Connect with us

Dersim News, Dersim Haber, Dersim

75 Yıldır Kanayan Dersim Yarası…

Gündem

75 Yıldır Kanayan Dersim Yarası…

15 Kasım’a günler kaldı. Dersim büyükleri atalarımın idamının 75. yılı. Ancak hala benim atalarımın mezar yerleri belli değil.
Nurettin Aslan

Bu halkı bir arada tutan yegane şey Kızılbaş inancıydı. Dersim Halkı kendi halinde yaşamını sürdürüp gidiyordu. Mutluydu, mutluydu çünkü Jaru Diyarlar’ına secde etmiş ikrar ile imanına sadık kalarak Xızır’ına sığınmıştı. Munzur suyu berrak akar, Düzgün Baba’ya umutla bakılır, dualar edilirdi. Munzur Dağları adeta Dersim’in doğal koruma duvarlarıydı. Güzelliğe dair aşkları vardı benim memleketimin insanlarının.

Osmanlıdan bu yana Cumhuriyetin de hedefi olmuş ve kendi inancında ısrar eden bir kadim halk tarih sahnesinde yok edilmek isteniyordu. Oysa “Osmanlıdan kurtulduk” diye sevinmişlerdi Cumhuriyete, nasıl olsa adı vardı Cumhuriyet. Umutları boşa çıkmıştı. Cumhuriyetinde hedefi haline gelmişlerdi. Oysa vergi memurları gelir fazlasıyla vergisini alır, gençlerde askere giderdi. Ama Ankara’da Dersim’e dair fermanlar peşi sıra birbirini izledi. Sanki memleketin bir tek sorunu vardı ve adı Dersim’di. Görüşmeler yapıldı, neden yapılmsındıki. Ruslara karşı en büyük direnişi gösteren Dersimlilere madalyalar verilmişti. Tüm görüşmelerde devlet ne istediyse aşağı yukarı devletin lehine sonuçlandı. Sadece namertlige yer vermediler Dersimliler. İkrarından asla vaz geçmeyeceklerdi. Ama tek dil, tek inanç, diyen zalimler kendi dilini konuşmayan, kendileri gibi dua etmeyen bu kadim halkı yok etmek için olmadık planlar yapıyor, barbarca saldırıyordu. Bu insanlıkdışı barbar zihniyet hala da devam ediyor.

Yapılan görüşmelerde Dersimlilerin bir kısmı “bir şey yapmazlar” diye rahatlarken, bir kısmı huzursuz bir bekleyiş içindeydi. Güvenmiyorlardı devlete. Nasıl güvensinlerdiki, ikrarı ile Jaru Diyarına sığınan bu halkın üzerine hep gelinmişti.

Kendini dağlarda ya da derin vadilerde saklayanlar geceleri gelip tarlasını ekti şafak vakti ise görülmemek üzere saklandığı yere geri dönerlerdi.

Günler, haftalar, aylar, yıllar akıp gitti acı içinde. Şimdi 75. yılına gelindi benim memleketimin Tertelesi. Tarlaya serpilen buğday tanesinin filizleri üzerinde nasılki ağır iş makinaları geçer hepsini ezip tarumar ederse işte öylesine asker botları geçti benim atalarımın bedeni üzerinden. Çocuklar, kadınlar öldürüldü yaşama dair tüm umutlar yok edilmek istendi. Öldürülmeyenler ise kökünden koparılıp sürgünün bilinmeyen karanlık diyarına sürüldü.

Sözün kısası o ki, sonradan ortaya dökülen bilgi ve belgeler gösterdiki ne olursa olsun bu halkın ortada kaldırılması, neslinin kurutulması amaçlanmıştı.

“Yavuz’un keskin kılıcı Dersim’in sarp kayalarına işleseydi, biz Dersimi bugün maddi ve manevi yönden başka bir yolda görürdük” Yani Türkmen Yavuz ile Kürt İdrisi Bitlisi’nin yarım bıraktığı tarihi barbarlığı tamamlamaya talip oluyorlardı.

Söz konusu olan o kimlik Dersimlilerin Kızılbaş Alevi kimliğidir. Fazla söz kalabalığına gerek yok. Yukarıdaki gizli belgede yer alan sözler Dersim’in fermanı neden? sorusunada cevap oluyor.

“Bizi bahane edip çoluk çocuğu kırmasınlar” kaygısı ile kendileri gidip teslim olan Usenê Seydi, Cıvrail Ağay, Qemer ve Fındık Ağalar ya idam edildi yada ömürboyu hapse mahkum edildi. 15 Kasım’da Elazığ Buğday Meydanı’nda hukuk dışı kurulan sephalarla bir gece vakti boyunlarına ip geçirilerek idam edildiler. Silahlarını teslim edenler oldukları yerde infaz edildiler.

Geriye kalanlar korku içinde ölmemek için dağlara, vadilere kuytu yerlere çekilerek canlarını kurtarmaya çalıştılar.

Sonrada çocuk kadın erkek kim varsa görüldüğü yerde vuruldu. Ya da toplama kamplarında toplatılarak ağır makinalar önünde kurşunlanarak cesetler üst üste yığıldıktan sonra alev alev yakıldı. Mağaralara saklanan kadın çocuk yaşlı “kurtulduk” derken zehirli gazın hedefi oldular.

Kurtulan büyüklerimiz o tarihten bu yana korka korka, gözyaşları içinde anlattılar bize o soykırım günlerini.

Uzun uzun yazmaya gerek yok, belgeleriyle yazılarıyla herşey ortada. Peki bizler ne yaptık? Atalarımızın acılarını, mahsumiyetlerini, mazlumluğunu, mağduriyetini gördük mü? O vahşeti gelecek kuşaklara aktarmak için, dünyaya anlatmak için neler yaptık?

Gözyaşları eşliğinde bize, süngü ucundaki bebelerini, ölü Annesinin memesinde ölmemek için süt arayan bebekleri, yerleri tespit edilmesin diye annenin kendi yavrusunun nasıl öldürmek zorunda kaldığını, tecavüze hedef olmasın diye kendisini Munzur ile Harçik suyuna bırakan genç kızları, ele geçirildiginde ateşlerin içine bırakılarak yakılan delikanlıları, topluca ağır makinaların önünde zencire bağlanarak yağmur misali üzerine yağan mermilerle nasıl can verdiklerini yani daha neler neler anlatırlardı bize.

Biz duymadık ki onları. Hatta, onları resmi tarih yazıcılarının “isyan” yalanına inandık. Bununla da boş bir böbürlenme ile “biz isyankar bir halkız” çıkarsaması yaptık. “İsyan” yalanı ile saykırımın üstünü örtmek için uydurulan bir gerekçe olduğuna bakmaksızın. “Biz yaşadık siz nerede bileceksiniz” dediylersede “kitaplar sizin anlattığınız gibi yazmıyor” dedik ve onların anlatımarına değer vermedik. Bize tebessüm içinde alaycı bakarak acılarının içine saklayıp sessizlige gömüldüler.

 

Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu’nun yürüttüğü Dersim 1937-38 Sözlü Tarih Porojesinin kayıtlarını izlemek cesaret istiyor. Ben hiç birinin tamını izleyemedim. Şimdi geriye dönüp olan anlatımları bir bir kafamdan geçiriyorum.

Acı veriyor kabusum olup geceme düşüyor. Yastık ile yatağımla hiç barışık degilim.

Bütün bunlardan dolayı ve gerçekliğimizin anlaşılması için bu halkın bu halkın doğru ve gerçekçi kurumlara ihtiyacı vardı. Bu olmadan bu halkın acıları dile düşmez gerçekler ise hep karanlıkta kalırdı.

Son çeyrek asırda bolca Dersimli kurumlar oluştu. Oluşan kurumların iddası Dersim’e hizmet etmekti. Belirli oranda inkar edilmeyecek düzeyde hizmet de ettiler. Ancak resmi tarihten kopmayı beceremediklerinden klasik kurumlar çeperini aşamadılar. Dolayısıylada Dersim gerçekliğinden hep uzak kaldılar.

1937-38 ilk etapta tamamen öldürerek ortadan kaldırmaktıysada sonradan düşünülen başarılamadı. O halde bir başka yok ediş gerekiyordu. Dilini, inancını, kültürünü, doğasını yok etmek gerekiyordu. Önemli orandada bunu başardılar. Aslında bu geriye kalan en büyük katliamdı. Bizlerde bilerek bilmeyerek buna ortak olduk.

Dersimin gerçekliğini nasıl ortaya koyarız diye 2005 de Almanyanın Stuttgart kentinde kurum temsilcileriyle toplanmış Dersim sorunlarını konuşuyorduk. Avrupa’da bulunan Dersim’li kurumlar birbirinden uzak ancak hepside Dersim’e hizmet etmek istiyorlardı. O buluşmada bir Dersimli dost söz aldı. Söz kendisine verildiginde yaklaşık bir dakika sustu. O, susuş bir asır kadar uzun gelmişti hepimize.

“Ben” dedi az bir suskunluktan sonra yeniden sözlerine devam etti. “Ben resmi tarihe inanarak atalarıma karşı suç işledim. Onların atalarıma yönelik olan katliamına ortak oldum. Bugün burada toplanışımızı tarihi bir adım olarak görüyor ve öyle algılıyorum. İstiyorumki, yarın bu dünyada her fani gibi göçmeden önce yastığa başım düştügünde son gözlerimi kapamadan, son kere dünyaya bakışımda atalarıma karşı suçlarımı hafifleterek azda olsa bu memlekete bir şeyler bırakarak huzur içinde gözlerimi yummak istiyorum.”

Bu sözler dışında başka bir şey söylemedi. Söyleyemezdi de hıçkırıklara boğulmuş gözyaşları boncuk boncuk, gözlerinden dökülerek önce yanaklarını yalayarak göksüne yuvarlanıyorlardı.

O günden sonra Avrupa‘da bulunan Dersimli dernek temsilcileri çok sayıda toplantılar. Uzun ve yorucu toplantıların ardından 28-29 ocak 2006 tarihinde Almanya’nın Dortmund kentinde Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu’nu (FDG) kurdular..

Bu kurum sıradan klasikleşmiş bir kurum olmayacağı o günden belirdi.

Dili yok olan dilsiz, kültürü yok olan çıplak, inancı yok olan biçare, doğası yok olan vatansız kalırdı.

Bir kere bu bilince çıkarılmıştı. Dilimize, kültürümüze, inancımıza, doğamıza sahip çıkacağız söylemi damgasını vurmuştu bu kongreye.

Bu kurum heyecan yaratıysada fazla cidiye alınmadı. “Nasıl olsa çok sürmeden söylenenler unutulacak digerleri gibi bir kurum olacak “beklentisi vardı bazı çevrelerde.

Öyle olmadı, bu kurum başkası değil kendi kendisi olmak istiyordu. Dersim fikriyatının adımları yavaş ama sağlam zemine basılarak atıldı. Dersim gerçekliğinden sağa sola yalpalamadan yürüdü FDG. Gelen tehditler yapılan karalamalar, iftiraya ve itibarsızlaştırma çabaları boşa çıkarıldı.

 

Seyitlerimizin Mezarları Nerede?

15 Kasım’a günler kaldı. Dersim büyükleri atalarımın idamının 75. yılı. Ancak hala benim atalarımın mezar yerleri belli değil. Seyit Rıza’nın Torunu Rüstem Polat o dönem avukat olan şimdiki Dersim miletvekili sayın Hüseyin Aygün ile aracılığı ile “Atalarımızın mnezarı nerede?” diye mahkemeye baş vurdular. Kendi dedeleri,nin mezar yerlerini istiyorlardı. Başvuru “Khulê 70 Serre Mezelê Seydunê Ma Kotiê? İsmi ile büyük bir kampanyaya dönüştü. Yine FDG tarfından 72 yıl sonra ilk defa 15 Kasım 2009 da DEDEF’inde katıldığı bir platformla “atalarımızın mezar yerleri nerede?” diye idamların yapıldığı gün idamların yapıldığı yerden dünyaya haykırıldı.

Dünyanın her tarafında simgeleşmiş insanları anan bizlerin aklına atalarımızı anmak 72 yıl sonra gelmişti. Platform adına konuşan FDG başkanı sayın Yaşar Kaya’nın şu sözleri önemliydi.

“Eger Elazığ Buğday Meydanı TC toprakları olarak kabul ediliyorsa bizim büyüklerimiz 72 yıl önce hukuksuzca bu meydanda idam edildiler. Bu yaranın kabuk bağlanması isteniyorsa kayıtsız şartsız atalarımızın mezar yerleri gösterilmeli ve bizler onları alıp Dersim’in kutsal topraklarına götürmek istiyoruz.”

72 yıl sonra Dersim’in çocukları idam edilen atalarının yolundan yürüyor onların haykırışını dünyaya taşıyorlardı. Dersimliler özüne dönmüş ve kendilerinden çok şey bekleniyordu. Dersim fikriyatı temsilcileri bunun bilincindeydiler. Onlar Dersim sorununa parmak bastıkça bu kurumun sıradan bir kurum olmadığı anlaşıldı.

Onur Öymen’in “Dersimde analar ağlamadımı” sözleri ile soykırımı savunmaya çalıştığında Dersim’in Çığlığı duyuldu dört bir yandan.

Xızır’ı yanlarında yer almıştı. Yaşlı bir kadının şu sözleri önemliydi.

“Ero, o adama o sözleri Xızır söyletti.” demişti.

Bir aydan fazla ilk gündem ve baş haber olarak kamuoyunuda tartışıldı. Dersim sorunu orta yere dökülmüştü. Geriye dönülmez bir yola girmişti Dersim fikriyatı. Cumhurbaşkanının Dersim’e ziyaretiyle FDGnin hazırladığı Dersimlilerin talepleri başlığı altındaki onbir madelik istek raporu yeniden bomba etkisi yaratarak kamuoyunu meşkul etti. Artık Dersim davasını kendi çıkarlarının payendesi yapmadan olduğu gibi savunan önce Dersim diyerek ortaya çıkan temsilcileri vardı. Bu davanın savunucuları her koşulda, her kesime karşı kendi gerçekliğini anlatıyordu.

İkinci Dersim dalgası ise Sayın Hüseyin Aygün’ün bir gazeteye verdigi raportajdan sonra başladı. Dersim’in baharı niteligindeydi bu gelişmeler, saklanan gerçekler açığa çıkarılıyordu, bastırılmaya çalışılan çığlık dünyaya duyruluyordu. Dersimliler kendi kurumlarında davalarına daha fazla sahip çıkıyorlardı. Türkiye Cumhuriyeti başbakanı Dersim soykırımını kabul ederek Dersim’lilerden özür dilemek zorunda kaldı. Bu özrün siyasal bir manevra rakiplerini alt etme taktiği olsada Dersim’liler açısında önemliydi.

Dersim fikriyatı özrü sulandırmadan özrün gerekliliginin yerine getirilmesi Dersim’in siyasal bir malzeme ötesi siyaset üstü bir sorun olduğunu dile getirerek oynanan oyuna düşmedi. Hala da bundan ısrar ediyor. Çünkü özür sadece söz boyutundadır şimdi.

Mecliste oluşan Dersim araştırma komusyonuna verilen on binlerce dilekçe bir formalite ve kendini rahatlatma ve Dersim’lileri teselli ve aldatmaya dönüşmüşse bu özrün bir söylemden öteye gitmedigidir.

Degerli Dersimliler,

Bilmeliyizki Dersim sorunu yoluna devam ediyor edecektirde. Bunun bütün vebali başta Dersim’li aydınlar olmak üzere her Dersimlinin omuzunda kambur misali durmaktadır.

Atalarımızın idam edilişinin 75ci yılı bu yıl. Kasım ayı içindeyiz. 15 Kasım da FDG nin çağrısıyla Dersim liler yeniden Elazığ Buğday Meydanında olacaklardır. Bu Dersim’liler açısında büyük bir öneme sahiptir.

Dersim sorunu siyaset üstü olduğunu bilerek 75ci anma yılında acılarımızda birleşmeyi becererek başta sanatçı, yazar aydınlar olmak üzere dostlarımızıda yanlarımıza alarak Elazığ Buğday meydanına sığmayarak hep birlikte Seit Rıza’nın idam öncesi söyledigi şu sözleri hep birlikte yeniden o meydanda haykırmak zorundayız.

“EWLADÊ KERBELAYMÊ, BÊXATA U BÊGUNAYME; AYVO; ZULMO; CİNAYETO.”

1937-38 de öldürülen bebekler için, kefensiz duasız giden atalarımız için, kendisini Munzur ile Harçik suyuna bırakan kızlarımız için, el konularak götürülenkayıp bebelerimiz için, Jaru Diyarlarımız için 15 Kasım da Elazığ Buğday Meydanında olalım. Ejdadımızın davasına sahip çıkalım. “Eşkiya” diye suçlu gösterilen, onurları aşağılanan Dersim Büyüklerine sahip çıkmak için 15 Kasımda yapılacak basın toplantısına destek verelim.

Atalarımız bizden bunu bekliyor…

 

Sosyal medyada paylaşın
        
   
4 Comments

4 Comments

  1. Betigul Ceylan

    10/11/2012 at 18:15

    Aciniz acimdir, yaninizdayim.

  2. Kalmem K.

    11/11/2012 at 11:49

    Ewru Pirê Dêsımi Tornê Sey Rızay ra hêşine pê ke, Almanya ra yeno Xarpêt, yeno ‘buğday meydanı’! Haq cıra rajivo, Xızıro Khal fır u quwete bıdo, şiya pirunê ma, kerameta jiarunê ma, mıletê ma sero corikemi mekero! Dısmeni, awa ke mılletê mare kenê, na dina de cıre memano.
    Kalmem K.

  3. Quresiz

    18/11/2012 at 09:37

    Hak simare olbozbe ra sima rabo haka sehidone Dersim perskere xarpete sehide dersim zulmkaro qetlo be xeta be guna sehit riza we hawalone deyra estira dare kemalisto na roze imamode caye dine cenettomo katil kemalist cehnemde werte cide be

  4. Usaro Newe

    02/12/2012 at 16:48

    Dersim 1938 katlimından sanra, yeniden filizlen Dersim, 1970li yıllardan günümüze değin tekrar sürekli baskı altındadır. Türkiyede durum değişiyor, Dersimdeki durum değişmiyor.

    Dersimlilerin, Dersimli gençlerin Türkiye’de hiç bir değeri yok. Dersime yıllardır hep korku hakim. Hayatı felç eden korkular.
    Son 30-40 yıldır Dersim hep bir huzursuzluk diyarıdır, hep tehdit ve yılgı diyarıdır. Dersimin üzerinde hep karabulutlar geziyor. Dersimin başı hep belada.
    Niye?

    Dersimli gençler son 30-40 yıldır çeşitli gruplar ve şirketler tarafından, karalık güçler tarafından sürekli kullanılıyorlar, tuzağa düşüyorlar!

    Acaba,
    Dersimli gençlerin, Dersim halkının bu karanlık tuzaklara düşmeme özgürlüğü var mı? Bu karanlık tuzaklara, bu ölüm tuzaklarına düşmeme hakkı, düşmeme inkanı var mı? Kendini bu olaylardan uzak tutma, bu tuzaklardan uzak tutma özgürlüğü var mı?
    Acaba niye yok?

    Bizim tarihimizde sanki geçmiş yok. Geçmiş, kötü geçmiş, karalık ve katliamli geçmiş bizde hep tekrarlanılıyor. Acaba niye? Bizim neler çektiğimizi ne Türkiye kamuoyu, ne dünya kamuoyu biliyor!

    Bize çektirilen bu sürekli zülüm, bu sürekli katliamlar niye bitmiyor?

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

four × 3 =

More in Gündem

To Top