Connect with us

Dersim News, Dersim Haber, Dersim

Küllerden tuvale uzanan bir yaşam öyküsü

Haberler

Küllerden tuvale uzanan bir yaşam öyküsü

Dilek Piya Koç, Almanya’da yaşayan Dersimli bir ressam. 7 yaşına kadar Elazığ’da yaşayan Dilek daha sonra ailesiyle birlikte Almanya’ya gitmiş.

Tabi bu yolculuk onun için hiç de kolay olmamış. Yaşadığı travmalar, dayatmalar ve engebeli bir hayat mücadelesinin içinde bulmuş kendini. Tüm yaşadıklarına rağmen inatla hayata tutunmuş, tıpkı bir Anka Kuşu gibi kendini küllerinden yeniden var edebilmiş. Bir oğlu, bir kızı olan ve 27 yıldır Almanya’da yaşayan Dersimli Ressam Dilek Piya Koç ile bu engebeli hayat mücadelesini konuştuk. İşte, okurken bazen hüzünleneceğiniz, bazen öfkeleneceğiniz ama umudun sürekli var olduğu o söyleşi:

Belki klasik soru olacak ya da en son sorulması gereken soru olacak ama resim merakı ne zaman nasıl başladı?

Dilek Piya Koç: Çocukluğumda başladı diyebilirim. Tabi çocukluğumun 7 yaşına kadar olan dilimi Türkiye’de gerisi ise Almanya’da geçti. Türkiye’de geçen kesitinde resme yatkınlığım vardı. Ufak tefek çocuksu denemelerim de oldu ama Almanya’ya geldiğimde bu eğilimim tamamen farklılaştı ve resim yapmaya başladım.

Seni bu sanat dalına iten sebep ne oldu diye sorsak?

Dilek Piya Koç: Aile ve aile ortamı beni tetikledi diyebilirim. Ama aile ortamı derken, bunu ailede bana feyz veren birileri vardı manasında söylemiyorum. Benim aile ortamım çok zorlu ve sıkıntılıydı. Ben de bu sıkıntılı durumdan kaçış yolu olarak resmi seçtim. İlgim zaten vardı ve ben de ilgi odağım olan o limana sığındım. Belki de bu durum beni aynı evin içinde olsak da bir nevi yaşananlardan izole edebilir diye düşündüm. Onun için aileden tamamen kendimi izole etmenin yolu olarak resim yapmayı seçtim. Orası yaralı ruhumu rahatlatıp; onarıyordu. Sanki aile içinde olan şiddetli kavgalar ve de huzursuzluklardan kaçış yolu olarak seçtiğim resimle aramızdaki sevgi zamanla derin bir aşka dönüştü. Benim için asıl mutluluk ta bu oldu.

Yazar Kasım Koç’un “Sessiz Çığlık” kitabında senin hayat öykün anlatılıyor. Kitaptaki anlatımlarına göre yaşamış olduğun derin acılar, görmüş olduğun şiddet, çocuk denebilecek yaşta yani 16 yaşında zorla evlendiriliyorsun. Ve bu evlilik seni hayallerinden ve resimden de koparıyor değil mi? Eğer özel bir soru olmadıysa bunlardan bahsedebilir misin?

Dilek Piya Koç:  Şimdi şöyle bir şey söyleyeyim 16 yaşındaki hangi kız evlenmek ister? 15 yaşıma kadar resim çizdim en ufak bir çizimimi bile atmazdım. Çok hevesle çiziyordum ve onları hep dosyalıyordum. Okul arkadaşlarım hep derlerdi sende müthiş bir yetenek var diye. Öğretmenlerim de beni bu konuda çok teşvik eder ve derlerdi ki “senin meslek dalın sanat onu bırakma; ona yönel” diye. Yaptığım resimler çok büyük beğeni topluyordu. 15 yaşıma kadar çizdim ama 16 yaşına geldiğimde beni zorla sevmediğim biri ile evlendirdiler. Ben, o zaman daha hayatı görmemiş öğrenmemişim, dünyadan bir haberim. Çocuğum o zaman. Ve benim çocukluğumu aldılar benden. Benim çocukluğuma resmen tecavüz ettiler. Bu annem tarafından, evlendirildiğim adam tarafından, babam tarafından, kardeşlerim tarafından, çevre tarafından, toplum tarafından toplu bir tecavüzdü. Buradaki tecavüz yanlış anlaşılmasın tecavüzün ille de belden aşağı olması gerekmiyor. Ruhumu, hayatımı, benliğimi, hayallerimi kendi istekleri uğruna harcadılar. Benim ne düşündüğüm onlar için asla önemli değildi. İşte asıl tecavüz de buydu. Çünkü benim hayat hakkımı, yaşam hakkımı, benliğimi, bilincimi, tercihlerimi, hayallerimi, geleceğimi, umursamadılar; yok saydılar. Nedeni de onlarla olan kan bağımdı bana sorarsanız. Asıl hayat ihlali, asıl tecavüz de budur. “Sessiz Çığlık” adlı kitap bu yaşadıklarımın tümünü kapsıyor.  Yani burada anlatamadıklarım, hayatım; biyografimdir. Kitaplaştırdım yaşadıklarımı. Bu anlamıyla da kadın sorununda somut bir belge diyebiliriz.

Anlattıklarından şiddeti yoğun yaşadığın anlaşılıyor…

soylesi_ic2.jpgDilek Piya Koç:  Evet çok yoğun şiddet gördüm. Fiziki şiddet bana göre şöyle bir şey; bir çocuğa vurursun bir süre sonra gelir tekrar annesine, babasına sığınır “anne baba” der. Ama en kötü olan şiddet şekli bana göre psikolojik şiddettir. Onu unutmak çok zor ve o yaşadığınız sürece ruhunuzu kanatmaya devam eder. Ben, yaralanan yerlerimin acısını unuttum, morluklarımın, darp izleri iyileşti gitti ama ruhum hala derin yaralarla dolu ve kanamaya devam ediyor.

Sanırım eşinden gördüğün yoğun şiddetin ardından Alman Polisine sığınıyorsun orada muhatap olduğun erkek polislerin olumsuz tavrıyla karşılaşıyorsun. Bu durumdan bahsedebilir misin?

Dilek Piya Koç: Şöyle oldu. Ben, polise gidip sığındığımda bir erkek polis bana dedi ki “Geldin buraya biz senin ne halde olduğunu görüyoruz ama seninle aynı durumda olan yabancı kadınlar sürekli geliyorlar. Şiddet görmüş ağlıyor, sızlıyorlar. Bizler hazırlığımızı yapıyoruz kadın sığınma evine göndermeye hazırlanırken ifadelerini değiştiriyorlar ve hiçbir şey olmamış gibi dönüp kocasının yanına gidiyorlar.”

Yani bu yaşananlar Alman polisinde de bir önyargıya neden olmuş. Bu tavrı ve söylevi gösteren erkek polisti ve ben silahla tehdit edildiğimi; kafama silah dayatıldığını ölümden döndüğümü söyledim. Yalvardım yakardım ama bana inanmadı.

Alman polisinin bu önyargısının ardından vücudundaki darp izlerini gösteriyorsun, bundan sonra polisin tavrında bir değişiklik oluyor mu?  

Dilek Piya Koç: Elbette şok oldular. Orada kadın polisler de vardı. Onlar erkek polislerin bu önyargılarına çok büyük bir tepki gösterdiler. Sonra oradaki kadın polislerden biri bana aynen şunu söyledi  “Haline bak! Görüyorum seni iki çocuğun var pırlanta gibi. Olur da kulağıma gelirse senin bir daha o eve döndüğün ben özellikle kendim gelip seni o evden çıkarıp bir güzel döverim bilesin” dedi.

Sonra beni çocuklarımla birlikte bir kadın sığınma evine yolladılar. İlk gittiğimde o kadın sığınma evinde çok sıcak karşıladılar. Bize bir oda verdiler. İki gün boyunca ağlayıp durdum hiç kimseler teselli edemedi beni. Üçüncü gün ise kahkahalar atmaya başladım ve balkona çıkıp bağırarak aynen şunu söyledim “kurtuldum, yaşasın özgürlük” diye haykırdım.

Bütün olup bitenlerden sonra “artık yeter” deyip ilk çığlığı attığın yer neresiydi?

Dilek Piya Koç: Eski eşimin kafama silahı dayadığı yerdi tabi ki. O yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgiydi. Hem susmaya sonsuza kadar susturulmaya çok yakınsınız, hem de dünyanın en acı çığlığını atmaya en yakın yerdesiniz.  Benim artık yeter dediğim yer işte orasıydı. Yani orası benim sonsuz çığlığımı attığım yerdi. Kendi çığlığımdan ya kendime bir ölüm edinecektim ya da yeni bir hayat doğacaktı attığım o çığlıktan. Ben kendi çığlığımdan yeni bir hayat türettim.

Türkiye’deki kadın sığınma evlerine sığınan kimi kadınlar buna rağmen cinayete kurban gitmekten kurtulamıyor. Bir şekilde adreslerine ulaşılıyor. Almanya’da da durum böyle mi yoksa daha korunaklı ve adreslerin gizli tutulduğu güvenilir yerler mi?

Dilek Piya Koç:  Almanya’da da münferit olaylar elbette yaşanmıştır. Anlatırlar insanlar ama tam güvenlik için devlet elinden gelen bütün gayret ve çabayı göstermektedir. Almanya Türkiye’ye nazaran bu konuda daha da ileri bir seviyede bana göre.

Gelgelelim sanatına. Dilek Piya Koç, kendini küllerinden yeniden yarattı. Resimlerine baktığımda kadın öğesinin hep ön planda olduğunu gördüm. Buna dair neler söylemek istersin?

Dilek Piya Koç: Kadın öğesi bende ön plandadır evet. Ben kendimden yola çıkarak öteki bütün kadınların yaralarına, umutlarına, sevgilerine, sevinçlerine, açmazlarına, çaresizliklerine ya da kader diye kendilerine biçilmiş olan hayatlarına dokunuyorum. Fırçamın tuvalle söyleştiği yerde sanki bütün yaralı kadınlar birbirleriyle söyleşiyorlar gibi ya da birbirlerinin umutlarına, düşlerine veya yaralarına dokunuyorlar gibi. Bu da beni çok mutlu ediyor.

Dilek Piya Koç’un bu güne kadar ne kadar resim çalışması var mı? Bunları sergileme imkanın oldu mu?

Dilek Piya Koç: Benim 200 civarında çalışmam var.  Bazı resimlerim yazar ve şair dostlarımın kitap kapağı olarak seçildi. Bu dostlarımdan bazıları Kasım Koç, Yılmazcan Şare ve Fetih Koç diyebilirim. Ayrıca Şair Fetih Koç ile de ortak bir çalışmamız oldu. Bu çalışmada şiirler ve resimler harmanlanarak  “Kayıp Mevsimler” ismiyle kitaplaştırıldı. Toplam üç kez sergi açtım. Bunlardan birini Stuttgart’ta, diğer ikisini ise Frankfurt’ta açtım.

Sanat dünyasında üretenler, bunlar için “benim çocuğum ya da çocuklarım” benzetmesi yaparlar sen de resimlerin için öyle düşünüyor musun?

soylesi_ic1.jpgDilek Piya Koç: Elbette var. Benim resimlerim benim yaşamsal gerçeklerimin, gözlemlerimin, duygularımın yansımasıdırlar. O yüzden ben onlardan aşklarım diye bahsederim. Mesela resimlerim satıldığında birileri onları satın alıp götürdüğünde çok derin bir hüzün hissederim. Onlarla vedalaşmak çok ta kolay olmaz. Merak ederim acaba onları satın alıp evine götürenler onlara nasıl davranıyorlardır; evin neresine asıyorlardır?  O anda sanki çocuklarımdan ayrılmışım da onları bir yetiştirme yurduna vermişim gibi bir hisse kapılırım.

 

Birilerinin ısmarlama resimler istediği oluyor mu? Eğer böyle bir durum varsa bunu yaparken neler hissediyorsun?

Dilek Piya Koç: Evet oluyor sipariş verenler. Ama o resimlere çalışırken ısmarlama ruhu ile çalıştığım için içimin çok derinliklerinden uyanıp gelen yaşam ruhunun çok ta onlara değdiğini düşünmüyorum. Ancak elbette ki bu sizin işiniz yine profesyonelce yapıyorsunuz işinizi ama demek istediğim o profesyonellikten çok başka bir şey.

Üzerinde uzun süre çalıştığın ve bitirmekte zorlandığın herhangi bir çalışman var mı?

Dilek Piya Koç: Yarım kalan çalışmam yok ama yarım kalmak belki şu şekilde aklımda uzun zamandır yoğurup durduğum çalışmalar var onlar şu an ruhumda ve kafamda mayalanmaktadırlar zamanı gelince onlarda tuvale dökülecektirler.

Sanatına, yaptığın işe dair unutamadığın seni etkileyen herhangi bir anın ya da anıların var mı? Varsa bunlardan birini bizlerle paylaşır mısın?

Dilek Piya Koç: Bir tanesini anlatayım. Açtığım sergilerden birinde yaptığım Nü resimlerden de sergilemiştim. Sergi salonuna gelen yetkili arkadaşlardan biri onları kaldırmamın iyi olacağını gelenlerin tepkisel davrana bileceklerini söyledi. Tabi kendisi de ayıp, ayıp diye karşıladı o resimleri. Ben de bu tavrı çok yadırgadım ve sert bir tepki verdim.  “Ne demek kaldıracaksın eğer bu yönlü tek bir söz daha söylersen ben resimlerimi toplayıp bu salonu terk ederim, bunlar benim çalışmalarım buraya bakarken sadece çıplak kadın mı görüyorsun” dedim. Tabi sesini kesti ki o arkadaş aynı zaman da benim de arkadaşım… Bir ikinci önemli anım.  Ben yaşlılar yurt evinde çalışıyorum ve pedagoji bölümündeyim. Çalıştığım yerdeki yaşlıları kapsayan bir proje kurum olarak geliştirdik ve o proje kapsamında oradaki yaşlılar ile birlikte 20 tane resim çizdik. O kadar mutlu oldular ki işte onların o mutlulukları ve birlikte çalışmak ben de çok güzel bir anı olarak kaldı. Çok da keyifliydi. Bu arada yaşlıları çok sevdiğimi de belirtmeden geçemeyeceğim. Bir de şunu belirtmek isterim cidden ben yaptığım işi yani resim sanatını ticari olarak düşünüp yapmadım ve yapmıyorum. Dedim ya bu bir aşk, aşk ve para yan yana olmaz; olmamalı da. Ha oradan gelen bir gelir hayatımı kurtarsın diye bir düşüncem ya da kurgum yok; olmadı, olmayacak da. Resim malzemeleri pahalı. Gelen geliri yine resim için malzeme alarak değerlendiriyorum. Zaten ek işte çalışıyorum o da ayakta kalmamı sağlıyor.

Ressam Dilek Piya Koç’un varmak istediği yer, hayalleri düşlerine dair sorsak ne dersin?

Dilek Piya Koç: En çok istediği şu, daha önce de bir röportajda belirtmiştim. Suriye’ye yani Kobani’ye gidip orada çocuklar ile birlikte resim yapmak ve onların resim yaparken yüzlerinde oluşacak mutluluğu görmek istiyorum. İstiyorum ki oradaki çocuklar dünyanın onlarla ilgilendiğini ve fark edildiklerini bilip anlasınlar. Şimdi belki maddi imkanlarım buna elvermiyor ama bunu mutlaka gerçekleştirmek istiyorum. Ben çocukların acı çekmesine ve gözyaşlarına asla dayanamıyorum.

Bu güzel söyleşi için size çok ama çok teşekkür ediyoruz.

soylesi_ic-001.jpg

Dilek Piya Koç: Ben de sizlere teşekkür ediyorum sağ olun var olun.

Dilek Piya Koç, yaşadığı bütün zorluklara rağmen hayata tutunmayı başardı. Ancak özellikle bizim gibi Doğu toplumlarında kim bilir kaç kadın üstesinden gelemediği bu hayattan çekip gitmek zorunda kaldı ya da bırakıldı. İşte bütün o kadınların anısına söyleşiyi Aysel Gürel’in Ünzile’si ile bitirmek istiyoruz.

Ünzile insan dölü

On kardeş beşi ölü

Büyüdükçe ufak

Ve gelir de görücü

İnci gibi dişi

Görücü bilir işi

Söğüdüm ağlar gider

Olur hatun kişi

Varmadan sekizine

Ergin oldu Ünzile

Hem çocuk, hem de kadın

On ikisinde ana

Bir gül gibi al ve narin

Bir su gibi saydam ve sakin

Susar kadın Ünzile

Yağmuru kim döküyor

Ünzile kaç koyun ediyor

Dayaktan uslanalı hiçbir şey sormuyor

Yağmuru kim döküyor

Ünzile kaç koyun ediyor

Dayaktan uslanalı hiçbir şey sormuyor

Korkar durur gitmez

Köyün en son çitine

İnanır o sınırda dünyanın bittiğine

Ünzile insan dölü

Bilinmezlere gebe

Sırların mihletini yüklenipte beline

Varmadan sekizine

Ergin oldu Ünzile

Hem çocuk hem de kadın

On ikisinde ana

Bir gül gibi al ve narin

Bir su gibi saydam ve sakin

Susar kadın Ünzile

Yağmuru kim döküyor

Ünzile kaç koyun ediyor

Dayaktan uslanalı hiçbir şey sormuyor

Yağmuru kim döküyor

Ünzile kaç koyun ediyor

Dayaktan uslanalı hiçbir şey sormuyor.

Özgür Dersim Gazetesi

Sosyal medyada paylaşın
        
   
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

15 − six =

More in Haberler

To Top