Dersim
Dersim Delileri ve 8 Mart
Dersim’de kadınları çiçek çiçekleri de kadın gören deliler de bu dünya da göçüp gitti. Kadının acısını anlayan deli de kalmadı. Yazık!..
Murat Kahraman
Deliler, bir toplumun masal hazinleridir.Bir toplumun delisi yoksa o toplum yoksuldur. Söylenceleri dar, masal köşeleri yırtık, dimağı tekdüzedir. Kelamı ve hatta küfürü bile fakirdir.
Ve önemlisi de deliler, bir toplumun aynasıdır. Bir toplumu tanınmak istendiği istediğin zaman delinin doğa, kadın ve çocuğa karşı beslediği hürmeti iyi analiz etmek lazım.
Onlar farklı ve çok yönlü düşünmeyi ve toplumun ikiyüzlülük nasırına basarlardı sıklıkla.
Bunun için delirirler. Sırf yaşanan zulmü unutmak için.
Dersim delileri başlı başına bir araştırma ve tez konusu. Konunu uzamaması için Dersim delilerinin belirgin bir kaç özelliğini belirterek geçelim:
1-Devleti ve onun resmi kurumlarını sevmezler. Asla devlete bilgi vermezler. İhbarcılardan nefret ederler. İnsana ve mala zarar vermezler
2-Para kullanmazlar.Bundan dolayı yalan söylemezler. Parayla işleri olmadığı için ikiyüzlü değildirler ve hileyi tanamızlar.
3-Onurludurlar, dilenmezler. Sadece zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak ikramlarda bulunurlar. Onu da hereksin elinden almazlar. Kendisine acımayan, merhametli ve iyi olduğuna emin olduğu insanların elinde alırlar. İkiyüzlü, fesat ve korkak insanı sevmezler.
4-Doğu ve canlılarla barışıktırlar.
5-Evleri yoktu. Dersim onların evidir.
6- Ve en önemlisi de kadına asla dokunmazlar. Tersine onları korurlar.
Buraya bir nokta koyalım.Bir dönem Dersim”de deli çoktu. Biz, bunların içinden sadece Ağbaba, Deli Haydar ve Bıra İşlere’yi almak istiyoruz.
Ağbaba:
Axuçan Dergahı’na ait bir divaneydi. Kimliği yoktu. Devletin, 12 faşist cuntasıyla uyguladığı sokağa çıkma kararını tanımıyordu. Ama asker gördüğü zaman da kaçıp saklanırdı. Bunun için bir kaç kez “ dur’ ihtarına uymadığı için kendisine ateş edildi. Ama vurulmadığı gibi yara da almadı.
Abartı, palavraya ve efsaneye aşık olan Dersim halkı, Axbaba”yı, “kurşun geçirmez’ bir ermiş ilan etti.
Soyu tükenen ailenin son bireyiydi. Kolunda siyah kordonlu bir saat taşırdı. Sol eli sürekli yakasıdaki düğmeyi bükmekle meşguldü. Sık sık düğmesini koparırdı. İnsanların gözlerine bakmadan konuşurdu. Ve sık sık saatine bakardı.
“Dede Kurban saat kaç?” sorusuna, her seferinde “ saat 24” diye cevap verirdi. Saat neden 24’de durdu? Bu bir sır olarak kaldı ve hiç kimse de öğrenemedi bu sırı.
Hoşlanmadığı tek şey, alaya alınmaktı. Verdiği cevaba gülen biri olduğu zaman da karşı tarafa değil kendisine, babasına ve dedesine küfür ve beddua ederdi.
İktidarsızdı. Ölene kadar evlenmedi. Gerçi köylüler, bir kaç kez evlendirme vadiyle, kadın elbisesi giydirilmiş erkekleri gece yatağına koydular, ama tüm bu girişimler, Ağbaba’nın öfkesi ve köylülerin şamata ve tantanayla sonuçlandı.
Köylüler, Ağbaba, cem bağlatırlardı. Hep bir makamı söylerdi. İnsanı gülme krizine sokan şamata ve gırgır atmosferi ortalığı kaplardı.Bunun için gülen birini gördüğü zaman, ortalığı velveleye verirdi.
Gittiği köyünü en güzel kadınına banyosunu yaptırırdı. Bizim köyde de köyün en alımlı ve güzel kadınlarından olan Haco’nun kızı kibar’a yaptırırdı.
Çırılçıplak soyunurdu. Kadınlar, “dede niye kapatmıyorsun orayı” deyince de, “ niye o da can değil mi” diye cevap vercek kadar çağdaş ve art niyetsizdi.
Kadınların eşlerin ağbabayı kıskanmazlardı. Çünkü o zararsız ve iyi niyetli olduğu gibi kadınları da dışarıya karşı korurdu.
Bunu için kadınları tedavi etmeye bayılıyordu. Çünkü onların devletin doktorlarına gitmesini istemezdi.
“Kendinizini niye Tırkların önüne veriyorsunuz?”diye öfkelenirdi.
Tedavi biçimi de güzel kadınların sırtlarını ovardı. Kadının içine gizelenen şeytanı sırtında kovalar, karın bölgesine de yakalardı.
Ve en önemlisi de Dersim kadının hem koruyucusu hem de maskotuydu… Deli Haydar :
Ağbaba’nın aksine yeni elbiseyi sevmezdi. Kendisine alının yeni ne varsa önce yırtırdı ve parçaladıktan sonra vücuduna bağlardı. En çok bezi de kendi erkeklik organın bulunduğu bölgeye bağladığını söylenirdi. Bunu niye yaptığını da kimse bilmezdi.
Karanlıkta korkardı. Aydınlığı severdi.
Ağbaba, kurmance konuştuğu için sadece kurmanc köylerine gidirdi. Deli haydar ise Kürt, ZazaTürk alevi ve sünni köylerin ayrımını yapmazdı.
Devleti biti kadar sevmezdi. Haydar’ın bolca macerası var, ama birini anlatarak geçelim:
Yine Eylül Cuntası’ndan sonra Çemişgezek’teki devlet görevlisi köylüleri silah toplama bahanesiyle
bir araya toplar. Köylülerden silah ister. Bu köylülerin içinde Deli Haydar’da var
Devletin görevlisi, Deli Haydar’a,
“Haydar Bey burası deniz olursa, sen karaya nasıl geçersin?”diye soru sorma gafletinde bulunur.
Deli Haydar, kafasını kaşıyarak yarı bir bakış fırlatır.
“Bir dakika müsade komander bey”diye izin ister.
Bir dakika müsade istemesine rağmen, bir kaç saniye içinde hemen cevap verir.
“Kumandar bey, Ananın a… kayık, bacaklarını direk, kollarını kürek. Ver elini karaya Haydar Bey.” Verilen cevap karşısında devletin temsilcisi, iğne yemiş köpek gibi hareketsiz kalır. Öfkeden kudurur. İlk şoku üzerinde atmasıyla da olay yerinde hızla uzaklaşması bir olur. Haydar, genelde sarhoş gezmesine rağmen kadına ilişmediği gibi bakmazdı bile…
Evlerinde konuk olduğu insanların kadınlarına yönelik şiddet ve küfüre karşı cephe alır ve kadının safına geçerdi.
Bıra İşlere:
Bir aşk delisiydi. Sevdiği Gülizar kendisine verilmeyince, delirir ve doğaya sığınır. Tağar ormanına dalar, ağaçlara kadın niyetine gül ikram ederdi.
Burada bir parantez açarak, Bra İşlere hakkında bilgi toplayan yoldaşım Bıra Usen’in anlatımına yer verelim:
“Sonraları her çiçeğe bir kadın adı koyar her kadını da bir çiçek adıyla çağırır. Kadınların ve çiçeklerin bir eski zaman masalından kaçıp bu dünyaya geldiklerini, ama yolunu bulup masallarına geri gidemediklerini söylermiş. Bu yüzden de ezberinde taşıdığı masallar gibi söylenir anlatır her gittiği yerde. O günden sonra çiçeklerden başka bir canlıya dokunmamış Bra. Baharın ilk günlerinde çıkar, kar düşene kadar dağlarda kalırmış. Karın beyaz zulmü kaplayınca yerin yüzünü, kederlenip yataklara düşermiş. Hep ağlamaklı hep küsegen sitem edermiş kara çiçekleri üşüttüğü için. Hayatın kendi payına bahşettiği 75 seneyi doldurduğunda yüzünde hala o kederli aşık ifadesi, hep çiçeklere dokunacak gibi uzanan nazik elleriyle vedalaşıp göçtü hayatımızdan.Derler ki Gülizar”a çokça erik çiçeklerini toplarmış. Ulu zirvelere de kırk erenlere de hiç küsmeden…” Deli Haydar”ın aksine, kadının gözlerini içine bakardı. Ama sözle ve fiziki bir temas da da kaçar. Bu üç Dersim delisinin ortak özelliğinde ne çıkarabiliriz?
Şu ortaya çıkıyor:
Bir toplum ne kadar din ve de devlet denen “pezevenk erkekten” uzak olursa, o kadar kadına değer verilir. Kadın bir o kadar rahat eder.
Kadınlar savaşların ilk kurbanlarıdır hep. Bizim coğrafyamızdaki kadın hep kurban oldu. Koydukları yasaların isimine başına da “ana” koymaları ve “anayasa “ yapmalarını nedeni, istedikleri zaman ırzına geçmek içindir.
Bu topraklarda soykırımılar yaşandı. Ermeni, Süryani Pontus,Ezidi ve Dersimliler’e uygulanan soykırımlarda aynı zamanda kadın ve kız çocuklarına karşı da etnik tecavüz yapıldı.
Daha 1915 soykırımları başlamadan 1896’da Mardin’de Ermeniler’e yönelik yapılan bir katliamda, kadınlara tecavüz edildikten sonra erkek ve kadınların cinsel organları kesilir. “Şimdi becerebiliyorsanız çoğalın bakalım! Gelecek ümidinizi kökünden kestik!..” Bunu uluslararası bağımsız kaynaklar yazıyor, biz sadece aktarıyoruz.
Kısacası, bu coğrafyadaki kadına yönelik şiddet ve tecavüz kültürünün tarihsel arka planı vardır. Türk devleti, bu mirasın üzerinde ve kan banyosu içinde zorla inşa edildi. Ve hep tecavüz silahı, politik ve pisikolojik bir silah olarak kullanıldı ve kullanılıyor.
Bunun için gözaltına alınan herhangi bir kişi, erkek ya da kadın olsun farketmez. Mutlaka bir biçimiyle cinsel tacize uğrar. işkencecilerin o ağır içki kokan iğrenç nefesleri, aslında devletin nefesidir. Lağım çukuru gibidir, iğrenç ve tiksindiricidir…
Bugün devletin medyasıyla medyasıyla birlikte yarattığı erkek tiplemesi sapık, hasta ve arızalıdır. Kadınlar işiniz zor.
Cami minareleri ve karakollar hızla çoğalıyor.
Ayrıca Dersim’de kadınları çiçek çiçekleri de kadın gören deliler de bu dünya da göçüp gitti. Kadının acısını anlayan deli de kalmadı. Yazık!..
ali
11/03/2015 at 20:01
merhaba, guzel yazi eline gozune saglik murat abi…