Haberler
Post-Truth tarihçilik bağlamında Hasan Hayri Bey’in son sözleri ve gerçekler
Dikkatli bir araştırma, Hasan Hayri Bey’in son sözleri olduğu iddia edilen ifadelerin kaynağının Nuri Dersimi’nin kitabı olduğunu anlayacaktır.
Serhat HALİS – Yazar
“Post-truth” sözcüğü, özellikle son yıllarda başta akademi dünyası olmak üzere pek çok alanda karşımıza çıkmakta. Sözcük ilk bakışta “gerçek ötesi”, ”gerçek sonrası” ya da “gerçek üstü” gibi anlamları çağrıştırsa da, içeriği bundan biraz farklı. Zira “post” sözcüğünün burada kazandığı anlam “önemsiz” şeklinde karşımıza çıkıyor ve “post-truth” terimi, “gerçeğin önemini yitirdiği”ne yapılan gönderme içinde anlam kazanıyor.
Biz de bu çalışmada, “post-truth” tarihçiliğin yaratmış olduğu büyük tabloda yer alan küçük bir örnek olarak; 1. Meclis’te Dersim mebusluğu yapan Hasan Hayri Bey’in 1925 yılındaki idamından önce söylediği son sözlerinin ne olduğuna dair ortaya atılmış olan iddianın gerçek olup olmadığına bakacağız.
İlk olarak, Radikal 2’nin 27.11.2011 tarihli sayısında, “Kemalizmin Şeref Sözü!” başlığıyla kaleme alınmış yazıda; “25 Kasım 1925 tarihinde Elazığ’da idam edilen Hasan Hayri Bey’in son sözlerini hatırlatmak isterim: ‘Ey Kürt Halkı! Bizden de ibret alın ve bilin ki, dünyadaki en güvensiz söz, Kemalistlerin verdiği şeref sözüdür’”[1] gibi bir ibareyle karşımıza çıkan bu iddia, daha sonra pek çok başka çevre tarafından doğruymuş gibi sahiplenildi ve hem sosyal medyada hem de başka bir takım mecralarda sıklıkla kullanıldı.
Teknolojinin ve internetin gelişim seyri ve olanakları, gerçekdışı bilginin hızla çoğalmasına ve çoğaldığı ölçüde kökleşmesine olanak sağlıyor. İşte bu atmosfer içinde, Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey’in idamından önceki son sözlerine dair iddia tüm sübjektifliğine rağmen, gerçek olarak yaftalanabilmektedir. Bu yaftalamanın ne kadar gerçek ya da gerçek dışı olduğuna dair yapılacak bir analizin ilk adımını, Hasan Hayri Bey’i idama götüren sürecin incelenmesi oluşturur.
Şeyh Said İsyanının Karakteri
“Şeyh Said hareketini” bir “Kürt isyanı”[2] olarak değerlendirenler olduğu gibi, onun “İslami bir kalkışma”[3] olduğunu ileri sürenler de mevcuttur. Her ne olursa olsun Şeyh Said’in bir Nakşibendi şeyhi olması, onun mücadelesini de kaçınılmaz olarak dini bir içeriğe büründürüyor.[4] Tam da bu noktada, hareketin önderlerinin neredeyse tamamının şeyh olması, dikkate alınması gereken bir durum olarak beliriyor. Şunu da unutmamak gerekir; hem Şeyh Said ve hem de isyanın diğer ileri gelenleri, “bağımsız bir Kürdistan” fikrini yüksek sesle dillendirmemiş ve her daim hareketlerinin dini bir misyona sahip olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Örneğin isyanın Elazığ sorumlusu Şeyh Şerif’e ‘bağımsız bir Kürdistan amacıyla yola çıktığınız söyleniyor, bu doğru mudur’ diye soran Karerli Mehmet Efendi’nin, Şeyh Şerif’ten aldığı yanıt şöyledir:
“Buna karşı Şeyh Şerif, cebinden çıkardığı Kelam-ı Kadim’i öperek, ‘Kur’an’ı Azim’şan şahidimdir ki, bizim ne Kürtlük ve ne de siyasetle ilgimiz yok. Dine tasallut var. Şeriat hükmünü ve hilafeti kaldırmak istiyorlar. Seferimiz bunlar içindir. Cihadımız dini mübin Allah için ve kutsal bir cihattır’ deyince, odada birden ‘Allah Allah mübarek olsun, zafer müminindir’ nidaları yükselmeye başladı”.[5]
Şeyh Şerif’in Elazığ’ı ele geçirme girişiminden hemen önce, Hüseynik köyünü kuşatarak ve Hasan Hayri Bey’in evine bir çeşit baskın mahiyetinde yerleştiği gün,”Maksadımız gayet açık. Hilafet ortadan kaldırılmak isteniyor. Biz ise bunun ipkasını yani kalmasını istiyoruz. Şerri hükümleri kaldırılıp yerine yeni kurallar getirilmek isteniyor, biz ise buna karşıyız” şeklindeki açık şeriat talebi, yandaşları tarafından “tekbirler” ve “Allahu ekber” nidalarıyla karşılanır.[6]
Şeyh Said’in Diyarbakır hapishanesinde Karerli Mehmet Efendi’ye anlattıkları da, Şeyh Said hareketinin Kürt İstiklal Komitesi faaliyetlerinden bağımsız olduğu sonucunu doğuruyor. Karerli Mehmet Efendi’nin aktardığına göre; Şeyh Said konuşmanın hemen başında Kürt İstiklal Komitesi’ne karşı olan mesafesini; “Kürt İstiklal komitesi üyesi Seyit Abdulkadir’le, kayınbiraderim Albay Cibranlı Halit Bey; beni devamlı olarak kendi saflarına çekmek istiyorlardı. Yakamı ellerinden alamaz olmuştum. Sözde kendilerini Sultan Vahdettin’le, İngilizler destekliyormuş” sözleriyle dile getirir.[7]
Şeyh Said’in yakalandıktan sonra, gerek ilk sorgusunda ve gerekse mahkeme sürecindeki ifadelerinde belirttikleri de, bu hususa dair önemli göstergelerdir. Şeyh Said tüm bu süreç boyunca “kıyam” olarak nitelendirdiği hareketi, “şeriat düzeni kurmak” için gerçekleştirdiğini belirtiyor. Şeyh Said yakalandıktan sonra, 5 Mayıs 1925 Salı günü Diyarbakır’a getiriliyor. 21 Mayıs 1925 tarihinde kayıt altına alınan ilk ifadesinde “Diyarbakır’ı aldıktan sonra ne yapacak ve nereye gidecektiniz?”sorusuna; “Diyarbakır’ı aldıktan sonra hükümetle haberleşecek ve şeriatı isteyecek ve kabulu halinde raiyyesi[8] olacaktık. Benim maksadım bu dine bir hizmet etmekti” diyecektir.[9] 26 Mayıs 1925 tarihinde Diyarbakır sinema binasında İstiklal Mahkemesi karşısına çıkan Şeyh Said “İsyan hareketini nasıl düşündünüz? Nasıl buldunuz. Sizi teşvik edenler var mı” sorusuna “Haşa ilham… İlham vaki olmadı. Kitaplarda gördük. İmam ne vakit şeriatın ahkamını icra etmezse üzerine kıyam vaciptir. Hükümete şeriat meselesini anlatmak istedik. Hiç olmazsa bir kısmmın icrasını talep edecektik” şeklinde karşılık verir ve devamında; “Kıyamınızın esbabı nedir onu söyleyiniz” sorusunu “Şeriat meselesi. Bir de Sebilürreşat’ın yazdıkları hiddetimizi artırıyordu. Bizi teşvik ediyordu. Risale yazıp şeriat ahkamını bildirmek için kanunları da şer’a mutabık bir şekilde talep etmek istedik imam, şeriat ahkamını icra etmezse dedim. Bu kıyamın ceveızına delildir. (…) Vaktaki vukubuldu, işte şeriatte vaciptir diyor. Hiç olmazsa günahkâr olmayız dedim. (…) Nihayetin nasıl olacağını düşünmedim. Meclisi Mebusanın da kısmı azamı dindardır. Taleplerimizi kabul ederler, medreseleri açarlar dedik, tabii vakti saadete kadar olmazsa da bir derece iyileşir dedik” biçiminde yanıtlar.[10]
Yavuz Bahadıroğlu “Şeyh Said İsyanı Neden Çıktı” isimli yazısında, İsyanın nedenlerine dair şunları belirtir: “Şeyh Said, İslam Dini adına ayaklandığını söylüyor ve herkesi “şeriatı savunma”ya davet ediyordu. Bu anlamda yayınladığı bildirilerde, “Şeriat için savaşanların lideri” anlamına gelen bir mühür kullanıyordu. Yani bu ayaklanma resmi ağızların yansıttığı gibi, bir “Kürt ayaklanması” değildi. Bunu İstiklâl Mahkemesi’ne verdiği ifadelerinde bizzat kendisi söylüyor”.[11]
Şeyh Said’in idamından önce kendisine uzatılan kağıda yazdıkları ise, amacını en net özetleyen ifadeler olarak değerlendirilebilir. Tam olarak şunları yazmıştır kâğıda; “Benim ölümüm Allah ve Din için ise darağacında asılmama perva etmem”.[12]
Bu bağlamda yüzyıllarca Osmanlı şeriatından muzdarip olmuş Dersim’in ve Dersimlilerin, şeriat isteyen bir kalkışma olarak Şeyh Said isyanına yakın durmuş ya da destek vermiş olmaları pek mümkün görünmüyor.
Dersim Ve Şeyh Said İsyanı
Dersim (buradaki bağlam Tunceli) mevcut konumu itibariyle Türkiye’de nüfusunun tamamına yakınının Alevi olduğu tek il. Bu özelliği onu Türkiye’de pek çok alanda farklı bir yere konumlandırıyor. Bu durumun idraki için TÜİK verilerine bakmak bile yeterli.[13] Verilerin çoğu sosyo-kültürel açıdan, pozitif anlamda en üst sıraya oturtuyor Dersim’i. Bu ise kaynağını ortak geçmişten alıyor.
Bu geçmişin, Dersimlilerin, İslam toplumları tarafından kuşatılmış ve fetvalarla katli vacip olarak yaftalanmış bir toplum olmasından kaynağını aldığı ileri sürülebilir. Osmanlı tipi şeriat düzeninin Aleviye yaşam hakkı tanımayan habitasyonu içinde Dersim dağlarına sıkışmış bu toplumun, en büyük kaygısının “şeriat” olduğu söylenebilir. Bu bağlamda Osmanlı şeriat düzenini geri getirmek için yola çıkmış bir hareket olarak Şeyh Said kalkışmasına, Dersimlilerin destek vermiş olması, pek olası değildir.
Dr. Daimi Cengiz’in “(…) ardı sıra Zaza Şeyhlerinin Darahini’deki şeriat uygulamaları Kızılbaş Dersimlileri ürkütür. Aynı dili konuşsalar da mesafeli ve tedbirli olmaya özen gösterirler. Sey Qaji Dersim’in eteğine yığılmış bu şeriat taliplerinin istek ve uygulamalarını sezen ve duyan bir şair olarak durumu bir mani ile özetler” diyerek, dönemin atmosferini resmeder.[14] 1860 ile 1936 yılları arasında yaşamış olan Dersim’in ünlü halk ozanı Sey Qaji, Şeyh Said ve adamlarının şeriat istemlerini, bir “bela” olarak görür ve bunu dizelerine yansıtır.[15]
Bu açıdan Dersimlilerin Şeyh Said isyanındaki tutumları şaşırtıcı olmamıştır. Dersimliler kalkışmanın ilk anından itibaren harekete mesafeli durmayı tercih etmişlerdir. Nuri Dersimi bu durama; “Bütün Kürdistan’ı işgal eden Türk ordularının Kürdistan’daki halkı genel göçe zorlamalarına ve zulümlerine, ne yazık ki, Dersimliler seyirci kalıyordu” sözleriyle sitem eder.[16]
Ancak Dersimlilerin sükunetinin ilerleyen zamanlarda bozulmuş olduğu görülüyor. Bir süre sonra şeriat saikiyle harekete geçmiş olan Şeyh Said birlikleriyle Dersimliler arasında çatışmalar başlar. Dersimi’nin aktardığına göre; Dersimliler, Şeyh Şerif birliklerine arkadan saldırarak, onları Palu istikametine doğru çekilmeye zorlamışlardı.[17]
Nuri Dersimi’nin bir başka yapıtı olan “Hatıratım”da, Şeyh Said birliklerine karşı savaşan Dersimlileri “alçak” olarak nitelendirdiği görülüyor. Dersimi; “Şarki Dersim Aşiretleri Doğan Dede oğlu Hüseyin’in teşvikiyle Türk kuvvetleriyle teşriki mesai ederek Kürt kuvvetlerine arkadan saldırı yapmak alçaklığında bulunmuşlardı” der.[18] Aynı olayı Karerli Mehmet Efendi; “Hüseyin Doğan’ın dedesi ile Hozatlı Albay Hıdır Emre kumandasında toplanmış iki bin Dersimlinin Şeyhin hareketine karşı savaşmak üzere Peri suyunu geçtikleri şayiası Şeyhe iletilmişti” sözleriyle aktarır.[19]
Cumhuriyet’teki, 30 Kasım 2014 tarihli köşe yazısında Prof. Dr. Emre Kongar Dersimlilerin Şeyh Said birliklerine karşı sergiledikleri tutumdan bahseder.[20]
Bununla beraber, Alevi Lolan ve Hormek aşiretlerinden savaşçıların da, Şeyh Said birliklerine karşı çatışmalarda yer aldıkları anlaşılıyor.[21] Dersimlilerin Şeyh Said isyanındaki pozisyonunun, isyancılara karşı savaşmak olduğunu belirten ifadelere Şeyh Said’in mahkeme tutanaklarında da rastlamak mümkün.[22] İsyanda yer almış isimlerden biri olan Hasan Hişyar Serdi ise, Dersimlilerin Şeyh Said isyanına karşı mücadele ettiklerini dillendirip; Seyit Rıza’nın, Şeyh Said kuvvetlerinin Diyarbakır’daki yenilgisinin ardından, Diyarbakır’a giderek, devlet yetkililerini tebrik ettiğini belirtir.[23]
Mevcut verili durumdan anlaşıldığı kadarıyla; Dersimliler Şeyh Said isyanına mesafeli durmanın da ötesinde, fiziki bir karşı müdahalede bulunarak, devlet güçleriyle yer yer işbirliği yapmışlardır. Ancak bu işbirliğinin uzun erimli olduğundan ve 1938’e giden süreci engelleyici bir mahiyet taşıdığından bahsedilemez.
Hasan Hayri Bey’in Dersim ve Alevi Hassasiyeti
Şeyh Said’in hısmı[24] ve daha sonra Kürt İstiklal Komitesi kurucusu olacak olan Hamidiye Alayları komutanı Cibranlı Miralay Halit komutasındaki birliklerin, 1908 yılında Pülümür’de gerçekleştirdiği operasyonun bir katliama dönüştüğünü ifade eden Hasan Hayri Bey, o dönem görevli olduğu Erzincan Ordu Komutanlığında üstlerine karşı gelerek, durumu kabullenmez.[25] Bu olay hem Hasan Hayri Bey’in Alevi hassasiyetini göstermesi açısından, hem de Cibranlı Halit ve şürekasına karşı geliştirdiği tutumu yansıtması açısından önemli bir örnektir. Cibranlı Miralay Halit’in, Alevi katliamlarının pek çoğunda görev aldığı ve Alevi düşmanlığıyla nam salmış biri olduğu pek çok kaynakta yer almaktadır.[26]
Hasan Hayri Bey benzer bir tutumu daha sonra Mustafa Kemal tarafından Dersim’e itidal telkin etmesi için görevlendirildiğinde sergileyecektir. Dersim’e geçmek için gittiği Elazığ’da, dönemin Elazığ valisi Sabri Sarıoğlu’nun, kendisi üzerinden Dersim ileri gelenlerine ölüm tehdidi ve Sünni ağalara ise selam göndermesine sinirlenerek, valiye çıkışacaktır.[27] Hatta bu olayın tetiklediği süreç sonunda, Meclis’te Koçgiri’de masum insanların öldürülmesini, Alevilikleriyle ilişkilendiren konuşmasına karşı çıkan Bursa mebusuna silah çeker.[28]
Hasan Hayri Bey’in, Dersim ve Alevilik konusunda çeşitli hassasiyetlere sahip olduğu görülmektedir. Aynı hassasiyetin “Kürdistan” gibi bir kavramda vücut bulan manalar için geçerli olduğunu gösteren herhangi bir veri yok. Bilakis bu amaçla yola çıktığı iddia edilen pek çok hareketi yanlış bulduğunu kendisi çeşitli defalarda ifade etmiştir. Örneğin Nuri Dersimi Hasan Hayri Bey ile yaptıkları bir görüşmede Hasan Hayri Bey’in dilinden, Kürdistan meselesine bakışını yansıtan şu cümleleri aktarır:
“Arkadaşım Doktor Nuri yıllardan beri Kürdistan bağımsızlık davasını güdüyor. Bu dava Dersim’i mahvetmek demektir. Doktor Nuri’yi çok severim fakat fikrine karşıyım”.[29]
Benzer şekilde Hasan Hayri Bey’in Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmalar da, aynı mahiyettedir. Meclis’in 99. Birleşiminde yaptığı konuşma, bölgede bir kalkışma için gezdiği ileri sürülen misyonerlerin yakalanması gerektiğine yöneliktir.[30]
Yine Meclis’in kapalı oturumlarından 85. birleşimde söz alan Hasan Hayri Bey, Koçgiri olayının sorumluluğunun halka yüklenmemesi, bu kalkışmanın faillerinin Alişer ve avanesi olduğunu, Alişer’in ve yanındakilerin bir an evvel yakalanması ve hapisteki masumlar için ise af çıkarılması gerektiğini vurgular.[31] Nuri Dersimi de “Hatıratım” isimli kitabında, Koçgiri olayları sırasında Hasan Hayri Bey’in tutumunu “Türk idaresine eğilimli harekette bulundu” biçiminde tanımlar.[32] Araştırmacı Cemal Şener’in iddiasına göre ise Hasan Hayri, 1921 senesinde Meclis’te yaptığı konuşmada, Dersimlilerin Harzemli Alevi Türkler olduğunu belirtir.[33] Meclis tutanaklarında bu iddiayı doğrulayan bir kaydın olduğunu söylemeliyiz.[34]
Hasan Hayri Bey’e ilişkin dillendirilen bu türden veriler, genel olarak onun Kürdistan davası gibi bir amacının olmadığına yönelik sonuç elde etmemize olanak sağlıyor. Hasan Hayri Bey’in şeriatın geri gelmesini isteyen bir hareket olarak Şeyh Said isyanında yer alması ise, yine verili kanıtlarla uyuşmamaktadır. Hasan Hayri Bey’in okumuş, aydın, seküler bir Alevi olarak, şeriatın geri gelmesini isteyen bir hareketin içinde yer alması, aksini ispatlayacak güçlü deliller olmadıkça mümkün görünmüyor. Şeyh Said isyanı sonrası yakalanan Karereli Mehmet Efendi, sorgusu sırasında kendisine “Hasan Hayri Bey’in Şeyhle isyanla ne ilgisi vardı” sorusu yöneltilince “Hiçbir ilgisi yok ve böylesi bir isyana da karşıydı” diyerek, Hasan Hayri Bey’in bu konudaki tutumunu açıklar.[35]
Hasan Hayri’nin Evinde Zorunlu Bir Misafir; Şeyh Şerif
Hasan Hayri Bey’in, Şeyh Said isyanıyla ilişkilendirilmesini sağlayan şeyin ise sadece bir gün içerisinde gelişen birkaç olay olduğu anlaşılıyor.[36] Bu olayların başında, isyanın Elazığ sorumlusu Şeyh Şerif’in, Elazığ baskını öncesi yol güzergâhında bulunan Hüseynik köyüne uğraması ve orada Hasan Hayri Bey’in evinde konaklaması yer alıyor.
Oysa aynı köyde ikamet eden Karerli, “24 Ocak sabahı hiç beklemediği konuklarını ağırlamak zorunluluğunda kalan Hasan Hayri Bey durumu bir haberciyle bana bildirmişti” diyerek, Şeyh Şerif ve avanesinin beklenmeyen, başka bir deyimle istenmeyen misafirler olduğunu ve onları ağırlamanın istekli değil, zorunlu bir durum olduğunu ifade eder.[37] Bu zorunluluğun nedenini ise Karerli’nin kitabının ileriki satırlarında görmek mümkündür. Zira Şeyh Şerif yanında çok sayıda silahlı, şeriat için yola çıkmış ve her coşku anında “tekbir” ve “Allahu ekber” nidalarıyla köyü inleten büyük bir grupla, köye baskın yapmıştır. Karerli’nin aktardığına göre “Hasan Hayri Bey’in evi, Şeyh’in adamlarınca sarılmış ve tamamen onların denetim ve gözetimi altına alınmıştı”.[38] Benzer ifadeleri daha sonra da dillendiren Karerli, Hasan Hayri Bey’in evinin Şeyhin adamlarınca abluka altına alındığını vurgular.[39]
Yakalandıktan sonra mahkeme sürecinde ise Hasan Hayri Bey’in, Şeyhi neden evine misafir ettiğinin sorulması üzerine Karerli; “Geleneklerimiz misafire git demeye manidir. Kaldı ki bu bir misafirlik değil, bir anlamda baskın ve eve el koymaydı” diyerek, Hasan Hayri’nin Hüseynik’te Şeyh Şerif’i ağırlamadığını; Şeyhin, zorla eve yerleştiğini belirtir.[40] Karerli’nin anlatımları Hasan Hayri Bey’in evinin Şeyh Şerif tarafından işgal edildiğini anlatan şu ifadeleri içerir; “Güç bela evin önüne[kastedilen Hasan Hayri Bey’in kendi evidir] varmamıza rağmen bir türlü içeriye girmeyi başaramamıştık. Attan inen Hasan Hayri Bey komşusu Binbaşı Zülfü Bey’in evinin damından ancak kendi evine girebilmiş ve beni de öylece içeri almıştı”.[41]
Karerli Mehmet Efendi’nin anlatımlarından, Şeyh’in Hasan Hayri ve kendisini zorla Elazığ’a götürmek istediği de anlaşılmaktadır.[42]
Kitabın başka bir bölümünde ise duruma ilişkin; “Şeyh ikimizi de beraberinde götürmek istiyordu. Elinden kurtulamayınca Hasan Hayri Bey’e, sen git, ben daha sonra gelirim dedim” ifadelerinden, Hasan Hayri Bey ve kendisinin Şeyhin zorlama ve baskısına maruz kaldıkları anlaşılmaktadır.[43]
Şu halde sıradan bir akıl yürütmeyle, o gün gönüllü olmayarak Şeyh Şerif ile Elazığ’a giden Hasan Hayri Bey’in, oradan Dersim’e çektiği telgrafın da böylesi bir atmosferde gerçekleştiği ve gönüllü değil, zorunlu bir nitelik taşıdığı sonucuna ulaşabiliriz. Tüm bu tablo bize Hasan Hayri Bey’in neden bu davadan yargılandığını gösteriyor. İşin ilginç yanı, meseleyle yakından uzaktan alakası olmayan pek çok kişinin de bu davadan yargılanmış olmasıdır. Örneğin Dersimi; Hükümete yardım eden ve Şeyh Şerif’e karşı hareket eden Elazığ beylerinin bile yargılandığını ve cezalandırıldığını ifade eder.[44] Böylesi bir atmosferde Hasan Hayri Bey’in yargılanması şaşırtıcı değildir. Hasan Hayri Bey’i bu davada Elazığ beylerinden ayıran nokta ise, af dilemesi durumunda sürgüne gönderilme talebini reddederek, idamına giden süreci başlatmış olmasıdır. Kendisi gibi isyanla hiçbir alakası olmayan Elazığ beyleri ise, İstiklal Mahkemesinde yargılandıktan sonra sürgüne gönderilmişlerdir.
Bir kavram olarak Kemalizm’in İlk Kullanımı
Hasan Hayri Bey’in idam sehpasındaki son sözlerinin ne olduğuna dair şu an elimizde bulunan tek delil, idam esnasında orada bulunanlardan Kiğılı Atar İbrahim’in anlatımlarına kitabında yer veren Kararli Mehmet Efendi’nin aktarımlarıdır. Karerli’nin aktardığına göre Atar İbrahim, İdam sehpasındaki Hasan Hayri Bey’in; “Selam size geride kalanlarım. Selam size sevdiklerim, dostlarım. Selam size Dersim, Dersimlim, ulusum,[45] insanlarım. Selam size yarınlar, yarınların Hasan Hayri’leri, Celalzade’leri, Mehmet’leri. Selam, sana Naci, Naciye, Nisa faykalarım. Anam, bacım kardeşlerim” diye hayk��rdığını belirtiyor.[46]
İlginç olan, Hasan Hayri’nin idam sehpasında söylediği ileri sürülen ve sosyal medyada dolaşımda olan “Ey Kürt Halkı! Bizden de ibret alın ve bilin ki, dünyadaki en güvensiz söz, Kemalistlerin verdiği şeref sözüdür” ibaresi, herhangi bir kaynağa dayandırılmamaktadır. Ancak 1925 yılında söylendiği iddia edilen bir cümlede “Kemalist” sözcüğünün yer alması ilginçtir. Zira Türkiye’de bu kavramın bu tarihten çok sonra kullanılmaya başlandığını görüyoruz.
Her ne kadar 1920’li yılların ortalarında Fransa ve İngiltere’de basılan bir iki makalede kullanılmış olsa da, “Kemalizm” terimi Türkiye’de ilk olarak 1930 tarihinde tedavüle giriyor. Akademisyen Dr. Ahmet İlyas, “Kemalizm’in Propaganda Araçları Veya Araçsızlığı” isimli makalesinde; İstanbul’da basılan İnkılap Gazetesi’nin sahibi Ali Naci Karacan’ın, 2 Aralık 1930 tarihli yazısındaki “Rusya’da nasıl bir Komünizm, İtalya’da nasıl bir Faşizm varsa, bizde de bir Kemalizm olmalıdır” sözleriyle, Türkiye’de Kemalizm terimini ilk kullanan kişi olduğunu vurgular.[47] Dr. Mustafa Albayrak ise “Türkiye’de ise, Kemalizm kavramı 1930 yıllarda kullanılmaya başlanmış, ilk baskısı 1931 yılında Türk Tarih Kurumu (Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti) tarafından yapılan tarih dizisinin Türkiye Cumhuriyeti Tarihini anlatan dördüncü cildinde Tarih IV yer almış…” diyerek, Kemalizm kavramının Türkiye’de kullanılmaya başladığı tarihi belirtir. Tarihçi Ayşe Hür de, İlyas ile aynı bilgileri verir ve Kemalizm teriminin Türkiye’de ilk kez 1930 yılında kullanıldığını ileri sürer.[48]
Tüm bu durum göz önüne alındığında, Hasan Hayri’nin 1925’te söylediği iddia edilen sözlerin, bu tarihte söylenmiş olması, pek mümkün görünmemektedir. Mantıklı bir akıl yürütme, içinde “Kemalist” sözcüğünün geçtiği bir cümlenin en iyi ihtimalle 1930’dan sonra sarf edilmiş olduğu gibi bir sonuca ulaşır. Dolayısıyla, Hasan Hayri Bey’in idamının 1925 olduğu göz önüne alınacak olursa, bu lafın Hasan Hayri Bey tarafından söylenmiş olma ihtimali olmadığı anlaşılacaktır.
Nuri Dersimi’nin Sözünü, Hasan Hayri Bey’in Son Sözleri Diye Yayınlamak ve Entelektüel Etik
Dikkatli bir araştırma, Hasan Hayri Bey’in son sözleri olduğu iddia edilen ifadelerin kaynağının Nuri Dersimi’nin kitabı olduğunu anlayacaktır. Ancak buradaki mühim nokta, Nuri Dersimi’nin kitabında bunlar Hasan Hayri Bey’in son sözleri olarak belirtilmemektedir. Kitapta Nuri Dersimi’nin Hasan Hayri Bey’in son sözlerine ilişkin ifadelerinden sonra, kendi duygu dünyasıyla meseleyi yorumladığı satırlar, iddia sahipleri tarafından sanki Hasan Hayri Bey’in idam sehpasında söylediği sözlermiş gibi aktarılmıştır. Bu yapılırken cümlelerde biraz oynandığı da görülmektedir. Nuri Dersimi Hasan Hayri’nin idamını gerekçe gmstererek Türklerin vediği şeref sözüne güvenilemeyeceğini belirtir.
Nuri Dersimi ilgili pasajda tam olarak şunları ifade etmektedir (anlaşılır olması açısından hasan Hayri Bey’e ait olduğu ileri sürülen sözler, bold olarak yazılmıştır):
“Zavallı Hasan Hayri!
O, Türkü anlamamış olduğunu belki de idam kararı verildikten sonra kavramış ve Kürt bağımsızlığı için ölenlere hak vermiştir. Çünkü idam sehpası önünde; “Yaşasın Kürt milleti, ey Kürdistan şehitleri, işte Hasan Hayri size kavuşuyor!” diye feryat etmişti.
Ey Kürt genci, işte sana tarihin feci bir sahnesini gösterdim, bundan ibret al ve bil ki, dünyada en kıymetsiz şey, Türkün verdiği şeref sözüdür…”[49]
Anlaşılacağı üzere Nuri Dersimi, Hasan Hayri’yi ibret göstererek, Kürt gençlerine hitap etmektedir. Ancak Nuri Dersimi’nin “Ey Kürt genci…” diye başlayan kendi sözleri, üzerinde biraz değişiklik yapılarak, sanki Hasan Hayri’ye ait sözlermiş gibi aktarılmaya çalışılmıştır. Bu iki cümle arasındaki benzerlik ve bu cümlenin kaynağının Nuri Dersimi’nin Hasan Hayri Bey’in son sözleri olduğunu iddia ettiği sözlerle aynı sayfada yer alması, bir “intihal” ya da başka bir deyişle bir dezenformasyon yapıldığına dair billur bir kanıt sunmaktadır. İki cümle arasındaki benzerlik, tesadüf olmayacak kadar yakındır:
Nuri Dersimi’nin kendi sözleri: “Ey Kürt genci (…) bundan ibret al ve bil ki, dünyada en kıymetsiz şey, Türkün verdiği şeref sözüdür”.[50]
Hasan Hayri Bey’e ait olduğu iddia edilen sözler: “Ey Kürt Halkı, bizden de ibret alın ve bilin ki, dünyadaki en güvensiz söz, Kemalistlerin verdiği şeref sözüdür”.[51]
Bu iki tümce arasındaki benzerliğin, tesadüf olup olmadığı, tüm delillere rağmen okuyucunun takdirindedir. Ancak, ortalama bir mantık kurgusuna sahip her özne, burada bilinçli bir dezenformasyonun olduğunu, bunun politik çıkar devşirmek adına uygulanmış bir hamle olduğunu anlayacaktır. Sonuç itibariyle Hasan Hayri Bey’in idam sehpasında böyle bir söz söylemiş olduğu yönündeki iddia gerçekdışıdır.
[1]http://www.radikal.com.tr/radikal2/kemalizmin-seref-sozu-1070902/
[2]Prof. Dr. M. Arseneviç Haretyan – Dr. K. Mashar Ahmad. 1925 Kürt Ayaklanması,Medya Güneşi yayınları 2.baskı, Eylül 1991.
[3]https://www.yeniakit.com.tr/haber/seyh-said-isyani-bir-kurt-isyani-degil-islami-bir-kiyamdir-4097.html
[4]3 Mart 1925 tarihli Komintern belgesi ise Şeyh Said İsyanını: “Hareketin önderi Şeyh Sait’in Manifestosunun gösterdiği hedefler: • Türkiye’den bağımsız bir Kürt devleti kurulması • Başına bir kralın atanması • Halifeliğin ve Şeriatın yeniden inşası” biçiminde 3 başlık altında değerlendiriyor.(http://dergipark.gov.tr/download/article-file/9824)
[5]Karerli Mehmet Efendi, Yazılamayan Tarih -Anılarım-, Der. Ali Rıza Erenler, Fam Yayınları, s. 136.
[6]Age. s. 115.
[7]Karerli Mehmet Efendi, Yazılamayan Tarih -Anılarım-, Der. Ali Rıza Erenler, Fam Yayınları, s. 104.
[8]Raiyye: “Bir hükümdar idaresi altında bulunan ve vergi veren halk”. Şeyh Said burada açıkça bağımsız bir devlet kurmak istemediklerini, Ankara hükümetine şeriatı kabul ettirdikten sonra hükümetin tebaası olacaklarını vurguluyor.
[9]İlhami Aras, Adım Şeyh Said, İlke Yayıncılık, 1.Baskı Ocak 1992/İstanbul, s. 74.
[10] Age. s. 76-77.
[11] http://www.haksozhaber.net/seyh-said-isyani-neden-cikti-19626yy.htm
[12] İlhami Aras, Adım Şeyh Said, İlke Yayıncılık, 1.Baskı Ocak 1992/İstanbul, s. 110.
[13] http://www.tuik.gov.tr/Start.do
[14] Dr. Daimi Cengiz, Dizeleriyle Tarihe Tanık Dersim Şairi: Sey Qaji, Horasan Yayınları 2010 İstanbul. s. 268.
[15] “Age. s. 269.
[16] Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, Doz Yayınları, 2.baskı, Eylül 2004, s. 192-193.
[17]“Doğu Dersim aşiretlerinden Palu mıntıkasına sınır olan Xıran, Lolan, İzolan, Suran aşiretleri, Şeyh Şerif kuvvetlerine arkadan saldırmışlar ve Kürt savaşçılarını Palu istikametine doğru çekilmeye mecbur bırakmışlardı”. Age. s. 193.
[18] Nuri Dersimi, Hatıratım, Öz-Ge Yayınları. 1992, Ankara, s. 181.
[19] Karerli Mehmet Efendi, Yazılamayan Tarih -Anılarım-, Der. Ali Rıza Erenler, Fam Yayınları, s. 122.
[20] http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/152001/Seyh_Sait_ve_Dersim.html
[21] “Kürt kuvvetleri bu orduyu da çetin ve engebeli mıntıkalarda pusuya düşürerek yenmek üzereyken, Karer ve Varto havalisinde bulunan Xormek ve Lolan Kürt aşiretleri l,derleri arkadan saldırarak Türkler’in galibiyetlerini sağlamışlardı” (Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, Doz Yayınları, sayfa: 194.)
[22] İlhami Aras, Adım Şeyh Said, İlke Yayıncılık, 1.Baskı Ocak 1992/İstanbul, s. 77.
[23] Hasan Hişyar Serdi, Görüş ve Anılarım, Med Yayınları, s. 221.
[24] Hısım: Aralarında kan bağı bulunmayan, evlilik yoluyla akrabalık bağı kurulmuş olan kişilerden her biri. Cibranlı Halit’in kız kardeşi Fatma, Şeyh Said’in ikinci eşidir. Bu rabıtayla Cibranlı Halit ve Şeyh Said hısım akrabadırlar.
[25] Karerli Mehmet Efendi, Yazılamayan Tarih ve Anılarım, Kalan Yayınları, s. 342.
[26] Karerli Mehmet Efendi, Yazılamayan Tarih -Anılarım-, Der. Ali Rıza Erenler, Fam Yayınları, s. 77.
[27] Age. s. 79.
[28] Age. s. 81-82.
[29] Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, Doz Yayınları, s. 194.
[30] Türkiye Büyük Millet Meclisi 1. Dönem 5. Cilt 99. Birleşim – s. 429
[31] Kapalı Oturumlar ( Gizli Celseler ) 1. Dönem 2. Cilt 86. Birleşim – s. 270
[32] Nuri Dersimi, Hatıratım, Öz-Ge Yayınları. 1992, Ankara, s. 118.
[33] http://www.altinicizdiklerim.com/resimler/_AlevilerinEtnikKimligi.pdf
[34] Kapalı Oturumlar ( Gizli Celseler ) 1. Dönem 2. Cilt 85. Birleşim – s. 252-253
[35] Karerli Mehmet Efendi, Yazılamayan Tarih -Anılarım-, Der. Ali Rıza Erenler, Fam Yayınları, s. 137.
[36]Age. s. 112(…)122.
[37]Age. s. 111.
[38]Age. s. 112.
[39]Age. s. 135.
[40]Age. s. 136.
[41]Age. s. 120.
[42] Age s. 113.
[43]Karerli Mehmet Efendi, Yazılamayan Tarih -Anılarım-, Der. Ali Rıza Erenler, Fam Yayınları, s.137.
[44] Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, Doz Yayınları, s. 188.
[45] Belirtmek gerekir ki, “ulus” kavramı Türkiye’de adı geçen bu tarihten çok sonra kullanılmaya başlanmıştır. Burada derleyicinin Karerli’nin yazdıklarını modern Türkçeye uygun hale getirmiş olma ihtimaliyle beraber, bu gibi günümüze ait kavramların metinde yer alıyor olması, metnin gerçekliğine dair şüphe uyandırmaktadır.
[46] Karerli Mehmet Efendi, Yazılamayan Tarih -Anılarım-, Der. Ali Rıza Erenler, Fam Yayınları, s. 209.
[47]https://www.jasstudies.com/Makaleler/1946999591_9Yrd.%20Do%C3%A7.%20Dr.%20Ahmet%20%C4%B0LYAS.pdf
[48] http://www.haksozhaber.net/ayse-hur-kemalizm-in-dogum-hikayesini-yazdi-17785h.htm
[49] Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, Doz Yayınları, s. 195.
[50] Age. s. 195.
[51] http://www.radikal.com.tr/radikal2/kemalizmin-seref-sozu-1070902/