Selahattin Demirtaş’ın Gezi’yi bugün bu şekilde sahiplenişi benim için hiç önemli değil. O gün, bugünkü gibi sahiplenseydi, o zaman önemli olurdu. Normal şartlar altında “politika” der geçerdim. Ama geçemiyorum.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri ilk turunda oyum Selahattin Demirtaş’a.
Katıldığı programlarda kendisine “İzmir’den oy alabilecek misiniz?” diye soruluyor. Ben İzmirli bir Türk’üm. Ayrıca polis çocuğuyum. Üstelik çocukluğunda lojmanı PKK tarafından taranmış, bombalı bir saldırıda ise neredeyse anneannesini kaybedecek olan bir polis çocuğuyum.
Daha sonra Kürt çocuklarının benden bin beter şeyler yaşadığını öğrendiğimde, buna tepkim suçluluk duygusu olmadı. Çünkü ben bir şey yapmamıştım. Duyduğum tepki, bütün bunlar olurken ses çıkarmayan insanlarla beraber yaşadığım gerçeğiydi. Yapabileceğim tek şey onlardan biri olmamak için çalışmaktı. Hala da bunun için çalışırım.
Çözüm süreci benim için çok önemli. Ama benim için ondan daha önemli olan şey, Türkiye’nin seçmenleri tarafından tanrılaştırılan bir diktatörden kurtulması. Nedenini anlamak çok zor değil; diktatör gün geçtikçe güçlenerek kollarını daha fazla yere sokabiliyor ve her zaman için süreci tek taraflı bitirebilme gücü var. Böyle bir şey yaparsa da, arkasında bir anda yeni düşmanından nefret edecek olan milyonları var.
Böyle düşünmeyip, çözüm sürecini birinci sıraya koyanlar da var. Aynı fikirde olmasam da onları da anlıyorum. Haklı da olabilirler.
Ama bu konu, eğer olursa, seçimin ikinci turu ile ilgili bir konu. Birinci turda oyumdan kazanacağım marjinal faydayı bana Demirtaş sağlıyor.
Aslında ben oyumu Demirtaş’a vermiyorum, Demirtaş kendi özellikleri ile; duruşu, ilkeleri, cesareti, özgüveni, bugüne kadar olan söylemleri ile bu oyu benden alıyor. Misal ne Altan Tan ne de Sırrı Sakık bu oyu benden alabilirlerdi, aynı şeyi söylüyor olsalardı bile.
Sırrı Süreyya Önder? Komik bile değil.
Çünkü onlara inanmazdım.
Demirtaş’a güveniyorum derken, bu tabi ki bir siyasetçiye güvenebileceğim maksimum düzeyde anlamını taşıyor. Yani, eşinin bir konuda kesinlikle kendisinden bir şeyler sakladığına emin olan, ama dönüp baktığında diğer bütün konularda çıkarlarını en üst derecede koruduğunu gören bir eş gibi.
Erdoğan’ı tek başına protesto eden Medeni Yıldırım’ın annesi…
Türkiye’nin siyasi şartlarında en iyi eşi buldum sayılır yani. Hiç fena değil.
Normal şartlar altında, politikacıların seçmene yönelik eylemlerini pek önemsemem. Yani Erdoğan Erdal Eren için ağlamış, Ekmel Bey şu faşisti mezarında anmış, Selahattin Bey çevre için bisiklete binmiş… Neden yapmış olabileceğine bakar, geçerim.
Yalnız bir konuda bunu yapamıyorum.
Medeni Yıldırım’ın asker tarafından öldürüldüğü gün; hem kızgın hem de bıkkın hissediyordum.
Bıkkındım, çünkü Medeni Yıldırım’ın asker tarafından öldürülmesinin Gezi’de bir karşılığı olmayacağını düşünüyordum.
Oysa o akşam Kadıköy’deki eylemde onbinlerce kişi vardı. “Diren Lice” diye bağırıyorlardı. Kızgınlığım geçmedi ama bıkkınlığım, hayatım boyunca yalnızca Gezi eylemlerinde yaşadığım ve bir daha yaşayacağımı sanmadığım o garip gurur hissine dönüştü.
Çok özel bir gündü, devam etseydi, sahip çıkılsaydı çok daha önemli olacaktı…
16 Kasım’da Tayyip Erdoğan Diyarbakır’a ziyarete geldi. BDP tarafından misafirperverlikle karşılandı.
Şiwan, Tatlıses, Barzani filan da vardı, herkes vardı, düğün günü gibiydi.
Bir kişi hariç.
O bir kişi, Medeni Yıldırım’ın annesi Fahriye Yıldırım, başbakanın geçtiği yolda tek başına, elinde oğlunun posteriyle dikiliyordu. Şöyle bağırıyordu:
“Benim oğluma Gezi Parkı’nda kahraman diyorlar, sizin hiç mi vicdanınız yok?”
Tek başınaydı. Çevresini polis sardı.
Oysa onu sahiplenmesi gereken insanlar, hepsi aynı şehirdeydi. Ama Fahriye Yıldırım tek başına bırakılmıştı.
Bu görüntü benim aklımın bir kenarına kazındı. “Demek ki öyle olunca, böyle oluyordu.”
Bugün Selahattin Demirtaş, Kadıköy Yoğurtçu Parkı’na gelecek. İlk defa, yani iş işten geçtikten sonra.
Geçenlerde de Ali İsmail Korkmaz’ın mahkemesindeydi. Yine ilk defa.
Hani şair demiş ya “gelmemen önemli değil, gelseydin önemli olurdu” diye.
Selahattin Demirtaş’ın Gezi’yi bugün bu şekilde sahiplenişi benim için hiç önemli değil.
O gün, bugünkü gibi sahiplenseydi, o zaman önemli olurdu.
Normal şartlar altında “politika” der geçerdim. Ama geçemiyorum.
Bir cevap bekliyorum.
Medeni Yıldırım’ın abisi Mehmet Yıldırım şunu söylemişti bir keresinde:
“Medeni, Gezi için ölmedi ama Gezi ruhu, Medeni’yi sahiplenecek kadar asildi.”
Sayın Demirtaş, neden Gezi’yi o gün sahiplenmediniz?
Neden Fahriye Yıldırım, Diyarbakır sokaklarında yalnızdı?
Üstelik hepiniz oradayken.
Yani tek soruya indirgersek:
Yine öyle olunca, böyle mi olacak?
Teşekkürler.
Emre Özarslan
Radikal Blog
Not/düzeltme: 13.01.2014 tarihinde Medeni Yıldırım’ın abisi Mehmet Yıldırım, Twitter hesabında sorulan benzer bir soruya, annesi Fahriye Yıldırım’ın kimseye haber vermeden tek başına çıktığını yazmış. Dolayısıyla Fahriye Yıldırım’ın yalnız bırakıldığı şeklindeki ithamımı geri alıyorum. Demirtaş’ın bir sene sonra Gezi’yi bu şekilde sahiplenirken, bir yıl boyunca neden bu şekilde sahiplenmediğine dair olan sorum baki kalıyor.