Gündem
İradeyi teslim etmek…
“…devletin, kuruluşundan bu yana resmi tarih öğretisi ve ırkçı eğitim sistemiyle yürüttüğü beyin yıkama faaliyeti bugün meyvesini veriyor…”
MMag. Dr. Zeynep Arslan
Aylardır toplum daha yoğun bir şekilde bombalarla, askeri operasyonlarla, ölümlerle meşgul ediliyor. Gün geçmiyor ki gündemde olumsuz bir gelişme olmasın. Ve korku atmosferi yaratılıyor. İktidar güçleri kurtarıcı olarak çıkıyorlar toplumun karşısına. Yaratılan korku siyaseti akabinde bir kahraman edası ile türlü pazarlıklar içine giriliyor toplum ile. Beyinleri bu aktörlerin oyunları ve türlü politik manevralarla meşgul edilen toplum bireyleri üretimden, üretkenlikten, kendi bireysel ve de genel toplumsal yaşama geliştirici katkılarda bulunmaktan alıkoyuluyor. Boşluklar ise türlü kadın düşmanı ve ataerkilliği pekiştirici evlilik, dizi ve yemek programlarıyla dolduruluyor. Toplum bireyleri birilerinin belirlediği yaşam biçimine hapsedilmis durumda. Gündem nereye yönlendirilirse, oraya hareket etmekte.
Ülkede yaşamaya çalışan arkadaşlarımla konuşuyorum. Ülke içinde yaşanılanlar ve genel olarak günlük yaşam ile ilgili büyüyen endişe ve umutsuzluğu ifade eden ve birçok insanın aynı şekilde hissettiği bir aktarımı paylaşmak istiyorum:
“merhaba zeynep… ülkenin hali en genel ifadeyle, berbat… günümüzde insanların mutlu bir yaşam sürmesinin önünde iki ciddi engel var… bunlar, cehalet ve yobazlık,… ne yazık ki bu ülkede cahil yobazların eline düşmüş durumdayız ve umutsuzca çırpınıyoruz… onların lütfettiği ölçüde özgürüz… daha doğrusu görece dahi olsa özgür değiliz… bir mengenede sıkıştırılıyoruz gibi hissediyoruz ve bu his giderek yoğunlaşıyor… en temel özgürlüklerden bile büyük rahatsızlık duyan bir iktidar var tepemizde… daha acısı, insanların çoğu bu durumdan ve iktidarın uygulamalarından hiç rahatsız değil… devletin, kuruluşundan bu yana resmi tarih öğretisi ve ırkçı eğitim sistemi ile yürüttüğü beyin yıkama faaliyeti bugün meyvesini veriyor… düşünmek, sorgulamak, bilinçlenmek, akıl yürütmek gibi edimlerle işi olmayan, buna karşılık türklüğüyle, sünni müslümanlığıyla, erkekliğiyle ve tuttuğu takımla gurur duyan hödük yaratıklarla dolu bir toplumda yaşamaya, özgür ve mutlu olmaya çalışıyoruz… bunu başarma şansımız ise yok gibi bir şey… bilgiden, bilinçten, düşünmekten, sorgulamaktan uzak bir toplumda haliyle vicdan ve empati gibi insani değerler de boy gösteremiyor… nefret ve düşmanlıkla birlikte zulüm ve barbarlık da gündemden düşmüyor… nefret ve linç kültürünün mutlak bir hakimiyeti söz konusu… maalesef çoğunluk, yalakalığa ve çıkar ilişkilerine kendisini teslim etmiş durumda ve elbette memleketin doğusunda olup bitenleri dert edinen insanların sayısı çok az… bunları atatürk havaalanı’ndaki katliamdan önce yazmış ancak bilgisayarımdaki internet bağlantısı kopuk olduğu için sana gönderememiştim… son gelişmeler nasıl bir ülkede yaşamaya çalıştığımızı açık bir şekilde gösteriyor… sevgiler…” (Mehmet Özyazanlar).
Bu aktarımda bahsedilen akıl tutulmasında medya müthiş bir propaganda aracı olarak çıkıyor karşımıza. Her gün defalarca kez beyinlere provokatif ve son derece şoven tavırlar ile bilgi yükleniliyor. Etnik çatışma ortamlarına mikro ve makro ölçekte zemin hazırlanılıyor. Yakında komşu cinayetleri ile karşılaşabiliriz. Etnik temelde yaratılan kritik noktalar bir anda dini temelde kırılma noktalarına dönüşebilirler.
Uluslararası güç ve çıkar dengelerinin payını göz ardı etmemek lazım, ancak Cumhurbaşkanı ve iktidarın üslubu, topluma hitap etme biçimi ve de Kasım 2015 seçimlerinden itibaren ülkeyi savaşa çekmeleri karşılığında, neredeyse bir teşekkür olarak toplumun kendilerine iradesini teslim etmesi, devasa bir toplum psikolojisi araştırma konusudur kanımca. Ülke sınırları içinde sivil halkın üstüne bomba yağdıran, ülkeyi jeopolitik bir savaşa sürükleyen, uluslararası alanda olumsuz tepki alan ve hatta gülünç duruma düşen bir hükümet toplum karşısındaki meşrutiyetini büyük ölçüde korumayı başarabiliyor.
Ülkede savaş halini yaratarak iktidar olabilmenin tarihi yazıldı Türkiye‘de. Üstelik emperyalist mantıkta savaşlar ülke içinde değil, ülke sınırları içindeki sorunları örtbas etmek için, daha çok dışarıda yaratılır, yani dış politikaya yüklenilir. Oysaki Türkiye doğusunda, yani ülke sınırları içinde savaşı yükselterek, aslında sürekli ötekileştirdiği doğunun merkez Türkiye’nin bir kolonisi olduğunu da ispat etmiştir.
Elbette ki AKP iktidarından önce de yaşanılası bir Türkiye’den bahsedemeyiz. Ancak AKP’yle birlikte çevre ülkelerini bırakın, dünya ile sorunlu olan milliyetçilikten öte dini şovenistleştiren bir Türkiye çıktı karşımıza; kadın cinayetlerinin çoğaldığı, kadının yaşam ve insan hakkı üzerinden geri zihniyetli çıkışların sergilendiği cinsiyetçi bir hükümet; kendi sınırları içinde kendi vatandaşları olan, kardeşlerimiz dediği Kürt halkının üzerine ölüm yağdıran; çözümde değil ölümde ısrar eden ve de Alevi toplumuna defalarca hakarette bulunan; şehit olmayı kutsayan bir iktidar var karşımızda. Ülkeyi kendi kendine savaşa sürükleyen ve dünya ile kavgalı olan hükümetin başı olan Cumhurbaşkanı durumu Kurtuluş Savaşı‘na benzeterek toplumu “millî seferberliğe” çağırırken, maalesef toplumun önemli bir kısmı böylesi insan düşmanı ve şiddet odaklı bir atmosferde ırkçılık konusunda pekiştirici bir tavır sergiliyor.
Uluslararası dengelere baktığımızda, böylesi bir toplumsal akıl tutulmasının yaşandığı ortamda bu denli korkulan ve fobi olan parçalanma orta vadede Türkiye devletinin ve halklarının iradesi dışında gerçekleşecek gibi görünüyor. Türkiye halklarının iradesi dışında gerçekleşecek olan bu durum ise demokrasinin ve halkların kardeşliğinin yükselmesini sağlamayacaktır; halkların lehine olmayacaktır.
Şu cümleyle bitirmek istiyorum: Camiye gidenler Aleviler için sesini yükseltmezlerse, Türkler Kürtler için yürümezlerse ve erkekler kadınlar için alanlara dökülmezlerse, irade üçüncü şahısların elinde oyuncak olur!