Dersim 38
Dersim Katliamı: İki Ulusun Kıskacındaki Dersim Nereye Gider
İdeolojilere kendimizi kaptırmışız bir kere, dilimiz kendi gerçekliğimiz karşısında dahi şaşkın. Dersim’de isimler Muhammed Mustafa olacak değil ya, Kemal olacak elbet, çünkü Alevilikte Kemale ermek en üst mertebedir. Ayrıca 1500 yıldır o dağların ardında Seyit Kemal aşireti yaşar…
HAYDAR KARATAŞ
Herkesin bir Dersim’i var. Dersimlinin dahi pek çok Dersim’i var. Bu kavgada gerçek ne, kim haklı kim haksız inanın bana tarihin hiç bir kesitinde anlaşılmayacaktır. Neden mi, Jele hikâyesinde anlattığım gibi Dersimli dahi gittiği yerlerden Dersim’e dair anlatılan fikirlerle geri döndü, birisinin elinde Kemalizm, birinin elinde Kürt sopası, ne kadar Ermeni ya da Zaza’yız tartışması, üst üste, iç içe kavga edip gidiyor. Dersim’i Türk, Kürt, Zaza, Ermeni ne bileyim aklınıza gelen her hangi bir etnik kimlikle tanımlayabilirsiniz, epey de kaynak bulursunuz kendinize, ama o toprağın ruhu bütün bunların hem kendisi ve hem de hiç biridir, ana dillerinde kendilerini tanımladıkları “ra haq” yani Alevidirler. Her ulusu, dini, devleti bir arada tutan bir tutkal vardır. Bu bazen inanç, bazen dil, bazen toplumun anayasasıdır. Dersimliyi Osmanlı ve Bizans’ta ayakta tutan, o dağları geçilmez bir kale yapan tutkal Alevi olmaları dışında bir şey değildir. Çok dilli ve tek ruhluydular. Bu tutkal dağılsın diye yüz yıldır altına ulusçuluğun ateşi yakılıyor.
Dersimliye bakarken nedense aklıma dere tepe yuvarlanan geven çalısı gelir. Kendini ulusçuluğun rüzgarına öyle güzel kaptırmış ki, mübarek çarpışan bu ulus ve din dünyasında o ideolojilerin odununu tutuşturması için gönüllü çıra. Yandıkça güzel koku veriyor, eh ne de olsa bakir memleket dağlarda büyümüş.
Biliyorum Seyit Rızaların idam yıl dönümü, ama kime neyi anlatacağız ki?
Yılmaz Özdil orta okul çocuklarına şiir yazar, güzel şiir yazar.
Ulus ve din denen ideolojinin gıdası nedir ki, içerde azınlık, dışarıda komşu ülkenin halkıdır. O düşman yaratma ruhu olmasa bir tek gün dahi ayakta kalamaz, suyu verilmemiş fasulye tarlası gibi boynunu büker, ölür. Ulusa ve dine nefret kavramları vermelisiniz. O nefreti ekiyorlar!
Gerçi siz bana bakmayın, her nedense gün geçtikçe o memleketten uzaklaşıyorum, sevgisi sevgi değil, dostluğu dostluk değil. Onu ayakta tutan nefreti bol da sarılıp yatacağı kardeşi yok. İnsan kendisine ne kadar hayran olursa olsun kendisine sarılıp yatabilir mi? En fazla aynanın karşısına geçip siluetine bakar. Ötesi… Ulusum, güzelim ulusum diye başlayan bu şiirler, destanlar sadece aynadır o yalnızlığa.
Bu ulusların dostlukları da bir tuhaftır. Şu Kürt ve Türk savaşı da öyle değil midir? Türk ve Kürt Müslümanlar beraber Ezidi öldürdü, beraber Kızılbaş, Rum, Ermeni öldürdü… Şimdi birbirini boğazlıyorlar. Bu bin yıllık ortak tarihin mağdurları Anadolu ve Yukarı Mezopotamya’nın azınlıkları dışında kimdir… Kürt kardeşlerim Türkü sanık sandalyesine almış yargılıyor, ama bu Türk onu çok sevdiği için mi gelip Van, Elazığ, Muş ovasını Ermeni’den temizleyip toprakları onlara vermedi, oralar Türkleşti mi, Kürtleşti mi? Başımızda boza pişiren bu ulusçu paradigma kendi İslam canavarıyla hesaplaşırsa Dersim’in ne olduğunu anlar. Yoksa Yılmaz Özdil üç mahkeme tutanağında sabit olan okuma yazma bilmeyen Seyit Rıza’nın eline kalem kağıt verip İngiliz kraliçesine ilanı aşk mektubu yazdırmaz. Türk aydınları 1930’larda da Seyit Rıza’nın karısı Bese’nin eline silah verirdi, bunlar canavardı; kadın, çoluk çocuk silah alıp dağa çıkmış askerimizi öldürüyor, derdi…
Ve Kürt ulusçuluğu onun canavar gösterdiğini tersten kahraman yapar. Seyit Rıza’ya 1970’lerin ulusçu bilinç düzeyiyle slogan attırır.
Şaka gibi geliyor ama böyle. Geçen yıl Özgür Gündem gazetesinin tarihte iz bırakanlar sayfasında Jan Dark ve Seyit Rıza’nın karısı Bese Hanım karşılaştırması vardı, dillere destandı. Kaynak neresi mi elbette dönemin Türk gazeteleri. İşin doğrusu Dersim kendisi dışında pek çok şeydir. Berlin halklar müzesinde Dersim konuşması yapan Prof. Dr. Neşe Özgen sanırım bundan kaynaklı olarak, “Dersim tarihini kirden arındırmak önümüzdeki en büyük görevdir,” diyordu.
Benim ilk paralı işim, koyun çobanlığıdır. Bir yıl Ali Ekber amcanın yanında koyun çobanlığı yaptım. Sıncık dağının dibine oturan bu adam Seyit Rıza’nın ortanca oğlundan olma torunuydu, ondan bir karış uzun olan karısı Cemile ise Bese’nin öldürüldüğü o elim 1937 yılının yaz ayında kurtulan büyük oğlu Şah Hasan’ın kızıydı. Cemile teyze için, köylüler onun bülbül gibi sürgünde devlet dili öğrendiğini söylerlerdi. Ben de öyle bilirdim. O yaz tatilinde çobanken bu dağda, anladım ki, aynı cümleleri tekrarlıyordu. Küfürlü cümleler…
Annesini ve Seyit Rıza’nın karısı Bese’nin de öldüğü o olayda kurtulmuş beş çocuktan biriydi. Sabah erken kuşluk vaktiymiş, 36 kadın ve çocuğun saklandığı Laçinan ormanını Yılmaz Özdil’in kahraman ordusu sarmıştı. Hiç birinde silah yoktu, içlerindeki tek erkek Seyit Rıza’nın büyük oğlu Şah Hasan’dı, yani Cemile’nin babası. Hasan zatürreydi ve o derin ormanda inliyordu. Kemalistlerin canavar, Kürt ulusçuluğunun Jan Dark yaptığı Bese ise hamileydi. Bese kim miydi? Seyit Rıza 1912 yılında Erzincan’da Nakşi Şeyh Ahmet Fevzi Efendi’nin esiriyken, elbiselerini yıkamaya giden hizmetçi. Hikâyeyi Kazım Karabekir başlatır, evlilik belgesinde de yer aldığı gibi Karabekir’in nikah şahitliğinde evlendirilir. Kıyamet kopar Dersim’de…
Dersim’i hangi tarihten yazmalı?
Dersim’i yazalım denir, iyi de bu tarihin neresi yazılabilir? Bu toprakların en iyisi İsmail Beşikçi değil midir, onun Dersim kitabında Saan Ağa ve Alişer’in başlarının bizzat Dersimliler tarafından kesildiği söylenir. Eski bir Türkolog ve TRT müdürü olan Mehmet Bayrak ise düğün dernek gezer: “işte Dersimlilerin başını kestiği Saan Ağa, Alişer” der. Kaynak neresi, dönemin Türk gazeteleri. Resmi bir rapor var mı, yok? Araştırma denen gazete kupürü olmaz ki? O gazete kupürleri ancak saklanmış gerçeklerle karşılaştırılırsa bize olayın vahametini, çirkinliğini gösterir. Bu basın Kürt savaşında dahi PKK’ye yüzlerce kez çoluk çocuk öldürtmedi mi, Öcalan daha düne kadar Ermeni olarak yazılmaz mıydı o gazetelerde. Psikolojik savaşın gazete manşetleri ideolojilerin dayanağı, sayfayı dahi çevirme gereği duymayız.
Tarih döndü ve bir yüzbaşının anılarında Saan Ağa’nın öldürüldükten sonra Sırtkan Karakolunda amcası Alişan ile çekilmiş fotoğrafı ortaya çıktı. Karakolda vücut bütünlüğü sabit olan bu insanların kafasını Yılmaz Özdil’in ordusu dışında kim kesebilir? Ve nasıl oluyordu da öldürülmüş bu insanların başları bir gün sonra Hozat’ta bir direğe asılı halde teşhir edilir? Bu baş kesmeler iyi organize edilmiş bir iç savaş malzemesiydi. Alevi inancını hedef alırdı. Ben de İsmail Beşikçi, Mehmet Bayrak gibi araştırmacılar yazmışsa doğrudur derdim, çünkü onları hâlâ çok severim. Meğer bilerek ya da bilmeyerek dönemin gazete kupürleri bu kırım psikolojisinin devamı diye sunulmuş bize. İnsanın içi burkuluyor. Bugün tarumarız toptan yanlış yaptık, diyemiyoruz…
Öcalan, Dersim kişilik çözümlemesi yaparken Ali Haydar Kaytan’a sorar, neden Dersim’de Kemal isimleri bu kadar çok. Yaşadığı köyün dağından Ovacık’a doğru baksa 1500 yıldır o dağların ardında yaşayan Seyit Kemal aşiretini görür. Mustafa Kemal ise dünkü çocuk. Ama ideolojilere kendimizi kaptırmışız bir kere, dilimiz kendi gerçekliğimiz karşısında dahi şaşkın. Dersim’de isimler Muhammed Mustafa olacak değil ya, Kemal olacak elbet, çünkü Alevilikte Kemale ermek en üst mertebedir. Entelektüellik seviyesidir.
İyi de ulusçuluk üzerinden Dersim tartışması yapan bu araştırmacılar, siyasetçiler neden hikâyenin diğer tarafını hiç yazmadı?
Erzincan ve Elazığ’daki Nakşibendi tarikatı bu katliamın neresindeydi? Dersim’den toplanan yüz binlerce büyük ve küçük baş hayvan o günün şartlarında kesilip muhafaza edilemezdi. Benim dedemin dahi 300 keçisi vardı, anne tarafımın bundan fazlaydı. Devlet Dersimlinin mal davarını ve kız çocuklarını toplayıp götürdü, beş yıl ot kökü yedi insanlar. Kime verdi?
38’de boşaltılmayan köyler 90’da boşaltıldı
Dersim 1938’de devlet gücünün ana milis ordusu Halveti Kebir aşiretiydi. Halveti Kebir aşireti köklerini Hz. Abbas’a kadar dayandırır ve Yavuz Sultan Selim ordusu Çaldıran zaferindeyken Hz. Abbas’ın torunu Şeyh Abdullah o ordunun ana kollarından birinin başındaydı. Orada zafer kazanan 60 bin kişilik ordu Kovancılar’da(Elazığ) Şeyh Abdullah’ın himayesinde tımara yattı. Mazgirt Pertek hattını bu ordu yıktı geçti ve Urfa’dan İzol, Kurmeşan gibi Kürt aşiretleri Kızılbaşlara hat çekilmek için bölgeye yerleştirildi, ama bu aşiretler Alevileşti. Küçük bir not düşeyim: Dersim’de 1938 ile 1994 yılında boşaltılan köylerin aynı olmasının nedeni biraz oraya dayanır.
Dersim 1938’de Here-Were(Dersim Kürtçesi) konuşan 7 köy ve Alevi ocakları dışında köy boşaltılmadı. 38 ve 94’te boşaltılan köylerin tamamı Be-So(Dersim Zazacası) konuşurdu. Bugün Dersim’de 1994’ten geriye kalan köyler 1938 sürgününde de kalan köylerin aynısıdır. Hatta 38’de boşaltılsın denen ama boşaltılmayan köyler dahi 94’te sürüldü.
Helveti Kebir aşiretinin rolü
İşte bu Şeyh Abdullah’ın aşireti Helveti Kebir aşireti Dersim 38’de milis gücüydü. Vank Kilisesi yukarıdan bombalanırken Dersimlinin parasının saklandığı ve 1916’da 30 bin Ermeni’nin paralarıyla beraber sığındığı Dersim’de gene altınlarının tutulduğu kilise buydu. Bazı Dersimlilerin manastır manasına gelen Vank’ı banka olarak algılamasının nedeni de budur. Bugün hâlâ hayatta olan Dersimliler o kilisede anne ve babasının neyi olduğunu bilir. Helveti Kebir aşireti de bilirdi, çünkü Dersimliye komşuydu ve pek çok dostu vardı.
Aşiretin devletle olan devamlığı Yavuz Sultan Selim’le sınırlı kalmadı, Dersim Katliamı’nı yürüten Fevzi Çakmak onlara uğrardı. Seyit Rıza idam edilirken Elazığ tren garında istirahta olan Mustafa Kemal’i koruyan o aşiretti.
Yerim çoktan bitti, ama bu aşiretin lideri bugün barış ödülleri üzerine barış ödülü alır. Ödüllerin nedeni anlaşıldı, İsviçre’nin Credit Suise bankasında 6 ton altını çıktı ve her ne hikmetse bu altınlar ziynet eşyası, kolyeler, gerdanlıklar, beşibiryerdeler.
Aşiretin liderine Papa ll. Jean Paul ödülü verildi. Neden belli; kirli parayı yıkamak için bir kiliseye yardım etmiştir. Ardından İsrail Hahambaşı ödülünü bizzat, Hahambaşı R. Bakshi Doron tarafından aldı. Atatürk Düşünce Derneği ödülü ve PKK ile Devlet arasında Oslo’da yapılan barış görüşmelerinde de arabulucu iş adamı olduğu anlaşıldı. Yani biraz daha nefes alsak orada dahi barış ödülü alacak. Barış ödüllerine gerekçe iki aşireti barıştırmış deniyor, eğer Türkiye’de aşiret barıştırana ödül verilecekse o ödül Ahmet Türk’e uğramadan kimseye verilmez. Ağabeyini dahi kan davasında yitirmiş Ahmet Türk onlarca Kürt aşiretini barıştırmış biri. Demek ki mesele kan davasını bitirmek değilmiş.
Cumhuriyet tarihinde pek çok elim olay vardır, Aznavur ayaklanması, Yozgat Yerköy Çapanoğlu ayaklanması, Erzurum Kara Nazım. Şeyh Sait, Zilan, Ağrı. Ama hiç birinde kız çocukları alınmamıştır. Müslümanlar sadece gavur gördüklerinin kızlarını cariye ya da evlatlık alır. Ermeni ve Dersim olaylarında kız çocukları alınmış ve satılmıştır. Yılmaz Özdil okuma yazma bilmeyen Seyit Rıza’ya kraliçeye mektup yazdıracağına, Kemalizm’in ruhundaki İslam’ın kara lekesini temizlesin, derim. Farz edelim yerden göğe kadar haklısınız, sahi sizler neden sadece kız çocuğu kurtarırsınız? IŞİD’in “cariye” dediğine siz “evlatlık” deyince çağdaşlık mı oluyor?
Bu devlet Helveti Kebir aşiretinin devletiydi. Elbisesini değiştirse, türbanı atıp hanımları lenger hasır melon şapka giydirse dahi ruhu hep aynıydı. Bu konuşma dilinin içinde Alevilik gerçeğiyle yüzleşme yok. Aleviler sanırım bir 30 yıl içinde daha hızlı şekilde batı Avrupa’ya göç edecek ve burada yeni bir dini inanç toplumu olarak tarih sahnesine çıkacaklardır.
BirGün Pazar