Connect with us

Dersim News, Dersim Haber, Dersim

“Yavuz Sultan Selim, Alevi Katliamı Yapmadı” Yalanı

Haberler

“Yavuz Sultan Selim, Alevi Katliamı Yapmadı” Yalanı

Oysa savaşlarda olduğu gibi Yavuz Sultan Selim, Anadolu’da ajanları aracılığıyla Alevi avına çıkmadan önce Şeyhülislam’ı El Hamza’dan o ünlü fetvayı çıkarıyor…

 

Denilebilir ki toplumsal devinimleri dönüştüren en önemli unsurlardan biri de tarihtir. Dolayısıyla tarih yazımı iktidar dizgesi tarafından özgür bırakılmadığı gibi, çoğu zaman da toplumu manipüle için devletin kurumlarında yeniden üretildi, vatandaşın kimi sevip kimi sevmeyeceği bir tebliğe dönüştürüldü. Hele ki, Türkiye gibi iki paradigma (milliyetçilik ve İslam) trendi arasına sıkışmış ısmarlamalı bir tarih yazımında (tekdüze edilmiş mitoloji, akla hayale zor gelebilecek bir kurgu) “tarihsel gerçekleri” aramaya ya da öğrenmeye kalkışmak beyhudedir. Daha düne kadar Dersim 38 dile alınmazken, başbakan bir günde kalkıp yarı yamalık katliamdan dolayı özür diledi. Eğer tarih yazımı kendi özgür seyrine bırakılmış olsaydı, son zamanlarda haklı olarak çok dillendirilen “yüzleşme” “vicdan” gibi kavramlar, bu kadar popüler olmayacaktı.

Kemalistlerin ve İslamcıların ürettiği resmi masallar doğrultusunda oluşturulan tarih bilinciyle (yalanları gerçek gibi gösterme, gerçekleri yalan gibi gösterme) yetiştirilen her kuşak dünyayla çatışmalı hale getirilmiştir. Bugün toplumun büyük çoğunluğu dünya kamuoyunun önünde cereyan etmiş 1915/16 Ermeni soykırımını “Türk milletini karalamaya çalışan dış güçlerin birer yalanı” olduğuna inanmakta. Yine Cumhuriyet’in en karanlık noktası olan Dersim 38 faciasını daha dün öğrenen birçok felsefeci, tarihçi, araştırmacı bunun “modernleşme projesi”ne karşı yapılmış bir isyan olduğundan dem vurmaktadır.

Niye şimdi durup dururken yeni yapılacak bir köprüye ısrarla Yavuz Sultan Selim adını verilmek isteniyor olması? Çünkü devletin eksenine 16. yy olduğu gibi [Daha geniş bilgi için bakınız: Prof. Dr. Metin Kunt, “Sünni Anlayışı Güçlendirme Çabaları, Türkiye Tarihi, Osmanlı Devleti, 1300-1600, İst.-1993 s.162-174] Sünni İslam mezhebine dayılı yeni bir Neo-Osmanlı İslamcılık kimliği oturtmak isteniyor da ondan. Kurgularla romantize edilen bu yeni İslamcı kimliğin toplumda karşılık bulması için karşıt kimlere ihtiyacı vardır. Bu, iktidarın güçlenmesinde başvurulan en tipik popülist yöntemdir. Dolayısıyla yeni bir karşıt kimlik oluşturmak zorunda da değilsiniz, zaten toplumda tarih boyunca ötekileştirilmiş bir düşmanlık her zaman mevcut. Yeni kurmak isteğiniz statükoyu bu düşmanlık üzerine inşa etmeye başlarsanız, zamanla bu manipülasyon; tarihi, bilimi, sanatı iktidarın ideolojik propagandası için araçsallaştırdığı bir kendi dinamiğini de oluşturacaktır, kemalizmde, nazizmde, leninizmde olduğu gibi. Bugün devletin ayrıcalıklarını (Kemalist statükodan kopyalama) kendi leyine çeviren AKP, kısaca böyle bir İslamcı paradigmanın gayreti içindedir.

Bunlardan biri de resmi paradigmanın Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’dır. Yıldırım, yeni yapılacak köprüye “Yavuz Sultan Selim” adının verilmesine karşı çıkan Alevilerin gösterdiği tepkileri üzerine yaptığı açıklamada “Yavuz Sultan Selim’in Alevi kırımına dair iddialar soyut iddialardır“diyor ve ekliyor “Feridun Emecen yıllar süren çalışmalarıyla ortaya çıkarmıştır. ‘Alevi katliamı bir efsanedir, gerçeklikle alakası yoktur.” İlginç olan tarihi çarpıtmaya çalışan bakanın referans gösterdiği Feridun M. Emecen’in o günü kadar böyle bir iddiasının bulunmamasıdır. Tersine “Kızılbaş” tehlikesini “bertaraf” etmek için I Selim’in çok “sert” ve “bütün şartları zorlayarak giriştiği ilk ciddi karşı saldırının arkasında yatan ana sebebin nereden kaynaklanmış olduğu da böylece daha iyi anlaşmış olur” yazıyor bakanın konuşmasından çark etmeden önce. [Feridun M. Emecen, Osmanlı Klasik Çağında Siyaset, İst. 2009, s.332]

Resmi efsaneler doğrultusunda bir şehri dolduracak şekilde tarih kitaplar yazılmışken; kimse, belge, bulgu, kaynak gibi öğelerin tarih çalışmasında ne kadar önemli olduğundan habersizken, Avrupa Birliği sürecinin başlatılan esneklik sayesinde tarihsel gerçekler birer, ikişer su üstüne çıkmasıyla birlikte ahalide bir “ispat” “belge” “kaynak” fetişistliği başını aldı gidiyor. Belge de eğer yalanlara uyuyorsa inandırıcı hale getiriliyor, yoksa bilgi kirliliğin içinde tenkit ediliyor. Eskiden her tartışmaya müdahil olan Genel Kurmay hep o ünlü “son nokta”yı koyardı. İslamcı medyaya göre “İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Feridun M. Emecen” Yavuz’un Alevi katliamını yapmadığını ispatlamakla kalmamış, (olmayan bir olayın ispatı her nasıl yapılıyorsa) “tarihin, kaynaklar olmadan belge ve bilgilere dayanmadan yazılamayacağını” söyleyerek “son noktayı” da koymuş durumdadır. http://www.haber7.com/kitap/haber/1032803-yavuz-sultan-selim-alevi-katliami-yapti-mihttp://www.zaman.com.tr/gundem_tarih-profesoru-emecen-yavuz-alevi-katliami-yapmadi_2095493.html. Çalışmalarını Yavuz Sultan Selim’in 540.yıl dönemine “yad” eden “profesör” ısmarlamalı ürettiği tezlerde bazı tarikat dervişlerin takibi ve hareketi destekleyen (hangi hareketse) timarlı sipahilerin dışında hiçbir olay yok, diyor. Oysa savaşlarda olduğu gibi Yavuz Sultan Selim, Anadolu’da ajanları aracılığıyla Alevi avına çıkmadan önce Şeyhülislam’ı El Hamza’dan o ünlü fetvayı çıkarıyor:

“Bunları (Kızılbaşları) dahi öldürüp toplumlarını darmadağın etmek, tüm Müslümanlara vacip ve farzdır. Müslümanlardan ölen said ve şehid olup Cennet’e girer ve onlardan ölen aşağılayan Cehennem’in dibindedir. … Osmanlı Padişahı’na gerekir ki bunların (Kızılbaşların) ileri gelenlerini öldürüp mallarını ve kadınlarını dahi ve çocuklarını İslâm gazilerine taksim ede ve bunları ele geçirilince tövbeliklerine ve pişmanlıklarına inanmayıp öldürülmeli ve de bir kimse ki vilâyette olup onlardan olduğu bilinirse ya da onlara giderken yakalanırsa öldürülmeli ve tüm bu toplum hem dinsizdir ve hem bozguncudur, iki yönden katledilmeleri vaciptir. Ey Allah’ım! Dine yardım edene sen de yardım et ve Müslümanları hor göreni sen de hor gör.” [Şehabeddin Tekindağ, Yeni Kaynak ve Vesîkaların Işığı Altında Yavuz Sultan Selim’in İran Seferi, İstanbul Üniversitesi Edbiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Sayı 22, 1968, s. 17]

Dahası var: Yeni Sünni İslam’ın kimliğin milli ortağı ve bundan dolayı bütün Kürt ağalarını Osmanlıya bağlamış, özellikle doğuda Yavuz’un üzerine yürüdüğü bütün harekatlara katılmış, tarihin tanığı İdris-i Bidlisi rakam vererek katliamın ayrıntılarını anlatıyor:

“Akıllılık öncelikle evdeki düşmanı düşünmektir. Kızılbaş ordusu çoktur, bu ordunun esası Anadolu’dadır. Sufi benzeri kimselerin oğullarından ve bağlılarından, Anadolulu çapulcu Kızılbaşlardan oluşan bir ordudur. Anadolu insanlarından ordu toplanmıştır. Öncelikle Süfi tabiatlı kişiler arasından asker seçilmiştir. Öncelikle bu bağlantıyı koparmak, fitnenin başını ortadan kaldırmak gerekir. Bilgin tabiatlı Sultan, bu topluluğa bağlananları kısım kısım, isim isim kaydetmeleri için her yöreye katipler bilgili katipler gönderdi. Yediden yetmişe herkesin adının yüce makamlı divana getirilmesini istedi. Yazıcılar isimleri deftere kaydedince yaşlı ve gençlerden oluşan kayıtlıların sayısı kırk bin oldu. Ulaklar yazılan defterleri her yörenin hakimine ulaştırdıktan sonra her yörede keskin kılıç, adım adım yazılanlara yöneldi. Bu öldürülenlerin sayısı hesaplanan kırk bini aştı.” [İdris-i Bidlisi, Selim Şah-Name, Kültür Bakanlığı, Ank.-2001, s. 136]

Güle oynaya bayram eden bu çevreler, sözde “Alevilerin iddiasını çürütmüş, ezberini de bozmuş.” Türk tarih yazımın en önemli kaynağı İslam Ansiklopedi’sidir. 10. Cildinde şu ifadelere yer veriliyor. “Selim I. Tehlikeyi büyük bir ferâset ile vaktinde sezdi ve esaslı bir şekilde şiîlerin tâkibine başladı. Anadolu’da 40.000 kadar şi’î, idâm veya tenkif sûretiyle, zararsız bir hâle getirildi.” [İslam Ansiklopedi, İst.-1980, c. 10, s.427]

Dünya kamuoyun önünde cereyan etmiş Ermeni soykırımı inkar eden tarih “profesör”ü bu belgeye de inanmayın diyor. Çünkü “I. Selim’in yanında bulunmuş ve önemli hizmetler görmüş olan İdris-i Bitlisi, Yavuz Sultan Selim dönemiyle ilgili bilgileri toplamış, fakat ölünce, yazdıklarını temize çekme ve düzenleme imkânı bulamamıştır. Daha sonra oğlu Ebulfazl Mehmed Çelebi, babasının notlarını düzenleyerek ve kendi edindiği bilgilerle de eklemeler yaparak Selimşahnâme adlı eseri tamamlamıştır.” Bu ne biçim savunma; yani Osmanlı devleti kendi reayası olan Kızılbaşları öldürür, daha sonra tımar sahibinden “bu ölüler niye vergi vermiyor” diye hesap sorar. Tımar sahipleri de “ölüler vergi vermez” diye kayıtlar tutar. Yahu bırakın tımar sahiplerini, Sünni İslam projesinin milli ortağı anlatıyor. İdris-i Bidlisi, Kızılbaş katliamlarını sadece Selim Şah-Name anlatmıyor, Şerefname’de de yaşadıklarını gözler önüne seriyor. “Yok oğlu topladığı bilgileri “eser” haline getirmiş. Eh ve var bundan. Ebulfazl Mehmed Çelebi, İdris-i Bitlisi’in sadece oğlu değil aynı zamanda katibidir. Babasının topladığı bilgileri bir kitap haline getirmiştir. Şimdi bu belge nasıl çürütülmüş oluyor, aklı başında birisi anlatsın bize!

Osmanlı bürokrasisinin 16.yüzyılda dış sömürüden iç sömürüye yönelmesi sonucu ülkede çıkan isyanlar, Fetret dönemi de dahil, ta bir yüzyıl sürdü. Osmanlı tarihçilerin bu tarihsel olguyu gerçekliğinden koparıp “Sünni-Şii/Kızılbaş” çatışması veyahut hemen hemen tüm etnik, sınıfsal katmanların isyan etmesine rağmen Şahkulu ve Şeyh Celali’n önderliği yaptığı iki isyana indirgemelerinin nedeni “Şah İsmail’e yandaşlık yapan Kızılbaşları”n Osmanlı devleti için birer tehlike oluşturduklarını görmelerinden kaynaklanmaktadır. Hatta I. Beyazıd’ın, Alevilere karşı yeterice gaddar olmadığı için bu yazarlar tarafından eleştirilmektedir. Kaldı Osmanlıyı alt-üst eden iç savaştan sonra Kızılbaşları düşman gören ne kadar kayıt kaldı?

Oysa ünlü Osmanlı tarihçi Alphonse de Lamartine, Yavuz Sultan Selim’in Alevilere karşı giriştiği vahşeti Osmanlı tarihçilerin neden görmezlikten geldiğini şu sözlerle özetliyor: “Sultan Selim, casusları aracılığı ile Anadolu ve Rumeli’nin bütün köy, kasaba ve aşiretlerinde yaşayan Alevilerin listelerini hazırlattı. Bu listelerde yedi yaşından ihtiyarlara kadar kırk bin kişinin adı yazılmıştı. Bursa sarayından verilen bir işaret üzerine bu kırk bin kurban resmi inanç adı altında acımasızca boğazlandı. Bu kıyımın yarattığı dehşet havası, buna benzer olaylar İtalya, İspanya ve Fransa’da da oluyor gerekçesiyle Osmanlı tarihçileri tarafından önemsenmedi.” [Alphonse de Lamartine, Osmanlı Tarihi, c.1, s. 370]

Bilindiği gibi Osmanlı tarih yazımın en tartışmasız ismi İsmail Hakkı Uzunçarşılı’dır. Uzunçarşılı için katliamın yapıldığına dair en ufak kuşkusu yoktur, hatta “isabetli” bulduğunu söylüyor. “Tarihî olayları vesikalara dayanarak incelemeden hüküm verenler Yavuz Sultan Selim’in hükümdar olduktan ve şehzâdeler meselesini hallettikten sonra Şah İsmail ile muharebeden evvel Anadolu’daki azılı kırk bin Kızılbaş’ın îdam veya hapis olunmalarını sebepsiz bulurlar ve Sultan Selim’i muaheze ederler. Yukarıdan beri vesikalarla gösterilen olaylar göz önüne alınacak olursa pâdişâhın ne kadar isabetli hareket ettiğini ve bütün bu işlerde başrolü olan Şah İsmail üzerine giderken gerisindeki tehlikeyi bertaraf etmek istediği görülür.” [İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, c. 2, s. 256] Feridun M. Emecen yüreği yetiyorsa kalksın Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı yalan söylemiş, desin.

16. yy en kapsamlı araştırmalarla bilinen Mustafa Akdağ da İstanbul’da oturan idareci sınıfın ve “ulema bozması okur”un, Anadolu’da başlayan ayaklanmaları “alevî eşirrrası (haydutluğu)” şeklinde padişaha intikal ettirdiklerini, Yavuz’un daha Trabzon valisi iken mevcut Alevilere olan kinini daha koyulaştırdığını, bunun bir anti-Alevi-Kızılbaş propagandaya dönüşmesi sonucu, padişahın “zalimce” işlere giriştiğini yazmakta. [Mustafa Akdağ, Türk Toplumun Dirlik ve Düzenlik Kavgası, “Celali İsyanları”, Ankara-1975, s 117]

Bir başka garazı “o tarihte 40 bin Alevi yaşıyor muydu?” Şeklinde. Tabii yüzde 99’u Türk, yüzde 99’u Müslüman olduğu bir fantezi dünyasında öldürülmek istense bile nasıl 40 bin Alevi olur. Zaten Aleviler klonlama yöntemiyle çoğaldılar. Bakın daha İstanbul alınmadan şehrin Müslüman nüfusu 9.486 bindir. [Halil İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye, 2009-İst, s. 128]

Kemal B. Cemgil

31. 10.2013, Berlin

Not: Bugün AKP statükonun savunuculuğunu yapan çevrelerin Ertuğrul Özkök’un şu yazısını okumalarını tavsiye ediyorum. İşte tarihin bir gün böyle rüsvaca utandırmaması için: http://www.radikal.com.tr/turkiye/ahmet_kayaya_verilen_odul_icin_ertugrul_ozkok_ne_dedi-1158076 
Sosyal medyada paylaşın
        
   
1 Comment

1 Comment

  1. serhad

    06/11/2013 at 10:27

    Açıklamalarınız Yerli yerindedir. 1514-15 Çaldıran savaşından önce bu katliamlar fazlacada olmazsa çaldıran savaşından başlayan osmanlı ve kürt itifakıyla bu katliamlar düşmanlıklar dahada çoğalmaktadır. Yavuz,un baş danışmanı fikir hocası idrisi bitlisi itifakı. Türk, beyaz türk denilen bir varlık yoktu yazılan tarihler yüzde yüz uyduruk yalanlar uzerine yazılan tarihlerdir. Kemalistler bu uyduruk tarih üzerinden çok oyunlar oynadılar yerine göre halkları bir birine karşı acımasızca kulandılar. En çok bu arada Alevi Kızılbaş halkını kulandılar komplo teorileri yaratarak. Şuanda Faşist diktatör Dinçi Erdoğan bu oyunu eniyi şekilde oynamaktadır yine kürtleri yanına alarak Alevi kızılbaş halkın değerleriyle alay ediyor hakaretler yapiyorlar. Günlük aktuel olaylara baktığımızda enaz iki üç olay haberlerde geçiyor. Bunların sonu gelmez dolaysiyle Alevi Kızılbaş halkı güçlü yerel örgütlenmelerini yaratmalıdır. Siyasallaşmalıdır. Partileşmelidir. Hedef iktidara yürümelidir. Yol birdir İnsan hak ve özgürlükleri,sosyal devlet, Hukukun üstünlüğü, Demokrasi, Eşitçe paylaşım. Bu prensiplerden hareket eden tüm halkların ve düşünenlerin bir çatı altında Alevi Kızılbaş önderliğinde birleşmelidir. Artık başkaların çantalarını taşımaktan yorulmayın kendi çantanızı taşıyınız diyorum. yani yavuzların, bitlisi iblislerin, kemalistlerin, Bu faşist çetelerden elinizi ayağınızı çekin bakalım niçe olur halleri. Yaşasın Bağımsız Alevi Kızılbaş örgütlülüğü.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

eleven − two =

More in Haberler

To Top