Haberler
Haydar Karataş Yazdı: Hüseyin Aygün Eleştirisi
Kime bıraktın. İslamcıdan, sosyaliste, sosyalistten köşe yazarlarına, Tv’lere kadar toplumun heyecanla dinlediği Aygün’ü neden kuru slogan atan bir siyasi figüre çevirdin? Sahi bu ülkede slogan atan ne çok kişi var bilmez misin?
HAYDAR KARATAŞ
Sosyal medyadaki sayfamda seçimin üç kaybedenini şöyle sıraladım:
Sırrı Süreyya Önder,
Hüseyin Aygün,
Melih Gökçek.
Toplum olarak kaybedenleri de yazayım:
Kürtler ne yazık ki seçim sloganında Türkiye’den istedikleri “demokratik cumhuriyet” modelini Mezopotamya illerinde hayata geçiremediler. Aynen Türk ulusçuluğu gibi salt Kürt çoğunluğun yaşadığı yerlerde seçimleri büyük bir farkla kazanmalarına rağmen, farklı kimliklerin bir arada yaşadığı;
Urfa’dan Arap ve Türklerden,
Antep’te Türk ve Araplardan,
Kars’ta Azeri, Terekeme ve Türklerden BDP oy alamadı.
Dersim’de ise il merkezinde belediyeyi aldı, ancak Dersimlilerde ağır bir yenilgi hali var. Esas kaybeden bu ruh hali diye düşünüyorum.
Soru şudur: Eğer Türklük adına siyaset yapan CHP ve MHP gibi ulusçu ve milliyetçi partiler Kürtlerden, Ermeni, Arap ve Zazalardan (Ki, Bingöl’de Zazalığın artık kimlik olduğu görülüyor) oy alamıyorsa; bölgede siyaset yapan BDP’nin Kürtler dışındaki etnik yapılardan oy almamasını neye yormalıyız?
BDP, Türkiye’nin batısına demokrasi istiyor, bu söylemin yanında olmak lazım, ama kendi siyaset alanında bu kimliklerle “sorunlu” olmasını konuşmanın zamanı gelmiş görülüyor. Osman Baydemir gibi başarılı bir belediyeci Urfa’dan aday olunca 5 bin Arap toplu açıklama yapıyorsa ortada acı bir tablo var.
Demek ki, anti-demokratik “Türk Ulusu” ve demokratik “Kürt Ulusu” tezini tartışmaya açmalıyız.
ULUS DEMOKRATİK OLABİLİR Mİ?
Türk ulusu tezi başından bu yana demokratik olmadı. Kendine bir tarih yarattı ve ele geçirdiği devlet modelini milliyetçi zırhlarla koruma altına alarak Anadolu’da diğer etnik toplulukları asmile etmek için bu gücü kullandı.
Ancak Kürt ulusunun hakim olduğu illerde, BDP’nin Kürtler dışındaki etnik gruplardan oy almaması yeni bir ‘belanın’ işaretini vermiştir.
Bana göre, ulusçuluk dünyanın hiç bir yerinde demokratik bir sistem ortaya koyamamıştır. Türkiye’de eşit kimliklerden yana olan muhaliflerin, sosyalist ve anarşistlerin toplum modeli ne yazık ki uzun bir süreden beri; ulusçuluk ile toplumculuk arasında gidip geldiği için yenilgi halindedir.
2010 Referandumunda aydınlar AKP’ye destek verilirken, o zaman bir gazeteye verdiğim söyleşide şunu demiştim: “AKP’nin demokrasi terazisi Kürt sorunu değildir, AKP’nin tabanında Kürt meselesine AKP’nin başındakilerden daha olumlu bakan geniş bir kesim var. Bunu Müslümanlar arası bir sorun olarak görüyorlar ve çözülmesini istiyorlar, ancak eğer AKP’nin demokratik bir parti olup olmadığını görmek istiyorsak onun terazisi Alevilerdir.” AKP Kürt meselesini kullanarak toplumu kandırmış ve kendisinin demokrasi yanlısı bir parti, diğer partileri ise anti-demokratik partiler olduğuna ikna etmeyi başarmıştır.
Türkiye’de gerçekten demokrasi isteyen modellere ihtiyaç var.
Mesela,
Türk Ulusçuları, (CHP, İP, Kuvvayi Milliye gibi çevreler) demokrasi paketleri açıklıyorlar, ancak o pakette Kürtler, Ermeniler, Aleviler yok. Birinin gerçekten demokrasi isteyip istemediğini kendi iktidar alanında kendinden olmayana davranışıyla ölçebiliriz, gerisi yalandır.
Bu nedenle Kürt Ulusçuluğunun gelinen noktada demokrasi terazisi, Bingöl’de Zazalık, Urfa’da Arap ve Türkler, Dersim’de Dersimlilik kimliği ile kurduğu ilişkidir.
Dersimlilerin demokrasi terazisi, Sunni İslama bakış ve Şafilikle kurduğu ilişkidir. Konuşurken onları hoşlukla kabul ediyor mu?
Sol grupların demokrat olup olmadığını ise, kendilerinden ayrılana karşı kullandığı söylemdir. İdama karşıysanız, sizden ayrılanı öldürüyorsanız demokrat değilsinizdir. Düşünce özgürlüğü diyor ve kendi içinizde muhalif fikri susturuyorsanız, gazete ve dergileriniz tek renk, tek sloganlıysa sol molu bir tarafa bırakalım doğrudan totaliterlik içinde görülürsünüz.
Siyaset muhalefetteyken özgürlükçü görülür, herkese gül dağıtır, ancak henüz iktidar olmadan farklılıklara tahammül edilmiyorsa, iktidar olunduğunda zulümlerden zulüm beğeniriz.
Bunun için eğri oturup doğru konuşmalıyız.
Bu noktadan bakıldığında, Dersim bu iki ulusçuluk arasında derin bir yara almış görünüyor. Toplum yenildiğini düşünüyor, oysa eğer sahiden demokratik normlu olsaydı kazanan parti, bu yenilgi ruh hali yaşanmaz, yerine sevinç olurdu. Bu görülmüyor!
Şunu belirteyim, benim siyasetten bir beklentim yok, hiç bir ideolojik gruba kendimi yakın da bulmam. Kaybetmeye gelince, kaybedenlerin hayatını yaşarım. Bu dünyada hiç kazanmadım. Kazanmak, birilerinin hoşuna gitmek için sarf ettiğim bir çaba da yok. Hele siyasetçilerin hoşuna gitmeyi hiç istemem, onlara insanı hatırlattığım için nefret etsinler benden, hatta bir kaşık suda boğmak için diş gıcırdatsınlar, kabulümdür.
Roman yazarım, epey bir okurum var. Kitaplarımı okuyup beğenmeyen insanlara şunu söylerim: “Bir şey olmaz, roman yazarını bir restaurantın aşçısına benzetin, herkes gider yer beğenir, sen gider yersin damak tadına uymaz. Bu kadar basittir.”
Yakıştırmalar yapanlar da oldu, birara baktım Fetuhalçı yapmışlar, dost uyarısı olarak bunu bana bildirene, git o arkadaşlarına söyle, diyor Fetullah küçük gelir, MİT’ten, Mosat’tan ne bileyim CİA’dan dahi para aldığını bana söyledi, de! Gelsinler paranın yarısını onlara vereyim!
İnsan ayırmam, siz de ayırmayın. Demokrat, bilmem devrimci, komünist, faşist, dinci, bu tabirlerin hepsi yalanadır. Bunlar politik kimliklerdir.
Adam dindardır beş vakit namazını kılar, ama insandır. Yolda düşmüşü kaldırır, koluna girer evine götürür. İnsanlara hakaret etmez, çalmaz, siyasi görüşünü ve dini kimliğini başkasına kabul ettirmek için baskı yapmıyorsa rahatlıkla böyle bir insanla oturur kalkarım.
Adam bir siyasi partinin içindeyse, ancak sizinle otururken siyasi parti kimliği ile değil de, birey, yani çıplak insan kimliğiyle oturuyorsa bunlarla da arkadaş olurum.
Kimlerle düşünce alış-verişi yaparım?
Eğer konuşurken, kendi fikrini dayatmıyor, fikir alış-verişi yapıyorsa ve onun siyasi fikrini rahatlıkla kritize edebiliyorsam bunlarla da otururum.
Yani siyasi tolerans! Toleranslı olmak dünyanın en demokratik davranışı gibi gelir bana…
Türkiye siyasetinde, Erdal İnönü’yü, Ercan Karakaş, Aydın Güven Gürkan, Kemal Kılıçdaroğlu, eski Refah Partisi’den Mehmet Bekaroğlu’nu, Kürt siyasetinden Kemal Burkay ve siyasetteki beyefendiliği ile Ahmet Türk’ü bu mertebeye koyarım. Siyasi fikir olarak bunlardan hiç birine kendimi yakın bulmam. Ama insan olarak bana yakınlar.
Yani demem şudur: Dersim’de yaşıyorsanız ve demokrasi vadeden siyasetçiler, sizler o sokaklarda yürürken size düşman gibi bakıyorlarsa, değil memlekete demokrasi getirmeyi, kendi evlerine dahi huzur getiremezler.
Türk türke iyi davranmış bir demokrasi göstergesi olamaz, Erdoğan Sunnilere iyi davranmış neye yarar.
Türk Kürde karşı toleranslı, onunla oturuyor onun hakkını kendi hakkı biliyorsa demokrattır.
Erdoğan Aleviye, Solcu ve Laiklerin hakkını biliyorsa demokrattır.
Dersim’de siyaset yapanlara soruyorum, sahi siz, sizin gibi düşünmeyenleri nasıl görüyorsunuz?
Bir devlet kurduğunuzda Hüseyin Aygün’e nasıl bir ceza öngörüyorsunuz, kafanızda ona biçtiğiniz hapis cezası nedir? Adam o şehrin sokaklarında yürürken laf atıyorsanız, taciz ediyorsanız içinizdeki “öfke” sizi demokrasiye mi, yoksa totaliter ideolojik paradigmaya mı götürüyor?
Öyleyse önce, Hüseyin Aygün Türkiye siyasetinde neyi ifade ediyor ona değineyim.
Hüseyin Aygün, Türkiye’nin küçük bir şehrinde sıradan bir Avukattı. O şehrin dilinde, inancında yayınlar yaptık, söz söyledi ve küçük bir yerde yaşamasına rağmen kendini var etmeyi başardı.
Aygün’ü Aygün yapan süreç şöyle işledi:
1. Dersim kimlik çalışmaları yaptı
2. Dersim Sözlü Tarih Projesinde yer alarak 38 mağdurlarının yaşadıklarını gönüllülerle kayıt altına aldı
3. Munzur Gazetesini çıkardı
4. Dersim dilinde kitap yazan ilk yazarlardan oldu
5. Alevi kimliğine açıktan sahip çıkan ilk sosyalist devrimci oldu (Aleviliği hala geri ve feodalizm gören solcuların varlığını unutmayın)
6. Seyit Rızaların mezar yerlerini arayan ilk avukat oldu.
7. 1938 meselesini uluslararası mahkemelere taşıdı.
8. TBMM’de ilk zazaca dilini kullanan siyasetçi oldu
9. Kendisini kaçıran PKK’lileri sahiplendi
10. Alevilik islam dışıdır kavramını bir siyasetçi olarak ilk kullanan oldu.
11. Erdoğan’ın Alevi açılımını, TBMM’de Cemevi isteyerek bitirdi.
12. Cumhuriyetin kurucu partisi olan vekil olmasına rağmen o partide Mustafa Kemal eleştirisini yapan ilk vekil oldu ve tarihe geçti.
13. Atatürk Dersim katliamında doğrudan faildir, sorgulanmaya ihtiyaç var, dedi.
14. Tutuklu İslamcı yazar Salih Mirza Beyoğlu’nun özgürlük hakkını ifade etti. (bunu çok önemserim, Mirza Beyoğlu ile karış hücrelerde kaldım, hakkını bir solcunun ve Mirza Beyoğlu’nun kafir gördüğü Alevi birinin dile getirmesi demokrasi ve insan hakları açısından önemliydi.)
Bunları söyleyen Aygün 2011 seçimleri sonrası bir yıl süresince Türkiye’nin gündemini meşgul etti. Entelektüellerde, geniş aydın çevrede derin bir sempati uyandırdı.
Şahsi olarak, o aday gösterilirken kendisine gönderdiğim mailde, “sen CHP’den korkma, CHP senden korksun, yeter ki CHP’lileşme,” demiştim. Değişime direnenler farklılıktan korkarlar ve Aygün statükoyu çok korkuttu, CHP’nin ulusalcı kanadı hop oturdu hop kalktı. Erdoğan onun hakkında anket yaptırdı. Toplum “Yeni CHP olarak onu algıladı,”
Aydınlar, “biz Aygüncüyüz” diyerek onu sahiplendi.
Aygün’ün siyasi söyleminin İslamcı entellektüller arasında dahi karşılığı oldu. O üslupla her kesim konuşabilirdi.
Ne yazık ki, Dersimlilerin kendi sesinden çıkardığı bu vekil Dersimlilerin yaptığı temel bir şeyi yaptı. Demek ki kültür böyle bir şey olsa gerek.
Onunla bitireyim. Bilirsiniz Dersimli gençler dağ başlarında büyürler, bağımsız karakterlerini bu dağlardan alırlar. Yokluk içinde okurlar. Anne baba dal gibi gelişip serpilen çocuklarına imrenerek bakar ve onları üniversitelere gönderir, böyle bir güzel de yolcularlar. Kuşaklar boyu hep şunu söylerler, okuyun yüksek yerlere gelin bize yapılanları dünyaya anlatın. Ancak Üniversiteye giden her Dersimli genç, kendi hikayesini unutur, yaptığı ilk iş ona karakterini veren ruhu, kazma kürek eline alarak kendi kazdığı çukura gömer. Çıktığı köyüne bir daha dönmez, anne babasının kendisine verdiği ismi dahi değiştirip kod isimler alırlar. Oysa sevdikleri isimleri evlenip çocuklarına vermeyi dahi akıl etmeyecek kadar vefasıdırlar. yıkarlar onları var eden her şeyi, ismine varana dek. Anne babalarına başka kimlikler biçerler, “siz bilmezsiniz biz aslında buymuşuz,” dedirtirler…
İşte Dersimlilerin bu ilk vekili meclise gittikten sonra o geleneği takip etti.
Onu Hüseyin Aygün yapan, ifadelerini başka bir formatla değiştirdi. Format çekti, son iki yıldır Dersim’e dair hiç bir proje, Dersim’in sorunlarını dile getirmedi. Unuttu, hem de toptan unuttu. Meclise “biyolojik” Alevi olarak giden Şerafettin Halis Ankara’da Dersimi hatırlarken, Aygün Dersimli olarak gittiği mecliste onu var eden kriterleri unuttu. Başka bir sevdanın peşine düştü.
Açık açık yazacağım. Tabii Aygün’e dahi yazmadım hakkında yazacağımı, gerek yok. Onun yüreği geniştir, her şey oturup konuşulacak bir erdemdedir. Pirimin affına sığınıyorum, ama içim ağlıyor, iki yıldır acı çekiyorum. Memleketimin acısı, cenazesi yerdedir. Sen taşımalıydın bu cenazeyi, sahi neden bırakıp gittin…
Kime bıraktın. İslamcıdan, sosyaliste, sosyalistten köşe yazarlarına, Tv’lere kadar toplumun heyecanla dinlediği Aygün’ü neden kuru slogan atan bir siyasi figüre çevirdin? Sahi bu ülkede slogan atan ne çok kişi var bilmez misin?
İçim el verirse yarın Aygün’ün bu cenazeyi bırakıp nereye gittiğini yazacağım. Bu yazıları hiç düzeltmeden yazıyorum, içimden geldiği gibi, sizlerden bir şey saklamadan. Okurken şunu unutmayın, Aygün’ü eleştirmenin bir faturası yoktur. Yani size hakaret etmez, hayatınız tehlike altına girmez, sivil kişilikler böyledir. Entelektüel konuşmalardır bunlar. Dersim’in neden kendini bulamadığını anlatmaktır niyetim.
Küfür ve hakaret edenleri sayfaya bakan yeğenim bana hiç sormadan engellesin. Herkes arkadaşını, bağlı olduğu örgütü eleştirsin, “bak arkadaşın Hüseyin Aygün ne demiş,” diyordunuz ya, ben arkadaşımı eleştiriyorum. Sizde bağlı olduğunuz paradigmalarla hesaplaşın.
http://haydarkaratas.com/arkadas-sohbetleri-1-huseyin-aygun-makaleler-119.aspx
Wuse
13/04/2014 at 12:44
dogru bir tespit .Kalemine ,agzinana, yüregine saglik.
qesa heqe heqa vaziyoke ,rastiyera mexeletiyo.
H.Wuse
sidar
09/08/2014 at 08:46
muhteşem bir yazı..