Connect with us

Dersim News, Dersim Haber, Dersim

Artenuş’un Ayak İzleri ve Masal İklimi

Haberler

Artenuş’un Ayak İzleri ve Masal İklimi

Yaşlı kadının ellerini avuçlarına aldı. Modern çağ, kadının ellerini inceltti ve zarifleştirdi. Ama yüreğini nasırlaştırdı ve zarafetini de kaybettirdi…  

deste-kokime

Anıları kötü olan insanların belleği güçlü olur derler.

Yaşlı kadının anıları kötü olduğu için belleği, iz sürme duygusu, kendisine ağır bedel ödeyen hayatın izini sürüyordu. İz sürme duygusu, diğer tüm yeteneklerini yutmuştu.

Kendisi gibi ağır bir yenilgiden çıkan insanların birçoğu kendi masalını kaybetti. Ve birçoğu da o masalı aramayacak kadar ağır bir yorgunluğa sahipti.

Fakat yaşlı kadın sadece kendi masalını oluşturmuyordu, aynı zamanda kayıp masalının peşinde de koşuyordu; bedeni ağır bir külçe gibi ağırlaşmıştı ama bir hazine gezgincisi gibi kendisinden bu aramayı bir tutkuya dönüştürmüştü.

Firari, kılıç keskinliğindeki bakışlarla kendisini süzen yaşlı kadına yanaştı. Kürtçe dilinde amcamın eşi anlamına gelen “amojınamın” seslenişiyle, kadının firariye sarılması bir oldu.

Devletin iştahla öldürmek ya da hapsetmek istediği firari adamın yüzüne ellerini koydu. Elleri tarih öncesi çağlardan gelmiş gibi eski, ağır ve yorgundu.

Sonra kayıp geçmişini arar gibi nasırlı ve yorgun ellerini yüzün de gezdirdi. Herkes gibi firari adam da şaşkınlık, hüzün ve masal iklimine girmişti. Kimse o masal iklimine dokunmak istemedi. Dokunurlarsa, tekrar kaybolacağından korktular.

Paneldeki konuşmalarda etkilenen kadın, ağlamaya başladı. Yaşlı kadın, gözyaşlarını silmiyordu. Gözyaşları yanaklarından süzülüp, boyun boşluğunda kayboluyordu. Kadının sadece anılarına değil, gözyaşlarına da ağır bir hürmeti vardı. Hayatında ağlamanın bir kadına bu kadar yakıştığına asla tanık olmamıştı. Yaşlı kadının gözlerinden gelen yaşlar, bir vadiyi yaran yorgun bir nehrin sancılı yürüyüşü gibi yanaklarından aşağıya doğru süzülüyordu.  Ağlamak bir insankızına bu kadar mı yakışırdı? Bir kadın ağlarken bu kadar mı güzelleşirdi?

Yaşlı kadının ellerini avuçlarına aldı. Modern çağ, kadının ellerini inceltti ve zarifleştirdi. Ama yüreğini nasırlaştırdı ve zarafetini de kaybettirdi…

Ve zarif görünen eller için bir rant sektörü de yarattıldı. Ne diyorlardı adına manikür mü?

Her neyse…

Ama firari adam, elleri nasırlı, ama yüreği zarif olan kadınlara farklı bir kıymet veriyordu.

“Seni evime konuk etmek istiyorum.” diyerek yüzünde gezdirdiği ellerini okşar gibi başına koydu.

“Davetimi lütfen kabul et!” dedi.

Firari adam, zamansız ve beklenmedik davete karşı çıkma cesaretini kendisinde bulamadı. Yalnız gitmek için yanındakilerden müsaade istedi.

Kimsenin bu sihirli masala dokunmasını istemedi. Bencilliği tuttu. Bu masal köşesine kendisi baş konuk olmak istedi. Ve öyle de yaptı.

Yaşlı kadın yaşını hatırlamıyordu. Kalabalık bir ailesi vardı. En büyük torunu firari adamla yaşıttı.

İhtişamlı hazırlanan sofraya oturdu firari adam. Zengin sofra da en çok tandır ekmeğini yedi. Gösterilen yoğun ilgiden utandı. Yemeği, hayatında görmediği ev yapımı tatlılarına sıcak içecekler eşlik etti.

Bol sorulara maruz kaldı. Tanışma faslı uzadıkça uzadı. Hiç tanımadığı ve görmediği aile fertlerinin yüzlerini inceledi. Her birinin yüzünde tanıdık ve daha önce dokunulmuş bir masal iklimi vardı.

Kendisini şanslı ve bahtiyar hissetti. Modern yaşamın içinde hissiyatın kaybolduğunu, kendisindeki duyarlılığın zayıfladığını ve iç zenginliğinin fakirleştiğini düşündü.

Bir an “Tek servetim fırsatlarım, tek pusulam şansımdır,” sözünü hatırladı.

Acaba kendisi gerçekten şanslı mıydı? Pekiyi bu kadar şanslıydıysa, niye ömür boyu bir sürgüne mahkûm edilmişti? Çocukluğu niye kendisine sırt dönmüştü? Yurdu hangi zaman diliminde saklıydı? Ülkesi neredeydi? Bir girdaba dönüşen soruların cevabını aramak için doğru bir zaman olmadığına kanaat getirdi.

Yaşlı kadın, İhanete uğradığını düşünüyordu. Ölüm korkusuyla ailenin din değiştiren diğer fertlerine ömür boyu bir ceza vermişti. Görüşmeme ve sonsuzluğun içinde birbirini kaybetme cezası… Bir yanın da ise geri de bıraktıklarını aramayla geçen bir zaman sonsuzluğu vardı.

Çünkü Ararat’ın (Ağrı Dağı) diğer tarafında 4 yaşındaki kız kardeşi Artenuş’u kaybeden babasının arayışlarını yaşlı kadın devralmıştı. Babasını Ararat’ı gören hâkim bir tepenin üzerine gömmüşlerdi. Yüzünü de o yöne çevirmişler. Hayatında göremediği ölümünde görür diye, mezar taşının üzerine de bir çift göz resmini yapmışlardı. Bu babasının vasiyetidir. “Senin ismini duydum. Sonra da kitabını okudum.

“Aman tanrım, o acının resmini nasıl çektin?”

“Kitap kapağındaki yüzünü uzun süre inceledim. Tanıdığım ama hatırlayamadığım bir yakınıma benziyorsun. Sen kimsin güzel çocuk?” “Sonra bu panele de konuşmacı olarak geleceğini duydum. Ve gelip seni gördüm.”

Yaşlı kadın, kendisini soruyor ve kendisi cevaplıyordu.

“Sana hayatımın en değerli yadigarını verecem,”diyerek, çember olan aile fertlerinin içinde havaya kalktı. Büyük köy evindeki salonun dip köşesindeki sandığın içinde çıkardığı yazmaya sarılı kağıt tomarını tuttu. Göğüs kafesine bastırdığı kağıt tomarını firari adama uzattı.

Firari adam, kutsal bir emaneti  tutar gibi titizce ve dikkatli aldı kağıt tomarını.

Eski tarihlerde yazılmış bir günlüktü. Sevindi, şaşırdı ve hayrete düştü.

“Bu benim babamın kendi el yazmasıyla tuttuğu hikayesidir. Bunu senin koruyacağını ve yazacağını düşündüğüm için sana veriyorum. Ona iyi bak!”diye yutkundu.

Yaşlı kadın, günlüğü verirken elleri titredi. Kağıt tomarıyla vedalaşır gibi sözler mırıldandı.

İlginç tanışma ve bir sürü güzel süpriz ve sıcak karşılamanın ardından bir de değeri asla biçilmeyecek bir hazineye kavuşmuştu. Tarihin ayak izlerini takip eden hazineye göz gezdirdi. İki sayfayı ancak okuyabildi. Boğulur gibi oldu.

İçindeki boşluk büyüdü. Sanki kanı çekiliyor hissiyatına kapıldı.

Verileni alıp almama arasında kararsızlık geçirdi.

Kadının atlas gibi geniş ve güzel yüzünü tekrar inceledi. Kimliğinden önce vicdanın oluştuğuna düşündü.

Kendisinden kaçan modern tarih insanın aksine, yaşlı kadın,  sadece babasının kayıp kız kardeşini aramıyordu, aynı zamanda kendi içindeki çocuğu da arıyordu.

Yaşlı kadının küçük kızı, “Anne bu kim? Aman tanrım ne kadar bize benziyor?”diye sordu.

Genç kızın gösterdiği fotograftaki kız, firari adamın arkadaşıydı. Fakat firari adam arkadaşını tanımıyordu. Onun için cevap vermedi.

Genç kızın sorusu havada asılı kaldı.

Geceye şafağın aydınlığı  merdiven dayamıştı. Yaşlı kadının üzerinde yarattığı masal gizeminin etkisinde daha kurtulmamıştı. Herkesin kendisini ve kayıp geçmişini aradığı uzun bir yolculuk sonunda,  yaşlı kadın, büyük kızı ve firari adam dışında herkes uykuya yenik düşmüştü.

Şafağın ışınları Ararat’a ulaştığında, yaşlı kadın da babasının mezarının başına çöktü.

Mırıldanarak, babasına bir şeyler söyledi. Sanki firari adamı takdim ediyormuş gibi yaptı.

Mezar taşının altında yatan bahtsız adamı çektiği acıyı  hayal etmeye çalıştı. Tarihde ilk kez Hititliler’in başvurduğu sürgün cezasının, insanoğluna ve kızına verilmiş en ağır ceza olduğunu düşündü.

Öz yurdunda ailesini kaybetmekle kalmamış, kız kardeşini de kaybeden Agop Amca’nın, kendisi gibi mezarı da sürgündeydi.

“Kayıp Artenuş’u bulmama yardımcı ol!”,diyen sesiyle irkilir gibi oldu.

“Babam, acısının yanında kendi kendine verdiği cezayla da göçüp gitti. Ağır bir vicdan azabı çekiyordu. Birincisi, ailesinden tek sağ kurtulan kız kardeşini

kaybettiği için. İkincisi ise ona bulmayı beceremediğinden için.” Babasının mezarı üzerinde birikmiş karı elleriyle aldı.

Sabah güneşi, pırlanta parçası gibi Ararat’ın gelinlik gibi bembeyaz tepesine gülümsedi. Aras Nehirinde yükselen buğu, ovayı baştan başa kapladı. Yaşlı kadının sesiyle eteğinde bulunduğu dağın heybetiyle irkildi.

Firari adam, ayin yapar gibi başını sallayan kadının ellerini avuçlarına aldı. Sonra göğsüne bastırdı. Gözlerinden yaşlar geldiğini farketti…

“Kaç yıldır bilmiyorum,”diye iç geçirdi yaşlı kadın. “Artık yoruldum aramaktan,” diyerek, Ararat’a bakışlarını dikti.

Aradığı kayıp kız, Ararat”ın batı tarafından kalmıştı.

Fakat şimdi neredeydi acaba?

En önemli ise ölürken dahi gözlerini kapatmayan Agop ve kayıp kız kardeşinin öyküsünü nasıl yazacaktı?..

07.03.15

Murat KAHRAMAN 

Sosyal medyada paylaşın
        
   
Continue Reading
You may also like...
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

9 + three =

More in Haberler

To Top