Dersim 38
Dilenmemiş bir özür, yüzleşilmemiş bir geçmiş: Dersim 1937-1938
Bugün artık Dersim Tertelesi hakkında görmezden gelinemeyecek kadar çok tanıklık, itiraf, belge ve hatta toplu mezar yerlerine dair bilgi ortaya çıkmış durumda.
Dr. Pınar DİNÇ
Lund Üniversitesi
Dersim Tertelesi’nin üzerinden tam 84 yıl geçti. 1937-1938’de Dersim’de olanlar Dersimlilerin ninni ve ağıtlarında, çocuklarına ve torunlarına anlattıkları hikayelerde, yazdıkları şiirlerde, romanlarda nakledilmeye devam ediyor. Tüm ayrışmalara rağmen çeşitli sol hareketler için de önemli bir tarihsel referans olan Dersim 1937-1938 bugün artık devlete baş kaldıran asilerin isyanı değil, genç cumhuriyetin Osmanlı’dan bu yana sorun olarak görülen bir topluma uyguladığı kırım politikası olarak anılıyor.
Bu yaygın kabulde 2011 yılında Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın literatüre “Dersim özrü” olarak geçen açıklamasının da payı var. Bu yıl kasım ayında Erdoğan’ın “Eğer devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ve böyle bir literatür varsa, ben özür dilerim ve diliyorum” sözlerinin üzerinden tam on yıl geçmiş olacak.
Talepler ve sonuçsuzluk
2011’de Erdoğan özür açıklamasını yaptığında Dersimliler bu tavra temkinle yaklaştılar, ancak 1937-1938’de maruz kaldıkları kolektif şiddetin daha rahat ifade edilebileceği bir dönemin başladığının da farkındaydılar. Dersimliler için Erdoğan’ın özür açıklaması yüzleşme talebinde bir son nokta değil, bir aşamaya denk düşüyordu. Bu aşamadan sonra Dersimliler taleplerini daha kararlı şekilde dile getirdiler. Geçen on yılda çeşitli Dersim dernekleri ve siyasetçiler tarafından defalarca dile getirilen geçmişle yüzleşme ve onarım talepleri yedi maddede özetlenebilir:
- Dersim ismi iade edilsin;
- Arşivlerin tamamı (Genelkurmay arşivleri dahil olmak üzere) sansürsüz olarak açılsın;
- Hem sürgüne gönderilen Dersimlilerin hem de evlatlık verilen Dersimli kız çocuklarının listeleri açıklansın;
- Seyit Rıza ve arkadaşlarıyla beraber Dersim’de katledilenlerin mezar yerleri açıklansın, ölenler için anıt mezar yapılmasına izin verilsin;
- Sabiha Gökçen, Fevzi Çakmak, Abdullah Alpdoğan gibi Dersim 38’de önemli roller oynayan kişilerin isimleri, konuldukları yerlerden (havaalanı, okul, mahalle, vs.) silinsin;
- Dersimlilerin ana dilleri ve inancı tanınsın, bunlar üzerindeki engeller kaldırılsın;
- Dersim kültür ve doğasına zarar veren Munzur Barajlar Projesi iptal edilsin.
Ancak bu 10 yıl boyunca yaşayarak gördük ki Dersimlilerin talepleri karşılık bulmadı. 2012 yılında Mecliste kurulan alt komisyon sonuçsuz kaldı. 2014 yılında Dönemin Başbakanı Davutoğlu tarafından restore edilip “Dersim Müzesi” olarak hizmete gireceği açıklanan Dersim merkezdeki askeri kışla, 2019 yılında “Tunceli Müzesi” olarak ziyarete açıldı. Dersimlilerin inanç ve etnik kimlikleri üzerindeki baskı ve engeller kaldırılmadı. Geçen dönemde Dersim’in doğası yalnız Munzur Barajlar Projesi ile değil, orman yangınları ve barış sürecinde bile hız kesmeden inşasına devam edilen kalekol ve kulekollar ile de zarar gördü.Reklam
Dilenmemiş bir özür
Zaten Erdoğan’ın 2011 yılındaki “eğer”li, “ise”li “Özür dilerim ve diliyorum” sözleri de özür dilemenin gerekliliklerini yerine getirmekten çok uzaktı. Yaptığı konuşmada Erdoğan hem suçu ve sorumluluğu ana muhalefet partisi CHP ve onun Dersimli Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na atmış, hem de katliama uğrayan Dersim’de yaşayan Alevi, Kırmanç, Kürt, Ermeni kimlikleri Necip Fazıl Kısakürek’e referansla “din kardeşleri” potasına alarak yok saymıştı.
Oysa devletin sürekliliğini ve kurumsal devamlılığı düşündüğümüzde; bugünün yöneticilerinin, bizzat geçmişteki suçu işleyenler olmasalar da devlet yönetimindeki rolleri gereği özür dilemekle sorumlu olduklarını söylemek gerekiyor. Doğru şekilde dilenen özürlerde yapılan yanlışların sorumluluğu alınır, işlenen suçların adı konur; yapılanlar ve neden olunan acılar kabul edilmekle kalmaz aynı zamanda bunlardan dolayı üzüntü ve pişmanlık duyulduğu ifade edilir; ayrıca verilen zararın telafisi için onarım ve tazminat kanalları açılır. Bu anlamda özür dilemek gelecekte benzer şeylerin yaşanmayacağına dair de bir niyet beyanıdır. Zira devlet yöneticileri gerçek anlamıyla özür dilediklerinde yalnızca geçmişe ait yaraların sarılmasına yönelik bir adım atmış olmazlar, aynı zamanda daha adil ve aynı yanlışların tekrarlanmayacağı bir geleceğe yönelik vaatte de bulunmuş olurlar.
Erdoğan’ın üzerinden neredeyse on yıl geçen demeci ise aslında hiç dilenmemiş bir özürden başka bir şey değildi. Üstelik oluşan olumlu hava ile onarım taleplerini daha yüksek sesle dile getiren Dersimlilerin beklentileri tamamen karşılıksız bırakıldı, acıları siyasi malzeme haline getirildi ve zaman içinde konu gündemden düştü. Erdoğan 2019 yılı Necip Fazıl Ödülleri töreninde yaptığı konuşmada 2011 yılındakine benzer şeyler söylediğinde ise hem artık konu önemini yitirmiş, hem de sözde “geçmişle yüzleşme çağrısı” inandırıcılığını kaybetmişti.
Gerçek bir özür, peki ama kim için?
Bugün artık Dersim Tertelesi hakkında görmezden gelinemeyecek kadar çok tanıklık, itiraf, belge ve hatta toplu mezar yerlerine dair bilgi ortaya çıkmış durumda. Üstelik yalnız 1937-1938 değil, Dersimlilerin “ikinci 38” olarak tanımladığı 1993-1994’te Dersim’de boşaltılan köyler, yakılan ormanlar, meralar, meyve ağaçları ve hayvanlar, yerinden edilen insanlar hakkında bilgi ve belgeler mevcut. Keza çözüm sürecinin bittiği 2015 yazından itibaren Dersim’de yeniden özel güvenlik bölgeleri ilan edildi, askerlerce köylülere evlerini ya da meralarını terk etmeleri emredildi, güvenlik gerekçesiyle ormanların yanmasına göz yumuldu, Dersim belediyesine kayyum atandı. Tüm bunların ışığında geçmiş ve bugün beraber düşünüldüğünde Dersim’in nasıl sistematik ve sürekliliği olan bir devlet politikasına maruz kaldığını görmek zor değil. Dolayısıyla Dersim Tertelesi için dilenecek bir özür yalnızca o tarihte katliama uğrayanlar için değil, nesiller boyu Dersim 1937-1938’in yasını tutan ve tekrar eden şiddet mekanizmaları içinde hayata devam eden tüm Dersim halkına yönelik atılması gereken bir adım.
Son olarak şunu vurgulamak gerekiyor: Dersim Tertelesi için dilenecek gerçek bir özür yalnızca Dersimlilerin yaralarını sarmaya yönelik bir adım olmayacaktır. Gerçek bir özür, Türkiye toplumunun da devletiyle ve geçmişiyle yüzleşmesi ve böylelikle daha adil bir gelecek kurması için de son derece önemli bir adım olur. Muhafazakar-milliyetçi refleksleri hiç eksilmeyen devletin ve bu devletin içinde var olduğu toplumun bu yönde bir adım atacağına inanmak oldukça güç olsa da geçmişle yüzleşme çağrımızı yinelemekten vazgeçmemeliyiz.
Evrensel