Alevilik
Nihal Yalçın: 13 Yaşında Alevi Olduğumu Öğrendim
Dersimli oyuncu Nihal Yalçın’ın annesi, Sivas katliamı esnasında bütün aile televizyon karşısında acılar içerisinde Madımak’ta hayatını kaybeden aydınlara ağlarken ilk kez dillendirmiş: Biz Aleviyiz kızım.
Değişik. Nihal Yalçın’ı belki de en iyi anlatan kelime bu: Değişik.
Farklı değil ama. Farklı olmanın yarattığı mesafe yok onda. İnsanda daha çok, değişik olmasının getirdiği bir merak hissi uyandırıyor. Kimdir bu insan? Sahiden göründüğü gibi mi? Numara çekmiyor değil mi? Normal mi, bu kadar normal olmak?
Nihal Yalçın’ın değişik olması biraz da anlattıklarının bildiğimiz insanlara, bildiğimiz oyunculara hiç benzememesi ama aynı zamanda bildiklerimizin hepsinden birer parça taşıyor olmasından kaynaklanıyor gibi. Hani bir yemeği çok lezzetli bulur, içinde tanıdık bir malzeme var ama diye meraklanır, bir türlü o malzemenin ne olduğunu çıkaramazsınız ya… Öyle.
Dersimli. Dersimli olmakla takıntılı değil ama aynı zamanda net: Dersimli. Sadece çocukluğunda gitmiş olsa da oralı olduğunu biliyor. Ailesi o doğmadan İstanbul’a gelmiş. İlk kez geldikleri İstanbul’da Tuncelili olduklarını söyleyerek ev aradıklarında bütün kapılar yüzlerine kapanınca bir süre sonra bu durumun Alevi olmalarından kaynaklandığını anlayıp, Elazığlıyız demek zorunda kalmışlar. Elazığlıyız, sünniyiz, evinizde bir sünni gibi yaşayabiliriz. Mahalle baskısı mı demiştiniz?
ALEVİ OLDUĞUNU SİVAS KA TLİAMINDA ÖĞRENDİ
Alevi olduğunu 13 yaşında, Sivas Katliamı esnasında öğrenmiş. Bütün aile televizyon karşısında acılar içerisinde Madımak’ta hayatını kaybeden aydınlara ağlarken annesi ilk kez dillendirmiş: Biz aleviyiz kızım.
İlk öğrendiğinde bir tür kültür şoku geçirmiş. Alevi olmak ne demek? Alevi kime denir? Konuya dair ne bulursa, eline ne geçtiyse okumuş, araştırmış.
Ablasından sadece 13 ay sonra doğmuş. Aslında biraz ‘kaza’ çocuğu o. Doğumu anne-babanın standart hayat planında yok.
Ama iyi ki doğmuş. Annesine de, babasına da sorsanız iyi ki doğmuş. Çünkü ailenin, hani nasıl demeli, eğlence kaynağına dönüşmüş zamanla. Patavatsız, komik, oyuncu, numaracı, ağzına geleni söyleyen.
Konuşmasına, kendisini ifade etmesine her zaman izin vermişler. Aman bu da çocuktur, sussun, oyuncaklarıyla oynasın, otursun oturduğu yerde dememişler. Aksine, elinden tutup hep öne itmişler. Hadi yap. Hadi oyna. Hadi göster. Ona göre bu da biraz Alevilikten kaynaklanıyor. Çocuktur, kadındır, geridedir dememişler.
YA YER BİR GÜN BİZİ ÇEKMEZSE KORKUSU
Çocukken Allah’tan korkmuyor ama yerçekiminin bir gün bitmesinden çok korkuyor. Evet, ya yer bizi bir gün artık çekmezse… Yer bizleri çekmeye daha uzun süre devam etsin diye dua ettiği oluyor.
Ablası müşteri temsilcisi olarak çalışıyor. İki kız kardeşten biri psikolog, diğeri sosyolog. En küçük ve erkek olan kardeş inşaat okuyor ama bu yıl konservatuara hazırlanıyor. Aileye bir oyuncu daha gelecek mi, göreceğiz.
Eğitim hayatı konservatuara kadar gayet standart. Düz ilkokul, düz ortaokul, düz lise. Fakat bu esnada sokakta mahallenin çocuklarını etrafına toplayıp kumpanya kurmalar, annesinin elinden tutup götürmesiyle semtteki tiyatro kursuna yazılmalar…
HİÇ TİYATROYA GİTMEDEN OYUNCU OLMA KARARI
Konservatuara da anne babasının teşvikiyle giriyor.
İstanbul Devlet Konservatuarı’nı rahat rahat kazanıyor. İlk zamanlarda çok gülüyormuş konservatuarda olup bitene. O dil, o hiç karşılaşmadığı vurgulara sahip konuşma biçimleri… Aman efendimler, sepet efendimler… Hepsi bir şaka gibi geliyormuş ona. Öğretmenleri konuştukça sebepsiz yere güldüğü için çokça sınıftan atılmışlığı var.
Kartal’da geçen çocukluğu boyunca tiyatro, oyunculuk filan hep televizyonda gördüklerinden ibaret. Hiç tiyatroya gitmeden oyuncu olmasına karar verilen birisinden bahsediyoruz. Bu durum oyunculuğa dair düşüncelerini de şekillendirmiş aslında. Oyunculuğun bir insanda varsa var, yoksa yok bir yetenek olduğuna inanıyor. Ve eğer varsa bir şekilde kendisini kaçınılmaz olarak göstereceğine.
Rol yapmanın, bir role girmenin iki güzel mimik, iki vurgulu tirat, iki anlamlı bakıştan, yani vasati 40 çöpten öte bir şey olduğunu düşünüyor. Oyunculuğun kökeninde adı üstünde, oynamak, bir oyun kurmak olduğuna inanıyor. Ciddiye alıyor, daha da önemlisi oynamayı çok seviyor.
Oynarken oradaki fırlamalığı, hikayenin bir parçası olma halini beğeniyor.
Bulaşık yıkarken rolünden bir repliğin doğru vurgusunu çıkarabilmekten zevk alıyor.
Yaptığı iş konusunda ukala. Ama öyle tepeden değil. Bu işi yaparken hayatı boyunca pek zorlanmamış. Oyunculuk ona hep kolay bir iş gibi gelmiş. Üç ay uğraşsa bir rolü çıkarmak için, yine de beceremese…Bir türlü olmasa… Oyunculuğa ait böyle hikayeleri pek yok. Zorluğu hayatının başka alanlarından tanıyor, biliyor.
ARTIK BİR YANLIŞ ÜÇ DOĞRUYU GÖTÜRMÜYOR
Hiç mi kötü yanı yok bu kadının? Var. Tahammülsüz. Zekasına duyduğu güven onu diğer insanlara karşı tahammülsüz hatta zaman zaman biraz kırıcı yapmış. Ona ukala denmesi de belki de biraz bu yüzden.
Fakat neyse ki durumun farkında. Son iki yıldır bu halden kurtulmaya çalışıyor. Tek cümlesiyle bir insana not vermekten vazgeçmeye çaba gösteriyor örneğin. Karşısındakinin bir yanlışının üç doğruyu götürmesine izin vermiyor artık.
Aslında bu halinin de kendisine çok güvenmekten ziyade, insan olana çok güvenmemekten geldiğini düşündürüyor. ‘İnsan aslında yazık bir yaratık değil mi ama?’ cümlesi çıkıyor ağzından.
Konservatuardan sonra dublaj yapmaya başlıyor. Tam da, eyvahlar olsun, okul bitti, peki şimdi ne olacak dediğinde. O kadar uzun süre dublaj yapıyor ki bir süre sonra hayatı boyunca yapacağı işin bu olduğunu düşünmeye başlıyor. Neyse ki öyle olmuyor. Sonra oyunculuğa geçiyor. Aslında çok da yavaş olmuyor bu geçiş. Oyunculuk imkanı ortaya çıktığında birden dublajı bırakıyor. Pat diye… Hayatında pek çok konuda olduğu gibi, yeni olan eskiyi büyük bir dalga misali hızla alıp götürüyor.
Şimdilik oynamaktan memnun. Dizilerdeki şartlar kötü evet ama oynama imkanı ona yetiyor. Rol olsun, o oynasın. O derece…
İSTANBUL’DAN GİTMEK TOPRAKLA UĞRAŞMAK İSTİYOR
Oyunculuğa yakın zamanda nokta koymak gibi bir niyeti kesinlikle yok. Amma velakin çok da uzak olmayan bir gelecekte toprakla uğraşmak istiyor. Bu anlamda bir gelecek kaygısı yok. Para kazanmayı ufak yaşlardan bu yana biliyor. Evden çalışan annesine kardeşleriyle birlikte nöbetleşe yardım ederlermiş. O yüzden para kazanmak ona yabancı değil. Bir şekilde aç kalmayacağına inanıyor. Tamam, şimdiye kadar har vurup harman savurmamış ve parasını biriktirmiş ama en kötü senaryoda bir kafede garsonluk yapmak ona tuhaf ve olmaz gelmiyor.
İstanbul’un dışında yaşamaya başlayıp proje oldukça İstanbul’a gelmek, sonra yeniden toprağına dönmek istiyor. Bunun için yer bakıyor. Yer bakınırken tek şartı var: Kentsel dönüşümden uzak durmak.
Eray ÖZER – Cumhuriyet