Alevilik
Geçmişiyle yüzleşemeyen temiz bir gelecek de kuramaz
Türkiye; devletin/görevlisinin içinde olduğu veya seyrettiği, yargılamayı savsaklayarak örtbas etmeye çalıştığı Madımak Oteli gibi katliam ve cinayetlerle hesaplaşmadıkça, makûs talihimiz de tarihimizle birlikte tekerrür edecek
Tuğçe Tatari
31 yıl önce, 2 Temmuz 1993 günü 33 tertemiz insanı, insanlarımızı bir otele sıkıştırıp diri yaktılar.
Muhlis Akarsu (45 yaşında, sanatçı), Muhibe Akarsu (45 yaşında, Muhlis Akarsu’nun eşi), Gülender Akça (25 yaşında), Metin Altıok (53 yaşında, şair, yazar, felsefeci), Mehmet Atay (25 yaşında, gazeteci, fotoğraf sanatçısı) Sehergül Ateş (30 yaşında), Behçet Sefa Aysan (44 yaşında, şair), Erdal Ayrancı (35 yaşında), Asım Bezirci (66 yaşında, araştırmacı, yazar), Belkıs Çakır (18 yaşında), Serpil Canik (19 yaşında), Muammer Çiçek (26 yaşında, aktör), Nesimi Çimen (62 yaşında, şair, sanatçı), Carina Cuanna Thuijs (23 yaşında, Hollandalı akademisyen), Serkan Doğan (19 yaşında), Hasret Gültekin (22 yaşında şair, sanatçı), Murat Gündüz (22 yaşında), Gülsüm Karababa (22 yaşında), Uğur Kaynar (37 yaşında, şair), Asaf Koçak (35 yaşında, karikatürist), Koray Kaya (12 yaşında), Menekşe Kaya (15 yaşında), Handan Metin (20 yaşında), Sait Metin (23 yaşında), Huriye Özkan (22 yaşında), Yeşim Özkan (20 yaşında), Ahmet Özyurt (21 yaşında), Nurcan Şahin (18 yaşında), Özlem Şahin (17 yaşında), Asuman Sivri (16 yaşında), Yasemin Sivri (19 yaşında), Edibe Sulari (40 yaşında, sanatçı), İnci Türk (22 yaşında). 33 kişinin yanı sıra 21 yaşındaki Madımak Oteli çalışanları Ahmet Öztürk ile Kenan Yılmaz da katliam sırasında hayatını kaybetti.
Türkiye gibi entelektüel manada, düşünce dünyasında az gelişmiş ülkelerde toplum çoğunluğa, popülere, çevrede dillenen görüşlere, beğendiğinin iddiasına göre bir düşünce sahiplenir…
Maalesef “çoğunluğun” sahiplenmediği her katliam gibi bu katliam da faillerin hak ettiği şekilde cezalandırılmadığı, utanmadığı, üzülmediği, özür dilemediği haliyle apaçık, taptaze bir yara olarak, kanlı siyasi tarihimizde yerini aldı.
Türkiye’de yaralar kabuk tutmaz, peki ama neden?
Çünkü Türkiye toplumsal ayıpların neden olduğu yaralarıyla yüzleşmez. Onu küçültür, suçlar, inkâr eder ve yok sayar!
Bu Ermeni meselesinde de, Kürt meselesinde de, Alevi meselesinde de ve hatta işlenmiş tüm siyasi cinayetlerde de aynı şekilde cereyan eder.
Hiç utanmazlar “o da toplumun değerlerini hedef alacak açıklamalarda bulunmasaydı” demeye!
Hiç çekinmezler inkâr etmeye…
Canlı yayında, gözler önünde gerçekleşmiş bir katliam olması dolayısıyla Madımak Oteli’nde yaşananlardan, Sivas katliamından tam bir inkâr yoluyla kaçamazlar ama onu bile yok saydırmak için ellerinden geleni ardlarına koymazlar!
31 senedir her 2 Temmuz yaklaşırken yazıyoruz yine yazalım; 2 Temmuz 1993 günü sanatçı ve aydınlar dönemin valisinin özel davetlisi olarak Sivas’taki Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katıldılar. Şenlik süresince kalmaları için tahsis edilen Madımak Oteli’nde “Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak” sloganları, tekbir sesleri, namazlar eşliğinde diri diri yakılarak, boğularak öldürüldüler.
Ölenlerin ismi değişti, şehirlerin adları değişti ama devlet hep aynı devletti!
O günlere hızlıca bir bakalım isterim…
Olayların ardından dönemin Başbakanı Tansu Çiller “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir” diyerek tarihte yerini aldı.
Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise “olayın münferit olduğunu ve Alevi-Sünni çatışmasına dönüşmemiş olduğunu” vurgulamıştı.
Dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, “Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir” demişti.
Dönemin Koalisyon ortağı SHP’nin Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’nün açıklaması “Ne yapayım, yetkim yoktu” olmuştu.
Katliamın hedefinde Aziz Nesin vardı ve otelden son anda, zar zor sağ kurtulmuştu. (Nesin’in kurtulma anı görüntüleri, ateşin üzerine düşmesini sağlamaya çalışan ‘insanlar’ın o hâli hâlâ midemi bulandırıp, önüne geçemediğim müthiş bir utanç duygusuyla yanmama neden olmakta).
Aziz Nesin dönemin Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu’nu “Gazanız mübarek olsun” diye bağırarak saldırgan grubu kışkırtmakla suçlamıştı. Daha sonra incelenen olay yeri görüntülerinde “Gazanız mübarek olsun” sözlerini sarf eden kişinin Sivas Belediye Meclisi’nin Refah Partili üyesi Cafer Erçakmak olduğu ortaya çıktı.
Karamollaoğlu ise ilerleyen yıllarda ve yükselen siyasi kariyerinde karşılaştığı sorulara verdiği yanıtlarda, olayı kesin bir dille katliam olarak nitelendirmediği ve ‘ölenlerin’ oteldeki pencereleri açmamalarını vurgulaması ile tartışma yaratmıştı.
Gelelim 22 yılın Başbakanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a…
Sivas katliamı davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan “asli fail” Hayrettin Gül’ün cezasını “sürekli hastalık” gerekçesiyle kaldırmış, daha önce de Madımak hükümlülerinden Ahmet Turan Kılıç’ın cezasını affetmişti. -Burada konu hâlihazırda yaşanan hasta mahkûmlar konusuna bağlanır; hukukun keyfi-kişiye özel uygulanması konusunun bir ispatı daha olarak siyasi tarihimizde yerini alır.-
Bunlar önemli hatırlamalardır, sık sık hatırlatmak, hatırlamak gerekir.
Yüzleşme, özür ve utanç mekanizmaları çalışana kadar da tekrar etmek bizlerin görevidir…
Madımak Oteli’nde katledilen insanları; Maraş katliamı, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Uğur Mumcu gibi sayabileceğimiz birçok siyasi cinayet ve katliamdan ayırmak da mümkün değildir. Biraz önce dediğimiz gibi -bir daha tekrarlayalım, zarar gelmez!- adının yanına ‘mesele’ tanımı katıp yola aynen devam ettiğimiz onlarca ölüm, acı ve adaletsizliği barındıran siyasi ‘sorunlar’ımızdan, daha doğrusu ayıplarımızdan da ayrı okunamaz, bknz: Kürt meselesi, Ermeni meselesi, Alevi meselesi gibi Türkiye’nin yüzleşmesi gereken ayıpları birbirine organik bağlarla sarılıdır da aynı zamanda.
Madımak Oteli’nin, katledilenlerin yakınlarınca ‘utanç müzesi’ olması talepleriyle adeta alay edercesine önce kebap işletmesine kucak açması, oluşan tepkilerin ardından da ‘kimliksiz bir kütüphaneye’ dönüştürülmesini de unutmamak gerekir…
Hani yüzleşmeyelim, özür dilemek durumunda kalmayalım diye çok özel çaba sarf ederler gibi…
“Çok Kötü Bir Şey Oldu”
Katliama, yaşananlara, ölenlere dair ulaşmak istediğiniz tüm bilgi, belge ve dokümanlara Hafıza Merkezi’nin oluşturduğu madimak.org’dan ulaşabileceğiniz gibi bu sene izleyebileceğiniz bir belgesel film de Ümit Kıvanç tarafından hazırlanmış bulunmakta.
“Çok Kötü Bir Şey Oldu – Madımak Katliamı ve Ötesi Üzerine Bir Film” yarın (29 Haziran) İstanbul Cemal Reşit Rey salonunda herkese açık bir gösterimle saat 15.30’da ilgililerine sunulacak.
Tarih ve talihin tekerrürü
Psikolojide “sorunu kabul etmek” temel bir taştır. Kişi gelecekte geçmiş sorunları tekrar tekrar yaşamak istemiyorsa önce bir sorunu olduğunu kabullenmelidir. Ardından gerçek ve sancılı bir yüzleşme süreci yaşanacaktır, bu yaşanmadan iyileşme beklemek de mümkün değildir.
Yüzleşme yaşayan kişi özür dilemek, telafi etmek istemek noktasına varacaktır.
Bir kişi olarak değerlendirirsek Türkiye devletinin ihtiyacı olan yolculuk bellidir!
Aksi halde tarihin kanlı tekerrüründen başka bir gelecek hayal etmek gerçekleşmesi imkânsız bir ütopyaya inanmak demek anlamına gelecektir.
Burada son sözü almak ve gerisini de okura bırakmak gerekir, Madımak Oteli’nde yaşanan katliam ve sonrasında yaşananlar Türkiye’nin ortak utançlarından sadece biridir.
Çok büyük bir utançtır.
Devlet eliyle, suç aletleri önceden yerleştirilmiş, ortam hazırlanmış ve yaşanacaklara müsaade edilmiştir.
Diğer tüm utançlarımızda olduğu gibi failler asla gereğince yargılanmamış, göstermelik suçlamalar da düşürülmüş, suçlular affedilmiştir, kimileri ödüllendirilmiş, makam sahibi edilmiştir!
O otelde yakılarak/boğularak katledilenlerden 11’i 20’li yaşlarında, 7’si 18-20 yaş aralığında, 4’ü 18 yaşından küçük, otel çalışanı olduğu için olay yerinde olan ve öldürülen iki kişi de 21 yaşındadır.
Bu ülkeyi; yüzleşen, gerektiğinde özür dileyen ve yanlışından utanan bir kişiliğe dönüştürmek bizler için sırf Madımak Oteli’nde öldürülen bu gençler için bile vazgeçilemez bir borçtur.
Bu ülkenin kişiliği hatasında/yanlışında özür dilemeye, utanmaya ve yüzleşmeye açık bir kişiliğe dönüşmedikçe mağdurun suçlandığı, adaletin tek adamların keyfine amade olduğu, ölmelere doyamadığımız, tutuklanmalara doyamadığımız, itilmeye-kakılmaya devam edeceğimiz bir yaşamdan da ötesi beklenmemelidir.
Türkiye; devletin/görevlisinin içinde olduğu veya seyrettiği, yargılamayı savsaklayarak örtbas etmeye çalıştığı katliam ve cinayetlerle hesaplaşmadıkça, makûs talihimiz de tarihimizle birlikte tekerrür edecek.
Tuğçe Tatari kimdir?
Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.
Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk’te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.
Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF’nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına “mesafeli” durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. “Eski ana akım medyada yasaklı” konumuna gelen ve izleyen dönemde T24’te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari’nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen “yasaklı yayınlar” arasında bulunan “Anneanne Ben Aslında Diyarbakır’da Değildim” adlı bir kitabı bulunuyor.