Haberler
Haydar Karataş: Benim Dersim Manifestom
HAYDAR KARATAŞ
BENİM DERSİM MANİFESTOM
1861’de Dersim’e giden Diyarbakır Britanya Başkonsolosu, bölgeyle ilgili uzun bir rapor yazar. O rapordan değil de, Taylor’un kendisiyle aynı dönemde Fransa’nın Diyarbakır Konsolosu Mösyö F. Anori’ye yazdığı bir mektup var. O mektupta: “Ben onların Pagan olduğunu düşünüyorum, Mamikyanlar (Dersim Ermenileri) bizim Osip Efendi’nin dediği gibi değil; sanki onlar bu Pagan inancından sonra Hıristiyanlğa geçmişler.” Osip Efendi dediği o zamanki Diyarbakır’ın Ermeni belediye başkanı. Taylor bu mektubunda, yazdığı gözlemlerine ek bir şey söyler: Sabah güneş doğmadan kalkan çoluk çocuğun; güneşi, yüksek dağları selamladıklarını belirtir ve ekler, “Türk desem Türk değiller, Ekrad (Kürt) desem Ekrad değiller… Hıristiyan değiller ama Müslüman hiç değiller.”
Dersim’i bir kalıba sokmak epey güç gibi görünüyor. Aslında bugün Dersim dediğimiz şey, dar bir bölge. Aziz Peter bu insanların; batıda Gürün, doğuda Varto, yukarıda Şiran Dağları, aşağıda Arion Irmağı yani Kahta Çayı arasında kalan dağlık bölgede yaşayan insanların gelenek ve görenek olarak diğer insanlara benzemediğini söyler. Yani bugünkü Kızılbaş bölgeleri…
Günümüz Dersimlisi şaşkın, şuyum diyor, bir süre sonra o değilmişim deyip başka bir arayışa giriyor. Her gidiş geliş epey gürültülü.
Dersim’de yaşayan Dersimlilerin, ziyareti, dağı orada bir şekilde varlığını sürdürüyor ancak, batıya göç edenlerin hamurunu hangi kapta mayalayacak meselesi epeyce karışıktır. Yani, ortada Dersimliler var var olmasına da, ekmekleri maya tutmuyor. Hangi saca sersen akıp gidiyor…
İyisi ben kendimce tarif edeyim de, okur bu insanlar bu kapta maya tutar desin. Cami-Cemevi projesi, yeni gençlerin “ulus” olmadan insan olmaz hikâyeleri de can sıkıcı…
Bugün Kızılbaş Alevi diye tabir edilen insanların yaşadığı bu bölge, çok dillidir. Kürtçe, Zazaca ve Türkçe konuşulmaktadır. Binlerce yıldır burada yaşamalarına rağmen, çevresindeki İslam toplumlarıyla ‘kız alıp verdikleri’ görülmez. Yani sanıldığından daha çok bir azınlık ruh hali kapalılığı var.
Bu coğrafyanın bir yanını Kürt ve Zaza diyarı, diğer yanını Türkmen yaylaları oluşturur. Bu dillerine de yansımıştır. Sanırım bundan kaynaklı olarak çok farklı diller konuşsalar da, toplumsal kültürü oluşturan gelenek ve görenekte birleşmişler. Ben onlara, çok dilli tek ruhlu toplum diyorum. Komşularıyla dil kesişmesi olmasına rağmen, inanç ve kültürel geleneklerde bu kesişmenin olmaması nedeniyle bunu söylüyorum.
Dersimlilerin beş bayramı vardır
Dersimlilerin komşularında görülmeyen beş geleneksel bayramları vardır.
Birinci bayram: Aşure, kasımda kutlanır.
Aşure, eski Mısır’da ve Kral İştar’ın kenti Uruk’ta hasat sonu, tarlalardan toplanan bütün ürünlerden yapılan yemeğin adı ve takvimin ilk ayıdır. Bütün Anadolu Alevilerinde Aşure yapılır.
a) Hz. Musa Aşure Ayı’nın onunda esaretten kurtulduğu için Yahudilerde,
b) Hz. Hüseyin ve arkadaşları Kerbela’da öldürüldüğü için Şia İslamı’nda,
c) Ermenilerin geleneksel yemeği olduğu için onlarda,
d) İslam öncesi Arap toplumlarında da vardır. (Kuran’da da 12 Gün orucu ile ilgili ayetler mevcuttur.)
İkinci bayram: Gağan’dır. Ga-ğan kelime olarak Akad dilindendir. “Öküzün boynuzunun üstündeki çıkıntı” manasına gelir. Dersim masallarında, dünyanın bir öküzün boynuzunun üstünde olduğu düşünülür. İnanışa göre, öküzün boynunu çevirmesiyle dünya karanlıktan aydınlığa geçer. Bu ay 21 Aralık’tan 13 Ocak’a kadar sürer. Gağan aynı isimle Ermenilerde, Karakonçaloz ismiyle Lazlarda, Bocuk bayramı olarak Trakya uygarlıklarında ve hâlâ Kırklareli’de kutlanmaktadır. Noel gecesi olarak bu gelenek, Batı kilisesinde de vardır. Karadeniz Laz köylerinde, Artvin’in Hemşin yöresinde aynen Dersim’deki gibi, yüzünü kapatmış bir kadın, sakallı bir yaşlı ve süpürgeci kapı kapı dolaşır.
Üçüncü bayram: Hızır’dır. Şubatın ilk haftasıyla başlayan bu geleneğin en önemli ritüeli, genç kadın ve erkeklerin su içmemeleridir. Su içmeyen kişi, gece rüyasında nerede ya da kimden su alırsa onunla evleneceğine inanır. Batı toplumlarında bu, Aziz Valantin Sevgililer Günü’ne denk gelir.
Tarihte ise; Eski Yunan’da tanrılar tanrısı Zeus’un, kız kardeşi Hera ile, Eski Mısır’da Tanrıların Kralı Amen’in eşi Aminet ile bu ayda evlendikleri düşünülmüştür. Bu ay, kuzey yarımkürede kuşların çiftleşme ayıdır da. Dersimliler yerli dillerinde “asma xızır’di milcik xemelayis bene!” derler. Yani, Hızır ayında kuşlar tüy atar süslenir. Hızır dağların ardındaki yoksulların kurtarıcı tanrısıdır. Şehre inince esir düşer ve bu ayda kurtulur.
Dördüncü bayram: Bahar bayramı Heftemal’dir. Heftemal, üç aşamalıdır. Küçük, ortanca ve büyük Heftemal vardır. İlki, yani küçük Heftemal yoksulların haftasıdır. Bir ay boyunca her gün bir ev yoksullar için yemek yapar. Ortanca Heftemal ölmüşleri hatırlama haftasıdır. Ve büyük Heftemal yaşlı kadın denen Pirke’ye atfedilir. Dersimlilerin bu bahar bayramı tek tek hâlâ seyrek de olsa kutlanmaktadır. Yarı ölüme terk edilmiştir.
Beşinci ve son bayram: Beri’dir. Mayıs ayına denk gelen bu bayram çalışma, yaylalara gitme, iş güç zamanını işaret eder. Beri, Thüye adlı kuşun hikâyesiyle başlar. Thüye aslında denizlerin kurtarıcısı İlyas’tan Hızır’ın insanlarına yaz geldi haberi getiren kuştur. Şehirlerin insanları ile dağların insanları birleşir. Thüye Kuşu’nun hikâyesi Dersim’de çok farklıdır. (Yakında çıkacak olan Günahkâr adlı romanım o kuşun hikâyesi ile başlar.)
Dini inançları: Dersimlilerde cemevi yoktur. Cem herhangi geniş bir evde bağlanabilir. O mekânların kutsal bir yanları yoktur, ancak ziyaretler kutsal mabetlerdir. Herkesin bir ziyareti olmak zorundadır. Bunlar dağ, su pınarları, bazen bir tepedeki ağaç ya da belli taşlardır.
Dersimliler bu inançlarını büyük şehirlerde de gizliden gizliye yaşatırlar. Çevrenizdeki Dersimlilere sorun özellikle bayanlar ve yaşlı kadınlar… Neredeyse hepsi ceplerine, çantalarının bir gözüne ziyaretlerden aldıkları bu taşlardan koyarlar. Ya da evlerinde bu kutsal mekânlardan aldıkları taş, toprak, ot ya da o ziyaretin çiçeğini saklarlar. O cisimlerle güçlü duygusal bağları vardır. 7 yıl sonra hapiste ziyaretime gelen annem o küçük çakıl taşını getirmişti.
İnançlarının en temel özelliklerinden biri de ölüm cezasının olmamasıdır. Kavgada birini öldüren, toplumdan tamamen aforoz edilir ve hiçbir cem ritüeline alınmaz. Kadın, çocuk ve deliler günahsızdır. Tarihlerinde töre gereği kadının öldürüldüğü görülmemiştir.
Günah işleyen biri, kefene girerek eski hayatını öldürüp yeni bir başlangıç yapabilir. Diğer Alevilerden farklı olarak, gene kefene ya da ceme katılan kişi bu inanca geçebilir. Bunlar için, “Amo Ra” derler, yani yola gelmiş! Karmaşıktır bu ritüel, onu da son romanımda anlatırım.
Etnik yapı: Dersimlilerde pek çok etnik yapıdan izler bulmak mümkündür, ancak bu, fizikî ve dil benzerliğinden öteye gitmez, inanç ve kültürel gelenekleri kendine hastır.
Yerim bitti, iyisi burada kesmek, hayata döneyim. Benim manifestom annemin ruhudur. İsviçre’ye her geldiğinde, koluma girer yürürüz, hangi kilisenin önünden geçsek, “Anne burada da bir kilise var, girip bakalım bunda ne varmış” derim. İçeri girer, etrafı yoklar, “Bak ne güzel yapmışlar” der.
Otururuz bir sıraya, yalnızlığa ve sessizliğe bakarız… “Yazık” der. Sanır bu kiliseler binlerce yıl Dersim’de ona komşuluk yapmış Ermeni komşularına ait. Asla Hıristiyan olmaz ama içi acır, bilir onların da kendisi gibi aynı ceberrut devletten acı çektiğini.
Demem şu: Bana öyle geliyor ki, Dersimlilerin yeri azınlıkların yanıdır. Bu toprakların binlerce yıldır süren bir İslam tarihi var, Dersimliler ve Aleviler o tarihin mağdur yanındaydılar hep.
Siz bu Cami-Cemevi, bilmem biz bu ulusuz hikâyelerini unutun derim. Azınlıklar dünyanın her yerinde ortak avralarda buluşmuştur. Paris’te, Londra’da, Berlin’de, bütün büyük şehirlerde Yahudiler, Çingeneler, komünistler iç içe yaşarlar aynen Taksim çevresine sığınmış Türkiye’nin azınlıkları gibi. Şaşar kalırsınız, kaderde birler, ama halayda her biri kendisi gibi oynar, diğeri alkışlar. Hüseyin Aygün’e ve birkaç Dersim ileri gelenine söylemiştim, buradan da önereyim, 24 Nisan’da, 6-7 Eylül’de, 27 Ocak’ta ileri gelenlerimiz bu halkların acı gün anmalarına katılmalıdır artık. Madem artık kentlidir bu yörenin insanları, kentlerde kendi yataklarını bulmalılar. Biz dağlardaydık siz geldiniz, şimdi biz şehirlere indik size geldik, şu tepede yanınızda mumumuzu yakmaya geldik, demeliler. Onlar binlerce yıldır şehirlerde azınlık kimlikleriyle yaşarlar, elbet biri yanınıza yaklaşıp kulağınıza fısıldayacaktır, asimile olmadan büyük şehirlerde nasıl yaşanacağını. Bana öyle geliyor ki, sanki bu din ve ulus paradigması aşılırsa bu yıkılmış hayat yeniden dingin yatağını bulacak… Yani bu hamurun ekmeği azınlıkların yanında sacını tutar, pişer. Dünyaya çiçek verir gül alır, siz ne dersiniz bilmem!
can
21/04/2014 at 17:09
Hocam kusura bakmayın ama bir çok yer de uçmuşsunuz. Saygı duyuyorum ama varsayımlarınızdan bir çoğu mitolojik. Bazı hatalarınızdan bahsedeyim;
Aşure bayram değil ki kutlansın ve her yıl kasım ayında da değildir. Muharrem Ayıdır as olan..
Hızır Ayıda bir hafta değildir 4 haftadır ve Hızır belli ocakları 4 hafta boyunca Cem ibadetlerine katılır..
Hocam Erzincan da yaklaşık 700 yıllık cem evi vardır ve araştırmanızı rica ederim
Yazınızı Sosyo-kültürel olarak incelediğim de de Sizin asıl söylemek istedikleriniz Dersim inanışı ve kültürü değildir ve şu H.z Ali siz Alevilik ten de vazgeçiniz. Siz neye nasıl inanırsanız inanın asırlık çınarlarla sohbetleri bizler de yaptık…