Dersim 38
Dersim’in karanlık sayfası: Milisler
Milis çocukları ataları adına mağdur Dersim Kırmanc toplumundan özür dilemediler, kendi atalarının yaptıkları ile de yüzleşmediler, aksine „mağdur“ rolüne büründüler.
Yaşar Kaya
„Paraya acımaksızın içlerinden çok adam kazanıp kullanmaya çalışmak lazımdır“
diye not düşülür 4 Mayıs 1937 Bakanlar Kurulu Kararına, yani soykırım kararına.
“Asker yol-yolak bilmezdi, milisler olmasaydı asker bir şey yapamazdı, hep onlar
sebep oldu” diye başlar tanık anlatımları.
Laç Deresi ağıdında ise „merdena ma kerda rısvet u pere“ (ölümümüzü rüşvet ve para
yapmışlar) der.
Başlıkta da vurgu yaptığım gibi Dersim’in karanlık ve utanç sayfası, milisleri yazacağım.
Öncelikle milis kavramı ile neyi kastettiğimi açıklamalıyım. Bilinmektedir ki; Dersim’de iki
tür milis vardı. Birincisi 1937 veya öncesinden devlet tarafından satın alınan, kitlesel
kıyımlarda rol alan, askere bilgi veren, yol gösteren, pusu kuran, öldürdükleri masumların
kellelerini getirip satanlar, ikincisi ise 1938 Tertelesinden sonra devlet zoru ile, yada
korkudan milis olan, asker ile giden ama çatışmalara katılmayan, halkımıza zararı olmamış
kimseler. Bu yazıda milis kavramı ile anlatılan ilk kesimdir.
„kirli sayfaları karıştırmaya gerek yok“
Milisler konusunu kapalı toplantılarda gündeme getirdiğimde, pek çok değerli arkadaşım
„bu kirli sayfaları karıştırma“ diye uyarıda bulundular. „Bunlar bilinirse genç nesiller
üzerinde olumsuz etki yaratır“ diyenler de oldu. Aslında haksız da sayılmazlar genç
nesil milislerin yaptıklarından olumsuz etkilenecektir. Peki ne yapmalıyız? Bu ihanet
çetesini görmezden mi gelmeliyiz, hiç değilse ahlaken yapılanları lanetlemek gerekmez
mi?
Bu sorulara cevap ararken başka mağdur toplumların deneyimlerinden yararlanmak,
öğrenmek gerekir. Onlar ne yaşadı, neler yaptılar? Bu iç yarayı nasıl sarmaya çalıştılar,
hesabı nasıl sordular?
Naziler Avusturya, Polonya, Hollanda gibi ülkeleri işgal edince bu ülkelerdeki yahudi
kurumlarından temsilciler seçerek „Judenrat“ ismi verdikleri grubu kurdular. Bu işbirlikçiler
ellerindeki bilgileri naziler ile paylaşıp, nazilere yardımcı olurlar. Savaş sonrası Judenrat
üyeleri İsrail’de mahkemelerde yargılanıp, bir kısmı cezalara çarptırıldılar. Ancak Yahudiler
arasındaki Judenrat tartışması bitmedi, haala da devam ediyor. Yine Yahudiler Judenrat
üyelerine ve onların çocuklarına yazılı olmayan bir kural işlettiler: buna göre bu aile
mensupları hiç bir önemli kurumda görevlendirmediler. Dersim’de ise milislerin çektiği tek
ceza toplum tarafından 1970 ortalarına kadar dışlanmak oldu. Başkada ahlaki yada fiziki
bir cezaya uğramadılar.
„Devlet’den daha çok milislerin çocuklarından korkuyorum“
Dersim’in çok önemli yerel tarihçilerinden biri ile yaptığım mülakatta „devletten daha çok
milis çocuklarından korkuyorum. Bunlar bugünün Dersim toplumunda siyaseten ve
ekonomik olarak çok etkililer“ diyerek gizli tehlikeye dikkat çekmişti.
1937-38 Soykırımında pek çok aile toptan yok edildi, diğer bazılarından ise yalnızca bir iki
yetim hayatta kaldı. Bu çocukların hayatları korku, yalnızlıkla ve fakirlik içinde geçti. Buna
karşın milis aileleri hemen hemen hiç zarar görmediler nüfus olarak kalabalıklar, ihanetleri
ile de sermaye biriktirip ekonomik olarak da güç elde ettiler. Soykırım mağdurları yoksulluk
içinde kimsesiz büyürken, milis çocukları iyi okudulara gittiler, işadamı, siyasetçi vb.
oldular, toplumda güç ve söz sahibi oldular. Milisler önemli ölçüde soykırım sonrasında da
devletle çalışmaya devam ettiler / ediyorlar.
Milis çocukları ataları adına mağdur Dersim Kırmanc toplumundan özür dilemediler, kendi
atalarının yaptıkları ile de yüzleşmediler, aksine „mağdur“ rolüne büründüler.
Söz konusu çevre bu makaleden hiç hoşnut olmayacaktır, hatta kendilerinin
tartışılmasından büyük bir öfkeye kapılacaklarını da tahmin etmek zor olmasa gerek.
„Başınızı belaya sokmayın“ telkinlerini daha önce de defaatle duymuştuk. Dersim
Soykırım Mağdurlarını Anma Günü tespiti için girişimlerde bulunurken de yakın
çevremizden bazıları „ başınıza dert açacaksınız, kendinizi hedef yapacaksınız“ diye
uyarmışlardı. 4 Mayıs Dersim Tertelesini Anma günü olarak ilan ettik, 72 yıl sonra ilk defa
Elazığ Buğday Meydanına gittik, Dersim Soykırım mağdurları ile mülakatlar yaptık.
Şahsıma ve dava arkadaşlarıma yapılan saldırıların temelinde bu çalışmaların olduğunu,
bu çalışmaların bedelini ödediğimizi biliyoruz. Bazı merkezlerle bizim kellemiz üzerine
pazarlık yapanların „dersim aydını“ olarak ortalıkta gezindiğini de biliyoruz. Bu yazıdan
sonra da farklı cephelerden ama aynı merkezden yönetilen saldırılara maruz kalacağımızı
biliyoruz.
„Milisler ölüp gitti, şimdi bunları neden konuşalım?“
Yine diğer bir itiraz noktası ise „milisler ölüp gitti, kimden hesap soralım“ Evet milisler
ölüp gittiler ama hesap vermeden, en azından toplum nezdinde ahlaken mahkum
edilmeden gittiler. Milisliğin kendi halkına karşı bir ihanet olduğu ve vicdanlarda mahkum
edilmeli, lanetlenmeli. Ayrıca Soykırım mücadelesini saptırmak isteyen çevreler „katliamı
yapan askerler öldü gitti“ diyerek adeta soykırım defterinin kapatılmasını telkin ediyorler.
Meseleye böyle bakılması halinde 100 yıl önce Ermeni soykırımına katılanlardan kimse
yaşamıyor artık, keza Yahidileri katleden nazilerde yaşamıyor artık. Almanya „soykırımı
yapanlar öldü gitti, bizim sorumluluğumuz yok“ diyebilirler mi? Yada Ermeni ve Yahudilerin
halklarına yapılan soykırım mücadelesinden „yapanlar öldü“ diye vaz geçecekleri düşünüle
bilir mi?
„Bizimkiler kelleleri karakola getirip satıyorlardı“
Bazı sözde demokratların „çocukları suçlayamazsın“ savunması ile tartışmayı yanlış
zemine çekerek, birilerini korumaya çalışacaklarını biliyoruz. Kimseyi kişi olarak mahkum
etme niyetinde değiliz. Tartışmayı başka yönlere çekerek çarpıtılmasına imkan vermeden
sorulması gereken soruyu dosdoğru saralım.
Sizce milisler ve milis çocukları Dersim 1937-38 Soykırım mağduru sayılabilir mi?
Öyle bir karanlık zamanda yaşıyoruz ki katliamlarda gönüllü yer alan milisler soykırım
mağduru gibi sunulmaya çalışılmaktadır. Meselenin aldığı trajik hali daha iyi anlamak için
çok yakın biz zamanda yaşanan bir olayı okur ile paylaşalım: 4 Mayıs anmasına verilen
arada iki kişi arasında bir sohbet geçer. Biri bir dersim kurumunu temsilen anmaya
konuşmacı olarak katılandır kişidir, öteki ise dinleyicidir.
Kurum temsilcisi: „bizimkiler gidip kelle kesip çuvallara koyarak getirip karakolda
satıyorlarmış. Karakola gelinceye kadar çarıklarının içine kan doluyormuş“ diye anlatır
gayet normal bir meseleyi anlatır anlatır gibi.
Dinleyici ise „sen hangi köylüsün, kimlerdensin?“ Sorularından sonra „o satılan kelleler
bizim akrabaların kelleleriydi, bizde insan bırakmadınız“ der.
Ancak ardından yine hiç bir şey olmamış gibi ve olması gereken yapılıyormuş gibi milis
ailelerinden gelen kurum temsilcisi „mağdurlar adına“ konuşma yapar, mağdur ise
dinleyiciler arasında oturur. Normal ve sağlıklı toplumlarda böyle bir şey yaşanabilir mi?
Böyle bir şey normal karşılanabilir mi?
Mağdur kurumlar çok özel kurumlardır, hassasiyetleri vardır
Dersim 1937-38 üzerine çalışma yapan bütün kurumlar, mağdur kurumlarıdır. Bu tür
kurumlar çok özeldir ve yalnızca mağdurlar tarafından yönetilirler. Tıpkı körler derneğine
yine ama olan insanların yönetici olması gibi.
Çocuklar babalarının / dedelerinin yaptıklarından elbet de sorumlu tutulamazlar ancak tam
da buradan hareketle „dersimli“ örtüsü altında milis çocuk ve torunlarının mağdur gibi
gösterilmesi gerçek mağdurlara saygısızlıktır / hakarettir. Bu kimselerin mağdur gibi
gösterilmeleri ve mağdur kurumlarına yönetici yapılmaları da ahlaki olmadığı gibi doğru da
değildir. Bu tedbir; milislerin cezasının çocuklarına çektirilmesi değil, aksine soykırım
mücadelesinin güvence altına alınmasıdır. Bunlar soykırım mağdur değil ve mağdurların
neler yaşadığını bilmez, hissetmezler, refleks olarak atalarının yaptıklarını temize çıkarmak
için saptırmalar, aklamalar, karartmalar yapmaya yatkınlar.
Milisler Dersim tarihinin karanlık bir utanç sayfasıdır. Milisler öldüler ama milislik başka
şekillerde devam etmekte, halkına zarar vermektedir. Bu da başka bir makalenin konusu
olabilir.