Dersim
Dersim’in Geleceği ve Hüseyin Aygün
Yazar Haydar Karataş’ın Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün üzerine yazdığı makalenin 2. ve 3.bölümü….
“Şiya bene ju dare de se male meğel bena!”
(Tek bir ağacın gölgesi yüzlerce koyun ve keçiye korunaktır. )
Dersim Atasözü
HAYDAR KARATAŞ’IN YAZISININ 1. BÖLÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…
Arkadaş Sohbetleri ll. Hüseyin Aygün
Haydar KARATAŞ
Ben teorilere inanmam, ama halkın akıl süzgecine inanırım. Dersimliler tarih boyunca onları bir araya getirecek bir gölge hep aramışlardır. Ama olmamıştır.
Toplumumuz yıkımdan bu yana gölgesine sığınacak siyasi temsilciyi, kanat önderini, sanatçısını arıyor… Eskiden bunlar ocaklardı. O ocakları 1938’de yıktı geçti zalim devlet mantığı. Gelen gençlerin başında ise hey heyler vardı. Terzi Fikri’den örnek vermiştim gazetedeki yazımda, Fatsa’da Terzi Fikri’nin arkadaşları dahi hala yaşar, ama o sosyalist Fatsa’dan eser kalmamıştır. Bu gün toptan dindardır, Sovyetleri düşünün, koca Rusya’dan geriye kiliseleri en çok dolduran, din ve ulusu için insan öldüren bir toplumsal ceset kaldı.
Siyasi projeler böyledir, gelir ve giderler, ancak gelenekleri yıkarsanız toplumsal cinnet ortaya çıkar. Geriye döndüğünüzde yıktığınızı dahi bulamazsınız.
Bir toplumu bir arada tutan gelenekler binlerce yılda oluşur, benim için ilerici siyasi proje; halkın bu geleneklerini yaşamasını engelleyen rejimi kaldırıp halkların geleneklerini yaşaması için önünü açmasıdır. İlerici ve devrimci denen şeyi böyle anlıyorum. Özgürlükten kast edilen de budur, isteyenin istediği gibi yaşama hakkını sağlamak, onları yasalarla güvence altına almaktır. Yoksa halka “yok siz aslında Brezilyalı değil, Çinliymişsiniz” demek değildir. Bırakın insanlar nasıl istiyorlarsa kendini öyle bilsinler. Siz baskıya karşı durun, sosyal adaleti getirin yeter…
Siyasetçi denen kişi de toplumu bir arada tutmak için çaba sarf eden kişidir benim için. Yalandan olsa dahi siyasetçi bunu yapsın derim. Dünyada ister sağ ister sol olsun, halklara sizi bir arada tutacak proje bende der. MHP dahi, ‘ya sev ya terk et!” sloganından vaz geçmişken, Dersim’de insanlara ya bizi seveceksiniz ya da burayı terk edeceksiniz algısı toplumu dinamitlemektir. Büyük bir akılsızlıktır, değil söylemini iması söz konusu olduğunda dahi kendimizi yerden yere vurmalıyız.
Halkı kamplara bölüp birbirine çatıştıran ideolojik paradigmalara karşı, iyi siyasetçi halkın kanat önderlerini bir araya getirir. Çünkü ideolojik paradigmalar bir halkı ayakta tutan ocakları, kanat önderlerini ve o toplumun masalını, ağıtını yaşatanları hedef alarak, o toplumu kontrol altına alırlar.
Dersim yaşayan bir tarihtir. 1937-38 sürgünlerine bakın, devlet-aklı toplumun kanat önderlerini hedef aldı, mesele Mazgirt, Pertek gibi yerler 38 olaylarında doğrudan yer almadı, ancak onların Alevi ocaklarını ve tek tek beylerini devlet sürgünlere gönderdi ya da öldürdü. Sey Qaji kör bir ozandı hapse attı. Hese Qaj sadece saz çalar, ağıt yakardı sürgünlere gönderdi, yok etti. Bunu yaparken toplumu akılsız kılar. Devliten sola karşı yürüttüğü mücadele de budur, hatta operasyonlarda, “beyin takımını çökerttik,” der. Dersim’de bu zincirleme yapı sürdü, siz bir yere bakkal açmak istiyorsanız orada, köklü bir bakkal varsa onu hedef alırsınız. Anamalcı akli dizge genetik olarak kendini böyle sürdürmüştür, ağaç dahi gölgesinde başka bitkinin gelişmesini istemez, onu boğar, toprağı tek başına sahiplenir.
Dersim’e giren ideolojilere bakın, önce kimi hedef almışlardır. Öldürülen çoğu insan halkın kanat önderiydi. Yasaklanan Pirler, küçümsenen halk ozanlar, ideolojik aklın iktidar olmak için yolundaki taşları temizlemesiydi.
Bu nedenle, Dersim Spionoza’nın tarifini ettiği gibi, başı koparılmış ama vücudu yaşayan bir cesettir. Ortada canlı bir beden var, can çekişen her varlık gibi tekme atıyor, yumruk sallıyor, ama akılına hücum eden kan etrafa dağlıyor…
Dersim’in siyasetçisi yerinden koparılmış bu başı alıp yerine koymuyor, kanın beyne gitmesini istemiyor. Aksine içine girdiği siyasi gruba kendini pazarlayarak buradaki “kan size çok yarar,” yarışına girmiş. İyi de senin görevin o yöredeki insanların kültürünü, sanatını, ürününü dünyaya tanıtmak, yıkılanı, yıkanı göstererek toplumu bir araya getirmek değil midir?
12 Eylül öncesinin gençleri sosyo-ekonomik yapı tartışması yaparlardı. Neydi o tartışmanın özü: “biz devrim yaparsak sizi böyle kalkındırırız, toprağı köylüye dağıtırız. Diğeri topraklarınıza el koyar sizi devletin işçisi yaparız!…” iyi ya da kötü o devrimciler proje sunuyorlardı, şimdi sunulan nedir? Bizi seçmez diğerini seçerseniz “hainsiniz.” Bunu yaparsanız, insan insanı yer elbet. Memleket diye bir şey kalmaz geride.
Memleket nedir onu da kendimce tarif edeyim: memleket önce sizin evinizdir, sonra komşunuzdur, komşunuzdan çıkın köyünüzdür, iliniz, ülkeniz, komşu ülkeniz ve dünyadır. Dünyadan başlayarak evinize gelemezsiniz, enerji yetmez, yol bulunmaz. Ama evinizde, kız kardeşinize çiçek vererek, annenizi öperek, kardeşinizle yürüyüşe çıkıp sohbet ederek, komşunuza çay içmeye gidebilirsiniz. Komşu köyden davet alır; dünya denen yere çıkarsınız. Dünya denen bu kadar küçüktür…
Komşusunu, arkadaşını, babasının çocukluk arkadaşının oğlunu düşman ilan eden bir akıl, komşusundan aldığı evi başka yere verir!
Bu uzun bir mesele, Dersim dışında yaşayanların pek çoğu yaşananları bilmiyor da… yabancı bu yazdıklarıma,benim memleket dediğim evimiz yanıyor onun için yazıyorum. Daha fazla can sıkmayayım ve bir önceki yazımda kaldığım yerden devam edeyim:
Aygün’ün Türkiye milletvekili değil. Eskiden Türkiye milletvekilliği vardı, şimdi her seçilen kendi ilini temsil ediyor. Seçildiği yeri tanıtır, o ilin sorunlarını TBMM’ye ve uluslararası arenaya götürür.
Aygün, TBMM’nin en gözde vekilidir, çalışkandır, her yere koşmaktadır, ama Dersim’in işine hiç koşmuyor. Şikayetçiyim. Birinci yazıda vurguladığım Ankara’ya gitti, başka hikayelerin peşinde düştü dememin nedeni budur.
Kamer Genç Cezaevini heyetinde olursa?
Biliyorum sevmezsiniz ama Kamer Genç’ten bir örnek vereyim. Kamer bey renkli bir kişiliktir.
2001 yılında Gebze Cezaevindeyim, İnsanlar açlık grevinde, parlamentodan bir heyet geldi. Kamer Genç gelen heyeti içinde. Kaldığım 4. Koğuş PKK koğuşu, idare heyeti bir koğuşa getirir ve örgüt temsilcilerini oraya çağırır. Heyet geldi, ciddi sorular soruluyor, ortam gergin. Kamer Genç etrafa baktı, tek tek yüzleri inceledi.
Birine,
“şekerim hele buraya gel,” genç adam gelmeyince eliyle “yahu şekerim sana söylüyorum hele bir buraya gel,” dedi. Heyet meyet dağıldı, ortalık kahkahadan geçilmiyor, “sen bizim Perteklisin değil mi,” dedi.
Arkadaş,
“yok Bingöllüyüm,” deyince, nasıl bilmem diye bir hayıflandı Kamer Genç. Ama pes etmedi.
“O zaman sen bizdensin,” dedi. Kurnaz, bizdensin derken Alevi olduğunu ima ediyor ve sahiden de Aleviydi. Kamer Genç’i dikkatle izliyorum, Dersimlilerin neden bu adamı her seçimde tercih ettiklerini anlamaya çalışıyorum. Sıkıldı Kamer Genç, heyetten ANAP, DYP, DSP ve Fazilet Partisi’nden milletvekilleri var. Onlara,
“yahu kardeşim bunlar devrimci sizi dinlerler mi,” dedi. “Benden senden iyi biliyorlar bu işleri,” bir kahkaha daha patladı. Sıradan bir cümle gibi geliyor ama Kamer Genç o kader ciddi birşey söylüyor ki!
Kamer Genç istediğine ulaşamadı, PKK temsilcisi Musa Şanak’a,
“yahu şekerim bu bizimkilerin koğuşu neresi?” ÖDP’nin cezaevi temsilcisi Yaşathak Aslan,
“Burası Kamer bey, PKK koğuşu burası,” dedi.
Cahile bak der gibi, yüzüne baktı.
“yahu şekerim ben görüyorum burası kimin koğuşu, bizimkileri soruyorum…” dedi. Sonra Tunceliler nerede sordu. Kamer Genç’in meselesi uzun. Millet onu tiyiye aldı ama onun umurunda değil. Her koğuşta Dersimli var dendi. En sonunda Kamer Genç cezaevi müdürüne sordu,
“Yahu bu partizancıların koğuşu neresi,” dedi. Öğrenir öğrenmez de ayağa kalktı 9. Koğuşun yolunu tuttu.
9. Koğuş örgüt liderlerinin kaldığı yer, hepsi Dersimli. Bu insanlar Kamer Genç’in bağımsız vekilliğini tartıştılar, daha önce içinde bulunduğu CHP’nin faşist olduğunu söylediler. Kemalizm şudur budur. Kelli felli adamlar Kamer Genç’e ne dediyse O,
“Yahu şekerim hele sen bunları boş ver, sen hangi köylüsün?” Kimse köyünü söylemeye yanaşmadı, diğerine dönüyor, “Hozatlı mısın?” Söylemediler, genç bir çocuk vardı ona döndü, “yahu yavrum sen Hozatlılara benziyorsun,” dedi.
16 yaşında hapse girmiş, müebbet hapis almış Abidin adında genç bir çocuktu bu, sahiden de Hozatlıydı. Adını soyadını sordu. 17 Haziran 2002 yılında o açlık grevinden serbest bırakıldım ve Hozat’a gittim, Abidin’in babasının o kasabanın içinde küçük bir tandır dükkanı vardı. Göreyim dedim. Şöyle dedi:
“bak o Kamer Genç’e o kadar laf söylüyorsunuz gelip benim çocuğu görmüş, Allah razı olsun çıkıp yanıma geldi,” dedi.
Kardeşlerim, insanın bazen ne söylediği değil, bu insanoğlu bir insan selamına hasrettir, o umudu yaratmak dahi ibadet gibi bir şeydir. Her şey siyaset değil derken bunu derim. Deniz Gezmiş’in söylediklerini bugün kim tartışıyor, onun candan olması, insan sevgisi taşıması, o darağacına düğüne gider gibi gitmesi akıllarda kalmıştır. Yoksa Deniz Gezmiş’in Kemalizm’i Hüseyin Aygün’ün Kemalizm’e bakış açısından daha kötüydü.
Yetmedi,
Ovacık, Yoncalı köyüne gittim orada da hapis yatan bir arkadaşımın annesi vardı, tek başına kalmıştı. Kadın oğlu çıkmış gibi saatlerce ağladı. koşuşturdu birşeyler yapı. Evi fakirdi, birşey yoktu, olsa evi getirecek. Şöyle dedi. “Kamer Genç sizi görmeye gelmiş cezaevine..” oğlu ölüm orucundaydı. Ama Kamer Genç, bu kadına, “Oğlunu gördüm durumu çok iyi..” demiş.
Siyasetçi böyle biridir, yatırım yapar, umut verir, ben sizin için varım imajı yaratır halkta. Umut olmadan insan yaşar mı? Siyasetçi biraz umut tüccarıdır.
Bugün CNN Türk’ün web sayfasında bir araştırmanın sonucunu okudum, Türkiyenin en mutsuz şehri Dersim’miş.
Mutsuzdur, çünkü siyasetle ilgilenen insanı unutmuş, umudu bitirmiştir. Yalandan dahi umut dağıtamıyor. Oysa siyasetçilerin en güzel bildiği şeydir yalan söylemek!
Sürgündeki Dersimli Sanatçı
Sanatçılar da siyasetçinin her türünün topluma zarar verdiğini düşünürler ve halkın hissiyatını dillendirirler. Bazen de Fazıl Say, şu İslamcıların Ducane Cündioğlu gibi sanatçı ve yazarlar siyasetçinin aklına hakaret ederler. İyi yaparlar.
Dersim’in yıllardır sürgünde yaşayan ve dünyanın sayılı sanatçılarından biri olun Kemal Kahraman’a dair bir örnek vererek, Aygün’ün nereye gittiğini söyleyeceğim.
Kemal Kahraman kimdir onu kısaca belirteyim:
Fazıl Say’ı zevkle takip ederim Say’ın agresifliği Şivan Perver’e çok benzer. Onları düşünün, işte Dersimlilerin hiç bir politik gruba dayanmadan sanat yapan tek sanatçısı Kemal Kahraman’dır, yıllardır sürgünde yaşar. Korkunç bir baskı altındadır, Devlet ona toprağını yasaklamıştır, ancak eline sopa alan her Dersimli bu sanatçıyı terbiye etmeye çalışır. Dik başlıdır, bir keçi kadar inatçıdır. İki dakika konuşun, iğneleyici ve yaralayıcı sözleriyle yanından kalkar kaçarsınız. Ben yaşadım ve kalkıp kaçarken büyük bir grur duydum. Dedim çok az toplumda böyle sanatçı vardır. Çok az… bir toplumda o kale yıkıldığında kültür mültür yerle bir olur. Şivan Perver’e kimse diz çöktüremedi. Bildiğini okudu.
Öyle Türkiye’nin batısından konuşmak kolaydır, Dersim de sadece dinleyicisine güvenerek sanat yapmak cesaret işidir. Perver’in alkasında halk var, halkı onu sahipleniyordu. Dersimli zayıf, bu sanatçısını sahiplenemiyor. Konserlerini iptal ettiler, itibarsızlaştırdılar. Eğer Dersimli sanatçı bir örgütün şemşisiyesi altında değilse, olmadık yakıştırmalarda bulunulur. Neredeyse tamamı, sanatını var etmek için başında sopayı tutan erke kendini pazarlar. Ama o göze almıştır, sanatını pazarlamadan yaşamayı.
Fazıl Say keçiyse bizim Dersim’in bu büyük sanatçısı katırdır. Fark şudur, Kemal Kahraman asla ulusçu değildir, müziğini üç dilde yapar ve kendisi üretir. Modern Dersim müziğini Kardeşi Metin Kahraman ile doksanların başında yeniden üretmiştir.
Aygün’ün nereye gittiğini Dersimlilerin bu sanatçısı üzerinden anlatarak sonlandıracağım.
Aygün’ün gittiği yer için, bu ara notu yazmak zorundaydım. Ve ne acı ki, Aygün üzerinden bu eleştirileri yapmam gerekiyor. Tanıdık birinin siyasetini değerlendirmek sahiden de zormuş. Birinci makale üzerine kısaca yazdı. Kibarlığına saygı duydum, hakasızlık etmişsin dahi demedi. Oysa binlerce Aygün taraftarı mailler yazdı. Bu kadar seveni olan bir siyasetçiyi eleştiriyorum, ama sevenlerinin çok azı, haksızlık yapıyorsun dedi. Kaygıları bizim siyasetçimizi başkalarına hedef haline getirme ricasıydı.
Elbette, istediğim iyi bir memlekettir. Aygün’ü geri çağıracağım, gittiği ulusalcı kulvar, o ulusçu zihniyetin mağdurlarında derin yaralar açtı.
Not: ekmek parası da kazanmamız lazım, iş yerinde kaçamak yazıyorum bu satırları… niyetim kimseyi kırmak değildir, iyileşmeliyiz. Dersim Anadolu’daki azınlık toplumunun yaşadığı tek yer. Zazalık, Kürtlür ve Türklük tehlikesi altında inlemektedir, onun için çağırıyorum gel diye.
Binlerce yıllık kardeşlik kültürünü yaşatmak için, ideolojilerin ve devletlerin yerinde olsam para ödeyerek yaşatırdım Dersim’i.
Söyler misiniz, çok dilli tek ruhlu kaç yer var dünyamızda? Dünyanın hangi modern şehrinde farklı inançtan ölüler aynı mezarlığa gömülmüş, aynı taşa mum yakılmış, baş konmuştur?
Son bölümle bitecek…
____________________________________________________________________
İlk iki bölümde Dersim’in siyasetten çektiğine ve Aygün’ün durumuna değindim. İkinci bölüm bir ara nottu. İstedim ki sert geçiş olmasın. Tabii bu yazıların sınırı bellidir, beklentilerinizi karşılamaz. Dersim öyle bir yerdir ki, Türkiye’de hala varlığını sürdüren on bir illegal örgütün sekreteri Dersimlidir. Kürt siyasetinin Eş Başkanları, Ana Muhalefet Partisinin başkanı keza gene Dersimlidir. Bu yüksek temsillikle bir toplum gurur duymalıdır. Ancak eğer bu kadar yüksek bir temsileyet var, ama o il ve memleket yokluk halindeyse, insanları birbiriyle sorunluysa, demek ki ortada bir sorun da var. Yanlış doğru onu yapıyoruz ve ben bunu tanıdığım bir insan üzerinden, üstelik sevdiğim biri üzerinden yapıyorum. Onun yanlış yaptığını düşünüyorum.
Dünyanın hiç bir ülkesinde küçük bir yöreden bu kadar yükselen insan yoktur, ama bela çok!
Bir tarafı çiçek açan bu memleketin, diğer tarafı ateş içinde yanıyor. Aygün’ün vekilliğini değerlendiriyorum, isterim ki memleketimin siyasetçisi bu gülistanlar bahçemizin bekçisi olsun.
Öyleyse:
Aygün’ün ruhuna yediremediği, onu başka yerlere götüren şeyi belirteyim. Yani komşusunu kabullenememiş, başka bahçenin çeperi olmayı denemiştir. İnansın bana, yar olunmuyor, hem de hiç yar olunmuyor, hele o bahçenin çiçeği tek renkse neye yarar!
Aygün milletvekilliği yaptığı Dersim’in belediyesini, sanatçısını ve Dersim kurumlarının sorunlarını yukarı taşımada hep tereddütte kaldı. Kişiselleştirdi, ancak Dersim’i yok eden siyasi söylemin, yani ulusalcı kesime ise adım adım yanaştı.
Onu Aygün yapan, biz yazarların ve Türkiyeli aydınların gönlüne su serptiren, ‘oh be, sonunda biri çıktı’ dedirttiren Aygün, ne yazık ki CHP’nin içindeki anti-demokratik kanadın söyleme kayarak bizi kahretti.
Aygün’ü Aygün yapan 14 Madde şöyle değişti:
1. Ergenekon davasındaki insan hakları ihlalleri toplumun geniş bir kesiminde tepki uyandırmıştı. Aygün, bir hukukçu olarak bunu dile getirmek yerine, Ergenekon’un ana damarını oluşturan ulusalcılık söylemine sahip çıktı. Bu yönelimi Dersimlileri ve yüz yıllardır ulusalcı Kemalist söylemin mağduru olanları yaraladı.
2. Salih Mirza Beyoğlu’na sahip çıkması insan hakları temelindeydi ve taktire şayandı, ancak Ergenekon da bunu beceremedi. Üstelik Aydınlık gazetesi CHP içindeki “yenilikçi” kanadı sık sık CİA ajanlarıdır demesine rağmen.
3. Çıktığı bir TV kanalında, kendisine sorulan bir soru üzerine, “ben Atatürk’ü seviyorum aslında,” diyerek, siyasetçi ve düşünür olmayı bırakıp duygusal taraftar olmayı tercih etti.
4. İlk okullarda çocuklara “Türküm, doğruyum… varlığım Türk varlığına armağan olsun” diye başlayan, Türkiye’deki Ermeni, Kürt, Arap, Süryanilerin çocuklarına okutulan ANDIMIZ’ı AKP kaldırınca, “bunun zararı ne” dedi. Sahi zararı yok mu? Bırakın bunu, çocuklara böyle şeyleri okutmak doğru mudur? Oğlun, kızın her sabah kalksın varlığım babama armağan olsun desin, bu dahi ne kadar çirkin ve abes… Bir toplum buna neden gerek duysun.
5. Katıldığı bir TV programında, sorulan bir soru üzerine Atatürk’ü seviyorum diyerek, yazar, hukukçu ve siyasetçi olduğunu unuttu. Siyasetçiler liderlerle duygusal temas kuramazlar. Siyasetçilerin böyle hakları yoktur. Üstelik lider seviciliğin, bunun toplumuzdaki karşılığı ve 20. Yüzyılın başındaki liderlerle kurulan duygusal ilişkilerin yol açtığı onca bela akıllardayken… Bir siyasetçi, düşünür, ben Lenin’i, Öcalan’ı, Atatürk’ü… seviyorum diyemez. Siyasetçi düşünceyi savunur, bir liderin siyasi fikrine ya katılırsınız ya da katılmazsınız, ilişki odur. Bir düşünceye katılıyorsanız neden katıldığınızı anlatırsınız. Ki, siyasi düşünceyse söz konusu olan, “doğru” dahi görecelidir. Batıda yaşayan bir Beyaz Türk için Atatürk onlara refah ve modern bir devlet getirmiştir, oysa Hakkari’deki Kürt için onun dilini elinden almıştır. Dersim’deki Kızılbaş’ın hayatını almıştır. (Hayatımızı karartmış ama bizi İslam belasından korumuştur diyenler de vardır.) Bunlar tartışmaya değerdir.
Bağnazlık ve fanatizm liderlerle kurulan duygusal bağlarla ortaya çıkmıştır. Kitleler bir kez liderleri için kefene girmesin. “Vur de, vuralım öl de ölelim, izin ver gidip Taksimi ezelim!” sloganı atar ve lider hurra ileri dediğinde bu yol Türkiye’nin katliamlarına çıkar.
Parantez açayım, iki gericilikten korkmalıdır dünyanın mazlumları, muhalifleri ve azınlıkları. Bunlardan biri:
a) Devlet gericiliğidir. Gerici yasalardır, ancak ondan daha tehlikelisi,
b) Halk gericiliğidir. Öyle halkın adaleti filan yalandır, halk adaleti denen şey, ayaklanan insanları yakıp etrafında dans eden kalabalıklardır. Adalet hukuki normludur. Halk adaleti linçtir, baltalarla doğramaktır kendinden olmayanı. Devlet gericiliğinden beterdir. İşte bunun için yasalar daha çok bu azgın geleneksel düşmanlığı kontrol için yapılmıştır. Başkalarının haklarına saygılı olmayı, sizin dışınızda yaşayanların haklarını korumayı düşünmüştür. Türkiye’de ve Arap ülkelerinde ırkçılık, dincilik yasalarla koruma altına alınmıştır. Bu 20. Yüzyılın ortalarına kadar Avrupa’nın başvurduğu yoldu. 68 Devriminden bu yana durum farklıdır, çoğunluğun hezeyanları yerine azınlıkların yaşam hakkı korunmaya alınmıştır. Ki, c) Her totaliter lider hazırda bekleyen bu gerici halk kıtalarının başına geçip komutan olmak ister, bir kez o iki gericilik birleşmesin! Birleştikten sonra dünya toz dumandır. Duygusal temasın sağlandığı lider; akıl, bilgi ve teknolojiyle donatılmış Alman toplumunu dahi bir canavara çevirmiştir. Yahudi ve Çingeneleri, Komünistleri fırınlara sürmüştür. Türkiye’de, Enver ve Talat’ın başına geçtiği halk kitleleri Ermenileri yok etmiştir. 6-7 Eylül, Maraş, Sivas… Atatürk ve Celal Bayar’ın başına geçtiği devlet gericiliği Dersim 38’dir. Aygün gibi memleketin azınlık yanından gelenler, liderle duygusal temas kuran kitlelere akli yolu gösterirler. Duygusal refleks boyutuna geçtiklerinde, tehlike çanları çalar.
c) Dersim yaşlıları lider sevmezler, liderlik için yarışan Aşiret ağalarına karşı şu Atasözünü söylemişlerdir: “Herkes ağaye sere xuyo” herkes kendi başının ağasıdır. Ancak, bugün en fanatik yapı orada görülüyor, lideri, siyasi düşüncesine uymayanı öldürmek için hazır bir kıta gibi oldu Dersim. Benim devrimcim, inançlarında insan öldürmek olmadığı için yaşlı Dersimlilerdir. Dersimli siyasetçiden istediğim de, dünya siyasetine dağların ardında kalmış bu barışçıl bakışı taşımalarıdır. Lider sevmeleri değildir, ki unutmamak lazım öldürmek ancak liderler için yapılır…
6. Aygün, Dersim’de 38 katliamı olmamıştır, olan Feodalizmin tasfiyesidir diyen Özdemir İnce’yi dahi sahiplendi. Özdemir İnce ki, İdeolojik olarak MHP’ye gömleğini ters giydirir. Edebiyatçı Sema Kaygusuz’un Dersim romanı üzerine, Kaygusuz’a etmediği hakareti bırakmayan bir yazar. Dersim edebiyatı yalandır demiştir. Özdemir İnce’nin anti-demokratik söylemi yıllardır Türkiyeli bütün aydınları ayağa kaldırmaktadır. Demirel dahi Kürtlerin varlığını kabul etti, ancak Özdemir İnce hala Kart-Kurtta…
7. Aygün, sık sık Ergenekon sanıklarını ziyaret ederken Kürtlerin hapiste çürütülen, derin bir sessizliğe hapsedilen Hatip Dicle’yi ziyaret etmedi. Oysa onun Roboski ziyareti Kürt halkında büyük bir sevgi yaratmıştır, işte Dersimli budur, hangi partide olursa olsun mazlumun yanındadır, dedirtmiştir. Bu zincirleme pratik duruş ve söylem onu ulusalcı hatta gösterdi. Belki anlatamadı, bilmiyorum…
Devam edeyim…
8. Aygün, dediğim gibi Ergenekon tutuklularını insan hakları temelinde sahip çıkmadı, onların söylemini sahiplendi. Silivri’de bilmem kaçıncı kitap yazıldı gibi yayınlar yaptı. Eh yani güzel pirim sen de yaptın, diyeyim. Düzgün Baba ziyaretinin suyunu içmişsin. Mesele yazılan kitap mıdır? Ya o kitapların dili, söylemi ne olacak? O söylem demokratik midir, azınlıklara nasıl bakar? Türkiye’de günde ortalama 5 milyon 50 bin 272 gazete satılır, bu gazetelerin 3.8 milyonu dinci gazetelerdir. Türkiye’de 2013 yılında 42 bin 337 kitap basıldı. Bu kitapların satış rakamını da vereyim, 293 milyon 257 bin 824. Sadece 15 bin 34 tane edebiyat eseri Türkiye’de yayınlandı 2013 yılında. Bu kitapların yüzde 71’i, yanlış okumadınız yüzde 71’i dinci yayın evlerinden çıktı. Bu çaba anti-demokratik bir söylemi meşrulaştırmaktır. Üstelik Türkiye bunu aşarken, Ulusalcılar bu yolun yol olmadığını görüp kendisini değiştirmesi gerektiği bir dönemde onun bostanının çeperi olmak her insana yazıktır. Ve en çok da Kemalistlere yazıktır. Kemalistler okuyan kesim, ancak o çıkmazdan çıkmaları, Kürtlerle, Alevilerle, bir Avuç Ermeni’mizle, beş parmak kalmış Rum’umuzla buluşmaları gerekmez mi? Toplumun Erdoğan’ın islami projesine teslim olmasının nedeni Kemalistleri 30 yıldır içe büzülmeleri, değişime ayak diremelerinden kaynaklı değil midir? Şu notu düşeyim, eğer Kemalistler Refah Partisini kapatıp Erbakan’ı düşürmeselerdi, biz bu Erdoğan belasını toplum olarak 1990’ların sonunda aşmış olacaktık. Kürtlerin dilini yasaklamasalardı 1940’larda aşılırdı, Alevilerin inançlarını elinden alıp Diyanet işlerine vermeselerdi 1970’lerde de muhtemelen bunu aşardık. Erbakan iktidarda kalsaydı on yıl dayanmazdı, bu rüşvet ve yalancı İslami proje tarumar olurdu. Türban yasaklanarak hal edildi mi, Kürde sen yoksun denerek yok oldu mu? Olmaz.
9. Aygün, Dersim kurumlarına, aydınlarıyla arasına mesafe koyarken, dar bir siyasi dergiye yakın durdu. (ismini yazmıyorum işte burada da PKK ile farkı görün, PKK’nin bu kesime göre ne kadar tolereranslı olduğu, yani olgunlaşmıştır ama onlara laf söyleyemeyiz) Beni asıl kaygılandıran da buydu. Ne tuhaf ki bu kesim de gizli ulusalcı. Adeta sosyal medya da bu kesimin tanıtımını yaptı Aygün. Bana göre birinin Perinçek grubu içinde yer almasından insanlara zarar gelmez, konuşur. İktidar olmadıkları sürece gidip konuşsun. En fazla Perinçek övgüsü yapar, ancak bazı belalar toplumları yok eder. Elinde bıçakla gezen biri onu ille ki bir yere saplayacak. Defalarca açıkca ifade ettim, bu kesimi Dersim’e sokarsanız: Dersim, PKK ve TİKKO’yu mumla arar. Bu kadar açık ve net söylüyorum. Aydınlar ve siyasetçiler PKK’nin yasal parti olmasını, dağa çıkmış bu gençlere siyaset hakkı verilmesi gerektiğini konuşurken son derece sert söylemlere sahip olan bir kesimi gençlerin gözünde ‘hoş’ göstermek büyük bir vebaldir. Ancak sosyolojik bir yanı vardır.
10. Bu son eğilimle şunu anlıyorum, Aygün Türkiye’nin içine girdiği yönelimi 1970’lerin kafasıyla aşmayı düşünmektedir. Bunu devrimci model sanmaktadır. Anladığım o, oysa zaman o zaman değil. Dünyada 68 kuşağı gibi güçlü bir devrimci dalga yoktur, aksine her yerde İslami dalga vardır. Bu dalga sükûnet içindeki batı devletlerini dahi radikalleştirmektedir. Bu nedenle, Alevi gençlerine ve Dersimlilere tehlikeyi fark ettirmek, aman demek gerekirken, tersini yapmak ölümdür. Eski Refah Partisi milletvekili Hasan Hüseyin Ceylan’ın bir anı kitabı vardır. Erdoğan ve Gül’ü anlatır. Der, “biz Türk Talebe Birliği üyesi 13 kişiydik. Deniz Gezmişlerin Fikir Kulüpleri on binlerce kişiydi.” Ne olmuştur, silahlı yol bu pırıl pırıl gençleri dar ağaçlarına göndermiş, yüz binler ülkesini bırakıp kaçmış ve ülke o 13 kişiye kalmıştır. Dersim’e bir mağarada yakalanan o 25 devrimci genci düşünün, onlar hayatın içinde olsalardı daha faydalı olmazlar mıydı. 1970’lerde Üniversiteye giden Dersimli gençler silaha bulaşmasaydı, yani öldürülmeseydi bugün ne sol bu halde olurdu ve ne de bizler. Silah olmadıktan sonra devlet öldürdüğü kişinin cesedi altında kalır. Hapishane hapishane koşan Dersimlinin ekonomisi heba oluyor, insan enerjisi buhar olup gidiyor. Hapisler, sürgünler, dağlar Dersimli gençle dolu, var olan silahları susturmak gerekirken, hala şiddetle (üstelik artık hiç bir fikri susturmanın koşulları kalmamışken) bir düşünceyi hakim kılmaya çalışan çevreleri hoş göstermek. .. AKP’nin duvarına atılan roket küçük bir duvar parçasını kırıyor. Hem o roket camdan içeri girse 50 AK Parti üyesi ölse “faşizmden hesap mı soruluyor” yoksa oraya o roketi atan 3 Dersimli genç ömür boyu hapis almakla mı kalıyor?
11. Anıtkabir ziyaretelerini filan önemsiz buluyorum. Orayı ziyaret etmiştir, çünkü İç Anadolu’da ciddi bir Aygün tabanı vardır, ancak Sakine Cansız’ın mezarını da ziyaret etmiştir. Siyasette böyle pragmatizmler vardır. Kılıçdaroğlu’nun Kurt işareti de öyle, toplumu yumuşatır böyle şeyler. Öcalan’ın İslam bayrağı çağrısı aslında böyle bir şeydi, AKP’nin tabanında Kürt çözümüne direnen kesime, hepimiz Müslümanız çağrısı yapmıştır. Ki, bence gerekliydi o kesimi etkilemek, düşmanlıkları kırmak lazım, ancak Öcalan’ın bildirisi nasıl ki Alevileri kırdı, Aygün’ün bu davranışlarında da bir denge gözükmediği için bir kesimi kırmıştır.
Sonuç: Ancak, Aygün kendi insanına, memleketinin akıl normundan uzaklaşırken, devrimci söylemle ulusalcı hatta kayması onu Aygün yapan kriterleri yok etme noktasına getirmiştir. Ki, bana göre Türkiye solu başından beri ulusalcılık kulvarında. Bunun kökeni eskiye gider. Lenin dahi bizim kanımızı döken Enver Paşa’yı Doğu Halklar Kongresine onur konuğu olarak davet etmiştir. O Enver Paşa ki, 1. Emperyalist paylaşım savaşının Osmanlı Cephe Komutanıdır. Doğu Halklar Kongresinde dört konuşma yaptı. Dördüncü konuşma esnasında ölümden kurtulan ve Lübnan’a giden Ermeni sosyalist delegeler geldi. Ekber Babayev’in anılarından okuyun. John Red’in ölmeden önce otel odasında kendi el yazısıyla yazdığı satırlardan o dram daha dokunaklıdır ya! Zekeriya Sertel’in doğu halklar kongresindeki anılarında da bir Enver Paşa geçer. Ulusçulukla Türkiye solu hala hesaplaşamamıştır, bunun için bir yanı Kemalizm’in içindedir, solun rezaletidir. Ancak bütün bunlara rağmen Aygün’ün Kemalizm’e bakışı, geldiği Deniz Gezmiş geleneğinden ileridir. Öyle yükü Aygün’e atarak kendimizi aklayamayız. Öcalan da Kemalizmi Ulusal Burjuvazinin sol kesimi görür. Sol kesim nedir, anti-emperyalsit ve devrimcidir. Kürt hareketinin Kemalizm eleştirisi, ülkeyi beraber kurduk, ancak cumhuriyet kurulduktan sonra bizi unuttulardır. Tarihimiz ortaktır derken de bu denir, oysa Dersimliler, Aleviler, Ermeniler, Süryaniler yani Anadolu’nun azınları bu tarihin hiç bir yerinde yokturlar. Gavuru şöyle yendik ile övünen bir Anadolu azınlığı yoktur, Dersimli hiç yoktur.
Aygün’ün kaydığı ulusalcı hat, Kemal Kılıçdaroğlu’nu alaşağı etmek isteyen kesim olması nedeniyle de tuhaf görünüyor.
Bu nedenle: Kürt hareketi büyük bir yanlış yapıyor. Bırakın Türkiye’de gerçek bir Sosyal Demokrat Parti oluncaya kadar, CHP muhalefeti olsun. Dersim’de CHP, batıdaki ulusalcı CHP değildir. Kemal Kılıçdaroğlu’nun başında olduğu bir CHP, Baykal CHP’sinden bin kat iyidir. Kemal bey, siyaseti iyi yapamıyor denebilir, ancak yumuşak yüzlüdür, siyasette bunlar önemlidir. Ben bazen diktatörleri dahi gerekli bulurum. Esat, Kaddafi, Saddam Hüseyin, Mübarek, mesela bunların devrilmesini hiç istemedim. Neden biliyor musunuz, bazen bir diktatörün zamansız yıkılması milyonlarca insanın ölümüne neden oluyor da ondan… Bir ülke yüzlerce yıl geriye gidiyor. Bütün Saddam rejiminde ölen insan sayısı Amerikan’ının müdahalesinin ilk ayında ölen insan sayısının üçte biri kadar dahi değildi. Libya’nın hali ortada. Bu dünyadaki çıkmaz bazen diktatöre dahi insanı razı hale getiriyor.
Demem şudur, Dersim’de sürdürülen Aygün ve Kemal Kılıçdaroğlu karşıtı söylem, CHP ile filan ilgili değildir. Geleneksel Kürt siyasetinin tarihine bakarsak durum görülür ve o beni korkutuyor. PKK hareketi çıktığı günden beri rakiplerini yok ede ede ilerledi, güçlü bir zekası var bu hareketin. Sağlam Burkay hakaretini bitirdi, Rızgari, Ala Rızgari, entelektüel donanımlı Kawa örgütünü, DDKO geleneğini, Türkiye KDP’sini yerle bir etti. Güçlü hareketler böyledir, şimdi AKP var bölgede ancak AKP bitti bitecek. AKP, güçlü PKK hareketi karşısında muhalefet filan yapamaz onu bilelim. Hala İslamcılıkla kandırmaya çalışıyor Kürdü. Ancak bu Kürt örgütlerini siyasi rekabetle bitiren PKK Hareketi, Kürtleri HİZBULLAH gibi bir muhalefete razı kılmıştır. Dünya da hiç bir siaysi fikri bütün toplum sevmez, sorun sizin sevmeyen nerede fikrini ifade etsindir. HİZBULLAH’ın legal partisi girdiği ilk seçimde yüz binlerce oy aldı, bunun ne demek olduğunu düşünmek dahi ürkütücü. CHP kötü bir partidir ancak sokaklarda sizinle çatışmaz. Dersim’de ille ki bir muhalefet olacaktır, bu Hizbullah olmayacağına göre, Alevilerin Hizbullahı bu bölgede kim olur sorusunu akla getirir. Bu DHF filan değildir, onlar PKK aklı karşısında tutunamazlar. Mumla ararız dediğim budur.
Dersim’de PKK’nin sürdürdüğü güçlü siyaset karşısında, CHP ve iki belediyecikte seçimi alan DHF direnemez. Bir nefeslik ömürleri var bunların. Dersim dışına çıkın Alevi gençlerin nereye kaydığını görürsünüz.
Aygün’ün hatası budur ve halka yaklaşacağına ulusalcılara yaklaştı. Bu seçimde yenilen Aygün’dür demenin nedeni de Aygün’ün içine girdiği ulusalcı kulvarın Dersim halkında yarattığı tepkidir. Türk ulusçuluğundansa Kürt ulusçuluğunu tercih ederiz, diyor genç Dersimliler. Haksız mıdırlar?
Ulusalcılara bu kadar rahat yanaşan Aygün, hemşerilerine aynı hoş görüyü göstermedi. Kemal Kahraman örneği oydu ve Aygün’ü vekil olarak zayıflatan ulusalcı hatta iten, kendi hemşerilerine sarılma biçimini öğrenememesiydi.
Aygün’le 2013 Dersim Tertelesi, anmaları vesilesiyle Bochum Üniversitesinde bir seminer verdik. Ertesi gün kiralanan bir arabayla Berlin’e hareket ettik. Orada da bir seminerimiz vardı. İlk defa bir araba içinde Alevi ve Dersim kanat önderleriyle beraberdim. Yol uzun, Aygün’le yolculuk etmek de güzeldir, naiftir, ses tonu sizi rahatsız etmez. Şöyle bir öneri yaptım: Madem Berlin’e gidiyoruz ve Dersim 38 Tertelesi için seminer vereceğiz, bu şehirde Dersim’in büyük bir sanatçısı var ve Alevilerin bir tasauf felsefecisi. Dersim’i en iyi bilen Seyit Mahmut Dede. Kemal Kahraman’ı ziyarete edelim, gazetecileri çağıralım ve oradan Kahraman’ı alarak Seyit Mahmut Yıldız’a gidelim. Ortalık buz kesti.
Aygün kırılmış, çok seviyordum Kemal Kahraman’ı dedi, ama bana ağır hakaret etti, kırıldım. Olur, dedim. Çiçek alır gideriz, bizi kapıdan çevirecek değil ya! Hem yıllarını sürgünde geçiren, yokluk içinde yaşayan bu büyük Dersim sanatçısı hangimize hakaret etmez ki! İyi ki de ediyor. Hiç umursamam. Bu iki kardeş 1938 sonrası ölüme terk edilen, halk ozanlarının toprak damların altında gizli gizil sazını çalıp ağladığı bir hayatı, modern müzik olarak yeniden üretti. Sarhoş etti, dünyayı. Müziği çalıntı değil, bir felsefi ritüel gibi yükselir. (dinleyin anlamasanız dahi sarhoş olursunuz. Bu topraklar ne kadar renkli ve seslidir dersiniz…)
Gidemedik.
Bir başka örnek vereyim, Almanya’nın en büyük parlamentosu olan NRW parlamentosunda gene 4 Mayıs 38 Anması var ve ilk defa Dersim acısı bir parlamentoda dile getiriliyor. Oraya giden Dersim kurumu ve aynı gün bu parlamentonun sergi salonunda 38 vakasını resimlerine taşıyan Dersimli ressam İbrahim Coşkun’un resim sergisi var. Parlamento konuşması biter, bu bilinçli ve kanat önderi Dersimliler tek tek kaçar. Ressam Alman parlamenterlerle yalnız kalır. Neden?
İşte Dersim yarası budur, vekillerimizin bizi terk etmesinin nedeni de budur. Bu toplumun başka partilerin yönetimine kadar çıkarken arkadan yara almasının nedeni iki ucu keskin bir bıçak gibidir.
1938 öncesi Dersim’de büyük iç savaş çıktı, aynen şu Suriye gibiydi. Yokluk, sefalet, ölümler, gücü gücüne giden, felaket gelip de sürgüne gittiklerinde, Dersimliler durumu anladı, geri dönüp topraklarını yeniden inşa ettiler.
1938’den sonra Türkiye’de tek kan davasının olmadığı yerdir, kadın cinayeti tarihinde sadece bir tanedir. 1936’da işlenmiştir. 1961 yılında yeni bir felaket kapıyı çaldı, Bahtaryan köyleri Teştek köyünü bastı. Dersim ayaklandı ve ihtiyarlar toplandı. Şerafettin Halis’in köyleri olur o köyler. Sorun size anlatsın. Yaşlı Dersimliler bir tarlanın içinde ulu bir ceviz ağacının altında buluştular. Kalkmak yok, bir yere gitmek yok, ya aramızda hal edeceğiz bu meseleyi dediler, ya da bura da aç susuz öleceğiz. Çözdüler ve bir daha kimse ölmedi. Ta ki birileri gelinceye kadar. Bir gün bu hikayeyi anlatırım. Demem şudur, Dersimin aklı başında insanları bir araya gelmeli, suları kessinler, ekmeği aynen toplanan o yaşlılar heyeti gibi orta yere koysunlar ama yemesinler. Nezaket ve saygıyı getirmeliyiz insanlarımız arasına. O olduktan sonra, her fikir olur, her düşünce zenginliktir. Dün Dersim’de Partizan, Halkın Kurtuluşu güçlüydü, bugün PKK hareketi. Elli yıl sonra başka fikirlerin olmayacağını söyleyebilir misiniz?
Evin penceresi açık rüzgar her fikri getiriyor, kimi fırtınadır yıkıyor, toz toprak dolduruyor kap kacağa. Pencereyi kapat desek de kapatan yok ve gelen kimi rüzgar da, çocukluğumun geçtiği Gola Ostoro dağının rüzgarı gibidir. Anafatma çiçeği kokusu getiriyor, kekik, sümbül kokusunu…. O rüzgarda Kızlarımız oğullarımız boy verir aşık olur, dudak dudağa, kalp hasrete varırlar. Yürek serinletir o rüzgarlar…
Herkese dönün diyorum, Aygünlerimizi, Gülten Kışanaklarımızı, Kılıçdaroğlularımızı, dağdaki genci, hapisteki yoldaşı artık kucaklayalım.
Hapiste memesi kurudu kızların, gurbette yürekler naçar kaldı.
Bir tarafı Kürtdür bu coğrafyanın, bir tarafı Türkmen diyarı. Her yerde açılıp serpilmiş memleketli, ama bu şiddet ve ölümü toprağa gömelim. Bunun yolu, kaybettiğimiz, birbirimize göstermediğimiz sevgidir. Sevgi en büyük devrimdir!
Hikaye budur!
www.haydarkaratas.com
Seydali Bakir
15/04/2014 at 13:49
Bra yazini büyük bir zevkle okudum. Brao delal yazinda sanki kirmanclari igneleyici bir uslup gördüm oda kürtcü kulvarda kulac atmis olmandan kaynaklaniyor diye düsünüyoru ve buda benim size elestirim. Bra biz kirmanclar(ZAZALAR) ne Zaman türkmenlere,kirdaslara,ermenilere kendi dilimizi,kimligimizi,kültürümüzü dayattik? dersimde cogunluk olmamiza ragmen sesi hic duyulmayan,kimligi inkar edilen,dili ölen biz kirmanclar degilmiyiz? öyle ise yerden yere vurulmasi gereken kirdaslar,türkmenler ve ermeniler degilmidir?
kirmanclar hic bir elestiririyi hak etmiyor ,hak ettikleri tek sey önlerinde diz cöküp kendileriye yapilan türk,kürt,ermeni fasistligiicin binlerce kez özür dilemektir.
Kelime Ata
15/04/2014 at 14:04
Yazılarını severek okuduğum bir yazar. Eleştirel yaklaşımlarını da seviyorum; ideolojileri aşıp insanın derinliğine uzanan bir yanı var. Ancak Hüseyin Aygün’ü biraz fazla hırpalamış. Bunu da farklı görüş diyerek saygıyla karşılarım ama kaç tane Hüseyin Aygün var ki…
Hüseyin Aygün, kuşkusuz ki Dersim milletvekilidir ve Dersim’i temsil etmelidir ancak O’nun Dersim sınırlarını aştığını düşünüyorum. Aslında Hüseyin Aygün de tıpkı onu konu edinip yazan Haydar Karataş gibi “insana dair bir insan”…