Siyaset
Halis’ten Cumhurbaşkanına Mektup
Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin örgüt üyeliği ve örgüt propagandası suçlarından vermiş olduğu bu cezayı Halis, bir yandan Yargıtay’a taşıma çalışmaları yaparken, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ e ve TBMM Başkanı Cemil Çiçek’ e de konuyla ilgili mektup yazdı.
Dersim News/Dersim – Dersim eski milletvekili Şerafettin Halis 15 yıl, 6 ay,15 gün hapis cezasına çarptırıldı.
Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin örgüt üyeliği ve örgüt propagandası suçlarından vermiş olduğu bu cezayı Halis, bir yandan Yargıtay’a taşıma çalışmaları yaparken, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ e ve TBMM Başkanı Cemil Çiçek’ e de konuyla ilgili mektup yazdı.
“Yaptıklarımdan asla pişman değilim” diyen Halis’ in mektubu ilginç detaylar içeriyor. İşte o mektup…
Sayın Cumhurbaşkanım,
Türkiye’de Parlamenter Sistemin mevcut haliyle, az da olsa demokratik gelişmeye ve toplumsal sorunların çözümüne olanak sunacağı inancıyla, 2007 Milletvekili Genel seçimlerinde “Bağımsız Bin Umut Adayları” adıyla ve “Barışın Elçileri” sıfatıyla Milletvekili olarak Meclis’e geldik.
(Demokratik Toplum Partisi’ne mensup olmakla birlikte, %10’luk seçim barajı nedeniyle bağımsız aday olarak seçimlere girmek zorunda bırakıldık ki, bu durum bugün hala demokrasinin önündeki en büyük engellerden biri olarak durmaktadır.)
Halka vermiş olduğumuz söz ve onlardan almış olduğumuz yetki gereği, temel görevimiz; akan kanın durması ve kalıcı bir barışın sağlanması için, söylenmesi ve yapılması gereken ne varsa onu yapmaktı. Biz de öyle yaptık. Bunu yapmak ve söylemek siyasi sorumluluğumuz olduğu kadar, aynı zamanda insani ve vicdani sorumluluğumuzun da bir gereğiydi.
Kürt sorununun çözümünü ve kalıcı bir barışı amaç edindik, çözüm yöntemi olarak da savaşan tarafların masa başında buluşması gerektiğini ısrarla ve inatla söyledik.
Bunu Meclis kürsüsünde söylediğimiz gibi, kürsü dokunulmazlığı paralelliğindeki hak olarak, halkın bulunduğu her ortam ve her platformda da dillendirdik.
Çözüm yolunun tarafların diyalog ve müzakeresinden geçtiğini, taraflardan bir yanın devlet ve hükümet (AKP), diğer yanın PKK, A. Öcalan ve DTP- BDP olduğunu belirttik. Bugün de aynı şeyleri söylüyoruz. Vazgeçmiş değiliz.
Kürt Sorununun çözüm yöntemi üzerine düşüncelerimizi söylememiş olsaydık, bize umut bağlamış halka ihanet etmiş olacaktık, yaşanan ölümlere seyirci kalmanın vicdansızlığını yaşamış olacaktık ve de milletvekili olarak varlık nedenimizi inkâr etmiş olacaktık. Yapmadık. Yapamazdık.
Çünkü savaş(lar)ı bitirmenin yolunun tarafların müzakeresinden geçtiğine inanıyorduk. İnanıyoruz.
Milletvekilliğim süresi içinde değişik yerlerde yapmış olduğum konuşmalardan TBMM’ye 22 fezleke gönderilmişti. Milletvekilliğimin bitmesiyle başlayan yargı süreciyle birlikte, dosya sayısının daha çok olduğunu anlamış olduk.
Şimdilik yalnızca yedi davadan, özel yetkili bir mahkeme (Malatya 3.Ağır Ceza) tarafından, otuz yedi gün içerisinde yapılan ikinci duruşmada bana toplam; on beş yıl, altı ay, on beş gün hapis cezası verildi.
Cezaevlerinde, aylarca ve yıllarca neyle yargılandığını bilmeden bekleyen tutuklular varken, davalarımın yıldırım hızıyla karara bağlanmasını halkın ve ilgili kamuoyunun takdirine bırakıyorum.
Ceza, ona denk düşen bir suçun karşılığıdır. Dört yıllık milletvekilliğim süresince suç olarak isnat edilen konuşmalarım, hangi cümle örgüsüyle kurulmuş olursa olsun, tüm davalarda aynı eksene oturuyor.
“ Amaç; Kürt Sorunundan kaynaklı yaşanan ölümlerin ve acıların son bulması, kalıcı bir barışın sağlanması. Yöntem; savaşan tarafların birebirlerinin muhataplığını kabul ederek bir müzakere sürecinin başlatılması.” ekseni.
İşte bunları söyleyip önerdiğim içindir ki, örgüt üyeliği ve örgüt propagandası yapmaktan, indirimsiz on beş yıl, altı ay, on beş gün hapis cezası… Milletvekilliği bitmiş ve bitecek olan arkadaşlarıma da reva görülecek ceza böyle olacaktır anlaşılan.
Yaptıklarımdan asla pişman değilim. Bedeli her ne olursa olsun, Kürtlerin, Alevilerin, diğer etnik, inanç, kültür azınlıklarının ve emekçilerin hak ve özgürlük mücadelesi sürdükçe, benim için hak ve özgürlükleri savunmak her zaman bir görev ve sorumluluk olacaktır.
Bana isnat edilen suçlar, Türkiye’de yaşayan halkın büyük çoğunluğunun talebidir ve yine Türkiyeli aydın, yazar, sanatçı ve gazetecilerin büyük çoğunluğunun dillendirdiği görüşlerdir.
Hatta benim söylem boyutunda kalan düşüncelerim, Oslo görüşmelerinden anlaşıldığı kadarıyla, hükümetin ve devletin bazı kesimlerince kamuoyundan gizlenemeyen, pratiğe geçirme girişimi olarak açığa çıkmıştır.
Şimdi yargı kararını bir yana bırakıp sormak gerekir.
Hani Türkiye’de Parlamenter Demokratik Sistem vardı?
Hani Türkiye’de düşünce ve inanç özgürlüğü dâhilinde dokunulmazlık vardı?
Hani bu ülkede Kürt Sorunu çözülecekti? AKP sivil siyaseti muhatap alacaktı?
AKP’nin ‘İleri Demokrasi’ ikliminde onlarca benzeri soru sorulabilir daha.
Yine bir başka yönüyle sorulursa;
Bir ülkede konuşan bir milletvekili on beş yıl hapis cezası alırsa, sıradan yurttaş nasıl konuşacak? Hakkını nasıl arayacak?
Dokunulmazlığı olanlar dahi, düşünce ve ifade özgürlüğü elinden alınarak cezalandırılacaksa, sıradan yurttaş ne kadar özgür olacak?
İnsan kanının aktığı bir ülkede bir milletvekilinin barışı istemesi ve çözüm önerisi sunması suç sayılacaksa, barış talebini kim, nasıl dillendirebilecek? Barış nasıl ve ne zaman sağlanacak?
Bir milletvekili toplumsal sorunlar üzerinde özgürce konuşup, görüş ve öneri sunamayacaksa, parlamentonun varlık nedeni nedir? Öyle bir ülkede siyasi partilerin varlığına ve seçimlerin yapılmasına bir gerek duyulur mu? O parlamento, anti demokratik uygulamaların perdelenip gizlenmesinin bir aracı olmaz mı?
Özel yetkili Mahkeme benim düşüncelerinin tehlikesine karşı, silahlı ordulara, bankalara, yargı gücüne, yönetim mekanizmalarına vb. güçlere sahip olan devleti ve hükümeti korumuş ve kollamıştır. Peki, devlete karşı beni ve hak arayan bireyi, hangi yönetim mekanizması, hangi adalet sistemi koruyacak?
Özcesi, Özel Yetkili Mahkemenin vermiş olduğu bu kararla;
Siyaset ve yargı bürokrasisinde bireyi kul ve kurban, devleti kutsal görme algısının değişmediği görülmüştür.
Türkiye’de parlamentonun varlık nedeni bir daha tartışılır hale getirilmiştir.
Parlamentonun iradesi ve işlevi sorgulanır hale gelmiştir.
Türkiye’nin ihtiyacı olan barış talebine, hak ve özgürlük arayışına, korku ve gözdağı verilmeye çalışılmıştır.
Düşünce ve ifade özgürlüğün engelleneceğinin mesajı verilmiştir vb. vb…
Bugün cezaevlerinde barış, hak ve özgürlükleri için haykıran, kadınıyla erkeğiyle, genç yaşlı binlerce Kürt siyasetçisi ve halktan bireyler bulunmaktadır. Yine, ağır yaşam atmosferinden dolayı, yaşlarının da enerjisiyle taş atarak öfkelerini dindiren savaş mağduru çocuklar, çocukluklarını cezaevlerinde tüketmektedir.
Aslında bizlerin şahsında demokrasi, barış ve özgürlük yargılanmaktadır.
Bizler hakkında yürütülen yargılamalar ve verilen cezalar Türkiye’de demokrasiyi, özgürlükleri, toplumsal barışı her geçen gün daha da geriye götürmektedir.
Kürt sorunu gibi temel bir sorun karşısında siyasetin ve parlamentonun devrede olması gerekirken, siyaset kurumu sorunu yargı ve güvenlik bürokrasisine havale ederek, barıştan ve akılcı çözüm olanaklarından giderek uzaklaşılmasına yol açmaktadır.
Yargı kararını nezaketen saygıyla karşılayarak;
Her ne kadar yargı kararlarına saygı duyulup tartışılmaması doğru bulunmuyorsa da, çeşitli zamanlarda Başbakanından, Genel Kurmay Başkanına kadar birçok erk sahibinin yargı kararlarını etkilemeye çalışan söylemlerine tanık olundu.
Erk sahiplerinin verilecek yargı kararlar üzerinde söz söyleme hakları olmamalıdır. Ancak bireyler, adil olmadığına inandıkları bir kararın tartışılması hakkını kendilerinde görmelidirler. Toplumsal yaşam üzerinde dengeleyici işlevi olan kurumlar, adil olmadığına inandıkları kararlara kayıtsız kalmamalıdırlar.
Bir yerde yargı kararları tartışılmıyorsa, orada ya amansız bir baskı vardır, ya da yeterince adalet.
Bir ülkede yönetim sistemi demokratik ve özgürlükçü değilse, orada yargının bağımsız olduğundan dem vurulamaz, dolayısıyla o yargının adil olması da beklenemez.
Demokrasileri gelişmiş tüm ülkelerde yargı kuvveti, kendi dışındaki kuvvetlerden bağımsız olmakla birlikte, hukuk ve yargı kararları, ülkenin toplumsal gerçekliğini, toplumsal ihtiyaçlarını, ülkenin gününü ve geleceğini belirleyen siyaseti dikkate almak zorundadır.
Yani, oralarda hukuk, mekanik manzumeler toplamı değil, toplumsal ihtiyaç ve toplumsal gerçekliğe göre, yargı aktörleri tarafından bir ruha ve vicdana büründürülmüş adalet işlevidir. Mekanik yasa maddelerinin cevap vermede yetersiz kaldığı yerde, o yasalar aklın ve vicdanın süzgecinden geçirilerek içtihatlar yaratılır. Dolayısıyla kararlar adil olur. Bu durum, ancak özgür yargı aktörlerinin, özgür iradeleriyle gerçekleşir.
Türkiye’de toplumsal gerçekliklere ve toplumsal ihtiyaçlara cevap verebilen yeni bir anayasayla birlikte, demokratik siyasi iradenin yanında, özgür yargı iradesine ihtiyaç vardır.
Aydınlık bir gelecek ancak bugünün karanlığına ışık tutmakla yakalanır. Bunun için her bir yurttaşın duyarlılıkla, bulunduğu yerden yerine getirmesi gereken sorumlulukları olmalıdır.
Saygılarımla…
Şerafettin HALİS
23. Dönem Dersim (Tunceli) Milletvekili
sixo
06/04/2012 at 01:40
DAGDAN IN OVADA SIYASET YAP ::: diyenler bu kadar ,alcak ve haincedir.omrunde bir karinca oldurmemis bir insani,sadece dusunmesi ve dusuncelerini aciklamasi yuzunden 15 yil ,hapise mahkum etmek ,cok vahsi ,cok adaletsiz,cok buyuk bir kurt dusmanligidir.bu hareket devletin kurtlre,alevilere,demokratlara,baska kulturlerden gelen insanlara illerde ne kadar saygi gosterdiginin,bir ornegidir.INSANLARA HAKINI ARAMAK ICIN SADECE VAHSET YOLUNU BIRAKANLAR ;EN BUYUK VAMPIR :EN BUYUK VAHSI;BU SAVASTA OLEN ISTER TURK ISTER KURT VAYA BASKALARI OLSUN;BU GENC INSANLARI OLUME GONDERENLER EN BUYUK KATILLERDIR: