Dersim Edebiyatı
Dersim’e Sığınan O Yahudi Keşiş
Hikâye bir yana sahiden de Sultan Baba Dağı’nın zirvesinde, Kemah Dağ’a devrilen bayırda, sahiden de böyle bir yer vardır. Sultan Baba köylüleri oraya “Paga Keşiş” der, yani Keşiş’in evleri, bu dağın diğer adı Gabane Kamah’tır.
Haydar KARATAŞ
İyisi gene masallar. Masal denen şey aslında insanın içinde yaşadığı karanlığa fener. Masallar, meseller toplumsal ruhun sağlaması gibidir, kimi onlardan din çıkarır, kimi pireleri deve yapar, develeri tellak ve kimi edebiyatı keşfeder masalın derinliğinde. Fakir fukaraysa umudunu masala gizlemiştir, özlem oradadır, kaybolmuş aşklar, zamansız ölmüş hayatlar o masallarda dirilir, konuşur, murada ererler. Zaten eski Roma şehrinde bizim bu roman dediğimiz edebiyat fakirlerin çocuklarına anlattığı ‘uydurma hikâyelere’ verilen isimdi…
Oysa uydurma olan yaşadığımız hayat, öylesine yalan ve öylesine sahte ki, belki de bunun için tarih boyunca insanoğlu gerçeğini masala gizlemek zorunda kalmış.
Benim Dersim’im de hayalin Dersim’idir, yaşanan değil, anlatılan, var olan değil olmayan bir geçmişin…
Orası bir insan denizi, hangi milleti merak ediyorduksa babalarımız onları bir masalın içine gizler, alıp bize getirirlerdi. Bazen bir katırın sırtında, yalın ayak kan ter içinde gelirdi o bilinmez insanlar. Gözlerimiz fal taşı gibi açılır, o anlatının sesinde yok olup giderdik. Bazen hiç bilmediğimiz şehirlere giderdik. Ve masal anlatıcıları, öylesine acımasızlardı ki, seslerine dahi akort çekerlerdi. Masalını anlatırken isterlerdi ki onların sesi yükselip düşerken nefessizlikten ölelim! Kahramanlarını öyle uçurumlara sürerlerdi ki, aha tamam düştü diye nefesimizi tutmuşken, birden altına atlar, kollarına kanatlar takıp başka hayatlara uçururlardı onları. Bazen pirinç dünyasının insanlarını ziyaret eder, Hindiçin’i gezer her renkten insanları görürdük ve bazen kanatlanır denizler ötesinde Mısır dünyasının insanlarını ziyaret ederdik.
Ya şimdi, sanki insanlar masallarını unuttukça daha bir merhametsiz oluyorlar.
Çocukluğumun en güzel masallarından biri de dünyaya isyan edip kendini dağların ardına kapatan bir keşişin hikâyesiydi. Aslında masal değildi, ama masal gibi dinlerdik bu Yahudi keşişin başına gelenleri.
Geçenlerde Cengiz Aslan’ın Zazaca yazılmış “Morıber” romanını yeniden okurken, bu keşişin hikâyesini anlattığı bölüme dünya kadar not düşmüşüm. Yaramı deşmişsin, demişim bir yerinde… Yara deşilmiş.
Tabii Cengiz daha başka anlatmış, demek ki onun anlatıcısının büyülü dünyası öyleymiş. Onun yaşadığı köy batı Dersim, ben daha içerlerde büyüdüm ama güzel olan sanırım masalın konusunun aynı olması. Cengiz Aslan bu Keşiş masalının cenglemisini de aktarmış.
“Keşiş ko dı merdo
(Keşiş dağda ölmüş)
xenceriyona kisto,
(Hançerlerle öldürülmüş)
dısmalona pisto…
(Mendillere sarılmış)”
İşte zamanlardan hangi zaman bilinmez, ama bir gün Dersim’e bir Cüyid* çıka gelir. Keşiştir ama bu Keşiş öyle bildiğiniz ne Ermeni ve ne de Rum’dur, yani ötekilerin ötekisi Yahudi’dir. Kaçmış. Denizler, ovalar geçmiş dağlar aşmış ve gele gele bizim fakirliğimize gelmişti. Kim bilir belki duymuştur her renkten insanın gelip bu dağların ardında birbirine harman olduğunu, belki zalimlikle merhametin en güzel bu dağların ardında göründüğünü dahi biliyordu. Gelir ve bir hayli zaman köy köy gezer. Cüyid derler, kısa boylu, siyah elbiseler içindedir. Keşiştir kendi ruhunda gezer…
Der, “Denize gittim deniz almadı, şehre gittim şehirli almadı, ova kabul etti, dağ alıp attı, hor gördü. Kaça kaça buraya geldim. Ben Cüyid, Musa Peygamber’in keşişi. Kabul ederseniz içinizde yaşarım, yok derseniz giderim.” Gittiği yollar tarif edilir, boyu çizilir, sesine elbise dahi dikilirdi…
Musa Peygamber’in keşişi Dersim’e geldiğinde görür ki, her evin duvarında Hazreti Musa, elinde asası, bir duvarda İsa, bir tarafta yay gibi kaşları ile Ali asılı durur.
Ama arkasına düşmüş ordular dururlar mı, nice zaman sonra öğrenirler Keşiş’in Dersim’e sığındığını. Hazreti Musa’nın keşişi bakar ordular Dersim’in üzerine yürüyecek ve taş taş üstünde kalmayacak. Keşiş der, “Beni siz de saklayamazsınız, götürün dağların ardına kilitleyin.”
Derlerdi onlar ki duydu sen bu dağların ardındasın artık ne yapar eder, seni alırlar bizden. Almasalar fakir fukarayı kırarlar.
İşte o zaman Keşiş şöyle derdi: “Dağ var dağ içinde, yar var yar içinde. Bir tepe var Sultan Baba Dağı’ndan içre, Dersim deseniz Dersim değil, Erzincan deseniz Erzincan değil. Arkama düşmüş Paşa gelip bulursa beni orada, burası bize ait değil dersiniz.”
Der, “Orada Sultan Baba Dağı’nın Kemah Dağ’a devrildiği yerde yapabiliyorsanız, bana tek gözlü bir ev yapın, içine yiyeceğimi koyun. Suyumu da içeri alırım, kışın kalır. Yaz oldu mu çıkar gelirim.”
“Yalvarırlar, etme keşiş derler, bu dağlarda kış altı ay sürer. Kurda kuşa yem olursun, imdat desen yetişenin olmaz, bağırsan sesini duyan…”
Yahudi Keşiş, “Siz bana orada tek gözlü bir ev yapın, gerisine karışmayın.” Bunu yaparlardı. Ve sonra keşişin yalnızlığı başlardı. Dağla taşla konuşurdu, dışlanmışlığına isyan ederdi.
• • •
Geçen kış annem ziyaretime geldiğinde bu keşiş hikâyesini yeniden anlattırdım. O eski günlerdeki gibi anlattı. Anne bu keşiş niye ölmüş? Niye anlamıyorsun diye o uzun teyylerinden birini çekti, “Musa Peygamber’in adamının yedi düvel arkasına düşmüş. O dağın ardına götürmüşler, onun dediği gibi bir ev yapmışlar, ancak kış geldiğinde yalnızlıktan ölmüş. Bir mektup yazıp kapıya asmış. O mektupta der, “Ben ne açlıktan öldüm, ne susuzluktan. Karakış geldi, on iki dağ birbirine seslendi. O dağların inlemesinden öldüm…”
Hikâye bir yana sahiden de Sultan Baba Dağı’nın zirvesinde, Kemah Dağ’a devrilen bayırda, sahiden de böyle bir yer vardır. Sultan Baba köylüleri oraya “Paga Keşiş” der, yani Keşiş’in evleri, bu dağın diğer adı Gabane Kamah’tır. Eski tuz yolunun üzerindedir. Bir hayli zaman ziyaret yeriydi, babalarımız tuz getirirken bu Paga Keşiş’te hep mola verirlermiş.
Bu son görüşmemizde annem, bu hikâyenin orta yerinde, “Böyle şeyleri merak etme içine dert girer,” dedi. Sanırım masallara ve hikâyelere kulak vermek insanı sahiden de dert sahibi yapıyor. Daha geçenlerde IŞİD’in arkasında Yahudiler var demedi mi bir siyasetçi? Bizim Dersimli yazar da bunu ispata kalktı. İnsan şaşıp kalıyor. Ama sanırım masalını unutan vicdan terazisini de unutuyor. Irak ve Suriye’de yaşananlara bakmaya gerek yok. Geçmişimize baksa IŞİD’in hafızamızdaki yerinin ne kadar canlı olduğunu görürdü. O 6-7 Eylül’deydi, Varlık Vergisi’nde sürgünde, Maraş’ta Alevilerin çocuklarını, başını kesiyordu, Sivas’ta elli bin kişi bir otelin etrafında toplanmış insan yakıyordu.
Eskiden merhamet azınlığı saklardı. Onu korumak için hikâyeden masallar yapardı. Oysa şimdi bu sözlerle yüzyıl sonrasının kurbanını seçer gibi parmakla işaret ediyoruz.
Masalları unuttuk…
* Cüyid: Dersim dilinde Yahudi.
Huseyin
07/10/2014 at 13:04
Sayın Karataş,
Daha evvel keşiş için Ermeni dediniz. Şimdi de Yahudi diyorsunuz. Keşişlerin aynı bölgede aynı akibete uğramaları bir tesadüf mü yoksa herseferinde çeşitliliği arttırmak icin kullanacağınız bir kavram mı olacak “keşiş”.
Yazılarınızda Kırmancki kelimelerin Türkçe anlamlarını da doğru vermiyorsunuz. “Paga Keşişi” Keşişin evleri anlamına gelmez. Page, Türkçe de haraba anlamına gelir. “Paga Keşişi” ise Keşişin harabesi anlamına gelir. Bir başka yazınızda da “sey” ve “seyd” kelimelerinin aynı anlama geldiğini yazmıştınız. “Sey” saygın anlamına gelirken “Seyd” seyit anlamına gelir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.
Eğer herkes kelimelere kendi istediği anlamları yüklerse ortak bir dilden bahsetmek mümkün olmaz. Edebiyatçıların dil konusunda hassas oldukları, yagın kabul görür. Türkçeyi iyi kullandığınız söyleniyor. Aynı özeni Kırmancki konusunda da bekliyoruz.