ın bilgisi dahilinde yapıldığı kaydedildi. Raporlara göre, revizyon hakkında BDP heyetlerine şifahen, örgüt yönetimine ise Kandil’e yazılan mektup ile haber verildi. Yani KCK yönetimindeki revizyonun tamamı Öcalan’ın kontrolünde gerçekleştirildi. Devlet ise revizyondan henüz KCK’ya talimat ulaştırılmadan haberdar oldu ve konuyla ilgili olarak hükümet üyelerine uyarıda bulundu.” (Kaynak: Taraf gazetesi)
    Yani burada Kürt lideri diye lanse edilen A. Öcalan önce MİT ve diğer Kürt düşmanı politik askeri güçlerle oturup, ”Kürt örgütü” diye kitlelere zorla dayatılan bir oluşumun yapısını, kimin nereye ve nasıl yerleşetireceğinin detaylarını, bir bütün olarak  bu örgütün taktik ve stratejisini, önce onlarla kararlaştırıyor ve TC devletinin onayını aldıktan sonra yine MİT kuryeleri vasıtasıyla, sözde TC ‘yi yıkacak Kandil’deki militanlara iletiyor!
     
    Bu olay dünya tarihinde şimdiye kadar hiç görülmedi ve sonunda Kürtler’e nasip oldu!
     
    Böylece, bu devlet, sözde düşman saydığı bir örgütü kendisi yönetiyor ve Kürt toplumu da düşmanlarınca manipüle ediliyor. Burada görülen şey, Abdullah Öcalan’ın gerçek kimliğinin yeniden su üstüne çıkmasından başka bir şey değildir.
    ”PKK liderinin eli güçlendi 

    Revizyon ile birlikte Öcalan’ın hem çözüm sürecini hem de örgütü eskisinden daha iyi kontrol edebilmesi anlamında eli güçlendi. Bu doğrultuda yapılan revizyon ile hükümete, örgüte, Suriye’ye ve İran’a doğrudan mesaj verilmiş oldu. İstihbarat birimlerine göre, revizyonun kodları ve Öcalan’ın verdiği mesajlar şöyle:…” (Taraf)
    Öcalan’ın verdiği mesajlar tabii ki Kürtler’i tehditten başka bir şey değildir. Yani, Ortadoğu coğrafyasında gelişen yeni durumu kontrol etmek ve Kürtler’in olası bir başarısını engellemek için, devletin planladığı A. Öcalan kartının daha da net oynanması, etkisinin artırılması için serbest bırakılması senaryosundan başka bir şey değildir.
    Yoksa burada Kürtler’e verilecek hiç bir kemik kırıntısı yoktur. Şu ana kadar verilen olmadığı gibi, bundan sonra da hiç bir şey verilmeyecektir. TC’ nin aniden böyle bir tiyatro oyununa başvurması, Suriye ve Irak Kürtlerinin başarılarına set çekmeyi hedefleyen bir komplodan başka bir şey değildir. MİT’in KCK örgütlenmesini bizzat yönetmesi, Abdullan Öcalan’ın bir kaç İmralı görüşmesi dışında MİT karargahında bir büroda aktif olarak çalışması, durumun vahametini göstermektedir!
    AKP_PKK komplosu, devlet kontrolünde başarıyla uygulanıyor. Bu olay öncekiler gibi, Kürtlerin kesinlikle iradesi dışındadır. Görünürde Kürt görünen unsurların, BDP’ li bazı gönüllülerin iradesi varmış gibi gösterilsede, bunlar da bu ihanete alet edilerek, kukla olarak kullanılılarak, Kürtlerin yüzyılların baskı ve zulüm sürecinden kurtulamamaları için katkıları sağlanıyor. Bu sürecin, A. Öcalan tarafından başlatıldığı söylendi. Hem de ne zaman. Kürt halkının Hakkari’da kitlesel savaşı başlattığını ve “Kurtarılmış Bölge” stratejisini izlediğini açıkladığı, bunun pratiğini yaşamakta olduğu bir dönemde yaptı. Yani devlet, bazı yerel Kürt guruplarının kitlesel herekete geçtiğini görünce, kuklalarının kontrolünün tehlikeye girdiğini gördü ve hemen harekete geçti.
    A. Öcalan, eski patronu Militarist Kemalist  kanadın zayıfladığını görünce, ondan uzaklaşarak, İstihbarat ve polis gücünü ele geçiren Dinci AKP ile çalışmaya karar verdi. Solcu kılığına sokulan marksist Abdullah, temiz bir Müslüman olup çıktı! PKK’nın devlet tarafından nasıl projelendirildiğini, devlet adına neler yaptığını, bölge devletleriyle ve dünyadaki değişik istihbarat örgütleriyle ilişkilerini, 1999’da yakalandığı zaman Ergenekon’a konuştuklarının hepsini AKP’ye aktaran Öcalan bundan böyle de AK Parti’nin yönettiği devlete her yanıyla hizmet edeceği konusunda, hükümet ve MİT yetkililerini ikna etti. Özel Yetkili Savcılardan Sadrettin Sarıkaya, MİT’in şimdiki müşteşarı Hakan Fidan, bir önceki müsteşarı Emre Taner, bir önceki müsteşar yardımcısı Afet Güneş ile iki yardımcısını KCK’yi örgütleyip ve yönettiklerini, İmralı ile Kandil arasındaki kominikasyonda kullanılan bütün MİT elemanlarını belgeledi, akabinde tasfiye edildi. Kürt ulusal hareketini yok etmeye yönelik plan doğrultusunda yürütülen AKP-MİT ile KCK arasındaki görüşmelerin detayı, bütün konuşulanların kayıtları böylece ikinci bir gücün elinde mevcuttur. Kozmik odadan alınan ve Özel güçler listesinde adı bulunanların arasında hangi PKK yöneticileri mevcuttur!? Toplantılara katılan MİT elemanlarının son derece kısıtlı, hatta bir kaç önemsiz ve kamufüleye yönelik hareketin dışında, bütün toplantıları müsteşar ile sınırlandırması, devlet sırrı denilen, A. öcalan’ın esas kimliğini deşifreye yol açacak rizikolardan kaçınmak içindir.

    AKP’ de aslında  Kemalistlerin yarattığı projeyi yeni koşullarda geliştirmeye, kullanmaya karar verdi.

    Kürt ulusunun kendi kaderini Öcalan/MİT iradesi ve sözleşmesiyle sınırlandıran AKP, Kemalistler gibi, Kürt’leri PKK’yı kullanarak yok etmek istiyor.
    AKP _PKK itifakı süreçten neyi kastediyor?  Senaryoya karar verenlerin, devletin karanlık figürleri olan Öcalan/MİT (Hakan Fidan) olması bir kere feci şekilde kendisini sırıtıyor. Esasen bu, devletin Kürtleri kandırmak için, 2 elemanla ve BDP kuklası kullanarak 3 lü gibi gösterdiği, klasik 3 maymun oyundur. Öcalan’ın emirlerini yerine getirmek zorunda kalan esir ruhlu insanların buraya yamalanması gerçeği değiştiremiyor. Bu kuyrukçuluklarından dolayı da, Ankara’da verilen emir üzerine hemen ihanet  konferansını gerçekleştirdiler. Bu konferansı da “demokrasi” şöleni olarak lanse ettiler. Oysa ortada olan, dikte ettirilen bir işin hamallığıydı. Bu konferanslardan birinin de Diyarbakır’da yapılacağı emredilmiş. BDP bunu da yapmak zorunda. MİT’ çi Öcalan’ın taşıyıcısı ve taşeronu örgütü de Kürtler’e ihanet etmekten geri kalmıyor.. 

    Biliniyor ki Türkiye’de taşeronun da taşeronları var. BDP, Öcalan/Hakan Fidan Taşeronu. İsmi geçen örgütler de BDP’nin doğrudan ve dolaylı olarak da Öcalan’ın taşeronları oluyorlar.

    Öcalan’ın Newroz’da yaptığı açıklamada, Misak-i Milinin tesisi için çalışılması gerektiği, bunun için de tüm Kürtler arasında “Türkiye’ye bağlılık ve birleşme kongresi” yapılmasını önermesi, bu cahillere bir şey anlatmıyor!!

    AKP-MİT’in süreç dedikleri şey, özel harp dairesince planlanan ve Öcalan’a dikte ettirilen “çerçeve anlayışı”, yani yüzyıllarca esir olarak yaşamak ve TC için bedavadan savaşıp petrol alanlarının işgali için milyonlarca Kürd’ü kırdırıp eski Osmanlı yağmacılığını yeniden canlandırmaktır. Türk Devleti’nin yağma talan stratejisini, İslamcı Türk ulusçu Kemalist/Ve diğerleri, Üniter, işgalci karakterinin devam etmesinin destekçiliğini yapmak ve teorisini derinleştirmektir. 

    PKK_AKP planı bu haliyle,  Kürt ulusunun da diğer dünya ulusları gibi özgür iradesiyle kendi geleceğini tayin etmesinin önüne geçmeyi hedeflemektedir. Bu planlar, Kürtlerin hükümranlık, egemenlik, iktidar hakkını ötelemek ve engellemektir ve Kürtlerin ulusal kolektif haklarının gaspının devamını sağlamaktır.
    Kürtlerin başına sarılan en büyük bela, işte bu Kürt kılığı altında, onları yoketmek için, düşmanlarınca hazırlanan senaryolardır.
    Dünya’da hiç bir örgüt, böylesine bir cezaevinden, kuş uçurtulmayan bir yerden yönetilemez. Devletin resmi örgütlerince, gizli servislerince yönetilen, adına PKK denilen bu örgüt, 13 yıldan beri, dıştan dayatmalarla seçilen  yeni bir taktikle, ”Cezaevinde, esir düşmüş kahraman rolünde bir lider kisvesine büründürülmüş, A. Öcalan, özel harpçiler, askeri istihbarat ve MİT tarafından, Kürtler’in en iyi nasıl pasifize edileceklerine yönelik stratejilerin hayata geçirilmesinde kullanılan basit bir araçtan başka bir şey değildir. Çünkü KCK’nın MİT tarafından kurulup yönetildiği ortaya çıktı. Yani devlet sırrı artık yok! 
    Örneğin, Diyarbakır’da sırtında patlayıcılarla Emniyete girmeye çalışırken yakalanan KCK elemanı MİT üyesi çıktı…

    İstanbul’da otobüse molotof atarak Serap Eser adlı genç kızın ölmesine yol açan ve yakalanan KCK’lı MİT elemanı çıktı… (Bu olay nedeniyle, o dönemde devletçe büyük ırkçı gösteriler düzenlendi.)

    Van”da PKK kırsalı için eleman toplayıp dağa gönderen ve 20 kişinin örgüte katılmasını sağlayan KCK”lı MİT elemanı, Bu gençlerin daha sonra 16 pusuya düşürelerek öldürüldü…. 

    İstanbul”da Emniyet Amiri Semih Balaban”ın vurulduğu Devrimci Karargâh operasyonunda ölü ele geçirilen Orhan Yılmazkaya”nın Kandil”e geçişini sağlayan kişi MİT”le bağlantılı… Mersin”de onlarca eylemin tertipleyicisi olan ve pek çok terör eylemine karışan KCK sorumlusu MİT elemanı… (Kaynak Gültekin Avcı, Bugün Gazetesi,). İstanbul Güngören’de PKK kılığında kalabalığın yoğun olduğu yere bomba koyanlar MİT elemanı çıktı.  Liste saynmakla bitmiyor, bunlar sadece Fil’de sinek ve bazı savcıların kendi alanında tesadüfen rastladıkları, son bir kaç yılda geçen olaylar küçük olaylar. Fakat bu kadarının bile ortaya çıkmasına MİT , BDP öfkelendiler… Demek ki bu ortak bir sır… Liste tam olarak ortaya çıksa kimbilir ne depremler olacak…

    Ama bu durumun açığa çıkmasına en çok da hükümet öfkelendi. Neden acaba?

    KCK örgütlenmesi tabii ki PKK gibi, derin devletin eseriydi ve KCK eliyle düzenlenen bir dizi provokatif eylemle, iktidar dalaşı devam ediyordu. Ama şimdi iktidar tamamıyla AKP eline geçtiğine göre, MİT’e atadığı üst düzey kadrolarla KCK’iyi de önemli derecede kontrolu altına aldı ve tek yol, onu kendi çıkarları için kullanmak olacaktı.

    Öte yandan takke düşmüş, kel görünmüştür.  Bunlar „komplo teorisi“ diye nitelenemez. Mızrak artık çuvala sığmıyor. PKK’yı, HPG’yi ve tüm ötekileri bağrında toplayan KCK’nın bir devlet projesi olduğu, MİT tarafından yönetildiği ayan beyan ortada şimdi.
     
    Suriye olaylarından önce, TC’nin iç işlerini ayarlamalarda, halk hareketlerinin susturulmasında, asker sivil güçlerin iktidar dalaşmalarında kullanılan PKK, Özel harp dairesini ele geçiren AKP tarafından kendi kontrollerine alındı, yani el değiştirdi. Bazı liderleri, ”gizli tanık” rolünde mahkemelerde görev aldılar. A. Öcalan, daha önce, askeriyenin taptığı Kemalistlik hayranlığını dile getiriken, şimdi, yeni patronundan aldığı emir gereği, ”İslam bayrağı altında, Erdoğan’ın başkanlığı altında birleşelim” diyerek PKK’nin yeni stratejisini belirledi. AKP ile yapılan anlaşmaya göre, Ordunun kırmızı çizgilerine göre, PKK kontralarına dokunulmayacaktı. 40 000 Kürd’ün ölümünden sorumlu özel harb’in Kürdistan koluna asla dokunulmayacaktı ve olan da oldu. Bunlar, ”geri çekilme” adı altında başka alanlara kaydırılarak yeni görevler aldılar.
     
    Sevgi ve Saygılarla
    Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

    ———————————————————————-
    Esin Duran,
    Selda Suner,
    N. Gök,
    Ferdi koçkar
    Yeliz seren
    Pelin Moda,
    Bedri Engin,
    Nazmi Dogan,
    Sevda Suner
    Sezer Aşkın,
    H. Datvan,
    Salih Demir,
    Nizamettin Duran
    A. Demir
    Melahat Baykara,
    ismail çekmez.
    Aydin Nizam
    Uğur Demir
    Ismail B. Cenk,
    Tekin Balkic
    Selma Altuntaş,
    Murat Koç
    Filiz Serin,
    Nedim Serin,
    Vedat Koçak,
    Salih Birdal,
    Erdal Cömert
    Ismail Bulak
    Ahmet Meriç
    Mustafa Gur,
    Hasan Zafer
    Bahar Ünsal
    Osman B.
    Ayse bahar
    Metin Maslak
    H. Maslak
    Dilek Solak
    zeynep içkaya
    Sevda maslak
    Sercan Gezmiş
    Aynur Balkaya
    İpek Doğan
    Nazım Doğan
    Murat Doğan
    esin erkan
    Beyhan erdem
    n. erdem
    İsmail Deniz
    Ayten BARAK
    Ugur Birdal
    Ahmet Tan
    Yıldırım Kongar
    Selma Kongar
    Birol Aytekin
    Hatice Gül
    Ibrahim Erkin
    Kemal erdem
    Rıza Akdemir
    Mehmet Coskun
    Hüseyin demir
    fethi killi
    Yeliz Ender
    Mustafa Ender
    Ugur Basak
    Kemal Dektaş
    Ayten Ilkdal
    Nuri Aktanır
    Metin Koc
    Sevgi Ender
    Burhan Kulakçı
    Oğuz Duran
    Burcu Kanter
    Aysel kanter
    Erol kanter
    Layla SOLGUN
    M. Oktay
    Kemal Aktas
    Yelda tekinoglu
    Orkun Keskin
    T. Vural
    Oğuz şen
    Nur Şen
    Ismail çaykara
    Burhan Orkal
    D. Kahan
    Seher Yıldız
    Esra akkaya
    Mehmet Uzan
    Yeliz IŞIK
    Seyhan İlknur
    Osman Çekiç
    esma yıldız
    Murat Çetindal
    Ali OkyarMusa Tekin
    Aslı Birdal
    Nazmi Doğan
    İnci Gür
    L. Okar
    Mustafa Karkaya
    Omer Aytac
    Mürsel Bozkır
    Zeynep Şengül
    Gülcan Iğsız
    Murat Nidar
    şemsi Kaya
    Ayten Ekşi,
    Eda leman
    nermin ışıl
    D. Polat
    Kadir Erdem
    Serdar OKTAY
    Mehmet Özdemir
    Mustafa Erkan
    Nuri AKTAS
    Emine AKTAS
    O. Kadir Ergun
    Metin Kurca
    Sedat Isiklar
    Filiz Bag
    Kadir Baskale
    Sevim Varlik
    Hasan Mesut Akkaya
    Necmi Guler
    Erhan Isguz
    Meral Okur
    Bilge Okyaz.
    Kemal Koç
    L. Mirakoğlu
    Oktay Kızılcık
    Mehmet Yavuzgil
    Erdal Polat
    Hüsnü oktay
    k. Sankay
    Ahmet tekin.
    Semra Kaya
    Mustafa Çiçek
    Kayhan Göçkaya
    Erdal Solgun
    Mehmet Solgun
    Esra Solgun
    N. Altik
    Oguz Karakış
    Leyla Mert
    Işık mert
    D. Öksüz
    Erdem Yılmaz
    Ayse Eltan
    S. Guner
    M. Deniz Ok
    Mehmet İnce
    Huseyin Cinar
    Meltem Cinar
    Berk Cinar
    L. Demirkaya
    Huseyin Çilek
    Ayten Irmak
    D. Okdere
    Ali Uskan
    Berdan Temiz.
    H. Baskale
    Murat Gülay
    Esra Gülay
    Mustafa Akyol
    A. jale Kol
    M. Kol
    Tamer Oktay
    Aslan Burukoglu
    I. Demir
    Nurettin Akdal
    Uzan Kara
    ismail Igdır
    Ali Serin, Gül Akın, esra Serin
    Nuri Şen
    Hasan.Y. Balci
    Mehmet Yucel
    İsmet C. Koray
    salih Söğütlü
    Nuri Akçay, Gül Akçay, Esra Akçay
    Ali Dem. Sarahoğlu
    ***********************************************************************
     
    TAKSİM’E  VE  ÇAMLICA’YA  CAMİ   İSTEMİYORUZ. YENİ SULTANLARA HAYIR!
     
    İMZA KAMPANYASINA KATILALIM… 
    http://www.change.org/petitions/başbakan-yuksek-bina-yapmayın-demis-peki-ya-camlica
     
    Çamlıca ve Taksim’e kazma vurmanıza rızamız yok, bu sizi ilgilendirmiyor mu? #Camlica – Kampanyaya İmza Ver!
    Kampanyaya İmza Ver

  5. selda Suner

    13/09/2013 at 13:29

    KİMYASAL GAZLAR SORUNU!

    Son dönemde en çok kimyasal gaz Türkiye’de kullanıldı.
    Aslında kimyasal silah sayılan biber gazını savaşlarda kullanmak yasak.Türkiye’de ise iş çığrından çıkmış durumda…
    İçişleri bakanlığının iddia ettiğinin aksine biber gazı da kimyasal bir silahtır (ancak bu kurala uyulmamaktadır)…Özellikle Taksim Gezi eylemleri ile başlayan süreçte kışkırtılan çoğu ırkçı yetiştirilmiş politik parti militanı, kötü eğitimli, rüşvetsiz iş yapamayan, adam kayırma ve zayıf olana baskıdan zevk duyan, her türlü suça bulaşmış adi polisin eline birer gaz pompası verilerek eylemcilere saldırıldı…1972 tarihli Cenevre Anlaşması gereği, savaşlarda bile kullanılmayan, uluslararası çatışmalarda 167 ülkenin imzasıyla yasaklanan biber gazı, ülkelerin kendi kararlarıyla, polis ya da jandarma tarafından “halkına karşı” kullanılabiliyor. Türkiye bu anlaşmayı 04.04.1997 tarihinde onayladı ve TBMM’nin kararı 10.04.1997’de Resmi Gazete’de yayınlandı. Bir anlamda, yasaklı bir kimyasal silah olan biber gazının başka halklara karşı kullanılması yasakken, anlaşmada, ülkelerin kendi içinde kullanmasını sınırlayan bir madde bulunmuyor.
    Türk polisi gibi zehirli gazı kullanan yok!
    Eylemlere katılmayan semt sakinleri de dahil ayrım yapmadan, herkesin üzerine kimyasal gaz sıkmayı kahramanlık gören sözde Emniyet kuvvetleri barbar kimliklerini koruduklarını br daha ispatladılar. Gezi Parkı direnişi ile başlayan eylemlerde, Türkiye’deki pek çok insan kimyasallardan nasibini aldı…21 haziran 2013’te yapılan bir araştırmaya göre Türkiye Cumhuriyeti biber gazı ithalatında bir rekora imza atarak tam 918 ton biber gazı ithal etmiştir. Geride bıraktığımız 12 yılda biber gazına toplamda 41 milyon dolar harcanmıştır. Bir kıyaslama olması açısından, 2001 yılındaki biber gazı ithalatı sadece 13 tondur. 2005 yılında 215 tona çıkmış, 2013’te ise 918 tona ulaşmıştır.
    Bu gazların ithalatı sırasında kargo uçakları kullanılır ve uluslararası yasalara göre yolcu uçaklarıyla bu tip kimyasalların taşınması yapılamaz. Medyada sıkça gördüğümüz bir yanlış anlama da, aşağıdaki kovalara ve üzerindeki uyarılara bakarak normalden farklı bir kimyasal kullanımı olduğunun iddiasıdır: Kimyasal savaş provası yapıyormuş gibi davranan kolluk kuvvetleri, sokaklarda dolaşanlara, antreman yapıyormuşçasına acımasızca kimyasal gazlar sıktılar, sadist polisler doğal olarak kendilerini böylelikle tatmin ediyorlardı.

    AKP rejimi bu gazların öldürücü olmadığını idda etsede, savunduğu kimyasalların öldürme fonksiyonları dolaylıdır, sinir sistemlerini tahrip etme tesirleri sarin gazı gibi kısa süreli olmasa da uzun vadede korkunçtur.
    Biber gazı
    Biber gazı, bir oleoresin kapsiyum bileşiğidir. Bitkiden etanol kullanılarak çıkarılan kapsiyum çözeltisi buharlaştırılır ve geriye kalan mumsu reçine, propilen glikol ile su içerisinde çözülür ve basınçlı hale getirilerek silahlara yüklenir. Burada en kritik olan nokta, bu gazın içerisindeki biber oranının ayarlanmasıdır. Ne yazık ki bu silahlar üzerine yazılan biber oranı, çoğu zaman gerçeği yansıtmamakta ya da yanıltıcı olmaktadır. (normalde ortalama yüzde bir oranında kapsiyum veya türevlerinin bulunması gerekir ve genelde maksimum yüzde beş konsantrasyona izin verilmektedir). Bu kimyasalın rengi, içerisine katılan biber miktarına ve diğer yan kimyasallara bağlı olarak değişebilmektedir. Biber gazı, basınçlı silahlarla fırlatılmaktadır. Dolayısıyla yakın mesafeden atıldığında gerçek bir silah gibi etki etmesi çok olasıdır. Bu sebeple bu gazın yerden en az 45 derecelik bir açıyla havaya atılması ve bu şekilde yere düşmesi gerekmektedir. Silahtan çıkan gaz kutusu sıcak ve hızlı olduğundan, kısa mesafede yanıklara, parçalanmalara ve ciddi beyin/görüş hasarlarına neden olabilmektedir.En belirgin etkileri gözlerin acıyla kapanması, nefes darlığı ve zorlanması, burun akıntısı ve öksürmedir. Etkileri gazdan gaza değişmekle birlikte ortalama 30-45 dakika boyunca sürebilmektedir. Ne var ki yan etkileri saatlerce sürebilir. Biber gazının özellikle astım hastaları için ölümcül etkiye sahip olduğu bilinmektedir.
     

    ”Az ölümcül silahlarla” zafer kazanmış AKP polisi!
    Dünyada işkence alanında şampiyon olan böylesine bir gücün eline kimyasallar vermek, toplumun altına nükleer silah yerleştirmek demektir. Türk polisi hala dünyanın en kötü polisi olarak algılanmaktdır…
    AKP rejiminin kolluk kuvvetleri kısa zaman içinde, hacımsal olarak, dünyada, kendi toplumuna karşı zehirli gaz kullanma şampiyonu oldular…Türkiye bu gidişle yeni rekorlar kıracak, çünkü gaz ithal siparişleri artarak devam ediyor. TC  polisi zaten toplumun en kötü kriminal, sadist, işkenceci unsurlarından oluşuyor, böyle bir gücün eline kitlelere karşı bu türden silahları verdin mi felaketler kaçınılmazdır. Dünyada hala en çok işkence Türkiye’de yapılmaktadır. AKP ne kadar inkar etsede ve ”ufak tefek dayakları, uyandırma tokadını vs..” işkence saymasa da, Türk polisinin halka karşı uyguladığı baskı metotları, uluslararası normlara göre işkence kategorisine girmektedir.
    Prensip olarak, derecesi ne olursa olsun politik hedefler için kimyasal silah kullanmak, kimyasal silahın hafifi veya ağırı diye ayrım yapmak ve kendi halkına karşı, ”hafiftir bu, sıkarsam dağılır giderler, ceset fala yok…katliam yapmamışız, hafif bir biber kokusudur yani..”’ diye, taksim- gezi  eylemlerinde kullanılan kimyasal gazları haklı göstermek ve akabinde Suriye’de bunun bir derece daha tesirlisini kullandılar diye dünya savaşına çağrı yapmak kadar hipokrit bir davraniş olamaz…Günümüzde dünyanın dört bir yanında çok sayıda kimyasal kullanılmaktadır. Bunların hepsi ölümcül derecede tehlikeli olmasa da, bazıları bu etkiye sahiptir ve uluslararası yasalarca denetlenmekte ve yasaklanmaktadır. Bu müdahale araçlarından sıkılan su, saf su bile değildir ve içerisine kimyasallar eklenmektedir. Bu kimyasallar asit etkili olup, biber gazına benzer etkilere neden olur. Dolayısıyla bu araçlardan sıkılan suların vücutta kızarıklık, kabarma, şişme gibi etkiler yaratması kaçınılmazdır. Burada kritik olan nokta, bu aşındırıcı/yakıcı kimyasalların suya ne oranda karıştırıldığıdır. Çünkü bu kimyasalların miktarı artırılarak çok ciddi ve kalıcı hasarlar vermek mümkündür.
    Ayrıca kimi zaman bu suyun içerisine fiziksel aşındırıcı etkiye sahip mikropartiküller de katılabilir. Tıpkı ufak kum taneleri gibi olan bu parçacıklar, vücutta kesilmelere, yırtılmalara ve aşınmalara neden olabilir. Bu sebeple yüksek basınçla su sıkılmasını zararsız görmemek gerekir. İktidarın kullandığı kimyasal gazların bir çok hastaya,hamile kadına, kontakt lens takan insanlara büyük ölçüde zararları var. Ayrıca etrafa dağılan biber gazının, olaya dahil olmayan masum insanları etkilediğini,olay sırasında hayatını kaybedenleri,yaralananlar da var… 
    Neo Osmanlıcılığın bir varyantı olan AKP’nin ideolojisi tek boyutludur. Tek renk, tek din, tek bayrak, tek dil, tek eğilimde kendi taraftarlığı dışındaki her şeyi tekfir şemsiyesi altında kıymaktır. Sözde özgür Suriye ordusu dedikleri katilleri himaye eden destekleyen Türkiyedeki halkın malı ve parasıyla bu katil gerici yobaz ve kan icen çeteleri siyasi ekonomi ve lojistik olarak destekleyen ve himaye eden Türk islam rejimidir. Din, etnik yapı ve mezhep ayrımcılığı bunlar için sadece ağababalarına sunulacak hizmet için bir kılıftan ibarettir; Suriye’ ye yönelik büyük babaların operasyonları şimdi açmaza girdiğine göre geriye AKP’deki şahinlerin zorlamasıyla Türk ordusunu bu savaşa sokmak kalmaktadır.
     
    Sevgi ve Saygılarla
     
    Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

    ———————————————————————-
    Esin Duran,
    Selda Suner,
    N. Gök,
    Ferdi koçkar
    Yeliz seren
    S. Aktaş
    Pelin Moda,
    Bedri Engin,
    Nazmi Dogan,
    Sevda Suner
    R. Adalı
    Sezer Aşkın,
    H. Datvan,
    Salih Demir,
    Nizamettin Duran
    A. Demir
    hasan kayısoğlu
    Melahat Baykara,
    ismail çekmez.
    Aydin Nizam
    Uğur Demir
    Ismail B. Cenk,
    Tekin Balkic
    Selma Altuntaş,
    Murat Koç
    Filiz Serin,
    Nedim Serin,
    Vedat Koçak,
    Salih Birdal,
    Erdal Cömert
    Ismail Bulak
    Ahmet Meriç
    Mustafa Gur,
    Hasan Zafer
    Bahar Ünsal
    Osman B.
    Ayse bahar
    Metin Maslak
    H. Maslak
    Dilek Solak
    zeynep içkaya
    Sevda maslak
    Sercan Gezmiş
    Aynur Balkaya
    İpek Doğan
    Nazım Doğan
    Murat Doğan
    esin erkan
    Beyhan erdem
    n. erdem
    İsmail Deniz
    Ayten BARAK
    Ugur Birdal
    Ahmet Tan
    İsmet Yelkenci
    Yıldırım Kongar
    Selma Kongar
    Birol Aytekin
    Hatice Gül
    Ibrahim Erkin
    Kemal erdem
    Rıza Akdemir
    Mehmet Coskun
    Hüseyin demir
    fethi killi
    Yeliz Ender
    Mustafa Ender
    Ugur Basak
    Kemal Dektaş
    Ayten Ilkdal
    Nuri Aktanır
    Metin Koc
    Sevgi Ender
    Burhan Kulakçı
    Oğuz Duran
    Burcu Kanter
    Aysel kanter
    Erol kanter
    Layla SOLGUN
    M. Oktay
    Kemal Aktas
    Yelda tekinoglu
    Orkun Keskin
    T. Vural
    Oğuz şen
    Nur Şen
    Ismail çaykara
    Burhan Orkal
    D. Kahan
    Seher Yıldız
    Esra akkaya
    Mehmet Uzan
    Yeliz IŞIK
    Seyhan İlknur
    Osman Çekiç
    esma yıldız
    Murat Çetindal
    Ali OkyarMusa Tekin
    Aslı Birdal
    Nazmi Doğan
    İnci Gür
    L. Okar
    Mustafa Karkaya
    Omer Aytac
    Mürsel Bozkır
    Zeynep Şengül
    Gülcan Iğsız
    Murat Nidar
    şemsi Kaya
    Ayten Ekşi,
    Eda leman
    nermin ışıl
    D. Polat
    Kadir Erdem
    Serdar OKTAY
    Mehmet Özdemir
    Mustafa Erkan
    Nuri AKTAS
    Emine AKTAS
    O. Kadir Ergun
    Metin Kurca
    Sedat Isiklar
    Filiz Bag
    Kadir Baskale
    Sevim Varlik
    Hasan Mesut Akkaya
    Necmi Guler
    Erhan Isguz
    Meral Okur
    Bilge Okyaz.
    Kemal Koç
    L. Mirakoğlu
    Oktay Kızılcık
    Mehmet Yavuzgil
    Erdal Polat
    Hüsnü oktay
    k. Sankay
    Ahmet tekin.
    Semra Kaya
    Mustafa Çiçek
    Kayhan Göçkaya
    Erdal Solgun
    Mehmet Solgun
    Esra Solgun
    N. Altik
    Oguz Karakış
    Leyla Mert
    Işık mert
    D. Öksüz
    Erdem Yılmaz
    Ayse Eltan
    S. Guner
    M. Deniz Ok
    Mehmet İnce
    Huseyin Cinar
    Meltem Cinar
    Berk Cinar
    L. Demirkaya
    Huseyin Çilek
    Ayten Irmak
    D. Okdere
    Ali Uskan
    Berdan Temiz.
    H. Baskale
    Murat Gülay
    Esra Gülay
    Mustafa Akyol
    A. jale Kol
    M. Kol
    Tamer Oktay
    Aslan Burukoglu
    I. Demir
    Nurettin Akdal
    Uzan Kara
    ismail Igdır
    Ali Serin, Gül Akın, esra Serin
    Nuri Şen
    Hasan.Y. Balci
    Mehmet Yucel
    İsmet C. Koray
    salih Söğütlü
    Nuri Akçay, Gül Akçay, Esra Akçay
    Ali Dem. Sarahoğlu
    Ayten Karaman, Mehmet Azal
    L. Uzan, Harun Tabaklı
     Ertekin Sancak, mehmet değerli.
    Kemal Güler, Zeynep Güler
    B. Urak
    ***********************************************************************
    TÜRKİYE’DE HALKA KARŞI KULLANILAN KİMYASAL GAZLAR YASAKLANMALIDIR.
    Zehirleyici bir kimyasal olan biber gazı ve benzer maddelerin, kamu sağlığına etkileri sebebiyle, kullanımdan kaldırılmasını istiyorum
     
    http://www.change.org/tr/kampanyalar/t-c-i%C3%A7i%C5%9Fleri-bakanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-polislerin-biber-gaz%C4%B1-kullan%C4%B1m%C4%B1-yasaklans%C4%B1n#

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

sixteen + eleven =

More in Doğa ve Çevre

To Top