Haberler
Analar ve Oğulları
Ne kadar acıdır, “adaleti ellerinde tuttukları” bilinci damarlarına şırıngalanmış canilerin, kendi adaletlerini hiç “sorgulamadığı” bu dünya?
Sibel Yalçın
Günün birinde bir arkadaşım sormuştu: “Analık içgüdüsel midir, yoksa öğrenilen bir şey midir?” diye..
“İçgüdüdür” dedim. “Çünkü anne olmadan önce dünyaya bakışımda olumlu yönde bir değişim olduysa; bu durumun anneliği sonradan öğrenmemle değil, doğuştan var ola gelen içgüdülerimin uyanmasıyla bir ilintisi olduğunu sezinlememdir. Zira annelik, yaşanmadan farkına varılacak bir öğreti değildir kanımca.. ”
Kadının, kayıt yaptırıp öğrenciliğine talibi olduğu “Annelik Akademisi“nde öğreneceği bir dürtü yoktur, eğer içinde yoksa.. Bir yerlerde durur o duygu ve vücudunuzun içinde yetişip büyüyen canlı ilk nefesini aldığı andan itibaren onu koruyup kollar, yaşamınızın en üst derecede ve asla dokunulamaz saklısında tutarsınız. Başına bir şey gelir diye ödünüz kopsa da, bazen azgın dalgaların tam da ortasında, içiniz yana yana ve gözünüzü O’ndan ayırmadan yaşama tutunması için kulaç atmayı öğretirsiniz.
Analık; bir insan büyütmenin ihtişâmını, bir kadının sonradan kazanmayacağı kadar özel; özel olduğu kadar da “yaratılış gereği içinde yeşertme sözü verdiği” doğanın bir gereğidir. Annenin amacı yalnızca “çoğaltmak” değil; bu yaşam gerçekliği içinde, yaşadığı gerçekliğin farkında olarak yaşamayı bilen “evlatlar” yetiştirmektir.
*
Bugünlerde, -pek çoğumuzun henüz yeni duymuş olma ihtimali üzerinde durduğum- bir isim var: Onur Yaser Can. Onur Yaser; 3,5 yıl önce “üzerinde esrar bulunduğu gerekçesiyle” karakola alınan ve sorgusu esnasında karakolda yaşattıkları işkenceler sonrası salıverilmesinin ardından, karakola yeniden gitmek yerine, odasının penceresinden kendini bırakarak intihar etmeyi seçen bir gençti.
Ölümünün ardından annesi Hatice Can ve babası Mevlüt Can, Onur’un ardından sevenlerinin açtığı web sitesi aracılığı ile gönderdikleri notun son bölümünde bakınız bizlere nasıl sesleniyorlar:
Dün, Onur’un annesi Hatice Ana da, oğlunun intihar ettiği şekilde kendi elleriyle yaşamına son vermeyi seçti.. Aynı şekilde.. Hayata bağladığı oğlunun yüreğinden sökülüp yere fırlatılmasına yalnızca 3.5 yıl dayanarak.
*
Tıpkı Mehmet Ayvalıtaş’ın annesi Fadime Ana‘nın oğlunun hemen ardından toprağa düşmesi gibi..
*
Gecesi gündüzü olmayan; kışı, yağmuru olmayan “Cumartesi Anneleri” gibi..
*
Yıllarca süren savaşlarda çocukları katledilen “Şehit Anneleri” gibi..
*
..ve daha bilmediğimiz niceleri gibi.
Ne kadar acıdır, analara bunları yaşatanların halen ellerini kollarını sallayarak ortalıklarda salınıp dolaşmaları?
Ne kadar acıdır, analara bunları yaşatanların lâyığıyla sorgulanmadan ve adalet yerini vicdanlarda bulmadan “insanlık yararına” nefes alıp vermeleri?
*
Yavruları hoyratlarca “kaybedilmiş” ve içindeki ateşi hiç bir şekilde sönmeyecek analara, içim yanarak bu satırları yazdım bugün.
Okusalar da okumasalar da, duysalar da duymasalar da; analığın kutsiyetini başlarının tacı yapmış o güzel anaların ellerinden ve omuzlarından öpüyorum, niyazla.
Hak ile,