Haberler
Emek sömürüsünden erkçi şantaja evrilen bir mağduriyetin Dersim kamuoyuna beyanı
Üzücü olan benim maddi kaybım ve mağduruyetiminde ötesinde; bu kurumun adaletten ve hakkaniyetten bu denli uzaklaşması ve daha ciddi sorunlara sebebiyet vererek; geleneğine ve çizgisine gittikçe yabancılaşmasıdır.
Menekşe YETER
Gözlerin Körlüğe, Kulakların Sağırlığa, İlkelerin Mizanpaja Döndüğü, Emek Sömürüsünden Erkçi Şantaja Evrilen Bir Mağduriyetin Dersim Kamuoyuna Beyanı
Değerli saygıdeğer Dersimliler ve Dersim Dostları!
Bundan yaklaşık olarak 3 yıl önce, 05.07.2017 tarihinde arıcılık üretimi ile ilgili bir emek sürecine girmeye karar verdim. Fakat emeğimi gasp edip beni maddi zarara uğratan ve bu zararın telafi edilmediği, bu da yetmezmiş gibi; erk’çi bir zihniyetle kadın kimliğimi hedef alan şantajlarla, hak arama mücadelemi sindirmeye kadar varan, başımdan geçen bir süreci anlatacağım sizlere!
Tüm bunların yanısıra haksızlığa ve emeğimin böyle alenice talan edilmesine karşı çaba sarfettiğim bu süreçte; mağduriyetime çözüm yerine adeta trajik boyutlar ekleyen “malum” kurumun müdahil durumunda ki kişilerinin tutumuna dair de yaşamış olduğum onur kırıcı bu haksızlıkları tüm Dersim Kamuoyuna sunarak paylaşmak istiyorum. Bende Dersim de köylerimizin yakılıp boşaltılmasından sonra zorla göç ettirilip sürüldüğümüz şehirlerden biri olan İstanbulda; maddi zorlukların yanısıra, politik tercihimizden dolayı da baskılara maruz kalan bir yaşamdan geliyorum. Ve o yıkımlı göç sürecinden sonra her bölge insanı gibi bende gurbette geçinme mücadelesi veren biri olarak artık, o mücadeleyi Dersime dönüp kendi memleketimde; bir zamanlar kendi kendimize ekip, biçip, emek verip, alınteri döküp o uzak bırakıldığımız hayalimizi bir nebze de olsa yaşanır kılmak için yola düştüm. Kendime yetecek kadar da olsa geçimimi sağlayacağımı düşündüğüm arıcılık işi öncelikli gayretim oldu ve adımlarını atmaya başladım. Bunun üzerine nihayetinde Dersime gittim. Sonra 2017 sonbaharında İl Tarım Müdürlüğüne başvurdum, Devletin çıkardığı 40 kovan arı bedeli olan, ödeme miktarı hibe hesabıma aktarıldı. Ardından devletin çıkardığı o hibe ödeneğini, Arıcılar Birliği Başkanı olan, Kazım Doğan hesabımdan ödeme olarak aldı. Ve 40 kovan arı hakkımı, 2017 sonbaharı itibariyle verimli bir şekilde aylarca kullandı ve benim kovanlarımdan onlarca kovan daha çoğaltarak kâr sağladı. Zaten bu durumu 2017 kışı boyunca kovanlarımın bakımının yapılmasına bağlayıp, kovanlarım üzerinden sağladığı kazancı benim emeğim olmadığı için tabiki sahiplenmedim. Fakat ardından, Kazım Doğan Arıcılar Birliği başkanı olarak hibe hesabımdan aldığı ödeme karşılığında; hakkım olan 40 kovan arıyı, sözleşmeye uymayan, kasıtlı eksiltili ve gecikmeli olarak, üstelik bu şekilde bir verim alınamayacağını bildiği halde Arıcılar Birliği çalışanlarınca bu kovanları o şekilde teslim etmeye çalıştı. Fakat ertesi sabah kovanların bırakıldığı Hozat daki bir köyün arazisinde, arı kovanlarını kontrolümüz sırasında; bütün kovanların içerisinde eksik çerçeveler ve yeni mumlu halde ve sözleşmeye uygun olması gereken ideal arı yoğunluğunun bayağı altında bir şekilde görünce; olay anında yanımda bulunan şahitlerin eşliğinde; arı kovanlarımın vehametini tüm görselleriyle, yapılan sahtekarlığı belgeledim ve yakınen sorumlusu olan Kazım Doğana ilettim. Kazım Doğan ise yapılanları kabul edip, bunun sorumluluğunu tepkisizleştirdiği yanındaki işçilere yükleyip, mağduriyetimi düzelteceğini söyledi ve ne yazıkki haftalarca oyalama yoluyla bizzat kendisinin sebep olduğu bu haksızlığı sürdürdü. Böylece benim için adeta, Kafka’nın Dava romanında ki gibi hak ve hukuk arama mücadelesi başladı. Ne acıdır ki yaşadığım bu hak arama süreci; tıpkı Kafka’nın içinde boğulduğu o kafa-kol ilişkileri ve menfaat pozisyonları yumağı içinde, boğdurulmak istenen bir minvalde yol aldı. Bu mesele ile ilgili, Kazım Doğan adlı kişinin Arıcılar Birliğinde ki konumu itibariyle üreticiyi mağdur ettiği ve kılıfına uydurulmuş usülsüz haksızlıkların birinci dereceden aktörü olduğu ortadadır. Kuşkusuz bir gerçek ki; demokrasiden, insan haklarından uzak, her halükarda sömürülerek yaşamaya mecbur bırakılan bu ülkede; kolu kanadı acı yüklü, elleri nasırlı, ayakları göç yorgunu, hayalleri karartılmaya çalışılan yoksul insanlarız bizler. Buna rağmen umudumuzu diri tutup her ne bedel olursa olsun onurlu yaşamayı temel ilke olarak benimseyerek alınterimizle ve emeğimizin anlamlaştığı her yerde ve memleketimizde ekmek mücadelesine girerken, bir insan, bir kadın, bir ana olarak; yöremiz de ki kollektif üretim alanlarımıza kadar böyle sinsice sirayet etmiş bir hak gaspıyla, bir sömürü pratiğiyle karşılaşmak ne yazıkki üzüyor beni. Gizlendikçe çuvala sığmayıp taşan bu tür sömürü enkazları uluorta serpilince de, adeta canhıraş bir şekilde kaçırılarak ikiyüzlüce karartılınca, daha da derin bir üzüntü yaratıyor dostlar. Uğradığım bu haksızlık üzerine; bu kişiyi yoldaşı olarak kabul eden, içinde olduğu kurumun emek komisyonuna meseleyi taşımayı uygun gördüm. Fakat, bana yaşatılan haksızlıkları emek komisyonuna taşıdığım halde, haksızlığı giderme temelinde benimle layıkıyla sağlıklı bir süreç işletilmediği gibi, ayaküstü geçiştirici bir yaklaşımla ikna edilmeye çalışıldım.
Devamında gerekirse Arıcılar Birliğinde yani mağduriyetin başladığı yerde fakat sakin bir şekilde ele alınması gereken bu konu; meseleyi ele almak üzere buluştuğumuz bir çay bahçesinde ayaküstü insanları rahatsız edecek şekilde adeta bağıra çağıra başlatıldı. Bu yersiz ve ciddiyetten uzak uluorta kaba bir tarzda başlanan üslup; Kazım Doğanın ‘’yoldaşlarından olan Erdal Ataş’a aittir. Ayaküstü kahve arasında sert ve sözlü bir şiddete başvuran bu kişi o saldırgan tutumunu kesmeyerek, o kalabalık ortamda şahsımı rencide edici üslubuna devam edince, etraftaki kişilerin tepkisiyle sakin bir kafeye gitmeye ikna ettik bu kurum temsilcilerini. Bu kişi, o kafede ortada herhangi bir ispat olmadığını dikte ederek, eğer var ise de devletin gerekli birimlerine şikayet etmemi salık verdi. Ve ilginç bir şekilde ayaküstü lakayt bir vücud diliyle, mağduriyetimin hukuki bir muhasebesine dahi başvurmadan; doğruca, rencide edilmemi, adeta linç edilmemi hazırlayacak halde o gerginlikle, Arıcılar Birliğine gitmemi ve orda baskılanmamı, bir geçiştirici bir provakosyonla da sindirilmemi amaçlamaktan başka bir anlam ifade etmiyordu bu kişinin saldırgan tutumu… Çünkü her haliyle bir kadın karşısında rahatlıkla şiddete varan bu kişinin tavrının sonucunu tahmin edebiliyordum. Şahitleriyle ve kurumsal müdahilleriyle, hukuku ve ilkeleri bir heyetle somutlaştırmadan; kaba ve sözlü şiddet içeren bir yöntemle mağdur edildiğim yere bu şekilde yollanmamı tabiki reddettim ve o üslup tarzını o gayesi belli sözlü şiddete karşı tavrımı koyup, bu kurum temsilcilerinin yanından ayrıldım. O gergin ve şahsıma sözlü şiddet içeren olaydan 1 hafta sonra, sözkonusu kurum adına bir başka kişi beni Arıcılar Birliğine çağırdı. Ve Birlik yöneticilerinin de orda hazır olduğu yerde, ben elimdeki ispat niteliğindeki arı kovanlarının fotoğraflarını telefonumda tek tek gösterdim birlik yönetimindeki kişilere. Tarım İl Müdürlüğünde ki yetkili kişinin mağduriyetimi yerinde tespit eden ifadesini de Arıcılar Birliği yönetimindekilere ilettim fakat Kazım Doğan bunun gerçek dışı olduğunu öne sürünce o an Tarım İl Müdürüyle telefonla görüşme teklifi sundum ve telefonumun hoparlör’ünü açık şekilde ordaki herkesin duymasını talep ettim, fakat o defa da geçiştirdi Kazım Doğan. O esna da telefonumda ki arı kovanlarımın fotoğraflarını görmeleri için masaya koydum. DEDEF’in Munzur Kurulu kurucularından olduğum için, sürekli kullandığımız ortak iletişim grubumuzu telefonumdan takip eden bir insanım. Ve o sıra da telefonumdaki arı kovanlarımın durumlarını yönetimdeki kişilere tek tek gösterirken; telefonuma Munzur Kurulu Watsap Grubumuzdan gelen bir emojili bildirim üzerine, Kazım Doğan tarafından bir şantaj saldırısıyla karşılaştım. Ordaki bir çok kişiye tabiki olağan gelecek bir mesaj bildirimi; Kazım Doğan adlı bu kişinin karakteri açısından açıkça bir şantaj malzemesi gibi görünmüş olacak ki, utanmadan oldukça yanıma yakın bir şekilde yaklaşıp telefonuma gelen bildirim içeriğiyle ilgili şantaj halindeki hareketlerle ve sözlerle devam ederek, kulağıma eğilerek, sakıncalı bir şey keşfetmiş gibi özel hayatımı hedef alan, telefonuma gelen bildirimlerle ilgili tehditkar bir şekilde sözler söyledi ve yoldaşı olduğu kurumdan olan Mehmet Ali Eser’i de yanına çağırarak, aralarında bir konuşma yaptılar… Orda tüm bunlar olurken, Kazım Doğan ile Mehmet Ali Eser aralarında konuştuktan sonra; adeta ortada bir haksızlık yokmuş gibi bana şu sözleri sarfetti; “- sen para mı istiyorsun, verelim bu konu bu olay kapansın, kurumumuz zedelenmesin.” diyerek bana para karşılığında haklılığımı silikleştirmeyi amaçlayan onursuz bir teklifte bulundu.
Ben o gün o şantajın yanısıra o kişilerin seviyesiz yaklaşım tarzına karşın meşruluğumu hedef alan bu para teklifini kabul etmedim, Kazım Doğan tarafından emeğime yönelik yapılan o haksızlığın kabul edilmesini artık inkar edilmemesini söyledim. Sözkonusu kurum temsilcisi ise o halde kendi nazarlarında bu olayın kapandığını söyledi. Ve mesele artık bir hak arayışından, kadın kimliğime yönelik eril egemen zihniyetin şantajcı boyutuna dönüşmüş oldu ne yazıkki. O gün oradan ayrıldıktan sonra Kazım Doğan’ın beni telefondan aramasıyla şantajın ileri boyutuyla karşılaştım bu defa. Yanımda ki üreticiler de duysun diye tedbiren telefonumun hoparlör’ünü de açmıştım. Ve bu kişinin bana yönelik ikinci defa şantajına şahit olarak şöyle bir şantajda bulunarak beni tehdit etti. “- Menekşe ben telefonunda ki kalbi (emoji mesajı) gördüm, sen konuşursan bende konuşurum! Senin için de iyi olmaz, benim içinde iyi olmaz kapatalım!”
Bana yaşatılan emek mağduriyetiyle başlayan hak arama mücadelemi sindirmek için; bu şekilde psikolojik şiddet ve şantaj saldırısıyla, meseleyi bağlamından kopararak; asıl sorun benim özel yaşamımmış gibi bir çarpıtmaya başvurup, telefonumda ki bir yöre derneği grubundan gelen emojileri bile bana karşı bir tehdit nesnesi haline getirecek kadar, zavallı bir karakterle o eril baskıcı kimliğini ortaya koymuştur. Sindirme amacı taşıyan bu şantajcı tehditçi tutum ne yazık ki mücadelem boyunca devam etti. Bu defa da yerel seçimlerin yoğunluğunda aday adaylığına dair Hozat da yerel ölçekte katıldığım kurumsal bir toplantıda benzer bir sözlü şantaj saldırısına uğradım. O seviyesizce sözlü saldırının bir kadın tarafından yapılması çok üzücü bir olay olarak hafızamda hala tazeliğini korumaktadır ne yazıkki. Sözkonusu o zaman 2019 yerel seçimlerinde Hozat belediye başkan aday adayı olan Canan Ay Doğan adlı bir kadının Kazım Doğan adlı zat’ın eşi olması hasebiyle o seçim toplantısında ki biraraya geliş ile hiç alakası olmayan ve bir kadın olarak hiç sıkılmadan, kendi içinde dürüstçe sorgulamadan; bana yaşatılan o haksızlıkları ve o eril niyetli şantajı adeta sahiplenen ve teşhir edilmemi amaçlayan bir konuşma da bulununca; orda bulunan insanlar tarafından tepkiyle ve yersiz bir provakosyon olarak karşılanmış ve toplantının anlamını ve önemini zedeleyici bir tutum olarak görülüp eleştirilmiştir. Ben yine de haksızlığa ve şantajına maruz kaldığım Kazım Doğan’ı tabiki eşinden ve ailesinden ayrı tutarak gördüğümü Canan Ay Doğan adlı kadına kısaca ifade ettim. Ve onun ısrarla “Kazım Doğan’ın kendisinin eşi olduğunu aynı zamanda ortağı olduğunu ve onun pozisyonunun da ve bana karşı davranışlarının da arkasında olduğunu” söyledi o esnada bana. Ve o toplantıda tıpkı eşi gibi manidarca kadın kimliğime karşı şantajcı bir ima da bulunmasıyla aslında kendi kadın gerçekliğini de görmeyen bir utanca düşmüştür. Şuan da Dersim Belediyesinde ‘eş başkan’ muamelesi gören ve kendisinin bulunduğu konum itibariyle, kadın mücadelesine dair çabalarda yer almasını olumlu bulmakla birlikte o toplantıda ki duruşu ironik bir çelişki olarak duruyor ne yazıkki. Bunca ilgili muhataplarına gerekli bildirimde bulunmama rağmen bir karşılığı olmadığı gibi akabinde hakaret ve maalesef şantajlarla karşı karşıya dahi kaldım.
Öyleki kadınlığım üzerinden sanki kötü birşey yapmışım gibi erkçi bir yaklaşımla (ben bunun yıldırma amaçlı olduğunu düşünüyorum) saçmasapan itham ve resmen şantajla inceden inceye tehditvari bir durumla karşı karşıya kaldım. Ve buna maalesef ilerici demokratik devrimci bir camia olduğu iddiasında olan bu malum kurumun içinde veya çevresinde bulunan insanlar üzerinden karşı karşıya kalmam çok acıdır… Bu konu ile ilgili meselenin peşini bırakmayacağımı özellikle belirtmek istiyorum. ( Yaşadığım mağduriyeti dile getirip çözüm olunmasını beklerken, neredeyse erkçi gerici şantajcı bir yaklaşımla ki; bence saldırıyla bırakın mağduriyeti, insan artık ahlaksızca adının çıkarılmaması için böyle bir camianın içinde onurunu korumanın derdine bile düşebiliyormuş…) “Üstelik bu malum kurumun bu tür meselelerde, müdahil durumunda olan kadın temsilcilerinin; şuan gündem de olan ve kadınlara karşı geliştirilen taciz, şantaj ve tecavüz olaylarına karşı kadınların teşhir ve ifşa hamlesini destekliyor gibi görünmeleri; öte yandan kendi bünyelerinde ortaya çıkan ve tüm kanıtlarıyla ortaya serilen böyle bir olayda, yine bu kurumun kadın temsilcilerinin kendi elleriyle örtbas etmeye hizmet eden, uzlaşmacı ve geçici/caydırmayan tutum sergilemeleri (şantaja 6 ay geçici uzaklaştırma yaptırımları ve uzlaşma ve sineye çekme gibi nasihatları) nasılda erkçi ve o yozlaşmış ilişkiler yumağı vesayeti altında iradelerinin erk’çileştiğini gözler önüne sermekle birlikte, sözkonusu kurumun kadın özneleri ve geleneği açısından içler acısı bir yaradır!” Bana yaşatılan hak ve emek gaspı sonrası çözümsüzce bırakılan mağduriyetimin devamında geliştirilen şantajla da bambaşka bir sindirme aşamasına bürünen bu olaylar sonrasında; en son malum kurumla ilgili üretici olarak hem emeklerimin mağduriyeti hemde bence en önemlisi ahlaki açıdanda çirkin imalarla susturulmaya çalışılmamdan kaynaklı kendisini ilerici devrimci demokrat olarak gören(ki ben yaşadıklarıma rağmen bu kurumun adalet anlayışına inanıyordum) bu kişilerin artık vicdanına sesleniyorum. Yani Kazım Doğanın yoldaşlarına sesleniyorum!
Benimle olmadık yerlerde yeri ve zamanı olmadığı için sorunu erteleyen, sonrada bu süreç devam ettiği için beklememe rağmen bu seferde hararetli hararetli sekterce üzerime gelerek bu sefer sorunu uluorta gündemleştiren, sonra tekrar dolambaçlı bir vaziyete sokan, ardından gündemi olmayan toplantılara ısrarla sorunu gündem yapmaya çalışanlar(ki ben ne toplantılarda ifade etmekten, nede başka bir sebepten çekinmediğim gibi ayaküstü geçiştirmeyle hiçleştirmemek ve sözünü yaptıkları süreçten kaynaklı uygun olmadığını ancak kendimin herzaman hazır olduğumu ifade ederek) seçim süreçleri geçtikten sonra uygun zaman ve uygun sürecin gelmesine rağmen; hala sorunu adil bir şekilde açmayan bir durumla karşı karşıya kaldıkça, bu kurumun ve muhataplarının soruna ilkeli yaklaşmamalarına, samimi olarak belirtmek istiyorum ki; çok üzücü buluyorum. Ve öyle bir hal alıyorki sussan bir dert susmasan bin dert!!! Nihayetinde sözkonusu kurum; artık işletilmeyen tüm süreçlerin sonunda bu kişinin yaptığı erkçi şantajı ispatlarım sonucu kabul ederek, AKP Türkiyesine özgü, ‘kadın’ın mağdur edilmesine kayıtsız kalacak bir şekilde adeta dalga geçer gibi, 6 ay gibi bir uzaklaştırma yaptırımı kararı alarak adeta kendi kurumsal çevrelerinde bu erkçi şantaj saldırılarıyla kökten bir hesaplaşmaya girmeksizin meşrulaştırma utancına hizmet etmişlerdir! Halkımız bu izaha muhtaç zihniyeti, Ensar Vakfı’nda çocuklara yapılan cinsel saldırı olayıyla yakından bilir. Dönemin kadın bakanı’nın ‘’bir kereden bir şey olmaz’’ sözleri hala belleklerde taptaze olarak durur.
Şimdi soruyorum bu kurumun insanlarına, sizin bir kadına yapılan erkçi şantajı 6 ay uzaklaştırma yaptırımıyla aldığınız, kadın’ı hiçleştiren gören o kararınız ile Akp zihniyeti arasında kaç metre fark vardır?..6 ay sonra bu şantajcıyla kolkola halkın arasında, hele ezilen yok sayılan zulme uğrayan kadınların arasında nasıl gezeceksiniz? Bu kadar mı kendinizden ve bahsettiğiniz değerlere karşı gayriciddi vaziyettesiniz? Ne acı ki devrimci duruşuyla halka dair alanlarda varlık gösteren, yer edinen bir geleneğin; içinde yer alan bir kişinin, bir kadına karşı yaptığı bu şantajı; tüm zorlu çabalarım sonucu isteksizce de olsa kabul ettikleri halde üzerine gidemiyor olmaları devrimciliğin yüz karası bir vaziyettir! Ben kimseden adaletsiz ve haksız bir yere birşey istemiyorum, hiçbirşey olmasada bu kurum kendisine; hakkını ararken ahlaksızca bir tehditle ve şantajla karşı karşıya kalan bir kadını muhatap alıp uğradığı bu saldırıyla hesaplaşmalıydı diye düşünüyorum! Yalnız bu mesele benim maddi kaybımla mağduriyetimle sınırlı kalmamıştır gelinen aşamada. Ben artık esasta bir kurumun, önüne halkçı, devrimci bir program koyarak yol almaya çalışan bu kurumun ve gönüllülerinin böyle bir problem karşısında tavır ve işleyiş içinde olması gerektiği için, harcanan bunca emeğin ve mücadelenin geleceği için zarar verebilecek bir durumla akamete uğrayacağı kaygımı da dile getiriyorum artık… Benim birinci kaygım bu işlerliliğin tıkanması, sonra bu kurumun içinde herhangi bir problemle karşılaşıldığında erkçi, etiketçi tehditvari bir sindirmeye başvurma rahatlığına bireyin sorumsuzca düşebilmesi ve en nihayetinde bana yaşatılan emek mağduriyetimdir!!! Kurum bana “biz senin emek mağduriyetini karşılayamayız, ilgili kuruluşun ve bireylerininde böyle bir olanağı yok” diyebilirdi…
Benim ekonomik maddi durumum ve mağduriyetim ne kadar ağır olsada ben buna yinede amenna derdim. Ben bu mağduriyetimi karşılayamayacak durumda olan bir kuruluştan ısrarla “zararımı karşıla” haykırışı içinde değilim, o onların vicdanına kalmış… Ancak bu süreci hiçbir şekilde açmadan doğru düzgün gündeme almadan, tehditle, baskıyla, sekter ve psikolojik şiddetle oldu- bittiye getirmeye çalışan muhatabım ve maalesef ona eklektik hareket eden malum kurum içindeki kurum sorumluları diyeceğim(ki bence bu insanların hala bir kısmı sorunun yozlaştırıcı boyutta sonuçlarının farkında bile değildir) en nihayetinde sözkonusu kurumun içinden gelişen ve çözülmesi için önüne getirilen kurumun, sorunu hala onurlu bir şekilde ele almış olmaması vahim bir seyirdir. Bu kurum mücadele ettiği düzene karşı böylemi alternatif olacak? Üzücü olan benim maddi kaybım ve mağduruyetiminde ötesinde; bu kurumun adaletten ve hakkaniyetten bu denli uzaklaşması ve daha ciddi sorunlara sebebiyet vererek; geleneğine ve çizgisine gittikçe yabancılaşmasıdır.