Haberler
Hacıbektaş’tan Dersim’e Haziran İsyanının İzlerini Ararken…
Bu yaz Dersim, Munzur Festivali’nde her yaz olduğu gibi yine Aleviliği, kadın meselesini, çözüm sürecini tartıştı. Gezi’nin izi yoktu. Dersimliler Gezi’deydi ama Gezi Dersim’de değildi.
Melike Ulufeci
Geçtiğimiz günlerde Hacıbektaş’taki anma etkinlikleri esnasında Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ tartaklanınca ne hikmetse ta Dersim’den “kınama” mesajları yağdı. Tunceli Üniversitesi’nin web sitesine olaydan hemen sonra şöyle bir video yüklendi: videoda önce, “solcu hocaları gönderdim” açıklamasıyla tanınan AKP hayranı rektör Durmuş Boztuğ TRT mikrofonlarına konuşuyor, olayı kınıyor. Ardından rektörün yanına boncuk gibi dizilmiş sıralarını bekleyen, Dersim’deki çeşitli cemevlerine mensup dedeler “incinsen de incitme” deyişini sol baştan başlayarak tekrarlıyor, bu olayın Alevilikle bağdaşmadığını vurgulayarak üzüntülerini dile getiriyor. Bu küçük olay bu yazının yazarını, “apolitik” bir “Türk” Alevi ilçesi ile oldu olası “politik” bildiğimiz bir “Kürt” Alevi kentini bir arada düşünmeye itti. En son söylenmesi gerekeni baştan söyleyelim: öyle görünüyor ki “çözüm süreci” ve Gezi olayları “apolitik” Alevileri “politik”; “politik” Alevileri “apolitik” kıldı.
Alevilerin Kâbe’si Hacıbektaş…
Hacıbektaş’a, Alevilerin Kâbe’si desek abartmış olmayız. Her yıl ülkenin dört bir yanından Aleviler ibadet etmek, anma etkinliklerine katılmak ve kurban kesmek için bu küçük ilçeyi ziyarete geliyor. Aleviler her ne kadar Cumhuriyet’ten sonra da Maraş, Çorum, Sivas Katliamları’nda olduğu gibi çeşitli kereler Alevi oldukları için şiddete maruz kalsalar da uzun yıllar boyunca Cumhuriyet’in kurucu kadrolarıyla işbirliği içinde ve Cumhuriyet ideolojisiyle barışık biçimde yaşadılar. Erken Cumhuriyet döneminde kurulan bu ittifak şöyle açıklanabilir: Alevilerin Sünni İslam’a kıyasla daha “seküler” diyebileceğimiz inanış ve ibadet biçimleriyle kurucu elitlerin tahayyül ettiği toplumsal hayat ve aile yapısı örtüşmekteydi. Daha da önemlisi, Osmanlı’dan çok çeken ve yıllarca kıyıma uğrayan Aleviler için Cumhuriyet önemli bir kurtuluşa tekabül ediyordu. Her ne kadar kurulan ulus-devlet nihayetinde Sünni-Türk olsa da, Alevilerin Osmanlı’daki baskı ortamından sonra yeni rejime bakışları, “ölümü görüp sıtmaya razı olma” biçimindeydi. Alevilerin Cumhuriyet’ten umduklarını bulup bulamadıkları bir yana, 2000’lere kadar en azından Türk Aleviler açısından bu ittifak büyük oranda korundu.
Hacıbektaş da kurucu kadroların yakın ilişkiler geliştirebildiği bir yer oldu. İlçede yönetim çoğunlukla CHP’deydi, hala da öyle. 2009 yerel seçimlerinde CHP %40 oy alırken ulusalcı bağımsız aday emekli tuğgeneral Ali Rıza Selmanpakoğlu (Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığından sonra o da CHP’ye katıldı) %53.7 oy alarak bir kez daha belediye başkanı oldu. 28 Şubat’ta sıkça adını duyduğumuz Selmanpakoğlu, AKP öncesi hegemonyanın bir kesim Aleviyle yaptığı işbirliğini temsil ediyor. 2002 sonrasında AKP iktidarı bazı Alevi vakıf ve derneklerini kendisine tabi kılabilmişse de büyük oranda cumhuriyetçi hassasiyetlere sahip Türk-Alevi kesimleri ikna etmesi hayli güç görünüyor.
Cumhuriyet’in “Üvey Evladı” Dersim…
AKP hegemonyasının Alevileri içerme girişimleri yukarıda özetlenen cumhuriyetçi gelenek nedeniyle Türk-Alevi bölgelerde umulanı vermezken Kürt Alevi kentlerinde (görece) daha fazla karşılık bulabiliyor. Peki, bu girişimler AKP’nin milletvekili çıkaramadığı tek il olan Dersim’de nasıl yankı buluyor? Cumhuriyet’in “üvey evladı” Dersim, AKP’nin uzun zamandır “fethetmek” istediği bir yer. Yalnızca milletvekili çıkarmak ya da yerel yönetimi ele geçirmek değil aynı zamanda burayı yeniden düzenlemeyi de istiyor. AKP’nin Dersim’de siyasi kazanım elde etmek için öncelikle sivil toplumda yer edinmek istediği aşikâr. Bunun için uzun zamandır Aleviliği kurumsallaştırmaya dönük politikalara ağırlık veriyor. Bir hayli şamanistik ritüelleri içinde barındıran, doğayla iç içe olduğu için daha “materyalist” olduğunu iddia edebileceğimiz ve bu haliyle de Sunni muhafazakârlar açısından bir hayli “sapkın” duran Dersim Aleviliği; Aleviliğin “muhalif” çağrışımlarını törpülemeyi, onu yeniden tanımlayıp bir kuruma bağlamayı hedefleyen iktidar için son derece önemli bir yerde duruyor. Diğer yandan Dersim Alevileri, Cumhuriyet ideolojisiyle ve modernleşme paradigmasıyla kötü bir tanışıklık yaşadıkları için (1937-1938 olayları), 1980 sonrasında Kürt meselesi üzerinden yeni bir asimilasyon sürecine maruz kaldıkları için ve bu yüzden de Türk Aleviler gibi AKP öncesi hegemonyayla yakın ilişkiler kuramamış oldukları için; AKP’nin görece daha kolay ilişki kurabildiği bir Alevi topluluğunu teşkil ediyor. AKP, Dersim’de cemevleri üzerinden kentle ilişkilenmeye çalışıyor; ancak bu girişimin çok başarılı olduğu söylenemez. İbadetini duvarlar arasında değil doğada yerine getirmeye alışmış bir halk cemevine sadece cenaze işleri için uğruyor, o kadar. Ayrıca barajlarla Gole Çeto gibi inanç yerleri sular altında bırakılırken AKP’nin “inanca saygı” retoriğine itibar eden çok az Dersimli var.
Aleviler Direniyor…
AKP ile Aleviler arasında artan gerilim Gezi Olayları’yla birlikte sokağa taştı. Olaylar esnasında ölen beş gençten dördünün Alevi olduğu düşünülürse Alevilerin iktidara karşı en tepkili toplumsal kesimlerden biri olduğu açık. Geçtiğimiz günlerde CHP Cezaevi komisyonu, Gezi olayları esnasında tutuklananların yarısının Alevi, üçte birinin ise Dersimli olduğunu açıkladı. Ancak Dersim’de yaşayan Dersimliler her ne kadar Gezi olaylarının ilk günlerinde isyana yoğun biçimde katılsalar da, BDP’li belediyenin ve BDP’yle birlikte hareket eden sol örgütlerin “çözüm sürecine zeval gelmesin” yollu ikna çabalarıyla (hatta “esnaf zarar görüyor” kadar geri argümanlara sığınılarak) pasifize edildi.
Dersim uzun zamandır Alevilik, Kürtlük, Zazalık tartışmalarının kısırlığında debelenip duruyor. Dersim’in Kürdistan’ın diğer kentlerinden farklı olduğu ve BDP’nin burayı başka türden bir asimilasyona tabi tutmaya çalıştığı iddiaları dillendiriliyor. Son olarak Öcalan’ın Newroz konuşmasında Alevilerin adını zikretmemesi eleştirileri arttırdı. (Bir “gönül alma” manevrası olarak, geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen Munzur Festivali’nde Öcalan’ın “PKK hareketi gerçek bir cem, zikir ve semah hareketidir” sözü dev puntolarla sahneye yansıtıldı.) Dersim dilinin Kürtçe’nin bir lehçesine indirgenmesi her ulusal hareketin dil birliği üzerinden kendisini var etmeye çalıştığı hesaba katıldığında anlaşılabilir bir şey. Mezhepsel birliğin sağlanması uğruna Aleviliğin ihmal edilmesi de siyasal hareketin çıkarları açısından mantıklı görülebilir. Bunlar çok daha kapsamlı biçimde tartışılmaya muhtaç. Ancak tüm ülkeyi ve özellikle de Alevileri ayağa kaldıran bir toplumsal direniş karşısında muhalifliğiyle tanıdığımız bir kentin “sükunete” davet edilmesi katlanılır bir şey değil.
Bu yaz Dersim, Munzur Festivali’nde her yaz olduğu gibi yine Aleviliği, kadın meselesini, çözüm sürecini tartıştı. Gezi’nin izi yoktu. Dersimliler Gezi’deydi ama Gezi Dersim’de değildi. Her yıl İstiklal Marşı’yla, saygı duruşuyla başlayan Hacıbektaş-ı Veli’yi Anma Törenleri ise bu yıl epey “politik”ti. Hacıbektaş-ı Veli’nin “sana tokat atana diğer yanağını da sen uzat”cı pasif direnişi yerini doğrudan müdahaleye bırakmış görünüyor. Alevi-Bektaşi felsefesinin değişmediği malum; değişen 2013’ün politik konjonktüründe belirginleşen yeni ittifaklar olsa gerek.
Bu yazı 31 Ağustos 2013 tarihli Sol Bakış’ta yayınlanmıştır.