Connect with us

Dersim News, Dersim Haber, Dersim

Zazalar Kimdir?

Haberler

Zazalar Kimdir?

Zazaların kim olduklarıyla ilgili üç tez vardır. Bunlardan biri ise Tevrat’la ilişkilendirilir. Yakup’un on iki oğlundan Pallu ve Zara’nın  bu dağlara geldiğine inanırlar.

HAYDAR KARATAŞ

Zazaların kim olduklarıyla ilgili üç tez vardır. Bunlardan biri ise Tevrat’la ilişkilendirilir. Yakup’un on iki oğlundan Pallu ve Zara’nın  bu dağlara geldiğine inanırlar. İncil’de açıklanan İbrani soyunun bir kolu olan Zara’nın bugünkü Sivas’ın Zara yani Koçgiri olduğunu düşünürler. Pallu ise Yahuda’nın kardeşi Ruben’in Lea’dan olma dört oğlundan biri. Palu sanırım Zazacanın en köklü konuşulduğu yer ve Pallu ismi tarih boyunca bütün yazarların kafasını karıştırmıştır. İsa’nın 12. Havarisi ve aynı zamanda Tarsus Kralı olan St. Paul’un bu dağlara geldiği de söylenir ve hatta 1741 yılında Dersim’e giden Polonyalı gezgin Simon, Dersimlilerin Düzgün Baba Dağı’ndaki Düzgün’ün aslında Aziz Paul’un mezarı olabileceğini söyler. M. Seel Dersim’i anlatırken Pülümür’ü Palumor olarak tarif eder.

zazalar-kimdir

Meseldir, derler bir Kürt sürü çobanıyla  Zaza çoban Bingöl dağında yarenlik etmiş. Sürü güderler, bu dağ senin o dağ benim gezerler, havadan sudan konuşurlar. Görmedikleri memleketlerin hayalini kurarlar. Hayal bu ya parayla satılmıyor. Ve hayal kurmak dünyanın en büyük devrimidir. Bana göre insanoğlu hayalin ürünüdür, o hayaller devrim yapmıştır, makine bulmuştur, ne bileyim mesela uçağı ilk bulan Wirghit kardeşler filan değildir, uçan halı masalını ilk anlatan kişidir, derim ben. Belki bir neneydi o, belki masal anlatarak geçinen bir abdal. Bizim çobanlar da böyle düşlerini hayallerini anlata anlata sürülerini otlatmışlar, karınları acıkmış ve iş yeme içmeye gelmiş. Kürt çoban “Deza” dediği Zaza arkadaşının yüzünü süzmüş, bir fesatlık aklına gelmiş, demiş kaç gündür bununla yarenlik ederim, bu Zazalar neden soğan sever soramadım, fırsat bu fırsat bu Zaza’yı İstanbul’a Sultan yapayım da bakalım ne yemek ister. 

Der, “De bakalım Deza’m seni İstanbul’a Sultan yapsak ne yemek isterdin?” 

Zaza, kıs kıs gülmüş. Başını kaldırmış, keçe kepeneğini düzeltmiş. “Söylemem,” demiş, “önce sen söyle…”  sen ben derken. Kürt, “şöyle yufka ekmeği yatırır soğana yumruğumu vurur dışarı fırlayan soğanın cücüğünü alır ekmeğin içine koyar yerim,” demiş. Bunları duyan Zaza çobanın beti benzi atmış.

“Hadi şimdi sen söyle, sen ne yemek isterdin?” Zaza daha bir susmuş, davarını alıp gitmiş. Bizimkisi etme eyleme, demişse de  Zaza çoban Yaşar Kemal’in Meryemce’si gibi sümkürdükçe sümkürmüş, dudaklarını salmış. Kürt anlamış elbet ama arkadaşının gönlünü almak istemiş. Demiş “Deza’m(yeğenim) koca Sultansın kebaplar söyle hizmetçilerine, söyle salkım salkım üzümlü meyve tabakları getirsinler… Neden küstün?” 

Zaza, “sen her şeyi aldın bana bir şey bırakmadın ki!” demiş. 

Ötekinin içindeki öteki

Çevrenizdeki Kürt arkadaşlar küçük bir test yapın, Zaza deyince ne aklınıza geliyor diye, “pivazz” yani soğan derler. Ve anlattığım bu hikâye gibi, Zazalara dair yüzlerce binlerce içinde soğan geçen hikâye anlatırlar. 

Ben halk hikâyelerine inanırım, en büyük bilim odur. Zazalara dair soğan tarifini batı Türkiye bilmez. Bu hikâye bize ne mi söyler? Ötekinin içinde bir başka ötekinin olduğunu. (Mesela Zazaların Dersim tarifi de başka bir “öteki” ilişkisini açıklar, ama konu Zazalar oradan devam edeyim.) 

Zaza’nın hayali kral olmak filan değildir, garip olan Zazaca konuşan Anadolu insanı soğan ekme işini de pek bilmez, büyük kesimi soğanını şehirden satın alır. Halk söylencesinde, Zazalık bir karakterdir, “Zaza kafalı” vardır, cahil birine “Zaza’ya bak” denir. Adanalılık, ne bileyim Anteplilik, hatta bazen bir şehrin tarihçesinde dahi arkaik öte kimlikler vardır. Kasımpaşalılık (Erdoğan onu rezil etti ya,) Paşalılık, Diyarbakır’da Xançapek kırık kültürü… Buralar sosyoloji için bir laboratuvardır, ama edebiyat için Allah’ın verdiği bir vergidir. 

Eğer aşiretler ve halklar arasında meselenmiş, yani klişeleşmiş tabirler varsa bunlar ölümsüz edebiyatın en önemli unsurlarıdır. Yazarın karakterlerini konuşturmasına yardımcı olurlar, karakterinizi tarih öncesinden gelen bu yöreler gibi zengin kılar. Türkiye’deki sosyalist gerçekçi edebiyatın zayıf olmasının en büyük kusurlarından biri budur, alt renkliliği diyaloglara yansıtamamasıdır. Örneğin Bingöllü bir devrimci arkadaşınız olsun ve çok üzgün olsun, ona “yoldaş ne o gemilerin mi battı” demeniz vasat bir diyalog türü olur, ama  “ne o kardeşim Bingöl’deki soğan tarlanıza Ruslar mı girdi?” deseniz kurduğunuz diyalog yüz yıl önceden okura bir hikâyeyi fısıldar. 

Beyaz Türklerin Kürt’e dair o hikâyelerinin aynısı Kürt’ün de Zaza’ya karşı vardır. Kürt şehirlidir, beylikten gelir. Osmanlı döneminde Kürtlerin medreseleri vardı ve sayıları bir kaçı bulan Zazaca ilk yazanlar bu Kürtçe medreselerde okumuşlardır. Aleviler kendini Zaza, Kürt ve Türk olarak tarif etmediği için bu anlattıklarımın dışında tutuyorum. Zazaların da Kızılbaş hikâyeleri vardır… Yani Osmanlı döneminde Zazaların devletle ilişki kurmasının yolu Kürtçe üzerinden olurdu. Resmi dil Kürtçeydi. Kürtler Zazalarla Kürtçe konuşurdu. Zaza Kürtçe öğrenmek zorundaydı, ancak Kürt’ün Zazaca öğrenmesi için bir gerekçe yoktu. Cumhuriyet döneminde Kürtçe yasaklandığı için Kürt ve Zazalar Türkçe öğrenmişlerdir ve aralarındaki diyalog dili Türkçe olmuştur. Garip olan başka bir şey ise, Kürt uluslaşmasının aydınlanma dili de Türkçe oldu. Cümleler Türkçe kurulmuştur, bunun en büyük nedenlerinden birini ben arkadaki, coğrafyadaki bu karanlık noktalara bağlıyorum. Neyse çok karıştırmayayım. Şu kadarını söyleyeyim; Zazalar ve Kürtler ana dillerinde yazmaya geçtikçe aralarındaki uçurum büyüyor. Birbirinin yazdıklarını anlamayan bir süreç gelişiyor, bu aynen Türk ve Kürtler arasındaki uçuruma benzer, Kürtlerin ne yazdıklarını Türk aydınları Türkçe diline çevirmediği için onların hikâyelerini yüzyıllar boyunca öğrenemediler. Mehmet Uzun çevrildi de Türkler Kürt edebiyatından haberdar oldu. Yaşanan bu. İyi de Zaza aydınları var mıdır, kendilerini nasıl tanımlarlar. Yani benim masaldan ibarettir her şey teorimi bir tarafa bırakırsak, onlar kendilerine nasıl bir ulusal destan yazıyorlar…

Zazalar Deylem’den mi geldi?

Zazaların kökleri ile ilgili üç temel hikâye vardır. Bunlardan birini duymuşsunuzdur. Deylem’in onların ilk yurtları olduğu, oradan göç ederek bu dağlara geldikleri yazılır. Bu hikâyenin kaynağı 10. yüzyılda Van Ermeni Krallığı’nın tarihini yazan Thomas Ardzrouni’dir. Prof. Dr. J. Gippert, dil bilimci O. Mann, K. Handk gibi bilim adamları ise onların dillerinin Partça ve Avesta’ya yakın olduğunu söylerler. Tabii Kürtleri araştırmaya giden bütün bu bilim adamları alt ulusun altında; başka bir ulus keşfetmişlerdir. 

Yani Zazalar dilin hikâyesi ile T. Ardzrouni’nin verilerini birleştirirler. Ardzrouni Ermenilerin onlara “Andzevazik” dediğini söyler. Bir başka tarihçi olan İbn al-Asır(d.1160) onları “ZavaZan” olarak yazar. İyi bir tarihçi olan Seyfi Cengiz, Ali Kaya hatta Türkçü Soner Yalçın’ın teorisi budur: Onlar Deylem’den geldi. 

Zazalar ve Fenike haritası

İkinci teori M. Ö. 950 yılında Fenikeliler tarafından çizilmiş bir dünya haritası. Bu haritada Anadolu’nun 8 halkı belirtilir ve Zazalar bu sekiz halktan birinin kendileri olduğunu söylerler. Biliyorum bir gazete yazısı için çok karışık, ama ona da değineyim. O haritada;

Yatet’in oğlu Maday’ın Medler (yani Kürtler) Yavan’ın soyundan gelenleri İyonlar yani Yunanlılar olduğunu, Gomin’in oğlu Tagarma’nın kardeşi Aşkenaz’ın ise kendi soylarını temsil ettiğini söylerler. Neden mi? Çünkü haritada  Aşkenaz’ın oğlu Tagarma’nın yurdu olarak kuzey doğu Toroslar yani Munzur Dağları gösterilmiştir, Çemişgezek’teki çayın ismi ise Bizans döneminde Tagarma’dır ve hâlâ bu küçük nehrin ismi Tagar çayıdır. Bilal Aksoy Hititlerin Dersim’e Tagarma ismini verdiklerini söyler. Ve bölgeyi Tagar Çayı ile Munzur Çayı arası olarak tarif eder.

Tevrat, Pallu, Hazo ve Zazalar

Üçüncü teori ise, 13. yüzyıldaki Batı uluslaşmasının ilk etnik köken hikâyesi bulması kadar eskidir. Bilirsiniz, Türklerin Asena’sı, ne bileyim Almanların Nibelungasaga’sı, Hintlerin Ramayana’sı, İngilizlerin Anglosakson destanı olan Beowulf’u gibi… 

Bu üçüncü Zaza teorisine göre kaynak Tevrat’tır ve köklerinin Tevrat’ta yazıldığını iddia ederler. IŞİD’in arkasında dahi Yahudi ararız ya, Zazalıkta da o çıktı! 

Pallu ve Zara’nın  bu dağlara geldiğine inanırlar. İncil’de açıklanan İbrani soyunun bir kolu olan Zara’nın bugünkü Sivas’ın Zara yani Koçgiri olduğunu düşünürler.

Pallu Yahuda’nın kardeşi Ruben’in Lea’dan olma dört oğlundan biri. Palu sanırım Zazacanın en köklü konuşulduğu yer ve Palu ismi tarih boyunca bütün yazarların kafasını karıştırmıştır. İsa’nın 12. Havarisi ve aynı zamanda Tarsus Kralı olan St. Paul’un bu dağlara geldiği de söylenir ve hatta 1741 yılında Dersim’e giden Polonyalı gezgin Simon, Dersimlilerin Düzgün Baba Dağı’ndaki Düzgün’ün aslında Aziz Paul’un mezarı olabileceğini söyler. M. Seel Dersim’i anlatırken Pülümür’ü Palumor olarak tarif eder. 

Mesele uzun. Ancak Tevrat’ta Yahuda’nın kardeşi Ruben’in dört oğlundan birinin adı Pallu’dur. İbrahim’in kardeşi Nahor’un oğlunun adı ise Hazo. İkisi de hayvancılık yapmaktadır ve derler ki, Pallu sürüsünü aldı bugünkü Palu’ya yani Doğu Dersim’e Bingöl dağına yerleşti, Hazo ise batı Dersim’e yani Hozat’a yerleşti. Büyük bir dil bilimci olan Sevan Nişanyan sözlük çalışmasında Hozat’ın Ermenicede nadasa bırakılmış tarla manasına geldiğini yazar. Ancak Dersim’de yaygın olarak Hozatlı Hızır vardır. Kimi Aleviler benzerlikten buna Boz-atlı Hızır da der. Ancak bir Hozatlı olarak bizde Hozat’ın üstünde bir Hızır’ın olduğu söylenir. Dua edilirken “Ya Hızıre Sere Xozat” derdi büyükler. Yani Hozat’ın üstündeki Hızır. Hozat, Sümerce ve Akatça’da yaradan, tanrı demek. Hazo İbranice’de yüce, ulu, ali, peygamber demek.

Tevrat’ta yaradılış hikâyesinde mevzu şöyle geçer: “Bir süre sonra İbrahim’e haber geldi. Ona, ‘Milka kardeşin Nahor’a sekiz çocuk doğurdu’ dediler,

“İlk oğlu Uts, kardeşi Bûz, Kemuel (Aram’ın babası), Keset, Hazo, Pildaş, Yidlaf ve Betuel.”

Evet ortada bir soğan mevzu olduğu kesin. Ve işin özü büyük bir Zaza tarihi de yazılmıştır. 

Benim fikrime gelirsek: Pallu ve Hazo’nun hikâyeleri ile Deylem hikâyesini ulusa arka hikâye yazmak olarak görüyorum. Her uluslaşma böyle başlar ve zamanla bu bir inanca döner. Dil ulus paradigmasının yani milliyetçiliğin sömürdüğü en büyük mazlumdur. Nedense Türkiye’de herkes bir yerden gelmiştir, mübarek memleketin yerlisi sanki hiç yok gibidir. 

Evet Pallu ve Hazo bu dağlara gelmiş olabilir, bunu bölgedeki tek tanrılı dinden uzak bu insanları dine kazandırmak için ilk din çalışması olarak görenlerdenim. İncil mektuplarında Aziz Paul’un bir yol haritası var, Zara dağlarını gösterir, Gürün, Şiran o dağlarda gidip kaybolur ve hep elçilerine mektuplar vermiş göndermiş. Peki neden Paul’un insanları olsun bunlar, Aziz Paul oralara gittiğine göre dinini götürmek için gidiyordu ve orada birileri yaşıyordu, sahi o millet kimdi? 

İkincisi Deylem teorisidir, bunu da çok severler; Kuzey İran’dan gelmiş şehirli bir halk derler. Dünyanın hiç bir yerinde şehirli halk dağlara gitmemiştir. Dağlar ovalara göç eder ova ele geçirir, ama Deylem’den Dersim’e gelen babalar akını vardır. Malatya’yı üst seçerler ve burada din yayarlar. Baba kelimesinin erkek cinsel organı anlamına geldiğini, yani babalığı temsil ettiğini daha önce yazmıştım. Babalık bir din ideolojisi hareketiydi ve Dersim Bingöl dağlarındaki bu tilki insanlarını imana getirmek için geliyorlardı. Üçüncü akın Seyitlerdir; bunlar Bağdat, Halep üzerinden gelen İslam misyonerleridir. Seyitler babalıkla iç içe geçti ve Alevi hikâyesi böyle başladı.

Cehalet ortak kelimelerle lehçe tartışması yapar, nelerin yazılıp çizildiğini bilmez. Demek bu teknoloji çağında daha iki kuşak önce Almanya’ya göç eden üç milyon Türkiyeli anne babasının anadilini konuşurken araya Almanca kelime karıştırır. Kafa yormaz binlerce yıldır iç içe yaşamış bu halklar nasıl oluyor da, dillerini bugüne taşımışlar ve nasıl yapmalıyız ki onları geleceğe taşıyalım.

 Zazalar kimdir sorunuzu böyle cevaplıyorum. Ama dil ve insanın nereden geldiği kimseyi ulus yapmaz, olsa olsa yalan kimlikler ortaya çıkarır ve yüzyıl birbirinizi öldürürsünüz. Oysa aslolan coğrafyadır, İsviçre’de yaşıyorum dört dilli tek ulustur. Dersim böyle bir yerdi, çok dilliydi. Alevi ocaklarını devlet modeli olarak düşünürsek, Türkçe bilen köye Türkçe bilen pir, Zazaca bilen köye Zazaca, Kürtçe bilen köye de Kürtçe bilen pir gönderirlerdi. Çok dilli tek ruhluydu. Kimin Dersim’e nasıl geldiği hikâye olarak anlatılır. Çok dilli tek ruhlu bir memleket sözleşmesi gerekir sanırım. İçinde her azınlığın tarihinin olduğu…

Sosyal medyada paylaşın
        
   
Continue Reading
You may also like...
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

seven + 6 =

More in Haberler

To Top