Connect with us

Dersim News, Dersim Haber, Dersim

Ses Üşür Mü?

Haberler

Ses Üşür Mü?

Uzak tepelerden halen kurt ulamaları duyuluyordu. Uzak dağların karlı sinesine şafak aydınlığı karıştı…Zaman ilerledi. Sessizlik ses oldu. Sessizlik  konuştu, geceyi ve toprağı ısırdı. ‘Ses üşür mü?’ diyen bir sesi duyar gibi oldu.

Murat KAHRAMAN

“….

Saçlarını okşayan merhametli ve sevda elçisi gibi olan el, aniden kaybolmuştu. Sürgün gibi soğuk bir yalnızlığın girdabına yuvarlandı. Kendisini tek başına, yalnız ve çıplak hissetti.

İrkildi, rüyasında inleyerek uyandı,feryat değil ezgili bir iç çekti. Kabaran  inleyişi sanki bir insandan değil de toprağın bağrında kopan bir ses gibiydi.

kadin-ve-mamekiye

Alnı boncuk boncuk terlemişti. Göğsünün ucunda ince bir nehir gibi akan uzun bir sız vardı.

Yerinde doğruldu. Geceyi dinledi. “Neredeyim ben?” diyen iç çekişiyle etrafını yokladı. Dağ evindeki şömineye baktı. Ateş zayıflamıştı. Ateş titrek ve güçsüzdü. Tıpkı içinede yankılanan sesler gibi.

Yerinde isteksizce doğruldu. Pencereye doğru yürüdü. Alnını cama dayadı. Dağın güneyine doğru baktı. Ay ışığı turuncu bir renge bürünmüştü. Dağ, batmaya hazırlanan ay ışığı altında hedefsiz ve sükunetin egemenliğine teslim olmuş gibiydi. Kuzeyde kurt ulemaları duydu. Tüyleri diken diken olur gibi oldu.

Buruşmuştu kuzey rüzgarları, dışarıda kar yağıyordu.

mırıldanır gibi şiir okudu.

‘…

derin sır

anlaşılmaz başlangıç

kuşatıyorsun şanlı ihtişamınla…

…’

Yan odaları dinledi. Arada bir gelen belli belirtisiz homurtular dışında bir ses yoktu. Herkes uyuyordu.Parkesini geydi, ayak uçlarında yürüyerek dışarı çıktı.

Kapının önünde kımıldanan karartı

“Uyandırdım mı seni delikanlı?”
yla irkildi.

Şaşırdı. Kararsız bir şekilde, “hayır amca,uykum kaçtı”diyerek, yerde çömelen ev sahibine yanaştı.

yaşlı ev sahibi adam, uyumamıştı. Ama “neden yatmadın?”sorusunu sormaya cesaret edemedi. Çünkü yaşlı adamın kanayan ve kapanmayan bir yarası vardı. Fazlasını da öğrenmek istemiyordu. Nede olsa herkes bir biçimiyle yaralıydı.Yavaşça yürüyerek yanına çömeldi.

Burnunda ejderha gibi iki kalın sigara dumanını çıkardı yaşlı adam.

Kendisine bir sigara uzattı. Kabul etmedi.

“Ne sigara ne alkol kullanıyorsun,”diye kafa salladı. “Yaşlanmayı düşünmüyorsun herhalde?”

Ses çıkarmadı.“Ben senden daha yaşlıyım,”demek istedi, ama vazgeçti.

Sigarasını söndürmeden ikinci sigarayı yanan sigarasının ateşiyle yaktı.

“Çok güzel yatıyordun Dersimli. Önce seni seyrettim. Yüzüne derin bir huzur çökmüştü,”diyerek, sigarasını diğer eline aldı.

“Sonra dayanamadım, affedersin kusuruma bakma ama saçlarını okşadım.”

Misafir adam, yılan ısırmış gibi irkildi. Söylenen ve yapılanlara anlama vermeye çalıştı.

“Hayatımda bir Keje’nin saçlarını, bu kirli dünyadan göçen kızımın bir de senin saçlarını okşadım.”

Ağır bir suskunluk gelip aralarına girdi. Ertelenemez bir zaman aralığı içinde sustular. Kimse sözcüklere dokunmak istemedi. Söz ikrarını, gücünü ve tılsımını yitirdi.

Şaşkınlığı daha da arttı. Eşini kanserde, tek kızı olan genç evladını da iki yıl önce trafik kazasında kaybeden yaşlı adama ne olmuştu? Neden kendisini de en sevdiği ailesini bireyleri içine koyuyordu?

En önemlisi bu akşam niye bu kadar konuşkan olmuştu ?Halbuki Vanlı yaşlı adam çok az konuşur, susar ve dinlemeyi tercih ederdi.

Kazada kaybettiği kızına, Ermeni soykırımda küçük bir kız olarak yaralı bulunan bahtsız annesinin ismini koymuştu. Kızını sadece evladı olarak değil, annesi ve soyu bu topraklarda kurutulan ve hiç tanımadığı dayılarının tebaası gibi seviyordu. Kızının ölümüyle yapayalnız kalmış, dünyaya küsmüş ve içine kapanmıştı. Derin ve ağır bir yasın pençesine düşmüştü.

Kendisini ve arkadaşlarını dağ evine davet eden yaşlı adam ne yapmaya çalışıyordu? Anlamaktan zorlandı. Nasıl soru soracağını bilemedi.

Oysa, yatmadan önce dünyasına bir masal gibi yumuşak ama ilkbahar yıldırımından daha hızlı dünyasına dalan kayıp esmer kızı düşünerek uyuyakalmıştı. Yıllar önce kaybettiği kimsesiz ve yetim kızı nerede bulabilirdi?Ne zaman uykuya daldığını da bilmiyordu. Uzun bir zaman kayıp ettiği esmer kızı, ilk kez rüyasında  görmüştü.

 

İnsan ilişkilerinden soğuk gibi duran ama altın gibi bir kalbe sahip olduğuna inandığı Vanlı yaşlı iş adamı, başını uykuda okşamıştı.

Ama neden?..

“Bak oğlum,”dedi. “Seni bu akşam davet etmemin nedeni özeldir. Ama beklediğimden fazla adamla geldin.Sohbetiniz derindi, sözünüzü de bölmek istemedim.”

Alnını yukarı kaldırdı Vanlı yaşlı. Yağan kar tanecikleri yüzüne kondu.

“Sen yiğit ve mert bir insansın oğlum!”

Misafir adam, *buda nerede çıktı?”diye mırıldandı.

“Hayır amca, ben yiğit bir insan değilim,”diye itiraz etti.

Sadece acıdan ibaret olan bir gülümseyişle iç çekti. Genç konuğun söylediklerine itiraz etmek ister gibi yaptı. Sonra aniden ayağa kalktı. Üstüne yağan karı silkeledi. Tekrar yerine aynı hızla oturdu.

“Bak Dersimli delikanlı,”diyerek itiraz etti. “Ben insanların önce göz bebeklerine bakarım. Sonra ellerin biçimine, yemek yeme hallerine ve bir de uykuda kalktıkları ilk hallerine bakarak tanırım.”

Yaşlı Vanlı’nın dedikleri karşısında ne diyeceğini şaşardı. İnsanları tanıma yöntemlerini duymuştu. Fakat bu sözcükleri ve tanıma yöntemlerini ilk kez duyuyordu. Hoşuna gitti. Şaşırdı. Bir an bu ölçülere uyup uymadığını düşündü.

“Sen dostlar karşısında yürekli, düşman karşısında korkak olan insanların soyunda gelmiyorsun Dersimli. Kökleriniz de zulme boyun eğmemek var. Köklerinizi kuruttular, ama boyun eğmediniz!”

Kar daha sık ve iri tanelerle dağa yağmaya başladı.

“Ne kılıçla gelen ölümden ne de ateşle gelen ölümden korktum, hepsi bu amca. İnan ki başka hiç bir şeyim yok.”

Kollarını bağlar vaziyette ileriye doğru uzattı. Söylediği sözün ardına düşer gibi yaptı. İfadeyi ukala, kendini beğenmiş ve nobran buldu. Pişman oldu.

“Bir tarafın zindan, bir tarafı mezar ve diğer tarafı da sürgün olan yiğitlik batsın!”diyerek, acı acı gülümsedi.

“Üstelik yenildik amca!” diye devam etti.

Vanlı adam, söylenene itiraz eder gibi oldu, son anda vazgeçti. Ayaklarını öne doğru uzattı. Yellendi. Mis gibi kokan havayı ağır bir gaz kokusu kapladı. Kokuda akşam yenilen zengin yemeğin ve ağır alkolün izleri vardı.

“Dersimli sizinkisi zafer tadında bir yenilgidir. Çünkü teslim olmadınız!”

Elinde kartopu yaptığı karı aşağıya doğru fırlattı.

“Zulmün önünde boyun eğmeyen başlara kurban olurum!” diye sözüne ara verdi.

Misafir adam, konunun nereye varacağını merak etti. Baba tarafı Kürt, anne tarafı Ermeni olan yaşlı adamın yüzünü bir atlas gibiydi. Yüzündeki yarıklar, hayat tecrübesinin temsili gibiydi. Bu kalın ve uzun yarıklar, yüzünü daha da çekici ve zengin kılıyordu.Yüzünde iki ulusun karışımından doğan huzur veren bir güzellik vardı.

Niye başını okşamıştı? Konuşacağı özel şey neydi? Neden tuhaf  ve gizemli bir iklime girmişti? En önemlisi de yaşlı adam bu gece niye bu kadar güzeldi?

“Bak Dersimli,”diyerek, elindeki sigara izmaritini kara gömerek söndürdü.

“Seni buraya çağırmamın nedenine gelmek istiyorum.”dedi. Elini misafirini omuzlarına koydu.

“Ben yaşlandım. Yaşım ilerledi. En önemlisi de ben bu acıyı artık kaldıramıyorum. Yani bir ayağım bu dünya da diğer ayağım öteki dünyada.”

Dağ evine yakın çam ormanı içinde gelen tilki pavkırmasıyla konuşmasına ara verdi. Gecenin sesini dinledi.

“Biliyorsun ben varlıklı bir iş adamıyım,”diyerek boğazını temizledi. Tekrar sigara yaktı. Gayri iradi içmeyen misafirine de uzattı sigara paketini.

“Kusura bakma, içmiyordun ya sigarayı,”diye kendi kendisine söylendi.

“Neyse,”dedi. “Ben malvarlığımı sana bırakmak istiyorum. Avukatıma tüm işlemleri hazırlattım. Noterde randevu aldım ve tüm mal varlığımı ve gayri menkullerimi sana vermek istiyorum!”

“Bu nasıl bir teklif amca?”

“Nasıl bir teklif oğlum?”diye, soruya soruyla karşılık verdi.

“Asla kabul etmeyeceğim bir teklif de ondan,”diyerek, itiraz etti. Neden kendisi seçilmişti. En önemlisi de adam yaşlı olmasına rağmen halen yaşıyordu. Kendisinin bilinmeyen ölümcül bir hastalığın olabileceğinden  şüphelendi bir an. Merak, ucu sivri matkap gibi beynini deler gibi yaptı. Baş ağrısı tuttu.

“Ama neden ben amca?” sorusundan sonra, uzun bir sessizlik oldu.

“Oğlum ademoğul kirli bir ırmaktır,”diyerek, elini karanlığın içine savurdu.

”Kime güveneceğimizi kestiremeyiz.”dedi.

Elini misafirini başına koydu. Üzerindeki karı sildi.

“Ama sen feleğin çemberinde geçmiş, dostluğu test edilmiş ve hayat okulundaki sınavda alın teriyle çıkmış birisin.”

Boğazını temizleyerek, “üstelik,”dedi, ama misafiri, saygıda asla kusur etmediği yaşlı adamın sözünü kesti.

“Seni sevmesem burada işimiz ne oğlum?”diyerek, soruya soruyla karşılık verdi.

“Amca hak etmediğim tek bir çöpü dahi kabul etmem!”

Yaşlı adamın sözünü kesmemesini rica etti.

“Bizi misafir ettin. Teklifle onura ettin,”dedi. Yalvarır gibi boynunu yana büktü.

“Amca, teklifini kabul edersem ne sen bana saygı duyarsın ne de ben kendime saygı duyarım!”

Yaşlı adam, aldığı red cevabı üzerine kendisini hançerleyen bir erdem içine girdi. Havaya kalktı.Bir şeyler mırıldanır gibi yaptı. Etrafından yarım daire döndü.

Karşılıklı ısrarlar ve itirazlar uzun bir zamana yayıldı.

“Üstelik, üstelik…”diyerek uzattı. Boğazı düğümlendi. Sustu. Bir iki adım attı. Durdu ve birden misafire döndü:

“Üstelik kızım sana aşıktı!…”

“Neeee, neee diyo diyorsun amca?”

Misafir adam kekeleyerek, zar zor sözünü bitirdi.

“Evet oğlum,”diye derin derin nefes aldı. Paltosunun üzerindeki karları döver gibi temizlemeye başladı.

“Kızım seni tanıdıktan sonra başka bir iklime girdi.”diyerek sendelendi. Uzatılan eli savur gibi itti.

Misafir adam elektrik akımına kapılmış gibi olmuştu. Ne diyeceğini ve nasıl davranacağını bilmiyordu. Bir düşteymiş gibi başını sağa sola salladı. Yüzünü yokladı.

Yaşlı adam, sesi titriyordu. Sarsılarak ağlamaya başladı.

“Ölümünden sonra günlüğünü okudum. Her güçlü aşkın semasında bir şiir güneşi oluşur. Kızımın aşkında bir cennet doğmuştu. Ama kızımın ölümüyle benim de güneşim ebediyen battı.”

Misafir adam, güzellik abidesi uzun boylu ve sarışın kızın suletini canladırdı hayalinde. İçi sızladı. Yerinde hafif doğruldu. Ateş gibi yanan yüzüne karla ovdu. Bir an kendisine gelir gibi oldu.

Ellisinden sonra tek kız çocuğu evladına sahip olan yaşlı adam, boğulacakmış gibi ağlıyordu. Eşinin ve kızının isimlerini hatırlar fakat çağırıyormuş gibi bir ses tonuyla tekrarlıyordu. Birbirinden kopuk gibi görünen cümleler, kelimenin sonunda şaşırtıcı bir şekilde birbirine bağlanıyordu.

Sarsılarak ağlayan yaşlı adama nasıl davranacağına şaşırdı. Onu teselli edebilecek bir sözcüğün kayıp olduğunu düşündü.

İçindeki sesleri dinledi. İçindeki zenginliğin ve duyarlılığın zayıfladığını fark etti. Dağa yağan karın aynı zamanda içinde kuruyan dallara da yağdığını düşündü. İçindeki kuşlar nereye göçmüştü?

Yaşlı adamın ağlaması uzayınca daha sakin ve düzenli bir hal altı. Huzura kavuşur gibi oldu.

Uzak tepelerden halen kurt ulamaları duyuluyordu. Uzak dağların karlı sinesine şafak aydınlığı karıştı…

Zaman ilerledi. Sessizlik ses oldu. Sessizlik  konuştu, geceyi ve toprağı ısırdı.

‘Ses üşür mü?’ diyen bir sesi duyar gibi oldu.

Evet, bıra. Sahipsiz kaldığı zaman ses de üşür ruh da!…

…”

 

 

 

 

 

 

 

 

Sosyal medyada paylaşın
        
   
Continue Reading
You may also like...
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

13 + thirteen =

More in Haberler

To Top