Haberler
Düzgün Baba’ya Ziyaret Gericilik de, Marks’ın Mezarını Ziyaret Neden İlericilik(!)
Türkiye solu özelikle Dersim’de insanların dağ mabetlerini ziyaret etmesini, gerici ve feodal görür, ya da MEKKE’ye yapılan HAC ziyaretlerini, oysa aynı sol Karl Mars’ın mezarını ziyaret etmekte, İbrahim’in, Deniz’in ve Mahir’in mezarlarını ziyaret ederek tersten aynı rütüeli yapmaktadır.
„…Kardeşlerim yanıyordu ateşte
Ölüm orucunda ölüm peş peşe
Yara bere kan içinde inlerim
Hücrem demir, yürek demir, can demir
…“ Hasan Hayri Aslan, Diyarbakır C.evi, 1982.
Haydar Karataş
İyisi insan kanını donduran bu mısralarla başlamak, hem bir vefa ve hem de içinde yetiştiğim o ruh halini hatırlamak. İlk gençlik yıllarımda bu satırları okurken, kendimi Diyarbakır zindanında hisseder, yüreğim öfkeyle inler dururdu. Sahiden de insan beton, beton insandı. Ne büyük bir şair derdim, ne büyük… o zulmü başka ne anlatabilir ki?
İşte geçen hafta, bu mısraların yazarı ile Zürich Ana Garın’da buluştum. Telefon ettiğinde İslam kütüphanesindeydim, kafam allak bullaktı, yari rüya aleminde geldim bir zamanların ‘idolü’ bu büyük devrimci ağabeyimin yanına. Beraberinde Almanya’da akademik eğitimini almış ve konuşunca yüreğiyle konuşan Hakkı Şener’de vardı. Yağmur yağıyordu, önce evime geldik oradan, şu açlık grevinde sakat kalan Hüseyin ve Çiğdem Yıldız çiftini ziyarete gittik. Ah bir bilseniz ne çok hayat dersi var saydığım bütün bu isimlerde, ancak Hasan Hayri Aslan bu konuşmalarımızın birinde, benim muhafazakar solun dinsel olduğunu ve bunun da ideoloji denen şeyden kaynaklandığını söylemem üzerine, facebook sayfamda: “Başımı belaya soktun be Haydar, günlerdir “ideolojinin sahiden dinle benzerliği var mı sorusuyla boğuşuyorum, sırf senin “nefret”ini anlamak için!“demiş. Bir tren yolculuğundayım, Rüti’ye gidiyorum o nehir kenarına. Bir görseniz, ağaçlar nasıl renk değiştiriyor, eteği bir yerde, atleti bir yerde, soyunuyorlar bir bir, hiç keyfim yok ideolojinin neden din olduğunu anlatmaya, hem anlatılsa ne olur ki, dini ancak anlamak lazım, onu değiştirmek mümkün müdür…
Yani bu sol içi tartışmalara girmek istemem, söylemesi ayıp küfür ediyorlar, hain main diyorlar! Okurlarım bir ara kod isimle yazılan bir yazıyı gönderip duruyorlardı. Bir görseniz ne kadar güzel bir yazıdır! Benim açlık grevlerine seyirci kaldığımı yazdıktan sonra, devlet hapisten çıkarıp yurtdışında sola karşı kullanmaya başlamış, beni. Hasan Hayri bey’e cevap verirken onu anayım. Açlık grevi neticesinde bırakıldım, ve 19 yaşında girip 30 yaşında hapisten çıktım. Kürt sitelerinde bu makale bolca yer aldı, aradım dedim kalan cezamı gelip hapishanenizde tamamlamak istiyorum, devlet ne kadar yatırmalıydı size göre… kaldırdılar.
Yani demem şu ki, hocam güzel ağabey, şu ideoloji neden dindir tartışması senin değil benim başımı belaya sokar! İyisi bu ağaçlarla, yapraklarla sevişmek, dokunmak her yaraya, sarılmak her çıplak gövdeye…
İdeoloji neden dindir derseniz?
Türkiye’de kendine sosyalist, devrimci ya da sol diyenler yaşayan devrimciyi sevmez, ölünce severler bir devrimciyi. Beni esas düşündüren buydu. Cezaevlerinde yaşarken horlanan, ancak ölünce kahraman olan yüzlerce arkadaşım vardır.
Yaşayanı sevmeyen bu gelenek, hayatı temsil eden, sevgiyi, ailesel ilişkileri, ya da ideolojik kurgusal dünya dışında insani ilişki kuranlara kötü gözle bakan, (ahpap-çavuş) yozlaşmış olarak gören, ölüye ise tapan, ‘yani yaşasın ölen’ diyen bir gelenek .
Ölü devrimciden dokunulmaz idol yaratan bu ideolojik hareketlerin biri yoktur ki, yaşayan devrimciyi sevsin.
Ancak yaşarken idol olabilecek tek kişi örgütün lideridir!
İşte buradan bu ideoloji nedir meselesine gelebilirim, ideolojinin kavramsal olarak da zaten bir din olduğu anlaşılır.
Yalancı Tanrı
Doğrusu makale gibi de olmasın yazdıklarım, kafam başka şeylerle meşgul, ama günümüzde kullandığımız anlamıyla ideoloji kavramını ilk 18. yy’da Fransız düşünür Diderot işledi. Diderot bir ideal’e bağlılık nasıl sağlanabilir teorisi üzerinde duruyordu, İdeoloji kavramını Latincedeki anlamı olan İDOL, (ki, yalanca tanrı demektir Latincedeki karşılığı) kelimesini 18. Yy aydınlanmasına dahil etti. Başlangıçta çok tepki çekti elbet, Rousseau, Grimm ve d’Holbach ile sert tartışmalara girişti, ancak zamanla Diderot’un bir fikri düşünme metodu olarak değil de, taraftar bulmak ve dinsel motifler kullanarak yaymadaki haklılığı anlaşıldı. Bunun için, fikir önce idealize edilmeliydi, semboller bulunmalıydı, bayrak, giyim ve en önemlisi o fikri değiştiremeyecek bir kişi, (bu lider de olabilirdi) ancak bir ölü totem üzerinden bunu yapmak çok daha kolaydı. Sahiden de eşsiz bir fikirdi, Diderot konuşma dili ve düşünce üzerine öne sürdüğü tezler Rus Çariçesi ll. Katharina’yı da derinden etkiledi ve 1762 yılında Rusya’ya özel konuk olarak davet edildi.
Bağlılık fikri
Diderot’un ideoloji tanımında gelecek yoktu, geçmiş değerler savunusu vardı, bu nedenle Diderot İdeoloji’nin sadece birinci ayağı olan bağlılık fikrine yetiyordu, gelecek algısı eksikti, bu haliyle bir sistemi yıkıp yerine yeni siyasi sistem kurmak isteyenler için yararsızdı fikirleri. Mutlakıyet rejimlerinin işine yarıyordu fikirleri denebilirdi. , bu noktada fikrin ikinci ayağı 19. Yy’da Ester Renan tarafından işlendi, daha doğrusu Renan İDEOLOJİ kavramını popülerleştirdi demek daha doğru olur. Sol’un düşünsel sistematiğini oluştururken etkilendiği esas kişi Renan’dı. Althuser’in ideoloji ve devlet tabiri tam da Renan’ın istediği şeydi, tersten ideoloji yaratmak! Ki günümüz solu bunu yapar, devletin ideolojik dizgeler bütünü karşısına, kendi ideolojik dizgesini kurgular. Oysa özgürleşme bunu aşan bir şeydir. Sanırım Lenin bunu fark etmiş olmalı ki, yada itirazları minimalize etmek için, ideolojiyi temsil eden parti, o ideolojik dizgeyi ayakta tutacak olan ordu ve devlet kurumlarını kapitalist görüyordu ve komünizm ‘de bunlar kaldırılır diyordu, ki bu da Renan fikriyatıydı. Lenin’in sözleri Renan’ın belirttiği gelecek idealizmi yaratmak dışında bir şey değildi, yanlışsa bir şey, savunulmaz, olmayan bir geleceğe bırakılmazdı.
Renan’ı ideolojik dizge oluşturma fikrine götüren esas olarak bir ansiklopedi için yazdığı ulus tanımıydı.
Her şey onun şu cümlesiyle başlıyordu: “Die Nation ist eine große Solidargemeinschaft, die durch das Gefühl für die Opfer gebildet wird, die erbracht wurden und die man noch zu erbringen bereit ist…“
Yani Ulus büyük bir askeri topluluktur, ki onun hissiyatını kurban (sembol) oluşturur” cümlesiydi.
Renan, bunu muazzam formüle etti ve idealizm fikriyatıyla ideoloji kavramının kendini tamamlayacağı algısını oluşturdu. Diderot’un derdi bağlılıktı, Grimm’in kreatif düşünme arzusuna karşı, hayır bağlılık diyordu ve bağlılığın bayrağı, idolü, lideri diyordu, oysa Renan bir iktidarı al aşağı etmek için, bağlılığın yanında bunun için ölünebileceğini ve ölenin esas idol olabileceğini akıllara getiriyordu.
Siyasi inançlar sistemi
Bir başka Fransız düşünür olan Destutt de Tracy (1789) yani Fransız devrimi aşamasında İdeolojiyi şöyle tanımladı: „bir siyasi inançlar sistemi“ bayrağı, ibadet biçimi olarak onun bu uğurda öleni anma biçimini ya da ifade biçimi ve hatırlatmayı koyuyordu. Yani kuran ayetlerini sürekli hatırlamak gibi, devamlı taraftarlara bunları hatırlatmak, Muhammed’in müzik dinleyecekseniz peygamber ve Allah sevgisini dile getiren İlahiler söylenebilir, tezi gibi. D. D. Tracy’de, bayrak, kurum ve değer yetmez, onları taraftara hatırlatmak için, ses ve slogan da gerekir diyordu. O semboller yoksa inançsızlık ithamı, ya da davaya ihanet söylemi metaforik olarak dinden transfer ediliyordu.
Son derece uzun bir mevzu olan bu ideoloji din midir, bilim midir hikayesini bence çağımızda tartışmak anlamsızdır.
Türkiye solu, (ki muhafazakar solu dahil edebilirim buna, özgürlükçü sol ve liberal sol bu konuda daha iyidir) dindardır ve ideolojik olduğu için dinsel olarak kendini yaratır.
İDİOT ya da geri zekalı ideologlar!
İDOL kavramı Latincedir ve yalancı tanrı, tapınılan şey anlamına gelir, Fransızca ve Almanca sözlüklere biçim ve görüntü olarak da girmiştir. Türkçe sözlükler dışında ideolojiye bilim filan diyen yoktur.
Ancak daha da önemlisi, Renan’ın İdeoloji kavramını popülerleştirmesi ile beraber, batıda yaygın şekilde gene Latincede geri zekalı, zeka özürlü, cahil, dünyadan habersiz anlamına gelen İDİOT kavramı kullanıldı.
Yani İDİOT geri zekalı, bir İDEOLOJİ ‘ye bağlı olanı tarif etmek için kullanılıyordu. Nasıl ki, manyak Mani dini taraftarlarına deniyorduysa!
Bunun yalancı tanrısı ise, Yunanlı düşünür EİDOS’tur (yanlış yazmış olabilirim.) Ona karşı kullanıldı. İdeolojinin kökeni olan İDOL’e yalancı tanrı açıklamasının, kelime kökeni bana göre EİDOS’tur. Kendini tanrı ilan eden muazzam zeka!
Özetleyelim,
Türkiye solu özelikle Dersim’de insanların dağ mabetlerini ziyaret etmesini, gerici ve feodal görür, ya da MEKKE’ye yapılan HAC ziyaretlerini, oysa aynı sol Karl Mars’ın mezarını ziyaret etmekte, İbrahim’in, Deniz’in ve Mahir’in mezarlarını ziyaret ederek tersten aynı rütüeli yapmaktadır. Bu ziyaretler bir annenin oğlunun mezarını ziyaret etmesi değildir, orayla karıştırılmamalı. Dine karşı din koyar. Dokunulmaza karşı dokunulmaz, ölen ve hayatta olana saygı yerine tapınmayı getirir.
Zihinsel asimilasyon
Moskova’ya gittiğinizde St. Petersburg’a giderseniz Lenin’in ölüsünün bir cam fanus içinde sergilendiğini ve Sovyetler döneminde yılda 25 – 30 milyon insanın bu korkunç cesedi ziyaret geldiğini göreceksiniz.
Her sol grup ölen insanı idealize ederek onun idol haline getirir ve şehit kavramını İslam’dan daha sert haliyle yücelterek düşünceyi sınırlar, düşünceyi idealize ederek Renan’ın istediği bir tapınma kültüne çevirir. Diderot’un dediği biçim tam da burada ortaya çıkar, ölenin dili yoktur, konuşmaz, ölene saygıyı sömürür, ki bu İdeoloji kavramları üzerine okurken, Rohn Kurz’un zihinsel asimilasyon tabirini kullandığını hatırlıyorum. Kesinlikle katılıyorum, bir ideolojik örgüte katılan genç bir adam, ondan ayrılırken ruhunu bırakır cesedini alır çıkar. Sol örgütlerden ayrılan devrimcilerin ceset gibi dolanmasının nedeni budur, zihni göçertilmiştir, düşünme sistematiği tapınma ile yer değiştirmiştir. Örgütün dışındadır, ama kendini yeniden var edemez, aydın olamaz, düşünür olamaz, olmaya kalksa, söylemin dışına çıkanı tetikte bekleyen eski örgütü vardır, hemen yaftalarlar.
Ölenin arkasında atılan o sloganlar, edilen yeminler aynen dua eden dindarlar gibi devreye girer ve önce içindeki haini yok eder. Dolayısıyla, ideolojik soldan kolay kolay aydın çıkmaz, çünkü devleti eleştirirken, solun hatalarını eleştiremez. Bizde sol aydın kısmen daha ideolojik olmayan (ki kanaatim sağlam soldur) ÖDP, eski Türkiye İşçi Partisi gibi daha serbest tabanlardan çıkmıştır.
Keşke zamanım olsa da devam etsem, bazı arkadaşlar kırılır, çünkü söylediklerimi bu dinsel hisle algılayanlar var. Yani laf aramızda korkuyorum, neme lazım. Onları seviyorum, çünkü onlar Türkiye’nin direnen ruhu, bunca bedel öderken neden TİP gibi bir partimiz yok diye içim yanar, bir sosyal demokrat partiye dahi hasretiz.
Yaşayan arkadaşlarını sevmeyen, öleni kahraman ilan eden bir İdollüktür Türkiye solu.
Bir hapishane anısı ve idol yaratma
Bu din nasıl yaratılırdan küçük bir örnek vererek bitireyim:
Sakarya Cezaevinde Murat Dil diye bir devrimci vardı, Erzincanlı dünyalar güzeli bir insandı, örgütü çözülmüş diye onu attı koğuştan. Bir süre adli tutukluların içinde kaldı. Çok severdim ve çok zarif futbol oynardı, Zaza’ca bildiği için bazen kendisine takılırdım, onu koğuşundan atan ve çözülmüştür diye cezaevindeki arkadaşlarına teşhir eden örgüt bir süre sonra onu gönderdiği adliler koğuşundan geri 2. Koğuşa getirdi. Zordur. İnsanlığın bittiği yerdir, insan yüzüne bakamazsınız, oysa suçlu işkence eden miydi yoksa ifade veren mi? Örgütün Bayrampaşa Cezaevinden gelen bir şefi vardı, geri geldikten sonra onun hizmet işlerini gördü, yemek yapardı ona (abartı yok) örgüt sorumlusunun çamaşırlarını dahi yıkardı, işte bir gün top oynarken ve benim de hakemlik yaptığım bir esnada yere düştü ve ağzından kan geldi. Gardiyan! Gardiyan! diye bağırdık. Hasta haneye götürüldü, bir daha geri gelmedi, ağır Hepatit C çıktı. Örgütün çözülmüşsün hakareti o kadar kendisine dokunmuş olmalıydı ki, bu hastalık esnasında ölüm orucunda olduğunu sandı ve yemek yemediğini duyduk, öldü tabii.
Hiç unutmam, cezaevi günlüğüme şöyle yazmıştım: „Sevgili Murat, yaşarken cenazeydin, şimdi öldün, çamaşırlarını yıkadığın adam bildirini okuyor, diğer tarafta ziyaretçiler, yumruklar sıkılı, hazır oldayız, ölüm marşını okuyor bütün hapishane ve örgütün ziyaretçilere, bizlere sesleniyor. Deniyor ki: “davada Murat Dil olunmalı, onun gibi her şart altında partiye bağlı, ihtilalci komünist bir ruhla donanmalı” ve saydılar senin özelliklerini, yaşarken cenaze muamelesi görürdün, çürümüş, zaaflı, onurunu emniyette bırakmış derlerdi, şimdi senin ölünü kahraman ilan ettiler! Bir görsen ne kadar yakışıklı kahramansın, fotoğrafın büyütüldü, kırmızı bir bez serildi masaya, durmuş ağlıyorsun hayatına, ama duyan kim!… „
Uzun bir günlük yaprağı.. Bazen bakarım bu örgütün yayın organına Murat Dil’i kahraman olarak anarlar hala, niye! İşte Diderot’un fikre idol gerekir tezi! Tapınma kültü dediği şeydi bu.
İDOLOJİ için öldürmek
Ölmekle, öldürmekle gidilecek bir cennet çağımız insanına büyük bir hakaret gibi gelir bana.
Tabii bu saygı duruşu hikayesi de var. İyisi burada kesmek, yani İdeoloji, dinin kendisidir, İslam ideolojisi, Hristiyanlık, Kemalizm, Stalinizm, Maoizm, Leninizm bu kavramların hepsi bir dinselliği ifade eder. Onları idealize etmek, sembollerle anma teşebbüsü dinin kendisidir, eğer bu sembolleri evinize asıyor, o uğurda Renan’ın deyimiyle ölüyor ve öldürüyorsanız, ideoloji bir inanç sistemi haline gelmiş olur. Yakalarına anarşizm sembolleri asanlar da bunun içindedir.
Ölüm bir yitimi ifade eder, devrimcilikle muhafazakarlık arasındaki en önemli ayrım da budur, muhafazakarlık değerleri savunurken devrimcilik yeni değerler yaratır.
Yani kıssadan hisse ideolojinin en önemli veri tabanı, ithamcılıktır. İnsanı algılamak yerine, insanları kategorize eder ve insanı yararcılık yasasına göre sınıflandırır. Hainler, liberal hainler, yozlaşmış olanlar, kaçkınlar, korkaklar, revizyonistler vs, vs… bu tabirlerin hepsi dine dokunulmazlığı ifade eder.
Ağaçlarla sevişilmeli derim ben gerisini bilmem..