Haberler
Sur Borusunu Öttürmek Şükrü Yıldız’a Nasip Oldu
Dost postu giyip aramızda dolaşanlar, “Hadi aslanım, günlerin geldi” dendi mi ayağa kalkıp, borazanı oldukları görüşleri ortaya dökmeye başladı.
Ahmet Koçak,
Serçeşme Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
“Meluli’m dünyayı hoşnut etmedik
Haram meta’ını alıp satmadık
Batıl yollarına ayak atmadık
Bektaşi yoludur yolumuz bizim”
Şükrü Yıldız, 17 Ekim 2014 tarihli “Özgür Gündem” gazetesinde Hasan Ali Kızıltoprak yazar adıyla yayınlanan, “Pirinden, İkrarından Dönmek Düşkünlüktür!” başlıklı bir yazı yazdı.
Alevilerin güncel “örgütlülük sorununa” değinerek başlayan yazıda Yıldız’ın asıl hedefinin “Üzüm yemek değil bağcıyı dövmek” olduğu sonraki satırlarda görülüyor.
Sondan söyleyeceğimizi baştan söyleyelim: Yazının ana hedefi, Postnişin Veliyettin Hürrem Ulusoy’un üzerinden Hacı Bektaş Dergâhıdır. Alevilerin birliğinin parçalanmasını isteyen düşmanları hep Dergâhı hedef almıştır. Yıldız’ın yazısı da aynı hedefe saldırmaktadır. Parçalanmış Alevilik, etkisizleştirilmiş Dergâh, dağıtılmış ocaklar Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun değil, devletin ve devletin borazanlığını yapanların işine gelir.
Bu yaklaşım, ne Kızılbaş ocak sistemine, ne Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun birliğine ne de halklar ve inançlar arasında hoşgörü ve karşılıklı diyaloga hizmet eder. Otuz yıldan fazladır Türkiye halklarına uygulanan düşmanlaştırmanın sürdüğü, Ortadoğu’da halkların birbirine boğazlatılmaya çalışıldığı şu günlerde bu yazı sadece “Bulanık suda balık avlamaya” çalışanlara, dergâhı işgal etmek ve abluka altına almak için sinsice fırsat kollayanlara, ırkçılara, kafatasçılara hizmet eder.
Neden Geç Yanıt
17 Ekim’de yayınlanan bir yazıya neden bu kadar geç yanıt verdik? Aslında bir gecikme olmadı. Yazı yayınlanınca gazetenin yetkililerini telefonla arayarak bu yazının içeriği ve yazarın üslubunun seviyesizliğini, bunun kabul edilebilir bir şey olmadığını söyledik. Kendilerinin yazarın öne sürdüğü görüşlere katılıp katılmadıklarını, bu görüşlerin Kürt özgürlük hareketi tarafından desteklenip desteklenmediğini sorduk.
Verilen yanıt çok açıktı: Yazıdaki görüşlerin yazarın kendisini bağladığını, kurumsal olarak Kürt siyasi hareketinin bu görüşleri kabul etmediğini; yapılan bu uyarı doğrultusunda gerekli görüşmeler yapılarak bu hatanın giderileceğini söylediler.
Bu görüşmeden sonra Yıldız’ın “Gönül koymak” başlıklı yeni yazısı, aynı gazetedeki haftalık köşesinde yayınlandı. Yıldız’ın bu yazısı içerik olarak bize söylenin tersine, “Özrü kabahatinde büyük” bir yazı olunca yeniden gazetenin yetkili kişilerini aradık. Bir kez daha, bu kez Ankara’da yüz yüze görüştük.
Kendilerine daha önceki telefonla görüşmemizdeki söylediklerimizi ve sorularımızı tekrarladık. Yıldız’ın görüşlerinin Kürt siyasi hareketi tarafından kabul edilip edilmediğini sorduk. Aldığımız yanıt aynı netlikte oldu. Öyle ki yetkili kişi, “Sayın Veliyettin Hürrem Ulusoy iddia edilenleri savunuyor olsa bile bizi ilgilendirmez. Bu tartışma Alevi-Bektaşi toplumunun iç meselesidir” diyerek yaşanan süreçle ilgili görüşlerini paylaştılar.
Biz de durum böyleyse gazetede yetkili bir kişinin bize söylenen bu tutumu yansıtan bir yazı yazmasını istedik. Bu görüşmenin ardından 2 Kasım 2014 tarihli Özgür Gündem gazetesinde Ayhan Bilgen’in “Kerbela matemi ve tarih yazma iradesi” başlıklı makalesi yayınladı. Bilgen yazdığı makale ile konu hakkında şu tespit ve uyarıları yapmaktadır:
“Alevilik tartışmalarının Aleviler arası ilişkiye zarar verecek yöntemlerle sürdürülmesi, üzerinde yoğun düşünmek gereken en önemli noktalardan biridir. Gerçek Alevi’nin kim olduğu ya da Aleviliğin felsefi, inançsal, kültürel, düşünsel boyutunun nasıl tanımlanması gerektiği tartışmaları Alevilerin birbirleri ile ilişkilerini güçlendirdiği ve toplumun diğer kesimleri ile iletişimlerini daha etkin ve sağlıklı kıldığı ölçüde önemlidir.
Kuru teorik tartışma yapmak ya da birilerini zayıflatmak değilse niyet, doğru olduğuna inandığınız bilgileri bile paylaşırken doğuracağı sonuçları hesap etmek zorundasınız.
Ortadoğu’da ve doğal olarak Türkiye’de ezilenlerin ayrımcılığa uğrayanların tanışma ve dayanışmasına olan ihtiyaç yükselirken Alevileri bile kendi içinde tartışma ve kırılmalara taşıyacak söylemler, niyetlerden bağımsız olarak telafisi olmayan sonuçlar doğurur.(…)
Bektaşilik üzerinden yürütülecek tartışmalar ya da Türkiye Bektaşilerinin tarihi arka planına dair analizler bu toplum kesiminin iç dönüşüm sürecini zora sokan değil aksine teşvik eden, cesaretlendiren ve destekleyen işlev görmelidir.
Önümüzdeki günlerde Alevi açılımının yeniden gündeme oturacağı dikkate alınırsa, en kritik noktanın devletten bağımsız yeni toplumsal buluşma zeminlerini güçlendirmek olduğu açıktır.
İslami duyarlılığa sahip çevrelerin iktidarla olan göbek bağlarının kesilmesine olan ihtiyaç kendini bu kadar açık biçimde dayatırken, Alevilerin devletin arka bahçesine çekilmesine yönelik girişimleri dikkatle ele almak zorundayız. Tarih yazma iradesinin bu kadar ezilen halklar lehine geliştiği bir dönemde, küçük ihmal ve yanlışların bedeli bile sanılandan yüksek olur.”
Bilgen’in sürece yönelik tespitleri, verdiği mesajlar, uyarılar yerindedir. Fakat bu makale de bir önceki “özür” yazısı gibi dergâhın temsilcilerinin, Yavuz’la eşdeğer tutulan postnişinlik makamının beklentilerine yanıt vermemiştir.
Şükrü Yıldız’a yanıt vermeyi geciktirmemizin nedeni, tüm bu görüşme sürecinin tamamlanmasını beklememizdi. Bu süreç Ayhan Bilgen’in yazısı ile tamamlanmıştır. O nedenle Yıldız’a yanıt vermek elzem olmuştur.
İftiralar
Söze bir fıkra ile başlayalım:
“Adamın biri ‘Kurban’ olayını anlatıyormuş: Çocuğu olmayan Hz. Davut, Allah’a dua etmiş, ‘Ya Rabbi bana bir kız çocuğu ver, onu sana kurban edeyim’ demiş. Dua tutmuş. Davut kızının adını Ayşe koymuş. Gel zaman git zaman, çocuğun kurban edileceği zaman gelmiş. Hz. Davut kızı yatırmış, tam boğazını kesip kurban edecekken, Azrail gökten bir keçiyle çıkagelmiş: ‘Kızı bırak, al bu keçiyi kurban et’ demiş!
Dinleyenlerden biri dayanamamış: ‘Yahu bunun neresini düzelteyim, Hz. Davut değil Hz. İbrahim; kız değil erkek; Ayşe değil İsmail; Azrail değil Cebrail; keçi değil koç!”
Şükrü Yıldız’ın, “Özgür Gündem” gazetesinde yazdığı “Pirinden, İkrarından Dönmek Düşkünlüktür!” makalesi tamda bu fıkra gibi. Bu yazıda da yalandan başka bir şey yok ki, neresini düzeltelim. Derdimiz yazıdaki yanlışları ve suçlamaları düzeltmek değil, atılan iftiraları ifşa etmektir.
Şükrü Yıldız makalesinde derin tarihsel saptamalarıyla bizi irşat etmiş ve Alevilerin uğradığı asimilasyonunun kaynağını da bulup, bize göstermiş: Hacı Bektaş Dergâhı Postnişini Veliyettin Hürrem Ulusoy!
Şükrü Yıldız’a göre Veliyettin Ulusoy, “Dergâhta Birlik” projesiyle devletin desteğini arkasına alarak Alevileri, Bektaşiliğe devşiriyormuş! Böylece onları asimile ediyormuş!
Şükrü Yıldız, yazısında Osmanlı dönemindeki Hacı Bektaş Dergâhına atıfta bulunarak iftira ve suçlamalarına şöyle devam ediyor:
“Bugün ise ‘Dergâhta birlik’ adı altında aynı kesimler Alevilerden biat istemektedirler.(…) Devletin yönlendirmesi, beslemesi ve imkânları içerisinde hareket eden bu kesimler modern dünyanın genel doğrularını dile getirerek arkasındaki niyeti gizlemeye çalışmaktadır.”
Şükrü Yıldız’ın derin tarih bilgisiyle yaptığı saptamaların, Alevilerin okunan-bilinen tarihini çarpıtması bir tarafa, günümüzde hepimizin gözü önünde sürmekte olan “Dergâhta Birlik” çalışmasını bu denli çarpıtması akıl alır şey değil.
“Dergâh’ta Birlik” projesinin Hacı Bektaş Dergâhının diğer ocaklardan “biat” istediğini, Veliyettin Ulusoy’un bunun için çaba sarf ettiğini iddia etmek en hafif deyimle iftiradır, vicdansızlıktır, ahlaksızlıktır.
Dergâh’ta Birlik projesine destek veren yurtiçi ve yurtdışında Alevi-Bektaşi-Kızılbaşların onlarca demokratik derneği, ocak temsilcileri, dedeler, analar, babalar, zâkirler, aydınlar, sanatçılar Veliyettin Ulusoy’un “devletçe yönlendirildiğini” bunca yıldır göremediler de bir Şükrü Yıldız birden bire hem de tam Kobanê günlerinde görüverdi. Aşk olsun!
Türkiye’nin gündemine Kobanê oturduğunda uzun yıllardır olmayan, ama olması istenen bir şey gerçekleşmekteydi. Türkiyeli devrimci gençler, Kobanê sınırına, Kürt gençleri ile birlikte Kobanê’yi ölümüne savunmaya hem de “Kızılbaş Paramaz” gibi takma isimleri benimseyerek gidiyorlardı.
Belli ki devlet, bundan pek hoşlanmıyordu. Kürt gençlerinin Kobanê’deki dillere destan direnişiyle aralarında bir yakınlaşma başlayan Kürt özgürlük hareketi ile Alevi hareketi arasına eski kamayı yeniden sokma fırsatını kaçırmadılar. Bilinen fay hattı çatlağı üzerinden vurdular kamayı: “Dersimli Kızılbaşlar, sizi asimile edecekler!”
Bunun işaret fişeği Şükrü Yıldız’ın yazısı oldu. Kendisine hayırlı olsun! Belli ki kendisi, “Devletin yönlendirmesi” “beslemesi” ve “niyet gizleme” gibi konularda epeyce tecrübeli. Ne var ki Kürt özgürlük hareketi yapılanın ne anlama geldiğini hâlâ anlamış görünmüyor. Yolumuz uzundur, kimin ne dediği, ne yaptığı ileride daha iyi anlaşılır.
“Dergâh’ta Birlik”
Önce hafızalarımızı yoklayalım. “Dergâh’ta Birlik” çalışması nedir ve ne zamandan beri yürüyor?
Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini Veliyettin Ulusoy, 2010 yılında Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumun yaşadığı sorunlara çözüm bulmak için toplumun birliğini kurmaya yönelen, bunun için de inançta birliği esas alan bir çalışma başlattı. Bu çalışmaya “Dergâh’ta Birlik” adını verdi.
Bu çalışma, bölünmüş-parçalanmış demokratik dernekler eliyle yapılan çalışmaların, merkezi devlet erkini elinde bulunduranların Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunu asimile etmeye yönelik sistemli çabalarına karşı durmakta yetersiz kaldığı görüldüğü için başlatıldı.
Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun birliğinin ve dirliğinin ancak inançta birlik temelinde kurulabileceği gerçeğinden yola çıkan bu çalışmayı kendisi, toplumunun sorunlarını dinlemek, çözüm önerilerini yerinde canların kendi ağızlarından öğrenmek için yollara düşerek başlattı.
Eylül 2011 tarihinde Hacıbektaş’ta düzenlediği büyük toplantıya kadar iki yılı aşan bir süre içinde yurtiçi ve yurtdışında Veliyettin Ulusoy’un katıldığı otuz üç toplantı yapıldı. Bu toplantılara katılan canların önde gelenleri Hacıbektaş’ta yapılan toplantıya davet edildi.
Hacıbektaş’ta yapılan büyük toplantıya katılan Kürt Kızılbaşlarından Arnavutluk Bektaşilerine, Çepnilerden Tahtacılara kadar yaygın Alevi topluluklarının temsilcileri ortak görüşlerini toparlayarak, Dergâh’a ve Postnişine izlenecek bir yol haritası çizen “Tavsiye Kararları” olarak sundular.
Veliyettin Ulusoy, bu çalışmanın amacını o günlerde yaptığı bir basın açıklamasında şöyle ifade etmişti:
“Günümüzde Alevi-Bektaşi toplumunun içindeki bölünmüşlüğe son vermenin; Dede Ocaklarının ve Babagan Kolunun inanç temelinde birliğini kurmanın; geçmişimizin rehberliğinde bu birliğin çağa uygun örgütlenme biçimlerini bulmanın son derece önemli olduğuna inanıyoruz.”
Evet, “Dergâh’ta Birlik” o günlerde böyle ifade edilmişti. O günden bugüne kendisinin yazılarında, konuşmalarında bundan başka bir düşünce işlenmedi. Sadece kendisi değil, Dergâh adına konuşma yetkisi verdiği hiçbir canımızın ağzından bundan başka bir söz çıkmadı.
O günlerde yapılanları ve söylenen sözleri isteyen kolayca bulabilsin diye “Dergâh’ta Birlik” adlı bir kitapçıkta topladık.
Hacıbektaş’ta 10-11 Eylül 2011 günlerinde yapılan “Dergâhta Birlik” toplantısına hiçbir kişi ya da kurum dışarıda bırakılmadan davet edilmişti. Tüm Alevi basını çalışanları gibi Şükrü Yıldız da toplantıya davet edilmişti.
Kendisinin günümüzde yetkilisi olduğu kanal daha yayına başlamamıştı. Kayıt ekipmanını toplantının yapıldığı mekânın önüne kurarak, toplantıya katılan katılımcılarla toplantı hakkında söyleşiler yapmıştı. Yeni kanalı yayına başladığında bu kayıtları defalarca evirip çevirip yayınlamıştı. Demek o zaman fark edememiş Veliyettin Ulusoy’un gizli amacını.
Hadi o zaman anlamadı, Kasım 2012 tarihinde kendi sunduğu televizyon programına Veliyettin Ulusoy’u konuk etmişti. Aklına gelen her soruyu sormuştu. O zamanda mı anlayamamış Veliyettin Ulusoy’un asimilasyon amacını?
Diyelim ki o zamanda da anlayamadı. 2013 yılında 15 Ağustos akşamı Hacıbektaş’taki evinde Veliyettin Ulusoy’la yapılan “Dergâh’ta Birlik” konulu söyleşi Yıldız’ın kanalında canlı yayınlandı.
Programın sunuculuğunu ben ve Zeynel Gül yapmıştık, Şükrü Yıldız’da canlı yayın aracında konuşmaları takip ediyordu. O zamanda mı anlayamamış Veliyettin Ulusoy’un devletçi yanını?
Şimdi Şükrü Yıldız’a soralım: Sana ait olan internet haber sitesi Alevinet’te Alevileri asimile etmekle suçladığın Veliyettin Ulusoy ile ilgili onlarca haber ve yoruma yer verdin? Bu görüşleri yaygınlaştırarak sen de asimilasyona ve devlete hizmet etmiş olmuyor musun?
Mesnetsiz atıp tutmak o kadar kolay değil Şükür Yıldız, değil mi? Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun içinde “Çamur at, izi kalsın” yoluyla insan karalamak, hem de yakın tarihte en önemli derlenme-toparlanma girişimini başlatmış olan Postnişin Veliyettin Ulusoy’u karalamaya kalkmak öyle kolay taraftar bulacak bir rezillik değildir.
Ve bir kez daha esas soruyu soralım: Şükrü Yıldız, iftiralarına kaynak diye gösterdiği “Dergâhta Birlik” çalışmasıyla ilgili metinler ve görüntüler üzerine 2011 yılından bugüne dek neden yazı yazma gereği duymadın?
Neden bugün bunları yazıyorsun? Başına taş mı düştü? Yoksa bizim bilmediğimiz “iyi saatte olsunlar”dan sana “Yaz!” emri mi geldi? Ne yaparsın, senin haline bakınca bizim de aklımıza bu soru geliyor.
Yalancının Mumu
Şükrü Yıldız yazısında şöyle diyor:
“Sevgili İzzettin Doğan dedenin sağdan yaptığını, Veliyettin Ulusoy Efendi, MHP’li akrabalarını da yanına oturtup ‘soldan’ yapmak istemektedir. ‘Bizden icazet almayan Alevi dedeleri hizmet veremez ve düşkündür’ diyecek kadar çığırından çıkmıştır.”
Çığırından çıkan kim? Bırak gazetecilik ahlakını, sahiplendiğini söylediğin yoldan azıcık nasiplenmiş olsaydın milyonlarca insanın gönlüne taht kurmuş Sayın Ulusoy hakkında yazarken biraz edepli olurdun.
Sayın Ulusoy’a kara çalmak için “Bizden icazet almayan Alevi dedeleri hizmet veremez ve düşkündür. ” dediğini iddia ediyorsun. Bu yaptığın yalancılıktır, iftiracılıktır. Şimdi söylendiğini iddia ettiğin o sözlerin nerede ve ne zaman söylediğini bize kanıtlamak zorundasın.
Başladığı günden bugüne bütün “Dergâh’ta Birlik” toplantılarına aktif katılan ve görüntü kayıtlarını yapan birisi olarak Veliyettin Ulusoy’a atfettiğin bu cümleyi ben duymadım.
Sen ki televizyoncusun, elinde onca ses ve görüntü kaydı var. Varsa elinde Veliyettin Efendinin böyle bir söz ettiğinin kaydı, hemen yayınla! Yoksa yalancı yaftası boynuna bir değirmen taşı gibi asılıdır.
Yalan olduğunu bile bile böyle bir şeyi bugün yazmanın nedeni nedir? Gaipten gelen sesler sana ne dedi de böyle bir vebalin altına girdin?
İftiranın Bini Bir Para
Kanıtlaman gereken bir iftira daha attın: “Sevgili İzzettin Doğan dedenin sağdan yaptığını, Veliyettin Ulusoy Efendi, MHP’li akrabalarını da yanına oturtup ‘soldan’ yapmak istemektedir.”
Orta ve Güney Anadolu’da “Türk-İslam Sentezci” ırkçı-milliyetçi-faşist görüş sahibi siyasi örgütlerin Alevi-Bektaşi toplumu arasında on yıllardır, daha Aleviler arasında çalışma yapmak solun aklına bile gelmeden önce başlayan ve hiç kesilmeden süregiden bir çalışması olduğu biliniyor. Bu çalışmalarından verim aldıkları, hatta Ulusoy ailesinden de bu görüşlere yakınlık duyanların olduğu bir sır değil. Onlar arasında o siyasi partiden aday olmuş, hatta Dersim’deki seçim örgütünün kurulmasına katılmış olanlar bile var.
Ancak Veliyettin Efendinin MHP’li bir akrabasını “Dergâh’ta Birlik” toplantısında yanına oturttuğu iddiası asılsız bir iftiradır.
Tekrarlıyorum, Şükrü Yıldız televizyoncudur, gazetecidir. Elinde saatlerce görüntü kaydı, yüzlerce fotoğraf vardır. Varsa elinde bu iddiasını kanıtlayacak bir fotoğraf, bir görüntü kaydı, hemen yayınlamalıdır. Yayınlayamıyorsa yalancıdır, müfteridir.
Hacı Bektaş Veli Dergâhının, aile içindeki “karakoyunlar” ve onların Alevi-Bektaşi felsefe ve inancına yabancı görüşleri ve davranışları üzerine söylediklerini görmek istemeyen gözlere biz gösterelim.
Serçeşme dergisinin Eylül 2013 tarihli ikinci sayısında “Hünkâr Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişinlerinden Kamuoyuna” başlıklı basın açıklaması yayınlanmıştı. Hacı Bektaş Çelebileri Safa Ulusoy ve Veliyettin Hürrem Ulusoy’un imzalarıyla yayınlanan bu basın açıklamasında şu görüşler yer alıyordu:
“Son zamanlarda bazı aile mensuplarının isimlerinin, siyasetleri Alevi-Bektaşi inancı ile hiç bağdaşmayan tavır ve hareketleri, bu inanç grubunun yaşam felsefesine hiç uymayan, amacı bu toplumu asimile etmek olduğu açık seçik belli olan gerici, şeriat yanlısı parti ve gruplarla birlikte anıldıkları görülmektedir. Bunu üzülerek izliyor, kabul ve izah edilemez buluyoruz.
İnancımızın ana unsurları olan, mürşitler, dedeler, babalar, talipler ve muhipler bu yola hizmet için vardır. Yola hizmet etmeyen, hal ve davranışları Alevi öğretisine uymayan kimseler hangi makam ve konumda olurlarsa olsunlar inancımızın temsilcisi ve takipçisi olamazlar. Toplumumuz yaşanan bu gelişmeleri, ‘Duyduğunuz söz bana yakışıyor ise benimdir’ diyen İmam Ali ve ‘Soyumdan gelen değil, yolumdan giden evladımdır’ diyen Hünkâr’ın bu sözleri doğrultusunda değerlendireceğine hiç şüphemiz yoktur.”
Yalancı ve müfteri Şükrü Yıldız, bu sözleri yok sayabilir mi? Yok sayarsa kimi inandırabilir bu yalanlara?
İkrar
Şükür Yıldız, yazısının bir başka bölümünde ikrardan bahsediyor ve “Alevilik, ikrar vermemişlerin yolu değildir. İkrar verilen her kişi de, ikrar vermek zorundadır.” diyor.
İkrardan bahsedene bak sen! Şükrü Yıldız bu konuda herhalde en son konuşacak kişilerden birisidir. Anlayana bu kadar yeter.
“Kimin haddine Düzgün Baba’dan biat istemek! Ağuçan’dan, Baba Mansur’dan, Sultan Sinemilli’den, Uryan Xızırdan, Hubyar’dan vb… biat istemek! Her biri mürşit kapısı olan Alevi ocakları, biatin değil, eşitliğin, birlikte üretimin ve paylaşımın makamlarıdırlar.”
Böyle yazıyor Yıldız, haklıdır, saydığı bu ulu ocaklarımızdan “biat” istemek kimsenin haddine değildir. Yalnız bu pirler, mürşitler, erenler Alevi-Bektaş-Kızılbaşlar arasında birbirimizi dövmek için kullanılacak sopa değillerdir. Bu ulu isimler, salavatla ağza alınıp, yol gösterici görüşleriyle, birlik ve dirlik çağrılarıyla anılırlar. “Eri erden ayırmak” bu ulu yolun erkânı değildir.
Yıldız, Eylül 2011 yılında Hacıbektaş’ta yapılan “Dergâh’ta Birlik” toplantısında alınan “Tavsiye Kararlarını” açıp okuma zahmetine katlansaydı, bu cümleleri yazma hadsizliğini göstermezdi. Alınan “Tavsiye Kararları”nda iftira attığın konu hakkında şunlar yazmaktadır:
“Toplantıya katılan canlar gönül birliğiyle (…) Hiçbir mürşit ocağının bir diğerine üstün sayılmadığı, bir başka deyişle, tüm mürşit ocaklarının birbirlerine eşitliği temelinde, ‘Birimiz Kırk, Kırkımız Bir’ ilkesiyle, bir üst kurul oluşturulması çabalarına Dergâh’ın ön ayak olması gerektiğini ifade ettiler. Bu üst kurulun, kurumsal ocakların temsilcileriyle, eşitlerin birliği temelinde oluşturulmasının ve bu çalışmanın her mürşit ocağının kendi iç kurumsallaşmasını güçlendirme çabalarını desteklemesinin çok yararlı olacağını ifade ettiler.”
Özrü Kabahatinden Büyük
Şükrü Yıldız, bu konuda yazdığı ikinci yazının başlığı olarak “Gönül koymak!” sözcüklerini seçmiş. 25 Ekim 2014 tarihli “Özgür Gündem” gazetesinde yayınlanan yazıda şunları söylüyor:
“Geçen haftadaki yazımız birçok tartışmayı birlikte getirdi. Yazıda adı gecen Veliyettin Hürrem Ulusoy Efendi yazımızdan dolayı gönül koydu. Yazıda geçen ‘Bizden icazet almayan Alevi dedeleri hizmet veremez ve düşkündür’ beyanatının kendilerine ait olmadığını aksine her ocağın kendisini temsil edeceği bir birlikten bahsettiklerine dikkat çekti.
Hiçbir ocağın diğerinden üstün olmadığını, olamayacağını, bu konuda ‘Dergâhta Birlik’ çalışmalarının bir biat çağrısı değil, birlikte hareket etme, Alevilerin birliğini sağlama çalışması olduğunu söyledi.
Bu durumda söylenecek şey Allah eyvallah. Yazıda notlamış olduğumuz noktaların amacını aştığını söylemek mümkün.”
Yüzsüzlüğün bu kadarına pes doğrusu! Veliyettin Efendi ile ne zaman görüştün de bu bilgileri sana aktardı? Olmayanı olmuş gibi göstermek hokkabazların işidir.
“Yazıda notlamış olduğumuz noktaların amacını aştığını söylemek mümkün”müş. Yolumuzda meydana, canların önüne çıkıp doğru dürüst özür dilemek bile bir büyüklük sayılır. Laf kalabalığı yaparak özür dilediğini bile gizlemeye çalışmanın bir adı var mı bilmem. Ama bir can gibi özür dilemeyi bile beceremediğin açık.
Son Söz
Yıllardır sesiz sedasız taliplerine hizmet veren Dergâh ne zamanki Alevi-Bektaşi toplumunun sorunlarına çözüm üretmek için harekete geçti, ayağa kalktı tarihi düşmanlarının da kulakları dikildi.
Dergâh, yıllardır ağızlara alınmayan ulu sözlerimizi yeniden yerden kaldırdı, üzerlerini silkeledi, hepimizin günlük yaşamına soktu. Millet-dil-siyaset-hemşeri-aşiret-ocak gibi toplumu bölen sözcüklerin yerine hepsinin üzerinden aşan kucaklayıcı “inanç birliğini” öne çıkardı. Dergâh’ta Birlik dedi, kardeşlik dedi, mücadele dedi, dirlik dedi.
Bu gidişin önüne geçmek için dışardan gösterilen tepkiler yetmezdi. Bizim sürünün içinden de borular çalınmazsa, canlar ürkütülüp bir daha bir araya gelemez şekilde dağıtılamaz idi. Bugün borular bunun için çalınıyor.
Dost postu giyip aramızda dolaşanlar, “Hadi aslanım, günlerin geldi” dendi mi ayağa kalkıp, borazanı oldukları görüşleri ortaya dökmeye başladı.
Dost postu giyenler, sadece ayağa kalkıp, sayılanlar değildir elbette. Henüz dost postunu sırtından atmadan aramızda dolaşırken aynı zehri dökenler, çalınan borazanı fırsat bilip, kenarından köşesinden Dergâhın ve Postnişinin yapmaya çalıştıklarının, yani “Yetmiş iki milleti bir bilen” Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun inanç temelinde birliğinin altını oymaya kalkışanlar da var.
Her şerde bir hayır vardır derler. Şükrü Yıldız’ın yazıları bir anlamda bir ayraç görevi yaptı. Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumun hem kendisini, hem de “dost” saydıklarımızı daha iyi tanımasına fırsat verdi.
Hayırlara vesile olsun dedik, yıllardır yapmamız gerektiği halde bir türlü yapamadığımız bir işte ilk adımı attık, “Dergâh’ta Birlik” sürecini anlattığımız bir kitapçığı yayınladık.
Ancak gidilecek daha çok yolumuz var. Ne bıkar, ne usanırız. İkrarında kavi olan bugün belli olur.
Son olarak söyleyelim, Dergah hiç kimsenin faydasına olmayacak bu tarz tartışmanın içerisine bundan sonra girmeyecek. Kim ne yazarsa yazsın bu konuda, asla yanıt vermeyecek. Gönül kalsın Yol kalmasın.