Haberler
Haydar Karataş Yazdı: Beşinci Öğüt
Unutmayın bu yeryüzünde düşmanını hikaye anlatarak yenen tek zafer bir edebiyatçıya aittir.
HAYDAR KARATAŞ
Hikaye anlatmaktan devletler dahil bütün iktidarlar korkarlar, yeter ki siz insanı anlatın
Hikaye anlatarak da zalimler yola getirilir!
Şu yeryüzü kurulalı beri zorla yönetilmiştir, deyim yerindeyse gücü gücüne yetene. Her savaşın da bir hikayesi vardır. Din savaşları, ulusların savaşları, hatta komünistlerin dahi savaş destanları vardır. Dava denen her şeyde illaki bir düşman ve düşmanı alt eden bir kahraman, bir lider vardır.
Ancak dünyada öyle bir savaş vardır ki, düşmanını hikaye anlatarak yenmiştir.
Herkes kılıç kuşanıp düşmanını öldürmek için kin ve nefret kusarken, siz Binbir Gece Masalları’ndaki Şehrazat’sınız. Ben düşmanımı hikayeye anlatarak yola getirecem demelisiniz.
Buna inanmalısınız.
Aşk hikayesi anlatıyorsanız, aradığı aşkı bir türlü bulamayanı o satırların izinden götürmeli, ona aşkı göstermelisiniz. Ağlamayı unutmuşsa, ağlamayı öğreteceğinize inanmalısınız. konuşmasını bilmeyeni konuşturmalı, gülmesini bilmeyeni güldürmelisiniz.
Unutmayın bu yeryüzünde düşmanını hikaye anlatarak yenen tek zafer bir edebiyatçıya aittir.
Biliyorsunuz, Binbir Gece Masalları’nın anlatıcısı Şehrazat’ı hikaye anlatarak dünyanın en zalim diktatörünü yola getireceğine inanır. Hatırlayın Bağdat’ın kıralı bir kadın düşmanıdır. Karısının kendisini aldattığını düşünen kral, şöyle bir şey yapar. Benimle yatacak kadın, beni aldatmasın diye ertesi gün öldürülmelidir, der. – Aslında durum pek değişmemiş dünyada kadınları en çok öldüren ülke biziz, bin kişide bir kişi kitap okuduğuna göre bu zalimliğe hikaye anlatan yeterli kişi yok demektir, ya da onları dönüştürecek hikayeyi henüz kurgulamadı romancımız.-
Padişah o kadar çok genç kız öldür ki, memlekette genç kadın kalmaz ve iş döner dolaşır, padişaha her gece bir kadın bulan Vezire gelir. Eh Vezir ‘in de iki kızı vardır. Sultan hazretlerine kız vermemek olmaz, verse canından çok sevdiği kızları arka arkaya gidecek. Büyük kızı Dinarzat ,
“Baba sen merak etme, beni götür. Ben bu meseleyi hal ederim,” der. Belki de Dinarzat artık kadınlar öldürülmesin diye o saraya gitti, kurguda dahi kulağa hoş gelir ya!
Vezir bakar olacağı yok, kızını gönderir. Dinarzat akşam olunca padişaha,
“Sultan’ım nasıl olsa yarın beni öldüreceksiniz, bu son gecemde bir vasiyetimi söylesem yapar mısın,” der.
Sultan kabul eder.
“Benden iki yaş küçük Şehrazat adında bir kız kardeşim var. Çok güzel hikaye anlatır. Son bir kez onun hikaye anlatmasını istiyorum. Sen de dinlersin, belki hoşuna gider…”
Padişah kabul eder ve Şehrazat saraya gelir. İlk hikayesine başlar. Masalı anlatırken gün ağarır ve şöyle der,
“Gün ağardı, masalın devamını merak ediyorsanız akşamı beklemeniz lazım.”
Ve böylelikle Şehrazat her gece bir masal anlatır ve her masalı gün ağarırken bir başka masala bağlar. Böylelikle Binbir Gece masalını sürdürerek bu zalim Sultanı yola getirir.
Yazarın tek silahı hikaye anlatma yeteneğidir. Yapmak istediği her şeyi o anlatı içinde yapar.
Dünyada bütün savaşlar da devlerle ve kahramanlıklarla tarif edilirken, Şehrazat hikaye anlatarak düşmanını dize getirmiştir.
Hikaye anlatmaktan devletler dahil bütün iktidarlar korkarlar, yeter ki siz insanı anlatın.
Buca Cezaevindeyken tutuklanmış böyle bir masal anlatıcısıyla karşılaşmıştım. Kürt köyleri boşaltıldıktan sonra Hakkari’deki köyünü bırakıp Antalya’ya yerleşmiş yaşlı bir adam vardı.
Kollarına girerek yürüyen bu adamın ismi Melle Ahmet’ti. Bir Kürt şeyhiydi, karnı içine çökmüş, çene kemikleri dışarı fırlamış, uzun ince boyu bir baston gibi yukarıdan göğsüne doğru eğilmişti.
Müritleri onun etrafında pervaneydi. Mellelerine hizmet etmek için birbirleriyle yarışıyorlardı, süt getiriyorlardı, karavana yemeğindeki etleri ayıklayıp kendilerinden önce Şeylerine veriyorlardı. Öyle devrimcilik filan da umurlarında değildi, varsa yoksa Melle.
Hala öyle midir bilmem, o zamanlar kişi tutuklandıktan sonra iddianame dört beş ayda ancak çıkıyordu. Sanırım Melle Ahmet dört ay kadar bizimle aynı koğuşta kaldı.
İşin doğrusu Kürtlerin savaşan örgütünü komünist gördüğü için hiç sevmeyen bu adam, o örgüte üye olmaktan tutuklanmıştı. Buca cezaevi sobalıydı, üç katlı ranzaları ben ilk o cezaevinde görmüştüm. Yatakhanede orta yere kurulan sobanın etrafı, akşam olur olmaz Melle Ahmet’in hikayelerini dinlemek için insanlar üst üste yığılırdı. Şöyle düşünün insanoğlunun ilk kullandığı enerji ateştir, insanı örgütleyen ilk cevherdir. Ocak deriz. O ocağın etrafında sizi bir arada tutan şeyse hikayedir. İnsanı başına toplayan ateş, tılsımlı değneği hikaye anlatıcısına bırakıyor. O hikaye sizi nereye çıkarır allah bilir!
Melle’nin bütün hikmeti buydu. Meğer bizim Melle geldiği Antalya’da Kürt köyündeki hayatı hikaye anlatarak yeniden üretmiş. Bizi cezaevinde sobanın etrafına toplayan Şeyh, kendisiyle beraber tutuklanan Seyda’nın elbise mağazasının arkasını camiye çevirmiş. Toplu namazlarını Melle Ahmet’in arkasında kılmışlar, eh Melle’de hikaye çok, hem de kendi dillerinden anlatıyor hayatı?
Cezaevinde önce 7. Koğuşa gelmişti ancak orada bu hikaye anlatma becerisiyle koğuşu toptan camiye çevirince benim kaldığım koğuşa getirildi. Koğuşta üniversiteliler, sol gruptan insanlar var, ancak Melle akşam oldu mu, ısınmak için sobanın etrafına toplanan bizlere başlıyordu hikaye anlatmaya. Binbir Gece Masalları’nın Şehrazat’ı gibi hikayesinin devamını bir sonraki geceyi bırakıyordu.
Melle hangi hayatı göstermek istiyorduysa biz dinleyenlerini o hayata götürüyordu.
Emir Sultan’ın hikayesinden başlıyor, Melik Şah’tan çıkıp Karınca ile Hz. Süleyman’ın hikayesine götürüyordu bizi. Ve bizler tanrısal kudretle yatağa gidiyorduk.
Anlayacağınız, Melle Ahmet usul usul içimize dini ekiyor. Benim için İslam, Dersim’de okuduğum yatılı okulun Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeniydi. Nefret ederdik. Bir seferinde bizi arabaya doldurup Tunceli’deki camiyi gezdirmeye götürmüştü. Sayesinde Elazığ Ulu Cami’ye de gittik ya!
Bu camiler aynen devletin binaları gibiydi, hükümet konağı ve valilik binaları gibi tavanları yüksekti. Sanki istemişler ki, insan içinde küçücük kalsın. Belki tanrısal istihzamı göstermek için hususi yüksek tavanlı yapılmışlardı.
Anlatılan din dersi ise, bize her sabah okutulan, “Türküm, doğruyum, çalışkanıma..” benzerdi. Sınıflarda sıra üzerinde bize kıldırılan namazdan da nefret ederdik, oysa Melle Ahmet hikaye anlatıyordu. Onun anlatısında üstün olan ne binalar ve ne de zorlamalar vardı, kelimelerin kendine ait bir tılsımı vardı. Hayal kurduruyordu.
Melle kısa sürede kendine bir cemaat kurdu cezaevinde. Tanrı yardımımıza geldi de, ilk mahkemede serbest bırakıldı.
İzmir DGM başkanı Lütfü Demir bu yaşlı adamı karşısında görünce,
“seni kim tutukladı,” demişti. Meseleyi anlayınca da,
“serbestsin ama bir daha başka yerde namaz kılma, camide anlat ne anlatacaksan.”
Edebiyatın hikayesi budur, birincisi anlatmak istediğiniz hikaye nedir? Onu hangi dille anlatacaksınız, kime anlatacaksınız?
Bu iki hikayede benim anladığım şudur:
Şehrazat’ın zorba diktatörü hikaye anlatarak yola getiriyordu.
Melle Ahmet’se seçtiği hikayelerle dini inancını yayıyordu. Ancak insanı rahatsız etmiyordu, tercihi size bırakıyordu.
Klasikler dediğimiz romanların yaptığı tamamen bu halk anlatısının devamıdır. Düşman yoktur klasik edebiyatta, aksine maneviyat ve bireyin kendini sorgulaması vardır. Toplumsal hayat yok mudur vardır elbet.
Giyotinde can veren Julia Sorel’in hayatı Fransa’daki haksız adalet sistemi ve geleneklerin acımasızlığını anlatır. Dostoyevski’nin romanları dönemin Rusya’sının yoksulluğunu. Yaşar Kemal’in İnce Memed’inde Çukurova’nın acımasız hayatı vardır. Ancak roman kahramanları savaşlar kazanan değildirler, bu adaletsiz hayatın mağdurudurlar.
Her iktidarın bir mağduru vardır. Muhalif yazar, iktidarın mağdur ettiği kişinin hikayesini anlattığı için yıkıcıdır.
Bizde Milli-Muhafazakar Edebiyat kedi davasının kahramanlık hikayesini anlatarak, mağduru unuttu. Bu zalimliğin hoş görülmesinin nedeni biraz odur. Ama siz mağdurun hikayesini anlatarak zalimi dize getireceğinize inanmalısınız.
Ne de olsa, bir zorbayı masal anlatarak yola getiren bir lideriniz var. Bana göre dünyanın en güzel lideri Şehrazat’tır. Ne hapse atar ve ne de intikam alır. Hikaye anlatır.
http://birgun.net/article/view/61