Haberler
Haramiler En Çok O’ndan Korktu!
Siyah beyaz fonda kasketli bir genç adam fotoğrafı; soluk çocukluk hafızamın dimağında kalmış bir lojman odasının duvarına asılı. O siyah beyaz fotoğrafta mavi bakışları…
Serhat HALİS
‘’Şimdi bir rüzgardır O, dağlardan eser!’’
Siyah beyaz fonda kasketli bir genç adam fotoğrafı; soluk çocukluk hafızamın dimağında kalmış bir lojman odasının duvarına asılı…
Anadolu’nun orta yerinde, bin yıllık Kızılbaş kıyımından arta kalabilmiş bir aile. O ailede, yoksulluğun vurduğu çetin koşulara rağmen hayatta kalabilmiş küçük bir çocuk. Henüz çok küçük ama köy yaşantısının ve yoksulluğun, onun cılız omuzlarına yüklediği sorumluluğun farkında; okul dışındaki zamanlarında sürekli ailesine yardım ediyor, çalışıyor. Şimdi cılız omuzlarında ailesinin sorumluluğunu taşıyor, yıllar sonra topyekûn bir ülkenin sorumluluğunu yüklenecek. O küçük çocuk bugün binlerce insanın fikrinde ve yüreğinde yer edinmiş, umudun ve direngenliğin ama her şeyden çok da; ‘’ser verip sır vermemenin’’ adı.
En çok O’ndan korktu haramiler, çünkü çok uzak ihtimallerin gerçekçisiydi O.
Yoksul bir köy çocuğunun mahcubiyeti bir kentte törpüleniyor, öfkesi ise bilinçleniyordu. Gri sakallıların yazdığı bir uzun insanlık destanı, çekik gözleriyle Asya’ya uğrayıp geliyordu. O destan ki, ‘’haramilerin saltanatını yıkacağız’’ın ifadesiydi bilinçlerde. Bu bilincin en nadide, en yiğit çiçeklerinden biriydi O da.
Londra’da köhne bir odada alınmış bir toplantıdan, Paris’te 72 günlük direnişte bir sokak cephesinden, Saint Petersburg’da bir bağ evinde yazılmış bir makaleden, Moskova’da kıyımla sonuçlanmış bir işçi direnişinden, Madrid’de enternasyonal bir sokak barikatından, Asya’nın göbeğini baştan sona takip eden bir Uzun Yürüyüş’ten, Sierra Maestra’da ki gerillaların uzun sakallarından damınıp gelmiş bir uzun destanın yeni kahramanıdır O.
Saltanatı yıkılsın haramilerin ve bu zulmün bezirgân düzeni son bulsun diye koyuldu yola. O yüzden en çok O’na saldırdı bu düzen. Kudurgan postallarla çevrilmiş bir köy evi Vartinik’te ve genç bedenlere sıkılmış kurşunlar. Ama bilemedi cellât, ‘fikre kurşun sıkılmaz’’ ve bu kasketli genç adam silah işlemez bir fikirdir.
Silahın işlemediği O fikir, en değme lüverden çıkmış bir kurşundur artık. O kurşun ki Uzak Asya’dan miras bir bilinç, o bilinç ki haramiye doğrultulmuş bir namlu…
Bu yüzden O’nu bekliyordu köpürmüş ağızlarda paramparça ceylan yavrusunun ahı… Tren istasyonunda parasız bir taşra delikanlısının çaresizliği… Pamuk tarlasına dökülen ırgadın her damla teri…
En çok O’ndan korktu haramiler. Bunun için en hırpani vuruşlarıyla saldırdılar bedenine. Birileri ak kâğıda not düşüyordu; ‘işkenceci takatsiz kaldı’ diye. Taze bedene inen her fiske, toprağa yeni bir yara daha açıyordu; ekilesi bir umut tohumu için. Açılmamış ağızdan çıkmayan söz, kırçıllaşmış bıyıklarında bin yılın mazlumiyeti bir baba’ya, daha bir parçalanmış evlat veriyordu. O çıkmamış söz ki, cenk öyküleriyle büyümüş bir nesle başka bir yiğitlik hikâyesi anlatıyordu.
Gaz lambası ışığında, kavruk soba kokusu çekerken ciğerlerine bir nesil, cenk ve soykırım öyküleri dinliyordu dedesinden. Öcü alınmamış kanlı cenk öyküleri. O’na sarılışları belki de; öfkeyi ve direnci dinledikleri cet hikâyelerindendi. Öcünü almak için bir kanlı tarihin, yola koyuldular O’nun ardından.
En çok ondan koktu haramiler, çünkü Mahir yürekli bir kasaba delikanlısının Deniz gözleri vardı onda. Bu yüzdendi İbo’dan korkuları.
Siyah beyaz fonda kasketli bir genç adam fotoğrafı; soluk çocukluk hafızamın dimağında kalmış bir lojman odasının duvarına asılı. O siyah beyaz fotoğrafta mavi bakışları…