Haberler
Azrail ile Dersim
Bir gece yarısı Azrail kapıdan içeriye girip baş ucunda dikilir. Elini götürüp yaşlı adamın yanağını okşar. Azrail in elini his eden adam irkilir…
Nurettin Aslan
Kış mevsiminin fırtınalı bir gecesinde, ıssız bir dağbaşında Tanrının verdigi görevi yerine getirmek için Azrail can almaya gider. Can alıp görevini yerine getirmenin sevinciyle dönerken tipi borana tutulur. Sığınacak bir yer bulamazsa ölecek. Umudu tükenmek üzereyken gözü aşağıda ki ışığa takılır. Gördügü bir lambanın ışığıdır. Ev olduğuna emin olduğundan hızla ışığa doğru yol alır.
Gelip evin kapısına dayanıp kapıyı çalar. Az sonra genç ve yakışıklı bir delikanlı kapıyı açar. Genç adam karşısında saçı sakalı birbirine karışmış korkunç bir adam görür. Öyle bir korkarki söyleyecek söz bulamaz. Bacakları bedenini taşımayacak kadar titremeye tutulurlar.
Bir süre sonra kendisini toparlayan adam, Azraili içeriye buyur eder. İçinde harıl harıl ateş yanan bacanın önüne bir iskemle koyup Azrail i üzerine oturtur. Yemek hazırlayıp birlikte hazırlanan yemegi afiyetçe bitirdikten sonra genç adam gelen misafirine sorar.
-Sen kimsin?
-Ben mi? Ben Azrailim…
Genç adam yeniden korkup titremeye başlar. Ne yapacağını bilmez haldedir. Bir süre sonra kendisine gelip uzun uzun Azrailin yüzüne bakar sonra…
-Ben seni misafir edip ağrladım. Yemegimi yedin. Ben daha gencim, ne olur canımı alma.
-Korkmana gerek yok senin canını almaya gelmedim ben. Daha zamanı var.
-Bak Azrail efendi, seninle ahbap olduk. Ben daha gencim . Evlenip çala çocuğa karışmam lazım, zengin olmam lazım, daha çok çok işler yapmam lazım. Senden rica ediyorum, canımı almaya gelmeden önce mutlaka haber ver bana.
-Tamam, haber verecegim.
-Söz mü!
-Söz…
Azrail çeker gider. Kendisini garantiye alan genç adam evlenir. Zengin ve sözü dinlenir biri olur. Hem çok seveni, hemde çok düşmanı olur. Çocukları babalarıyla gurur duyar. Düşmanları kıskanır olur kendisini.
Yaşı ilerler, saçları ağarır. Önce sol, sonrada sağ kolu tutmaz olur. Sağ bacağı aksar, beli iki büklüm, gözleri görmez, kulakları duymaz olur. Sonra yataktan kalkamaz hale gelir.
Bir gece yarısı Azrail kapıdan içeriye girip baş ucunda dikilir. Elini götürüp yaşlı adamın yanağını okşar. Azrail in elini his eden adam irkilir.
-Kimsin sen?
-Azrailim ben.
-Neden geldin?
-Canını almaya geldim.
-Hoppalla, oldumu şimdi?
-Neden olmasın?
-Söz vermiştin bana. Canımı almaya gelmeden önce bana haber verecektin. Bumudur sözünü tutmak?
Azrail, kahkaha dolusu güler. Kahkahası karşı dağın yamacına çarpıp vadileri doldurarak kendisine geri döner.
-Hey be adam, ben sana haber verdim…
-Vermedin yalan söylüyorsun…
Azrail alnını kaşır sonra üzülerek adama bakar, sonra bağırır.
-Hey Tanrı nın aptal kulu. Önce saçların ağardı, sonra sol, sonra sağ kolun tutmaz oldu. Belin büküldü, bacakların seni taşıyamaz oldu. Gözlerin görmez, kulakların sağır, sonrada yatağa çakılkı kaldın. Sana daha nasıl haber vereydim…
DERSİM….
Yukardaki birazda senin hikayendir. Dön bir bak kendine orada, orta yerde Azrail ile boğuşan sensin.
Kültürün, toz olmuşsa…
Dilin lal olmuşsa…
İnancın yok olmaya yüz tutmuşsa…
Toprağın sular ile doldurulmuşsa…
Kızılbaş Alevi kimligin yok edilip büyük oranda sunileşmişse…
Politk çıkarlara alet edilmişsen…
Kaybetmişsin memleketim kaybettin sen.
KızılbaşAleviligin kalesi yıkılmıştır, ilan edilir.
MUTLUMUSUNUZ….