Connect with us

Dersim News, Dersim Haber, Dersim

Aleviler Bu Süreci Neden Desteklesin ki?

Siyaset

Aleviler Bu Süreci Neden Desteklesin ki?

Alevilerin savaşı olmadığı gibi, Alevilerin, Ermenilerin, Süryanilerin ve Yezidilerin kanı üstünde kirlice yapılacak bu barışta Alevilerin barışı olmayacağı çok aşikardır

Hüseyin DEDESOY*

Memlekette bir “Süreç ” edebiyatıdır sarmış ortalığı önünde durabilene aşk olsun. En ufak bir itirazda seni barış düşmanı ilan edip, 30 yıldır sürdürülen kirli savaşın da faturasını sana çıkarabilirler… Dün savaş savunuculuğunu ve kışkırtıcılığını yapıp, bügün de barış yanlısı gözüken bu güçler her defasında, amaçladıkları siyasi projelerini hayata geçirirken, onu bütünün çıkarınaymış gibi gösterdiler. Herkesi stratejilerini desteklemeye mecbur edip, eleştirenleri veya karşı çıkanları da düşman ilan etme yöntemine başvurmayı 30 yılık politik alışkanlık haline getirdiler…

“Politik Marketing ” dediğim, siyaseti kitleselleştirerek pazarlama ve halka maletme methodu, Guy Debord’un deyimiyle 20. yüzyılın ürünü olan “Gösteri Toplumu’nun” sonucu olarak ortaya çıktı….

Bu çerçevede baktığımızda, bugün “Akil insanlar” eliyle iktidar adına yürütülen “Süreci destekleme” propagandası ve kampanyası da, bir biçimiyle Politik marketing’in en üst mertebede ve en açık bir şekilde hayata geçirildiğinin göstergesi oldu. Bu anlamda savunulan siyasi projeyi, Akil insanlar eliyle , ürünü (malı) halka pazarlayanlara, Siyaset Pazarlamacıları diyorum? Yapılan bu işe de, “Politik Marketing” adını veriyorum…

Türkiye’de Politik Marketing-Siyaset Pazarlaması’nın hikayesi:

Türkiye’de ilk olarak 12 Eylül askeri darbesinden sonra, bu tarz siyaset yapma yöntemine başvuruldu ve daha sonraki yıllarda da geliştirildi. 12 Eylül 1980’de Generaller iktidara el koyduklarında, savundukları bütün siyasi projeleri, halkın bütününün çıkarınaymış gibi sundular. O yıllarda ülkedeki varolan bütün demokratik meslek kurumlarını ve kitle örgütlerini (sendikaları, meslek odalarını, dernekleri, örgütleri, partileri..vs) terörist yapılar olarak adlandırdılar. Yönetici ve üyelerini de terörist diye tutukladılar. Halkta ise onların çıkarına ve toplumun geleceği için yaptıklarının algısını yarattılar. Dolayısıyla 12 Eylül Generalleri, kitle nezdinde terörü durdurmak için iktidara elkoyan, demokrat, halkçı , insan haklarından yana olan askeri siyasetciler oldular. Bu düşünceye karşıçıkanları, generallerden yana olmayanları da, terörü destekleyenler olarak sundular.

Guy Debord’un bahsettiğ “Gösteri Toplumu” tamda böyle birşey: Günümüz dünyasında birey, olay ve olgular karşısında savunmasız duruma getirilir. Merkezi siyasal otorite (Devlet, Parti veya Cemaat) tarafından tasarlanan bütün projeler, bireyde toplumun bütünün çıkarlarını kapsayan projelermiş gibi bir algı yaratır. Bu yüzden de merkezi otorite tarafından (Devlet, Parti, Cemmat,…vs) savunulan ve sunulan bütün siyasi projelerin birey tarafından eleştirilmesi engellendiği gibi, savunmayada mecbur kılınır.

Karşı çıkacak olan tek tek bireyleri, veya varolan küçük otonom grupları, toplumdaki genele denk düşmeyen, etnik, inançsal veya cinsel farklılığı olan çevreleri (örneğin Alevileri, Ermenileri, Zazaları, Rumları, Feministleri, Eşcinselleri, Çingeneleri …vs) kuru kalabalık dediğimiz çoğunluğun baskısı altına alıp, onlara çoğunluğun davranış ve düşünce biçimi empoze edilerek onaylatılır… Onaylatma biçimide şöyle organize edilir: yüzbinlerin veya millyonları biraraya getirecek büyük kitle gösterileri düzenlemek, muhalif olabilecekleri o kalabalıkla ezip, varolana uymaya, ortak davranmaya mecbur kılmak.

Özellikle son yıllarda Türk ve Kürt çevrelerin, karşılıklı yaptıkları on binlerin, hatta yüz binlerin katıldığı kitlesel cenaze törenleri düzenlemek. Cumhuriyet mitingleri, Newroz bayramları, Kutlu doğum haftaları..Grup Yorum eliyle “Bağımsız Türkiye” Konserleri…. vs gibi özel anma-kutlama günleri organize etmek, bu anlayışın sonucudur. Kalabalıklar tarafından yaratılan duygu seli ve güce tapma ruh hali dahilinde, herkes ne yana giderse bende o yana, herkes ne düşünüyorsa bende onu düşünüyorum…herkes nasıl istiyorsa bende öyle istiyorumu, dedirtip herkes gibi olmak, herkesle aynılaşmak, herkese benzemek, çoğunlukla bir olma anlayışı geliştirildi.

Yaratılan bu sistem sonucu, toplumda ayrı olan ne varsa aynılaştırılıp , herkesi aynı düşünceyi savunmaya mecbur hale getirdiler…

Şimdi gelelim şu milletin diline doladığı “Süreç”meselesine.

Sürecin kavramsal anlamı, yada kelime anlamı, bir dönem demektir. Bir durumdan diğer bir duruma çevrilen an demektir, geçiş dönemine verilen ad demektir… Yani başlangıcı ve sonucu belli olan bir zaman dilimidir.

” Falan kurumun, yada derneğin, yada partinin, yada örgütün, yada etnik grubun, yada kültürel çevrenin, yada inançsal komünotenin temsilcisi olarak bizde bu süreci destekliyoruz…”derken, aslında şunu ifade etmek istiyorlar: “Biz, AKP ve BDP-PKK’nin aldığı ortak kararı kabul ediyoruz. O kararın-projenin hayat bulması için, gerekli zamanı ve süreci(periyodu) onaylıyoruz, bu kararın adına da “BARIŞ SÜRECİ”diyoruz.”

O Halde, AKP ve BDP-PKK Neyin Kararını Aldı?

Ortak alınan bu kararın(Stratejinin) ilk kez âleni bir şekilde kamuoyuna duyurusu, Diyarbakır Newroz kutlamasında, Abdullah Öcalan’ın kitleye hitaben kaleme aldığı, MİT’in eliyle devletin onayladığı ve BDP’li vekiller tarafından kitleye okunan mesajıyla dile getirildi. Diyarbakır Newrozunda, Abdullah Öcalan’ın yazdığı ve BDP’li vekiller tarafından okunan o deklerasyonun, yine PKK-BDP yetkililileri tarafından yapılan açıklamaya göre, dile getirilen siyasi talepler, tespitler ve alınması gereken kararlar, “Geleceğe Dair Yeni Bir Proje olduğu.”söylendi. Yani orada, Türk ve Kürt halkı adına gelecek için çizilen, siyasal ve toplumsal yeni bir Stratejinin duyurusu yapıldı.

Bu projede, Türk ve Kürt milleti adına hareket eden iki siyasi gücün(AKP ve BDP-PKK) ve onun öncülüğünü yapan iki siyasi liderin üzerinde anlaşmaya vardıkları temel kiriterlerin ve sınırlarının neler olduğunu kamuoyuna duyurmuş oldular.

Bu yeni projenin temel amacının; “İslam bayrağı altında, Türk ve Kürt milletinin birliğini ve bütünlüğünü sağlamak, bu amaç doğrultusunda geleceğe dair yapılacak bütün siyasal karar ve yaptırımların birlikte alınması gerektiğini duyurmak. Bin yıldan beridir zaten bunun böyle olduğunu ve bundan sonrada böyle olmak zorunda olacağını, kökleri eskilere dayanan birliğin ve kardeşliğin devam etmesi gerektiğini”açıkladılar… Bundan sonrası için nasıl bir süreç başlatmak gerektiği sorusuna ise. “Silahlar susacak, Barış gelecek” cevabını verdiler.

İşte bu “BARIŞ SÜRECİ”espirisi oradan geliyor. Savaşa karşıysan ve barıştan yana isen, süreci kayıtsız ve şartsız tartışmadan desteklemeyi zorunlu hale getirdiler… ABD’nin Afganistana ve Irak’a saldırısınıhatırlayın. İstediğini başkasına dayatma mantığı ne kadar bir birine benziyor değil mi? Yada 12 Eylül referandum oylamasını düşünün. “12 Eylül ve Generallerin yargılanmasına Evet mi? Hayır mı diyorsunuz?” diye bir argüman ileri sürmüşlerdi. Referanduma Hayır diyenler, 12 Eylül generallerin yargılanmasını istemiyorlar gibi bir mantık oluşmuştu…Şimdide deniliyorki ; “Süreci desteklemiyorsan, savaştan yanasın demektir… “

Peki Süreç Halklar Arası Barıştan Yana ise, Neden “Bin Yıllık İslam Bayrağı” Şart Koşuldu?

Geçmiş geleceğin teminatıdır, gelecek geçmişin sonucudur derler. Abdullah Öcalan ve Recep Tayyip Erdogan, Türk ve Kürt milletinin birliğinde bahsederken ,bin yıllık ittifaktan söz etmeleri bu yüzdendir. Evet doğrudur. Türk ve Kürt toplumu, geçmişten günümüze oluşturduklari birlik ve beraberliğin temel sebebi, İslam birliği oluşturmuştur. Selahaddin Eyyubi bunun için savaşmış. Yavuz’un Sefevilere karşısavaşını İdris-i Bitlis-i bunun için desteklemiş. Sahidd-i Nursi bunun için mücadele etmiş… Kısacası Selahaddin Eyyubi’nin Kudisi fet etmek için kürtlerden oluşturduğu savaşcılarından Hamidiye alaylarına kadar olan bu birliktelik, Türklerin ve Kürtlerin İslam bayrağı altında oluşturdukları birliktelikti…

Biz Aleviler, Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler, Yezidiler ve Rumlarda bu tarihi biliyoruz. Ama Türk ve Kürt liderlerine şu soruyu sormadanda edemiyoruz: Bu durumda, dışınızda kalan diğer azınlıklar bu birlikteliğin neresinde yer almalarını istiyorsunuz? İslam Bayrağı altında birlikte inşa etmek istediğiniz geleceginiz Aleviler’de, Ermeniler’de, Süryaniler’de Rumlar’da diğer azınlıklarda geçmişiniz kadar büyük bir sıkıntı yaratmayacak mı?

Eğer sıkıntı yaratmayacak diyor iseniz, o halde geçmişte bizler için büyük felaketlerin ve sıkıntıların sembolu olan o bin yıllık İslam bayrağını neden referans alıyorsunuz? Neden geleceğinizi bu kanlı ve zalim bir geçmişle birleştirerek inşa etmek istiyorsunuz?

1071’den günümüze, Türkler ve Kürtlerİslam bayrağı altında birleşip bir araya geldikleri günden beri: Alevilere, Ermenilere, Süryanilere, Keldanilere, Yezidilere, Yahudilere, Rumlara neler yaptıklarını çok iyi biliyorsunuz. Bunu bildiğiniz halde, hâla Aleviler’den, Ermeniler’den, Süryaniler’den, Rumlar’dan gelecekte yeniden kurmak istediğiniz bu İslami birlik için sürecinize destek vermelerini ve katkı sunmalarını talep etmeniz, islam bayrağı altında inletilen bu halklara ikinci bir zulümdür ve onların geçmişiyle alay etmektir…

“Süreci Destekliyoruz” diyen Alevi Kökenli Siyasetcilere, Aydınlara ve Temsilcilerine

Ermeni, Süryani, Yezidi, Rum ve diğerleri adına konuşmak bize düşmez. Ama “süreci kayıtsız ve şartsız desteklemek gerekir” diyen , Türkiye’de ve Avrupa’da Aleviler adına (özelliklede Kırmanç Aleviler adına)hareket eden Konfederasyon, Federasyon, Dernek, Parti, Örgürt, Kurum,Kuruluş temsilci ve yöneticilerine, « Partisinden değilde bulunduğu görevinde istifa ederek Aleviler şu çağırıyı yapan ” Aleviler hem barış iradesi oluşturup bu süreçte etkin rol almayı tarihi bir sorumluluk saymalı, hem de inşa edilecek geleceğin model önermesi ve biçimlenmesinde karar sahibi olmanın etkin siyasetini yapmalıdırlar.” BDP’li siyaset adamlarına, parti militanlarına, yazarlarına, aydınlarına, sanatcılarına söyleyecek bir kaç sözümüz var.

Ayrıca siz Alevi Kurum ve Kuruluşların başına çöreklenen (Kemal Bülbül, Turgut Öker, İzzetin Doğan, Fermani Altun…vb) gibi fırsatçılara da sesleniyoruz. Siz Alevileri hangi sürece dahil etmek istiyorsunuz? Türkler ve Kürtler arasında silahlar sussun denilirken, Dersim’ de 21 yeni kale…vb karakol inşaasına başlanan bir sürece mi destek vermemizi istiyorsunuz? 1700’lerden itibaren, Dersim’i sünnileştirmek için Urfa’dan getirilip Dersim’e yerleştirilen ve Dersim’i Kürtleştirerek Sünnileştirmek için özel görevlendirilen, bugünde Kürtlük adına Alevi Kırmançlara karşı kışkırtılan, bölgede koruyuculuğu teşvik eden süreci mi desteklemek istiyorsunuz?

Gülen’ e selam gönderen, Hizbullah örgütüne itiffak öneren, bilmem liderlerin önderlik ettiği, ben şeriatçıyım demekten artık sakınca görmeyen milletvekilerinin bulunduğu siyasi bir partinin peşine mi Alevileri takmak istiyorsunuz?

Söyleyin bakalım, Alevileri hangi sürece dahil etmek istiyorsunuz? Alevileri, İslam bayrağı altında birleştirip, Yeni Yavuz Sultan Selim ve İdris-i Bitlisi geleneğini sürdürmek isteyenlere mi dahil olmak istiyorsunuz?

Yoksa Sultanlara ve saltanatlara boyun eğmeyen, bin yıldır Anadolu topraklarında İslam bayrağı altında hareket edenlere asla taviz vermeyen, Şeyh Bedrettin, Börtlüce Mustafa, Yunus Emre, Mevlana, HacıBektaş-ı Veli, Pirsultan Abdal, Seyid Rıza, Alişer Efendi ve Zarife Xatun gibi Alevi-Kızılbaş geleneğinin takipçilerine mi dahil olmak istiyorsunuz?

Sizlere sesleniyoruz:

Her gün Kılıçdaroğlu’na hakaret edip, Hüseyin Aygün’ü istifaya davet edenler (Aygün’ün istifa etmesi gerektiği gün geldiğinde, biz o çağrıyı da yaparız elbet) Allah rızası için, siz bir günde şu BDP-PKK’deki biyolojik Alevi vekillerine istifa çağrısında bulunsanız ne olur? “Ben Dede çocuğuyum” diye ortalıkta fiyaka atan Gülten Kışanak’a ve iki dönemdir parlementoda bulunan bu biyolojik Alevi vekillerine sorsanıza; TBMM’sinde, Aleviler için ne yaptınız, Alevilerin haklarını dile getiren kaç soru önergesi verdiniz diye?

Mesela TİKKO’dan MKP’ye, THKP-C’den ÖDP’ye, Dev-Sol’a, THKO’dan EMEP’e, Halkın Yolu-Halkın Birliği-MLKP’den ESP’ye, TKP’ye….vs…vs, irili ufaklı ne kadat sol ve sosyalist örgüt ve parti varsa, hepsinin içinde varolan Alevi-Kırmanç siyasetcilere, yöneticilere, militanlara hiç sordunuzmu; kendi örgütlerinde Alevilerin-Kırmançların haklarını ne kadar savunuyorlar diye? Kırmançki-Zazaca ve Kırdaşki konuşanlara hiç sordunuzmu, o örgüt yayın organlarında ana dilerinde kaç makale yazmışlar yada yazdıra bilmişer diye?…

Yıllarca Türkiye ve Kürdistan devrimi için savaşan o militanlardan, bir defada olsa Aleviler için siyaset yapmalarını hiç istediniz mi? Alevilerin kendi çıkarlarını savunacak parti kurma hakları yok mu? Bunun için o Alevi siyasetcilerine ve kurum temsilcilerine neden bir çağrı yapmıyorsunuz da, Alevileri hala Kürt milliyetçilerin, Türk milliyetçilerin ve marjinal solcuların siyasi amaçlarına alet etmek için birbirinizle yarışıyorsunuz ki?!!!

Son olarak şunu söylüyoruz: 30 yıldır sürdürülen bu kirli savaş, Alevilerin savaşı olmadığı gibi, Alevilerin, Ermenilerin, Süryanilerin ve Yezidilerin kanı üstünde kirlice yapılacak bu barışta Alevilerin barışı olmayacağı çok aşikardır…
Bu durum karşısında Aleviler en kısa zamanda kendi bağımsız siyasi örgütlerini(partilerini) kurmak zorundadırlar, aksi taktirde yarın çok geç olabilir…

Tarih kimi yanıltır, kimi haklı çıkarır göreceğiz…..

25 Nisan 2013

*Antropolog

Sosyal medyada paylaşın
        
   
5 Comments

5 Comments

  1. ali kaya

    25/04/2013 at 21:09

    Sayın Hüseyin DEDESOY,sizin öngörülü,sağduyulu,akıllı,csnlı ve yiğit duruşunuzu selamlıyorum.Sanırım kanı bozuk,kökünde soyutlanmış, bir başka deyişle mankutlaşmış Kırmanç-Zazaca ve Aleviler bu makaleden, benimde eserlerimi ve makalelerimi okuyarak zaman geçirmeden tarihten (Selahaddin Eyübi’nin Fatimiler arası mücadele, Yeni Yavuz Sultan Selim ve İdris-i Bitlisi Şah İsmail-Alevilere karşi ittifakı, Sahidd-i Nursi- Hamidiye alaylarına kadar olan bu birliktelik,Dersim katliamında ŞafiKürtleri ön saflarda görevlendirilmeler, Türklerin ve Kürtlerin Sunniİslam bayrağı altında oluşturdukları birliktelikler kuşku ve kaygılar içermekte …) ders çıkaracaklarını umuyorum.En derin saygılarımla..

  2. cevo

    26/04/2013 at 20:15

    Bu yazi guzel de alltta belirtilern meslekle pek uyumlu bir ruh hali gorunmuyor. Bu “1700’lerden itibaren, Dersim’i sünnileştirmek için Urfa’dan getirilip Dersim’e yerleştirilen…” ler kim, pek anlasilmiyor !!!

    • Haskar

      30/04/2013 at 03:31

      Senin mesleğin ney hemşerim? Bırak mesleğini,ismini dahi yazmamışsın!Sana ne diye hitab edelim şımdı, karanlık adsız adam desek uyarmı o sıfatına? Sende o altta yazılan mesleğin ne işe yaradığını, ne anlama geldiğini anlayacak kapasite varmı?

  3. eltahir

    27/04/2013 at 09:11

    Barış büyülü bir sözcük!Dünyanın neresinde olursa olsun desteklenmesi yaşanması güzel Aleviler inançları ve yaşam biçimleri gereği barışçıdırlar ve barışı desteklemeleri çok tabii değilmi.Eğer birileri Alevilerin yüzyıllardır uğradıkları haksızlıkların zulümlerin hesabının sorulmasını getirip bu sürece bağlamaya kalkarsa o sadece Aptaldır.

  4. abidin

    03/05/2013 at 14:06

    Jar u diyar’ın verdiği aradan sonra dedesoy’u burada okuyabilmek güzel..

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

three × three =

More in Siyaset

To Top