Connect with us

Dersim News, Dersim Haber, Dersim

Dersim 38’in Tanığı Gali Amca Hakk’a Yürüdü

Haberler

Dersim 38’in Tanığı Gali Amca Hakk’a Yürüdü

Dersim 38 Katliamı’ında cesetlerin altında sağ kurtulan Gali Ağırdağ Hakk’a yürüdü.

Dersimnews.com –  Gali Amca, Dersim 38 Katliamı’nın yaşayan tanıklarından biriydi. Dersim merkeze bağlı Xeçe (Demirkapı) köyündendi. Dersim 38’de Beyazdağ’a öldürülmeye götürülen kafile içerisinde o da vardı. Şans eseri cesetlerin altından sağ olarak kurtuldu.

Dersim Katliamı’nın yaşayan tanıklarından biri olan Gali Amca, bir süresidir Fransa’da sağlık sorunları nedeniyle tedavi görüyordu. 38’in acılarına tanıklık etmiş Dersim çınarı Gali Ağırdağ, Fransa’da Hakk’a yürüdü.

Gali Ağırdağ

Gali Ağırdağ

 

Gali Amca’nın oğlu Hasan Ağırdağ’ın babasının ardından yazdığı yazı:

YÜREGİMİN DOĞUSU

Klimaların yalancı serinliğine benzeyen, aysız güneşsiz bir yolculuktu. Yüzümü yasladığım arabanın camının arkasından, sımsıkı yumulmuş gözlerimin önünden, çıplak yamaçlara tutulmuş çocukluğum geçiyordu. Geceydi. Yorgun seralarda büyüyen kokusuz sebzeler kadar tatsız, slogan atan grupların sıkılı yumruğu kadar kapalı duruyordu hayat alnımın hizasında. Bakışları çalınmış bir çingenenin, doğuya çıktığı bir yolculukta, çalılara takılmış gözlerinin ağrılarımı çoğalttığı bir geceydi. Yazarına küsmüş tabelanın yorgunluğunda zamanı durduruyordun sen. Bakımsız tarlaların, güneş yanığı otları arasında bir ülkenin çöp kutusuna benzeyen kentlerini arkada bırakırken, dişlerimi kenetleyen bir suskunlukla sen tam yüreğimin hizasında duruyordun. Bense nasır bağlamış ayaklarıma indirmiştim bakışlarımı.
Gelmiş geçmiş tüm zamanların yalnızlığında Kafka düştü yorgun gözlerime, anlamsızlığın betimlemesini yaptığı aforizmalarında yazdıklarını kapıma bırakıverdi. Ardından Cemal Süreya geldi geçti beni. İsminden bir harf kopartıp atan inadını ve kör oluşunu düşündüm işte. Sonra dağların ardında kalan virajları her devirdiğimde kayıp giden bir yaşam öyküsünde seni. Gözlerimi hiç ayırmıyorum seni taşıyan arabadan. Bu sıska ağacın tam dibindeymişsin. Güneşi sırtlayan annen gölge olmuş bedenine. Kurşun sesleri altında dişleri taze bir çocukmuşsun henüz ve yüzündeki suskunluğa bakılırsa ,toprağa çakılan süngünün ışıltısı anneni alırken başlamış.

Derken, Bir el uzanıp dudaklarını aralayarak bir damla su, sadece bir damla suyla armağan etmiş hayatı sana.
Sonra birden bire büyümüşsün dediler baba.

Kuşların yüreğime çarpıp düştüğü can çekişmelerine engel olamadığım zamansız bir rüya olsaydı bu acı, toprak, ağaçlara renk veren mevsimlik bir işçinin ellerindeki nasır olsaydı, seni almasaydı, mavi bir yansıma olmasaydı mesela, cehenneme çevirdikleri dünyayı cennet uğruna kirletenlerin tanrısına el açıp kimse kimseyi terk etmeseydi. Patlayan apandisin sabah sancısı mı desem, yüreğimin ana yolunda fren izleri taşıyan ağır yaralandığım bir kazada mıyım desem bilmiyorum.
Birden gemisine sarılan dalgaların yumuşaklığında yaralarım döküldü geçmişe. 
Coğrafyamızda ölümün en çok bizi beğendiği günlere geri gelmişti vakit.
Sen, bize gönderdiğin bir bavulun etrafında toplanmıştık, yutkunmadan, içindeki en kıymetli ve bizlere köy ahalisine tepeden bakma fırsatını veren GURİNDİG marka radyoyu göndermiştin .

Ve bizi, önünden geçen sanatçıya bakan kadınların şaşkın bakışları kadar üzerimizde hissettiğimiz üstünlüğü ise, radyonun aynı zamanda en ileri teknoloji olan teyp olma özelliğine de sahip olmasıydı. Daha bitmedi! İstediğimiz an sesimizi buna yükleyip dağlar ardındaki saklı bir ülkede kalan sana ulaştırabilme lüksüne bile sahip oluvermiştik bir anda. 
Ağlamaya meyilli kadınlar toplanmıştı bir köşesine evin, köyümüzün ihtiyar heyeti diğer köşeye… Bağlamanın akorduna son kez bakıldı, sürahi dolusu su masaya kondu. “Ses, bir ki üç” ü şehirde öğrenmişti abim ve bir zamanlar Abdulah Papur’un da sesinin eklendiği, arada bir Bedia Akartürk’ün ince sesindeki gırtlak ustalığının da boy verdiği karışık bir kasetin üstüne kayıtlarımız başladı.

Giriş dramatik olmalıydı. Ablam ve abim, göğsüne vurulan saz ile ağlayarak okudular: ”Yedi sene oldu Almanya’dasın, çekilmiyor artık nasıl babasın, dönsene baba gelsene baba” türküsünü… O zaman en revaçtaki haliyle sarstı damın altında gözlerini teypten ayırmayan seyircileri. Sıraya kadınların hep birlikte yaktığı ağıtların, göğe yükselen haykırışları arasına sıkıştırılan hıçkırıklar penceremizden akıp giden gecenin ardına saklanmış şafak vaktine kadar sürdü.
Ve gitmeklerin başı, uzun doğum sancısından sonra görünmeye başladığında gönderdiğimiz sese doğru yol alıyorduk biz. Gitmek miydi gelmek miydi karmaşası içinde biz büyüdügümüzü hiç görmedik. Ve tarih yine yaptı yapacağını, hani bir damla su ile sana koca bir hayat veren ve adını da ondan aldığın, sana, hem dayı hem de baba olan o adam vardı ya,dünyaya iyilikten başka bir şey bırakmayan o adamın oğlu, hastanede serumların arasında sıyrılarak sana son bir damla su verdiğinde, yüreğimde salıncaklar koptu baba, düştüm uçurumun 38’de kalan yarasına.

Babasından aldığın ilk damlanın borcunu oğlu ödedi sana sanki geri dönerken toprağına. Sen bize o bir damla suyun emanetiydin. Irmaklaşarak denize açıldığımız, mavi patiskaların bıraktığı izler kadar senin kıymetini bilmese de hayat, o bir damlayla ne fırtınalar yaşadın baba.

Hasan Ağırdağ

 

NOT: Gali Ağırdağ’ın ailesine,  yakınlarına, sevdiklerinin başı sağlığı diliyoruz. Işıklar içinde yatsın, devri daim olsun.

Dersimnews.com 

Sosyal medyada paylaşın
        
   
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

fifteen − six =

More in Haberler

To Top