Yazarlar
Çiçek gibi temiz şehir nasıl kirlendi?
Şunu açıkça söyleyebilirim: Bu şehir bilinçli olarak kirletiliyor. Canı sıkılanlar, evinde kavgalı olanlar, başka yerde tutunamayıp burada savruk gezenler… Şehre kötülüğünü dökmekten zevk alanlar, kirliliğin içinde çırpınanlar…
Burhan Gündoğan
Dersim parkın içinde kurulan, Harcik ve Munzur suyun içinden geçerek Golé Çetu denilen Cemevinin hemen altında birbirleriyle kardeşleşip birleşerek aktığı, ileride Dinar suyunu da alarak, taa Mazgirt Köprüsünden sonra Keban Baraj gölüne dökülen sular şehriydi.
Su kıyıları boyunca tatlı büklük alanlar vardı. Akan su kir tutmaz, diye halk arasında bir inanış vardı. Hemen hemen bu üç suyun her yerinde insanlar suya girerlerdi. Temizdi, bir içmediğimiz kalırdı.
Ben bu şehre geldiğim zamanlar, Dikilitaş’ta, Mavi Köprünün oradaki Ortakaya’da, Dinamo’ da, Karayollarının altındaki alanda ve Harçik’in hemen her yerinde suya girilirdi.
Şimdi kumocaklarının bozup talan ettiği yerlere biz öğretmenler, öğrenciler mayomuzu, şortumuzu alıp o pırıl pırıl suya girer dalar bakir doğanın tadını çıkarırdık. Çoğunlukla üzüm, karpuz ekmek alırdık, acıktığımızda yemek için.
Çevre bize çok tatlı ve mutlu gelirdi kapitalin eli değmemişti henüz. Şehrin on bin nüfusu vardı. Sokaklarda inekler hiiç eksik olmaz, çöp konteynırlarından başı çıkmazdı. Ne yalan söyleyeyim, öğrencilerim anımsarlar o günde güzel bir şehir için kafa yorar, onları yarının sahipleri olmaları için yüreklendirirdim. Bilen bilir, sayfamda hâlâ o güzel çocuklar var.
Önce Uzunçayır Baraji, ardından Dinar Hes şehrin güzelliğini bozdular. Barajlarla birlikte şehrin ikliminde değişmeler oldu. Metrelerce yağan kar yağmaz, ilkyazda ve sonbaharda düşen yağmurlar düşmez oldu. Durgun göle dönüşen Munzur’un kıyılarında kokular gelmeye, çer çöp, pet ve poşet birikimiyle birlikte kanalizasyon da göle akınca kirlilik had safhaya ulaştı. Hele yazları, kuru havası olan Dersim, birdenbir nemli havasıyla bizi şaşırttı, şehrin esintisi kesilip bunaltıcı bir sıcaklık ortalığı sarınca herkes iyiden iyiye bu şehir için barajların büyük tehlike olduğunu anladı.
Bir şehrin aşağı yukarı tamamı “Munzur’uma Dokunma” sloganına sarıldı, kilometreler süren yürüyüşler yapıldı. Doğrusu o günkü sivil toplum örgütleri büyük bir sınav verdiler. Bu yarın için önemli bir kazanımdı.
Şehrin aydın ve ilerici insanları yol yürüyüşlerinde öylesine dikkatliydiler ki, her biri ötekini uyarırdı.
Bu şehre yeni yeni sokulan kapitalist anlayış ” bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar anlayışı” birçok insanın utanma perdesini de yırttı. Parayı gören, parayla tanışan kibir gemisine bindi. Hiç beklemediğimiz insanların ruhları ve bakışları kirlendi. Geçmişte birçoğuna burjuva diyenler, onlara burun bükenler paradan başka bir şey konuşmaz oldular. Birçoğu otoban sosyalisti oldu; onu da utanma pazarına diline alır oldular.
Kendilerinden büyük umutlar beklediklerimizin çoğu kafeler çalıştırmaya, çalıştırdıkları kafelere içki ruhsatı almak için olmadık oyunlara girdiler. Bunu örneklendirmemin bir anlamı yok. Yarası olan gocunsun.
Rüşvet ve talana karşı olan, inancı uğruna meydanlarda dayak yiyenler rüşvet verip işlerini yapmanın mutluluğuyla gözaltından bize bakıp müstehzi gülümsediler. Bazılarını anlayabiliyorum, artık dümen böyle dönüyor, rüşvet vermeden işler yapılmıyor, hatta rüşvetleri bölüşen, bòlüşürken de gülüşen insanları tahmin ediyoruz. Yalnız bazıları çok kazanmak yerine kazandığıyla yetinebilirlerdi, çirkin ve kirli oyunlara girmeden sade bir yurttaş olarak yaşamlarını sürdürebilirlerdi. Değmezdi onca eğilip bükülmeye el etek öpmeye.
Ne diyeyim, birgün direnenler onları da yazar elbet.
Çevreyi kirletenler genellikle altlarında otomobili olan insanlar. Arabasının penceresini açıp petini ve poşetini, burnunu sildiği mendilini, ağzına taktığı maskeyi dışarıya cadde ve sokağa atıyorlar.
Kimi de pikniğini bitirdikten sonra, kendisinin dışında işine yaramayan ne varsa orada bırakıp geridönüyor. Sözgelimi siyah poşet içinde içtiği bira şişesi ve kutuları, içtiği suyun şişesini, elini sildiği peçetesini, çocuğunun bezini…
Her gelen gideni aratır duruma geldi. Dostça eleştirdiğimiz insanlar bize bağırarak bize gözlerini karartarak geçmişlerine salvo attılar. Ruh ve göz kirlendi. Doğal olarak bizler, kendi insanımızın o hoşgörülü bakışından giderek soğuduğunu görür ve çekinir olduk. O mekânlara gitmektense içimize kaçmaya yöneldik.
Bazı işletmeler, sanki gelen müşteri bir daha gelmeyecek anlayışıyla ne tutturdumsa kâr anlayışına girdi. Üç gözleme iki bira yüz altmış lira. Bu da ayrı bir kirlilik. Onca insanın gelip gittiği yerde yetersiz tuvaletler, hijyen koşullarına uymayan mekânlar, yeterince elaman çalıştırmayıp on iki saat koşturtmalar, sigortasız işçiler…
Şunu açıkça söyleyebilirim: Bu şehir bilinçli olarak kirletiliyor. Canı sıkılanlar, evinde kavgalı olanlar, başka yerde tutunamayıp burada savruk gezenler… Şehre kötülüğünü dökmekten zevk alanlar, kirliliğin içinde çırpınanlar…
Memur olsan, müdür olsan, paralı olsan ne yazar…”