Yazarlar
Dersim Defterleri / Beyaz Dağ’da Bir Gün üzerine
Kitabın sonunda katledilmiş annesinin koynundan kanlı ekmeği ve çökeleği çıkarıp yiyen çocuk gibi yaşamın utancında, unutulmuş ve yurtsuz kalıyor insan…
Arzu KARADAĞ
‘’Daye wurze şime çê!’’*
(Anne, kalk evimize gidelim.)
‘’Bir avın dört bir yanını kapamak ona bir kaçış yolu bırakmamak cinayettir’’
Bir Afrika özdeyişi ile başlıyor Beyaz Dağ’da Bir Gün; dört dağ içinde sahnelenen ecelsiz ölümlerin, planlı, tutanaklı, yığınsal kayıpların, ayıpların tarihi.
Özü itibariyle sözlü tarih çalışması sayılan Beyaz Dağ’da Bir Gün tanıklıklar ve ortak hafızaya dayanmakla kalmıyor, yeri geldikçe dönemin resmi belgeleriyle karşılaştırmaları da içeriyor.
Dersim 1938 Tertelesini detaylarıyla, boylu boyunca gözler önüne seriyor, kelimeleri aşan, yankısız kalmış bir feryat taşıyor sayfalarından. Kitabın yazarı Emirali Yağan: Kendi deyimiyle ‘’atlaslarda görünmez toprakların, suların kayıp yolcusu, gidilmemiş şehirler koleksiyoncusu, bütün renklerin sonuna uyanan” lamekân bir şair – yazar. Eş zamanlı okuduğum şiirlerinden, Dersim Defterleri’yle açığa vurduğu tarihi yarayı, bu elçisiz, dilsiz feryadı dillendirmeye yıllar öncesinden soluk biriktirdiği anlaşılıyor.
Kitapta; her bölümün, anlatının, toplam manzarayı görebilmemize elveren bir kalem işçiliği var. Fotoğraflar ve tanıklarıyla, edebi anlatımı, özenli düzenlenmesiyle yazar okuyucuyu bir sahnenin önünde, gölgelemeden, yormadan yaşanmışlıklarla yüzleştiriyor.
~ 2 ~
Tanık ve belgeleriyle, yaşayanların anlatımlarıyla; kireç kuyularına gömülenler, süngü ile yarılan anne karnından çıkarılıp taşa çalınan bebekler, meşe kütükleriyle başları ezilen masumlar, kesilen başlar, kafileler halinde ağır makinelilerin önlerine sürülen, yaylım ateşlerle yerlere serilen, toplu halde ateşe verilen çocuk, genç, yaşlı, insan yığınları…
Vahşetin hayal gücünü aştığı yılların soluk kesen, insanı insanlığından utandıran sahnesi kapanmıyor bir türlü. Yaşananların üzerinden geçip giden üç çeyrek yüzyıllık zaman, bunca zamana hükmeden yalan, kitabın içerdiği tanıklıklarla tuz buz oluyor ve sadece katliamları planlayıp uygulayanların değil aynı zamanda kurbanların, mağdurların zebunluklarını, paramparça oluşlarını, ölü yığınlarının altından ayağa kalkmış olanların sonrasında görüp geçirdiklerini, 1938’in öncesi ve sonrasıyla Dersimlinin kırımlardan derilen tarihi macerasını izlemek mümkün Dersim Defterleri’nde.
İnsanın ana yurdu çocukluğudur. Jorge Amado’dan referansla kitapta yer alan bu özdeyiş, tertele içinde kaybolan, alı konulan ve bir daha çocukluğunun anayurduna dönemeyen Dersimli çocukları anlatıyor adeta. Alı konulan kız çocuklarının meçhullere varan hikayeleri, tek tük hatırladıkları anıları ve bir anda değişen, izi sürülemez bir sürgünlüğe dönen hayatlarını…
~ 3 ~
Ve çocuklarını suya atmaktan ya da kendileriyle uçurum boşluğuna bırakmaktan, ölüme terk etmekten başka çareleri kalmamış annelerin trajedileri; 1938 Tertelesi sırasında, esarete düştüğü Laç Mağarası’nda zifiri karanlık içinde kollarında soluktan kesilen bebeğinin yüzünü son kez görebilmeye kandil bulamayan Dememanlı bir annenin yaktığı ağıt, sonraki yıllarda çocuklara okunan ninni olur.
‘’Meberbe phıte mı meberbe /Dısmen vengê to hesneno’’
(ağlama yavrum ağlama/ düşman sesini duyacak.)
Yılanın, çakalın Dokunmadığı başlıklı bölümü okurken akla düşmez mi yılanınmerhameti: ‘’Tam köyden ayrılıyorduk ki, askerler köye baskın verdi. Köyde Ermeni mezarlığı vardı. O mezarlıkta Tüa Xızıri (Hızır Dutu ) dedikleri bir ağaç vardı. Kadın bebeğini kundağıyla birlikte o dut ağacının altına bıraktı. Bizimle birlikte kaçarak köyü terk etti. Askerler peşimizi bırakmadı.
Tam bir hafta köye dönemedik. Kadın kendini paralayıp durdu. Saçını başını yoldu. Sonunda ağlayıp dövünmelerine dayanamayıp, birkaç kişiyle tekrar köye indik. Bebeği köpekler parçalamışsa bari ölüsünü toprağa verelim diye indik, bebeği bırakıldığı mezarlık yerinde sağ bulduk. Bebeğe ne kurt, ne kuş, ne yılan dokunmuş…’’
Bir diğer bölüm Yusuf’un Hikayesi..
Dersim Defterleri’nin birinci cildi Beyaz Dağ’da Bir Gün’ü okurken nefes almakta zorlandığım, uzun ve çıkılmaz tünellere düştüğüm, taşınmaz acıların ağırlığıyla suskun kaldığım anlar oldu. Soluk alabilmek için sıklıkla okumalara ara verdim ama okuduklarımın etkisini öteleyemedim.
Neydi derseniz çöken göz çukurlarına… Derin bir vah!.. Bildim ki ateşin, güneşin, göğün önünde diz çöken bu insanlar zulmün önünde diz çökmemişti? Ve fakat Seyit Rıza’nın ‘’Ben böyle gelip darınıza düşmezdim, darımdaki kurt olmasaydı’’ sözü bu kırımın boşluklarını dolduran ince bir sitem miydi ? Ve elbet insandan başlıyordu her şey ve zulmün tarihi kısacık bir sözdü: Ölüm. Beyaz Dağ’ da ise ölüm bitmek bilmeyen, aç, uykusuz gecelerdi…
Köylerin, ormanların bitimsiz yangını, insanın, kurdun, kuşun, ekinin, göğün talanıydı. Vahşice katledilmiş bedenlerin altından sağ çıkan çocukların, öldürülmüş annelerinin baş ucunda ‘’Daye wurze şime çê!’’ diyerek beklemeleri, yaşlılarımızın derin ve yitik bakışlarında, dalgınlıklarında, dualarında sakladıkları nasıl, neyle anlatılırdı…
Dilim solgun… Kalemim biçare, kanı kurumuş bıçaklar geziyor tenimde. Acısına eş, yangınına su arayan ‘’ uçurumları, toprak kokusunu, dağ nergizlerini, maviyi özleyen’’ hep özleyenlerin sırrıdır Beyaz Dağ’da Bir Gün ve dünyanın bütün kanlı nehirleri ezberine düşmüştür canı sağ, ruhu yaralı sürgün gidenlerin.
Çok sonra bunca acının mirasçılarından Dersimli şair Emirali Yağan ‘’göğün mavi olduğu zamanlara’’ dönüp ‘’belki bir şiir anlatabilirdi bizi’’ diyerek, elçisi yollarda kalmış kavmin bu gök altında karşılıksız kalan hawarını duyurmak, çağın alacakaranlığında medeniyet diye vaaz edilenin ne büyük bir vahşeti içerdiğini bir nebze de olsa gün ışığına çıkarmak için dağların sustuklarını derleyip ellerimize vermişti.
~ 4 ~
Kitabın sonunda katledilmiş annesinin koynundan kanlı ekmeği ve çökeleği çıkarıp yiyen çocuk gibi yaşamın utancında, unutulmuş ve yurtsuz kalıyor insan…
Dilinde, usunda o cümle: ‘’Daye wurze şime çê!’’
Dersim Defterleri – Beyaz Dağ’da Bir Gün
Yazar: Emirali Yağan / İletişim Yayınları – Tarih
Dizisi / Tarih – İnceleme & Araştırma
Editör: Kıvanç Koçak / Kapak: Suat Aysu
1.Baskı 2013 / 320 Sayfa / 2.Baskı 2015 /