Haberler
Alevi Hizbullah’ına Beş Kala…
Aslında Alevilere dair iki resmi söylem bir süreden beridir netleşmiş durumda…
Haydar Karataş
Aslında Alevilere dair iki resmi söylem bir süreden beridir netleşmiş durumda. Sorun biraz da Alevileri kim terbiye edecek meselesidir. Türk ulus paradigması son yüzyılda onları Orta Asya’dan gelmiş “Şamanlar” diye tarif etti. -Gerçi ikna etmeye çalıştı desek daha doğru olur ya, buna ikna olmuş hatırı sayılır bir kesim de var- Bu resmi ideolojiye karşı Kürt resmi tarih tezi; hayır onlar Şaman değil “Zerdüşt” diyor, buna da ikna olmuş saygı değer epey kişi var.
Bu iki söylem yeni Türkiye’nin çatışma alanı olmakla beraber, son yirmi yıldır yeraltında kaçak bir bilek güreşine tutuşmuş halde. Alevileri yanına çeken diğerini biraz da boğmak istiyor gibi. Bu çatışma ve Alevileri “terbiye” etme kavgası, bana kalırsa Alevi Hizbullah’ının doğuşunun yeni süreçteki temel gelgitini oluşturuyor. Gerçi bu Alevi Hizbullahlaşması dünyada tek Alevi kendi olan Dersim ve İstanbul’un kenar Alevi semtlerinde bir süreden beridir yaptıklarıyla ortaya çıkmış gibi de…

Şii ordusu: Lübnan Hizbullahı
Bu ruh, içki içilirken kadınlara bakılıyor diye ayaklanıp birahaneleri ateşe veriyor, masa sandalyeyi İstanbul’un 6-7 Eylül olaylarında olduğu gibi sokağa döküp ateşe veriyor.
İstanbul’un kenar semtlerinde kadını linç meydanına çıkarıyor. Sol içi bir kavga olan Demirtaş olayında Alevilerin kulağına, ‘Alevilere saldırıldı’ diye bir şeyler fısıldıyor.
Peki bu nasıl oldu, ya da Alevi Hizbullah’ı ne demek derseniz, iyisi yaraya hiç dokunmayalım, derim. Ancak bu Hizb-u Alevi ruh nerede örgütleniyor, değer yargılarını nereden aldı derseniz tarihe gitmekte yarar var derim.
Bunun için iki örnek vereceğim, biri tarihten bir isyan, diğeri yakın tarihin suskunluğu. Belki vicdan azabı, belki okurken dahi ölümlerden ölüm. Birinci örnek bana kalırsa Alevi değerlerinin sağlamlığını, ikincisi ise Hizb-u Alevi ruhun nerede ete kemiğe büründüğünü bizlere anlatıyor. Kadını meydanlara çıkarıp yargılayan bu haletiruhiye nerede şekillendi. İslam geleneğinin Alevilere dair ithamı, onların iffetsiz olduğunu, Alevi kadının ve kızlarının toplumda erkekler gibi davrandığı ile ilgiliydi. Mum Söndü kadın ve erkeğin bir arada olmasıydı. Çünkü Aleviler kadını cezalandıramıyordu, linç meydanına çıkaramıyordu, namus cinayeti olduğu an, Aleviler kadını öldüreni içlerinden atıyordu. Alevi dünyasında affedilmez üç günah vardı, bunlardan biri tecavüzdü, biri özürlü insana yani deliye dokunmak ve en kötüsü kadını öldürmekti. Kadını öldüren kişi 30 yıl boyunca Alevi cemine alınmazdı. En azından Kızılbaş inancında böyleydi.
Dersim tarihinde ilk kadın ölümü 1934 yılında olur. Yani 1938’e beş kala. Kadının adı Hene’ydi.
Hene güzelmiş, güzeller güzeli, hani o ünlü Dersim türküsünde geçer ya, on iki aşiret onu almak için sıraya girmiştir onun için…
Hene’ye iki erkek birden âşık olur, bunlardan biri Seyit Rıza’nın ortanca oğlu Baba. Diğeri ise Seyit Rıza’nın yeğeni Rayber. Yani tarihte sizin bildiğiniz Kopo Rayber! Hene’nin güzelliğini, onun fettanlığını, bu iki delikanlıyı nasıl parmağında oynattığını başka zaman yazmak lazım ve elbette o garip ölümü…
Baba ve Rayber arasında Hene’den dolayı baş döndüren bir hırs başlar, günahı boynuna derler bu Hene ikisini tav etmiş, hatta gizliden gizliye görüşmüş. Olur, insan hali. Bu dedikodular Seyit Rıza’nın kulağına kadar gider ve oğluyla yeğenini çağırır, yeminler ettirir. Şartı belli. Der, Hene’yi azat edin, araya zaman girsin başka biriyle evlensin. Hene’ye de durumu anlatır, der sen bu ikisi dışında birini beğen senin düğününü elimle yapayım ve Hene’yi alır dağların ardında Iskosor köyüne götürür. Bu köy, iyi bir atla neredeyse yarım günlük bir mesafededir, ancak karanlık basar basmaz Rayber atına atlar Hene’yi görmeye gider.
Laf Baba’nın kulağına gelir, silahını alır gider ve Hene’yi vurur, dünya durur. Dokunulmaz olana dokunulmuştur, bin yılın töresi bozulmuştur.
Bu ölüm üzerine Dersim Kızılbaş ocakları ayağa kalkar, Dersim’in Abasan kolunda bir daha cem bağlamama kararı alırlar… Adrinaik ise Dersim anılarında yollarını haydutların (severim bu haydutluğu) kesmesi üzerine, yanındaki kılavuzun kadının leçek örtüsünü alıp nasıl başına sardığını anlatır. Klavuz, bunlar kadına dokunmaz , der. Adrianik hayretini uzun uzun anlatır kitabında. Yani Kızılbaş dünyasında haydut dahi kadına dokunamazdı. Neden?
Alevilerde kadına kim nasıl dokundu?
Seyit Rıza’nın oğlu Baba, iki yıl sonra Sin’in Meterşan mezrasında dev bir kayalığın dibine sıra sıra dizilmiş evlerden birine misafirken öldürülür. Cenazeye nice ozanlar çağrılır, Dersim’in Aşık Veysel gibi kör ozanı Sey Qaji de çağrılır. Derler yedi gün yedi gece Sey Qaji sazı eline alır bırakır, alır bırakır ve en sonunda da kalkar gider, der sazım bağlanmış konuşmuyor benimle. Araya 1938 girer ve sürgüne gidilir gelinir, çocukken bin kez duyduğum bir hikâyedir bu, büyük bir dram, ancak Abasan kolu cem bağlayamaz bir daha. Oysa eskiden dünyanın en güzel cemleri o konaklarda tutulmuştur, o konaklarda saz inlemiş, talip ile pir kanatlanıp uçmuştur, yer sarsılmış, semah giden kadın ve erkek rüzgar olup huzur-u keremde eşitlenmiştir.
1938 sonrası da iffetsizlik gerekçesiyle kelimeyi tabirle söylersem fahişe diye kadınlar linç edilmemiştir. Alevilikte ölüm cezası yoktur.
Ve ne garip ki 1934 yılında Hene’yi öldüren Baba’nın öldürüldüğü Meterşan mezrasında tam tamına 40 yıl sonra, yani 1974 ve 1975 senesinde iki ana kuzusu dünyaya geldi. Baba’nın öldürüldüğü ölüm evinden ben diyeyim yüz, siz deyin üç yüz metre ileride fakir bir hanede çığlık çığlığa doğar Şadiye ve Dilif…
1988 yılında bir örgüte katıldılar, örgüt kimdi, neydi bir önemi yok, inanın bana bunun hiç bir önemi yok. Dilif’in güzelliği Hene gibi baş döndürücüydü, onun göğsünün altında sakladığı elma Hava anamızın Adem babamıza verdiği elmadan daha davetkardı. Öyle güzeldi. Nereden mi biliyorum, sekiz yıl aynı sınıfta okudum da ondan, altı yaşından onların öldürüldüğü yaşa kadar. Bu güzel kız, örgütün erkeklerini fettanlığı ile düşürüyor diye bir dağ başında yargılandı. Şadiye başka bir gruptaydı, bir süre sonra duydu, kendini dağdan dağa vurdu. Aylardan baharmış, karlar yeni kalkmış, koşmuş yavrum, koşmuş bağırmış koşmuş, yetişin demiş, yetişin…
Evine vardığında nefessiz kalmış. Ne yapsın gelip fakirliğine sığınmış. Benim Jele hikâyesinde anlattığım o Dersim efsanesini hatırlayın, arkasında erkekler Jele kaçardı ama Munzur nehri gelip onu, arkasına düşmüş erkeklerden kurtarırdı, onu kurtaran su onun muradı olurdu. Bu güzelim kızları nedense Dersim’in yaradılış hikâyesi olan Jele destanına benzetirim. Ancak onları kurtarmaz Munzur, evine gelir, ağabey alır samanlığa saklar, ama arkasından gelenler arar bulur, evi ateşe verir, ağabey sakladı diye öldürülür…
Hikâye biter mi, bitmez, hikâye bitse Dersim’de acı bitmez. Baba ağlamaktan Yeşilçam filmlerinde olduğu gibi kör olur, ölünceye kadar el açar kızlarının adını sayıklayarak dilenir.
Kürt ve Türkler barışsın, dağdakiler insin, hapistekiler çıksın Dilif ve Şadiye’nin hikâyesini yazacağım dedim ya, demez olaydım. Meğer ne büyük acı varmış, meğer kaç kişi bu acıyı yüreğine gömmüş…
Hele kız kardeşi Songül’ün yazdığı satırları var ki, yürek dağlatıyor. Şöyle diyor: “Dünden beri bana gelen bir yazıyı… dönüp dönüp okuduyorum gözyaşlarıyla izi kaybolmuş ablalarımdan bahsetmişsiniz . Herkes susmuş ama biz içimizdeki kor ateşini söndüremeyiz ki parça parçayız hepimiz darmadağın hep bişeyleri sebep sayıp yaşıyoruz işte…“ demiş.
Ne yazık ki parça parçadır memleket.
Demem şu: Kızın, bağırın çağırın, ama Dersim Aleviliğinde dokunulmayan kadına kimse kusura bakmasın İslami değerlerde ortaklaşan Kürt ve Türk solu dokunmuştur. Alevi radikalizminin “yeni” değer yargıları orada oluştu, oradan, onların direktifiyle birahaneler yakılıyor, onların parmak işaretiyle kadın linç meydanına çıkarılıyor. Sevgiyi, aşkı, yoz ilişki olarak orada damgalıyorlar. Düğünde dernekte içkisini içeni aşağılıyorlar. Vitrinlerinde kadını koyarak kadını erkekle eşitlediklerini sanıyorlar, oysa o kadınların sevme, sevilme hakları var mıdır, âşık olabilirler mi diye soran yok?
Alevi Hizbullah’ına beş kalayız. Bu hafta CHP kongresi var, o kongrenin sonucu Alevi radikalizminin dozunu da belirleyecek gibi. Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a, “evet ben sizin yarattığınız zenciyim,” diyememesi, sağa açılırken Alevileri unutması, Gezi Parkı derken, Gezi Parkı’nın direniş gücü olan Alevileri, ÖDP, EMEP, TKP gibi direniş gruplarına sırtını dönmesi, Dersim’deki evi yanarken kovasını alıp sağcıların ve ulusalcıların ateşi çıkmasın diye serinletmeye gitmesi bu radikalizmi sevindirmiştir. Oysa bu ateşi dindirebilirdi…
BirGün Pazar
