Connect with us

Dersim News, Dersim Haber, Dersim

Dersim’de Ermeniler Kayışoğlu Yarması’ndan Atılarak Öldürüldü mü?

Haberler

Dersim’de Ermeniler Kayışoğlu Yarması’ndan Atılarak Öldürüldü mü?

Dersim’e iftira atarak, Dersim’e suçluluk duygusu yükleyerek, Dersim’de Ermenilerin Ermeniliklerini inkar ettiğini ileri sürerek, Ermenilerin zorla din değistirdiklerini idda ederek, Dersim-Ermeni ilişkilerini çarpıtarak yapmamalı.

 

Hozat Kayışoğlu Yarması:  Yalan , Yönlendirme ve Manipülasyonun Köşe Taşları 

Dersimli Ermeniler ve Aleviler Dostluk Derneği,  Deradost, bir süreden beri faailyetlerini Dersim’ e taşıdı. Daha önce Dersim Ermenileri Derneği adı altında İstanbul’da faaliyet yürüten dernek, yaptığı açıklamalarda İstanbul’daki Ermenilerden yardım görmediğini açıklamıştı. Bunun sonucu olarak Dersim’e taşınmak zorunda kaldığını beyan eden dernek, isim değişikliğine giderek Dersim’ de faaliyetlerine başladı. Başkanlığını da, görünürde, Şıh Hasanlı  Dersimli birisi yapıyor. Dersim Ermenileri hakkında iddalı açıklamalar yapan başkan, her ne kadar burada hangi kimlikle, Ermeni mi, Kırmanc mı, Alevi mi, Hıristiyan mı ya da hepisi mi, çalışmalarda yeraldığını Dersim de söylemesede, Ermenistan basınında çıkan haberlere göre Ermeni ama ailesinden kimsenin Ermeni olduklarından heberleri yok!. Dernek internet üzerinden çalışmaları hakkında bilgiler veriyor. Görünen odur ki;  dernek isim değiştirmesine rağmen bir önceki derneğin izinde yürüyor.  Adında Dersim ve Alevilik olan derneğin, ne Dersim’ e ne de Aleviliğe bir saygısı var. Dersim ve Alevilik tarihini inkar eden, bunu yaşanmamış sayan, onlara yeni bir tarih ve kimlik yazmak derneğin ana amacını oluşturuyor.

hozat-24nisan-anmasi

Ermenilerin Kayışoğlu Yarması’ndan atılarak öldürüldüğünü iddia eden DERADOST 24 Nisan 2015’te anma yaptı.

 

İnkar ve yok sayma; genel olarak Ermeni tarih yazımının ana unsurudur. “ Her yer Ermenistan, herkes  Ermeni perspektifi” hala geçerliliği koruyor.  Antik Yakın Doğu, Iran ve Ermeni arştırmalarıyla tanınan  profesör James Robert Russell bu durumu en iyi şekilde dile getiriyor. Ermenilerin Dersim konusunda ki bu tutumlarıda farklı yazarlar tarafından dile getirildi.  Uzun yıllar Dersim Pah (Nazimiye tarafindaki)  karakolunda askeri doktor olarak gorev yapan Avusturyalı D. Butyka 1892 yılında yayınlanan “Das ehemalige Vilajet Dersim” (Bir Zamanların Dersim Vilayeti) makalesinde bu durumu şöyle aktarır: “…Ritter’in de kelimesi kelimesine belirttiği gibi, hiç çekinmeden 1843 yılına kadar Türkiye’nin Asya kısmının farklı bölgelerine (Anadolu, Ermenistan, Kürdistan, Suriye ve Mezopotamya gibi yerlere) seyehat eden (Kinneir, Shiel, Texier, Hamilton, Ainsworth ve Layard gibi) gezginleri bir yana bırakmak zorundayız. Sadece Moltke ve belki Müllbach yoldaşlarıyla beraber Dersim Dağları’nı (eski Tujik Dağı, yeni Munzur Sıradağları’nı) güneydoğu ve batıdan hareketle ancak uzaktan hayranlıkla görmeye nail olabildiler…

(…) Ermeni tüccar ve toptancıların her tarafa, hatta en ücra ve ulaşılmaz dağlık köşelere dahi gittikleri, genelde iyi ve keskin gözlemci  oldukları, dilleri anladıkları doğrudur. Fakat, çoğu eski ve yeni Ermeni yazarlarının da işine geldiği için ve de büyük bir zevkle yaptıkları gibi, şark abartıcılığı ve özellikle hıristiyan ve ulusalcı yaklaşım ağırlıklı verilerine güvenilmez. Bu durumda şehir ve köy isimlerine varıncaya dek her türlü nesnellik yok oluyor. Ermeni arkadaşlarımla sıkça tartıştığım gibi, onların etnografik, istatiksel, özellikle de tarihi verileri kesinlikle güvenilir değildir…”

Yine 17. yüzyılın sonunda bölgeye gelen Protestan misyonerler de aradıkları Ermenileri bulamayınca, Dersimli Alevileri Hıristiyanlığa döndermek için faaliyetlerde bulunurlar ve bu çalışmalarını da rapor haline getirirler. Keza bu dönemde de farklı ülkelerin konsolosları, askeri ataşeleri de Ermenileri kefşetmek için bölgeye ziyaretlerde bulunup, gözlemlerini rapora dönüştürürler. Gerek misyonerlerin gerekse konsolos veya askeri ataşelerin tercümanlığını da Ermeniler yapar. Dr.Butyka’nin Ermeniler hakkında aktardıkları da bu raporlarda tescil edilir. Ermeni tercümanlar çevirileri işlerine geldiği gibi yaparlar. Bu durumda şikayetçi olanlardan biri de Ingiltere Van konsolos muavini yüzbaşı  l. Molyneux-Seel’dir. 1911 yılında Dersim’e yaptığı gezi, 1914 yılında “A Jorney in Dersim” adıyla yayınlanır. Makalede Dersim ve Dersim’de ki Ermeni nufusa ilişkin önemli bilgiler verir. Dersim inancı ile ilişkin gözlemlerini aktarırken, Ermeni tercümanın çevirisini şupheli bulan Molyenux-Seel durumu şöyle aktarır: “… Ancak, sıkça söyledikleri nefeslerinden birinde, şu mısra yer alır: “Biz İsa’yı Hak biliriz. İsa ruh ‘ullah. Bu Ermeni rahipleri tarafından şu şekilde tercüme edildi: “Biz İsa’yı Tanrı olarak biliriz, İsa, Tanrı’nın Ruhu,” ve bu mısra, rahiplerin, Kızılbaşların İsa’nın ilâhiyetine inandıklarını, ya da bir zamanlar inanmış olduklarını ileri sürmelerine temel olarak görünüyor. Ancak “Hak” kelimesi, “Tanrı”anlamının yanı sıra, “Adalet” veya “adil” manalarına da gelir ve “rouh ‘ullah” Arapça bir ifadedir; kelimesi kelimesine tercüme edilince, Tanrı’nın Ruhu ya da nefesi anlamına gelir ve İsa’yı (Tanrı’nın hususi girişimiyle yaratılması bakımından) işaret etmektedir. Bu yüzden mısra şu anlamı taşıyor olabilir: “Biz İsa’yı adil olarak biliriz, İsa Tanrı’nın nefesi,” bu da, illâki İsa’nın ilâhiyetine dair bir iddia içermez…”

Yine  Ayfer Karakaya’nın “Alevilik Hakkında 19. Yüzyıl Misyoner Kayıtlarına Eleştirel Bir Bakış ve Ali Gako’nun Öyküsü” makalesinde de bu durumu görmek mümkün.

DERADOST ve çarpıtma geleneğinin sürdürülmesi

Derneğin gerek İstanbul’ da gerekse Dersim’ de yaptıkları bu inkarcı geleneği sürdürmeye yönelik.  Derneğin kurucusu Selahattin Gültekin  ( Mirhan Pirgiç) verdiği bütün röportajlarda kendi kimliğini nasıl inkar etmek zorunda kaldıklarını anlatmaktan bıkmıyor. Oysa ne Gültekin ne de bir başka Ermeni Dersim’de kendisini inkar etmedi çünkü bunu gerektirecek her hangi bir durum yoktu. Kripto Ermenilik etrafında yaratılan sis perdesi aracılığıyla Dersim’de kendini inkar eden Ermenilerin ne kadar çok olduğunu anlatmanın bir yöntemi olarak yapılan bu vurgu,  özellikle gençlere yönelik bir yöntem olarak kullanılıyor.  Mesela kendisini Ermeni olarak, ki bunu sadece Ermeni basınına söylüyor,  tanımlayan dernek başkanı Serkan Sarıataş’ın ailesinde bu iddiada olan başka kimse yok.

Selahattin Gültekin’in  “Ermeni mezarlıkları belgeseli” bu çarpıtma yönteminin tipik son örneklerinde biridir.  Dedesinin mezarı başında bilgi veren Gültekin “ …burası Ermeni mahallesindeki Ermeni mezarlığı …” diye başlıyor anlatmaya.  Ermeni mahallesi dediği yer Gazik mahallesidir ve Ermenilerin en kalabalık zamanlarında  beş tane Ermeni ailesi vardı. Ermeni mezarlığı dediği mezarlık ise  Gazik mahallesinin Taê Gomiki  mevkisinde bulunan eski belediye mezarlığıdır.  Mezar taşında “Hasan Göçer” yazan kişinin Ermeniliğini nasıl korumaya çalıştığını anlatırkende içine düştüğü durumdan habederdar değil.  Gerek Hasan Göçer gerek kardeşi kalaycı Ali gerekse de babaları Zeynel Ermeniliklerin hiç bir zaman inkar etmediler  ve herkes de onların, tıpkı Gültekin’ın ferdi olduğu Boğos ailesi gibi, Ermeni olduğunu biliyordu. Gültekin bu belgeselinde onun “koveli” olarak bilindiğini aktarıyor. Koveli, Kırmancki’de foterli anlamına geliyor. Gültekin’e göre o, bu şekilde kendi asıl soy ismi olan Kovelyan’ı bırakmamak için foter takıyormuş. Bu mantığa göre Dersim de Kovelyan çok. Almanya ya gelen ilk Dersimlilerin hepisine de nerdeyse “Koveli” derlerdi. Bu yöntemde tanıdığımız bir yöntem, Dersim = Der Simon, Sorpiyan = Surp Orhan, Xızır = Surp Sarkis, nerdeyse bütün İrani halkların kutladığı Gaxan sadece Ermenilerin Gaxand’ı olursa Koveli’nin Kovelyan olması son derece masum kalır.  Dersim’ in % 75 i Ermenidir diyen Dersim Ermenileri Derneğinin, İstanbul Ermeni Patriği yardımcısının Dersim’in en az % 90 ı Ermenidir, Gürdal Aksoy’a Kurêsunlarin Kudu kolunu Ermeni ilan ettiren, 42 yaşındaki Ibrahim diye mechul birini kanıt olarak sunan  profesör ünvanlı Hranouch Kharatian’a Haydaranlıları Ermeni ilan ettiren, Taner Akçam’a  Dersim de Devletli aşireti adı altında büyük ve güçlü bir aşiret kurduran -ki Devletli dedikleri Dersimde herkesin Ermeni olduğunu bildikleri bir aile olup  Boğos ailesinin komşularıdır-  Dersim de kendi köklerini bulamayan muhtarları Ermenistan Diaspora bakanlığının katkısıyla Ermenistana götürüp, teatral bir tarzla Dersim’in % 20 ile % 90 arası Ermeni olduğunu söyleten bir anlayışın Koveli den Kovelyan çıkarması son derece normal.

DERADOST’un son buluşu: Kayışoğlu yarması
24 nisan da Kayışoğlu yarmasında Ermeni Soykırımının 100. yılında bir anma yapıldı. Bu anmaya kimsenin itirazı olamaz. Gelecekde bu acıların yaşanmaması için bu tür etkinliklerin yapılması şart.

Dersim’e tarih yazmak için hiçbir fırsatı kaçırmayan Deradost, bu anmayıda bir fırsata çevirerek, Kayışoğlu yarmasından yüzlerce Ermeninin aşağıya atılarak katledildiklerini söylüyor. Bu yalan hikaye ile yapılmak istenen şudur:  Dersim’e ve Dersimlilere suçluluk duygusu yükleyerek, Dersim hakkındaki pervasız yalan ve iftiralarına sessiz kalmamızı sağlamaktır. Soykırımdan geçen Yahudilerin Filistinlilere yaptıkları kabul edilemeyeceği gibi, soykırımdan geçen Ermenilerin de Dersimi zan altında bırakarak,  toplu  Ermeni katliamına ortak etmeye çalışmaları, Dersim’e yeni bir kimlik vermeye çalışmaları, tarihimizi, dilimizi ve dinimizi yok saymaları kabul edilemez.

Herşey bir yalanla başlıyor ve bu yalan tekrarlandıkça hakikat gibi algılanıyor. 2011 yıllından evvel Kayışoğlu yarması hikayesi  diye bir şey yok. Bu hikaye  Mikail Arslan’ın katkısıyla (uydurma demek daha doğru olacak)  başladı. Petag albümünü, bu albüm hakkındaki görüşlerimizi daha evvel yayınladık, çıkardıktan sonra, bir çok Ermeni güzellemesi yapan Mikail Arslan hızını alamadı ve kendi ailesi ile Ermeni ilişkilerine dair Agos gazetesinde ki röportaj da şöyle diyor:

“…
Mikail Aslan’ın ağzından: Kayışoğlu Yarması

Annemin anlatımlarına göre büyüklerimiz, Ermenilerle ilgili olayları anlatmamayı sürekli öğütlüyorlarmış ki çocukların başına bir şey gelmesin. Bu geleneği kırmak adına yakın çevremizde yaşanan bir olayı burada aktarmak istiyorum. ‘Ermeniler’ deyince akla gelen ilk şey, köyümüzün yakınlarındaki bir uçurumdu:“Kayışoğlu Yarması.” Pertek tarafından Hozat’a doğru giderken yol üzerinde bulunan bu uçurumdan, 1915 yılında yüzlerce Ermeni’nin atıldığı yaşlılar tarafından sürekli anlatılıyordu. Çoluk-çocuk, kadın-kız yüzlerce insanın birbirlerine bağlanarak diri diri bu uçurumdan aşağıya atılması saatlerce sürüyor. Bu sırada ordu yetkilisi, birliğindeki askerlerin sürekli azaldığını fark ediyor. Meğerki zorla yerden sürüklenerek aşağıya atılanlar, yanlarında birer ikişer asker aşağıya çekiyorlarmış. Bu durumdan sonra kalanlar süngülenerek aşağıya atılıyor. Bu vahşetten üç gün sonra annemin dedesi Usen Ağayê Kavırî bu vadiye gidip süpürgelik topluyor. Vadiden, inleme sesleri geliyor kulağına, önce korkudan duymazlıktan geliyor. Sonra inlemelerin küçük bir çocuğa ait olduğunu fark ediyor. Cesaretini toplayıp burnunun direğini kıran ceset kokularına aldırış etmeden ölülerin bulunduğu alana varıyor. Kafa üstü, sık dikenlerin içerisine düşmüş 3-4 yaşındaki çocuğu çıkarıyor. Gündüz vakti Ermenilerin peşine düşmüş ihbarcı ve milislerden korktuğu için geceyi bekliyor. Gece yarısı çocuğun yaralarını sarıp ahırda kendisine yer yapıyor. Birkaç gün sonra çocuk kendine geliyor ve konuşuyor. Ölülerin bulunduğu yerde kendisinden başka bir kız çocuğunun varlığından söz ediyor. Usen Ağa, gidip onu da alıp geliyor. Her ikisini iyileştirdikten sonra kızı yanına alarak gizlice köyden ayrılıyor. Birkaç gün sonra kızı alıp köye geri dönüyor. Getirdiği kızın bir yakınına ait olduğunu söyleyerek yaşama dönmesini şağlıyor. Adı Mecir olan bu kız daha sonra evlenip çoluk-çocuk sahibi oluyor. Erkek çocuğu da birkaç yıl ahırda gizlice ağırlıyor, onu da aynı kız gibi, bir gün alıp çoban diye köye getiriyor. Çocuk 16 yaşına varınca kendi isteğiyle Elazığ’a, oradan İstanbul’a gidiyor. Yıllar sonra annem ve ailesi Orîya Xıdır (Sultan Xıdır)  ziyaretine gidiyorlar. Ana-baba günüdür, yüzlerce insan… Bir adam kasalarla meyve ve yiyecek dağıtıyor. Gelenlere, Usena Ağayê Kavırî’yi soruyor. Bizimkiler önce korkup kendilerini tanıtmıyorlar, ilerleyen saatlerde annemin halası adama yaklaşıyor, ağzını arıyor. Bu adamın o çocuk olduğunu anlayan halam gerçek kimliğini söylüyor. Adam İstanbul’daki adresini falan veriyor ama bir daha bağlantı kurulamıyor.“ (Agos Sayı: 747) 
Mikail Arslan’in verdiği röportajın sadece bu bölümünde onlarca yalan ve çarptırma var.  Aslında büyüklerinin Ermeni olayları ile alakalı anlatacak fazla bir şeyi yok çünkü bu çapta bir Ermeni katliamı Dersim dışında gelişen bir olay. Onun büyüklerinin anlatacakları Dersimin herhangi bir yerinde anlatılan hikayeden farklı değildi: “Ermeniler kaçtı Dersim’e sığındı, Dersimliler onları vermedi”… gibi bilinen meselelerdir.  Mikail Arslan “korku” ifadesi ile bir sis perdesi oluşturarak, hayali hikayesine mistiki bir hava vererek; hem kendisine hem de ailesine bir pay kazandırmaya çalışıyor. Bu korku olsa olsa Mikail Arslan’ın ailesinde olmuştur. Dersim 1938 meselelerinin çekinilmeden anlatıldığı bir yerde, 1915 in anlatılması neden tabu olsun.  Bunları anlatmaktanda kimsenin başına bir iş gelmediği gibi bunu anlatmamaya yönelik bir gelenekte yok. 1915 yılında Mikail Aslan’ın köyünün yakınında Kayışoğlu yarması diye bir yer de yok. Mikail hem Ermenilerle ilgili olayların anlatılmamasının tenbih edildiğini söylüyor ardından da bu olayın yaşlılar tarafından sürekli anlatıldığını dile getiriyor. Yaşlılar çocukların anlatmasını istemediklerini nasıl bu kadar ulu orta anlatıyorlar? Yüzlerce Ermeninin  kaç saatte aşağı atıldığını ve bunların beraberlerinde askerleri sürüklemeleri bu durumun cok sonradan fark edilmesi tam bir komedi. Yine annesinin dedesinin adına bakılırsa bir ağalık var ailede. Bir ağa nasıl olur da süpürge toplamaya gider? Kaldıki özel olarak süpürge toplamak için kimse dağa gitmez. Davar güdenlerin yaptığı bir iştir bu. Ermenilerin peşine düşen bu ihbarcılar ve milisler kimlerdir? Bu işi yapanlar mutlaka namıyla bilinirler. Bölgenin sözlü hafızası bunu unutmaz. Dedesinin cocukları kaçak durumdan nasıl kurtardıkları meselesi ise Dersimin hafızasıyla alay etmektir. Herkesin biribirinin yedi sulalesini tanıdığı bir yerde kimse kız çocuğun yabancı olduğunu anlamıyor ve çoban hikayesini de herkes yutuyor. Bu arada bir ağanın süpürge toplamanın yanında, kendi akarabasını ve de çobanı da kendisinin getirdiğini öğrendik. Yıllar sonra gelen adamın, kendisini kurtaran adamın evine gitmeyip te onu ziyarette sorması tam bir saçmalıktır.

Mikail Aslan’ın bu hikayesinden feyz alanlar kendi versiyonlarını üretmeye başladılar.

  1. versiyon:

“… böylelikle  Dersim Kayışoğlu Yarması kurbanla cellâdın ölümde buluştuğu bir uçuruma dönüştü.  Ermeniler için “Büyük felaketin” yaşandığı 1915 yılında Dersim’de tanıklarının anlatımında dilden dile dolaşan bir trajedi öyküsü Kayışoğlu Yarması. Köylülerin büyüklerinden duyduğu hikâyeye göre; burada saklanan yüzlerce Ermeni, muhbirlik yapan Hamidiye Alayları mensubu birinin ihbarı ile yakalandı ve birbirine bağlanarak uçurumdan atıldı. Tarihi doğrular gibi, hala kafataslarının bölgede açık vaziyette durduğu Kayışoğlu’nda, muhbirin de “adaletin tecellisi” olarak düşüp kurbanlarıyla aynı yerde can verdiği rivayet ediliyor. Ermeniler için 24 Nisan 1915’te başlayan, halkların tarihine göre “Katliam” resmi tarihe göre “Tehcir” ve insanlığa göre ”Büyük felaket” yılları kuşak tanıklarının anlatımlarının ikinci ve üçüncü kuşakların dilinden, dilden dile rivayet ediliyor. Anlatılanlar gerçekleri ortaya koymaya yeterken, gerçek tarihin araştırılması için binlerce delilin hala kaybolmadığını gösteriyor. 1915 yılına kadar Alevi Kürtler ile Ermeniler’in ortak yaşadığı Dersim’de yaşlıların deyimiyle “Düşmanlık tohumları”nın ekildiği bir dönemde Ermenilere yönelik gelişen katliamlarda yüzlerce insanın öldürüldüğü anlatılıyor. 

Artık ö kentte Ermeniler denildiğinde akla ilk Hozat İlçesine bağlı Kardelen (Tawuk) Köyü’nde bulunan Kayışoğlu Yarması geliyor. Kayışoğlu Yarması’nın hikayesi de kurbanla cellâdın aynı yerde yattığı trajik bir öykü. Dilden dile anlatılan hikâyeye göre; “Büyük felaket” yıllarında kaçarak Kayışoğlu’na saklanan kadın, çocuk, yaşlı Ermeniler Hamidiye Alayları’na mensup bir muhbirin ihbarı ile ele geçirildi ve birbirine bağlanarak, uçurumdan aşağıya atıldı. Tanığı olduğu katliamı yeryüzüne anlatmaya çalışan Kayışoğlu’nda bulunan çok sayıda insana ait kemik ve kafatası hikâyeyi doğruluyor. 

‘İhbarcı da aynı uçurumdan düşmüş’

Kayışoğlu Yarması’nın üst kısmında bulunan Kardelen Köyü’nde dünyaya gelen ve aynı zamanda BDP Dersim İl Başkanı olan Suat Demir, çocukluk yıllarında Ermenilerin uçurumdan atıldığı vadide onlarca kafatası ile karşılaştığını söyledi. Dedelerinin kendilerine anlattığı ve şu anda birçok tarihçi tarafından dile getirdiği vadide, Ermenilerin katledildiğini ifade eden Demir, “1915’te Hozat’ta yaşayan Ermenilere dönük yapılan toplu katliam Kayışoğlu Yarması’nda gerçekleşmişti. Orada saklanan Ermenileri Alevi olan ama Hamidiye Alayına gizliden mensup olan birisi gösteriyor. Binlerce Ermeni yarmanın tepesinden ipe bağlanarak uçuruma bırakılıyor. Köyümüzün hemen dibinde olan Kayışoğlu Yarması’na çocukken inerdik insan kafatasları ve kemikleri ile karşılaşırdık. İhbarcı uzun bir süre sonra o yarmanın ucunda süpürge toplarken kendisi de o uçurumdan düşmüş” dedi. 

‘Kayışoğlu’nda Ermeni ve Kürtlerin kemikleri iç içe’

“Büyük felaketten” 22 yıl sonra Alevi Kızılbaş Kürtlerin de aynı akıbete kurban gittiklerini dile getiren Demir, parti olarak Dersim’de açığa çıkan ve çıkmayan toplu mezarları araştırma komisyonu kurduklarını belirtti. Demir, “Dedelerimizin anlatımlarına göre Kızılbaş Kürtler de Ermeni katliamında kullanılmış, ancak aradan 22 yıl sonra Ermenilerin başına gelen akıbet bu kez onların başına gelmiş. Ermenilerin topluca öldürüldüğü Kayışoğlu Yarması’na bizzat Aleviler de ipe bağlanarak bu uçurumdan vahşice atıldı. Şu an Ermeni ve Kürtlerin kemikleri birbiriyle karışmış durumda. 1990’lı yıllarda yaşanan toplu öldürülmeler sonucunda açığa çıkan toplu mezarların tespiti için bir komisyon oluşturmuşuz bu toplu mezarların sorumluların açığa çıkartılması için hukuki mücadelesini sürdürüyoruz” diye konuştu. 

 

‘Kürtler Ermeni çocuklarını sakladılar’

 Hozat’ta yaşayan Ermenilere yönelik katliam sırasında Kızılbaş Kürtlerin, Ermeni çocuklarını sakladığını ifade eden Kardelen Köyü sakinlerinden İhsan Göktaş ise, çok derin dostane ilişkileri olduğunu, ancak Ermenilerin başına gelen Alevilerin başına da geldiğini anımsattı. Göktaş şunları belirtti: “Kayışoğlu Yarması tarihsel bir geçmişe sahiptir. Kürt Aleviler ile Ermeniler yüzyıllarca iç içe yaşamıştır. Hala köylerde Ermenilere ait kiliseleri ayakta bulunmaktadır. Ancak 1915’e kadar Kürtler ile Ermeniler arasında büyük bir dostane ilişkileri olduğu dedelerimiz söylerdi. Ancak Hozat’ta yaşayan binlerce Ermeni kadın, yaşlı, çocuk demeden tümünü Kayışoğlu Yarması’nda katledildiği bize hep anlatılırdı. Şu an Dersim ve Hozat’ta halen hayatta birçok aile, o dönemde Alevilerin sakladığı Ermeni çocukların devamıdır. Çoğu halen kimliğini pek belli edemezse de son yıllarda artık kendilerine sahip çıkıyorlar. Bizler de her Kayışoğlu Yarmasına baktığımızda gözlerimizin önünde insanların teker teker uçurumdan atıldığı bir sahne geliyor. Belki de böylesi bir duruma pek yabancı olmadığımızdandır.”

 Kaynak: http://team-aow.discuforum.info/t8050-Dersim-Kay-soglu-Yarmas.htm 

  1. versiyon:

Kıymetli Palutzi yukarıda bahsetmiş olduğun acı olayların yaşanmış olduğu bölgeye bundan birkaç yıl önce benimde gitme şansım olmuştu. 

Yukarıda anlatılan olayların farklı bir versiyonu banada anlatılmıştı. Suçsuz, masum yüzlerce Ermeni insanın aşağıya atıldığı tahmini 80-100mt yüksekliğindeki uçurumdan aşağıya bakmıştım ve oradan atılan insanların yaşamış oldukları korkunç trajediyi yüz yıl sonra bende tekrar içimde hissetmiştim. Oradaki insanların bana anlatımları ise aynen şöyle idi: Bu bölgeye Hamidiye Alaylarına mensup askerlerce çok kalabalık bir Ermeni kafile getiriliyor. Çevre köylerdeki Aleviler’de buraya toplanıyor ve Alevilerden burada toplanan Ermeni kökenli insanları uçurumdan aşağı atmaları isteniyor. Aleviler bu isteğe olumsuz cevap veriyor fakat o bölgede çobanlık yapan bir genç bu isteği yerine getirebileceğini belirtip elleri ve kolları bağlanmış Ermenileri tahmini 80-100mt yüksekliğindeki bu uçurumdan birer ikişer aşağı atıyor. Uçurumdan atılan Ermenilerden ölenler ölüyor ağır yaralı olanlar ise aşağıda ölüme terk ediliyor. Askerler oradaki Alevi halkada yaralı Ermenilere yardım etmeleri halinde aynı şeylerin kendi başlarına geleceği tehdidini ediyor. Anlatılanlara göre suçsuz ve masum Ermenileri bu uçurumdan aşağıya atan genç çoban birkaç yıl sonra evleniyor fakat evlendikten sonra uzun yıllar hiç çocuğu olmuyor. Aradan bayağı yıllar geçtikten sonra bir tane erkek çocuğu dünyaya geliyor. Bu çocuğun dışında başka çocuğu olmuyor. Bu tek çocuk ise babasının Ermenileri uçurumdan aşağıya attığı yaşlara geldiği yıllarda bir gün babası ile bu uçurum bölgesinde hayvanları otlatırken babasının Ermenileri uçurumdan attığı noktadan kaderin bir tecellisi olarak aşağıya düşüyor ve ölüyor. Babası ise bu olaydan sonra hayat ile tüm bağlarını kesip hiç kimse ile konuşmuyor ve bir süre sonra kendiside bu uçurumdan aşağıya atlayarak yaşamına son veriyor ... 

kaynak:http://team-aow.discuforum.info/t8050-Dersim-Kay-soglu-Yarmas.htm

1915 Ermeni katliamı literatüründe Dersim

Gerek Molyenux Seel’in gerekse Ermeni papaz Adranik’in 1915 den önce bölgeye yaptıkları gezide aktardıkları, bu bölgedeki  Ermeni nufusunun ne kadar az olduğu bilgisini yok sayarak devam edelim.  Yüzlerce Ermeninin Kayışoğlu yarmasından atılabilmeleri için, onların bir yerlerden getirilmeleri gerekiyor. Bunlar nerden getirildi? Bu konuda bilgi yok ama Mikail’in versiyonunda onları bu mevkiden asker atıyor ama diger iki versiyonda da Dersimli biri(leri) atıyor. Gerek Seyit Rıza’ nın gerekse onun aşiretinin binlerce Ermeniyi, ki bu durum diğer Dersimli aşiretler içinde geçerlidir (ayrı bir yazı konusu olmakla birlikte belirtmeden geçemeyeceyiz; Gültekin’ın ferdi olduğu Boğos ailesi ve komşuları Devletli ailesi Yusufanlı Kamer ağanın Mamurat-ül Aziz’li sığınmacılarıdırlar) kırımdan kurtardığı herkesçe kabul edilen bir gerçek. Peki nasıl oluyorda Seyit Rıza ve aşireti, askerlerin ellerini kollarını sallayarak gelip bu insanları toplayıp göz göre göre  ölüme götürülmelerine seyirci kalıyorlar? Bu çapta bir katliamın Dersimliler tarafından yapılmadığıda aşikar. Münferit olarak öldürülen Ermenilerin kimler tarafından öldürüldüğünü bugün bile bilen Dersim hafızasınin bu katliamı unutması mümkün mü? Dersim hafızası unutsa bile, Dersim’in her şeyini Ermenileştiren Ermeni tarih yazıcılığı bu fırsatı kaçırır mı? Hamidiye alaylarının Ermenilerin katledilmesindeki rolünden yola çıkan işgüzarların işi bu alayları Kayışoğlu yarmasına getirdikleri yetmiyormuş gibi bir de onlara bir muhbir buldular. Hayal ürünü bu hikayeyi gerçek gibi göstermeye çalışanların Dersim’e tarihine, kültürüne ve dinine bir saygılarının olmadığı aşikar. Ermeniler tarafından büyük felaketin el kitabı olarak kabul gören “The Treatment Of Armenians In The Ottoman Empire 1915-16, Viscount Bryce, Beirut 1979 baskısı (bu kitabın ilk baskısı 1916 yılında Londra da yapılmış), kitabında Dersim’de herhangi bir Ermeni katliamından bahsedilmediği gibi, Dersimlilerin çok sayıda  Ermeniyi kurtardığı teyit ediliyor.  Bu kitabın el kitabı olarak kabul edilmesi, bölgeler hakkında oluşturulan komisyonların hazırladığı raporların bir araya getirilmesindendir.  Bu raporlar bizzat olaya tanık olanlarla yapılan görüşmeler sonucu hazırlanmış. Mamurat-ül Aziz raporu 58 kişi ile yapılan görüşme sonucu hazırlanmış ve bunlardan 7 tanesi o zaman ki Mamurat-ül Aziz de bulunan Ermeni okulu olan Euphrates College’inde görev yapmış Ermeni profesördür. Yine bu kitabı kaynak alarak yayınlanan Armenia The Survival of a Nation, Christopher J. Walker, Croom Helm London St Martin’s Press New York 1981 baskısı (bu kitabın ilk baskısı 1942 yılında yapılmış)  kitabında da Dersim’de herhangi bir katliamdan bahsedilmez. Elazığ’da toplanıp sürgüne gönderilen Ermeni kafilesinin sayısı 3000 olarak verilir ve Malatya yönüne doğru gönderildikleri aktarılır.

 

Kayışoğlu yarmasının asıl hikayesi

1915 de Kayışoğlu yarması diye bir yer yok dedik. Deradost yöneticileri Ermenistan’a gitmekten, onlarca televizyon ekiplerini gezdirip yalan yanlış bilgi vermekten fırsat bulurlarsa, Tülük yönüne gitsinler. Mılu köyüne varmadan yolun sol tarafındaki mezarlığa uğrasınlar.  Bir mezar taşında  Mehmet Yeter (Kayışoğlu) yazısıyla karşılaşacaklar. Bahsettikleri ünlü Kayışoğlu yarmasına adını veren rahmetli bu zattır. Kayışoğlu yarması da o uçurumun adı değildir. 1970 li yıllarda Pertek ile Hozat arasında yapılan yol bu mevkide kayalara denk gelir. Dözerlerle bu yol açılmaz. Bu mevkideki kayaları kırma ihalesi Kayışoğluna verilir.  Kayışoğlunun tuttuğu işçilerin balyoz ve murçları ile kayalar yarılarak geçit sağlanır. Bu geçidin adıdır Kayışoğlu yarması, uçurumun adı değil. Kayışoğlu adı da ona;  uzun, zayıf ve esmer olmasından dolayı takılan bir lakaptır. Mezar taşında da görüldüğü gibi 1919 doğumlu birisinin lakabının 1915 de herhangi bir yere verilmesi mümkün değildir. Amaç hayalleri gerçekmiş gibi göstermek olunca, insanın neler yapabileceğinin küçük bir örneğidir Kayışoğlu yarması.
kayisoglu
 Kayışoğlu’nun mezarı (arşiv Hollanda Dersim Vakfı) 

Bu büyük felaketi anmak Deradost’un hakkı. Bizde bu büyük felaketi kınıyor ve lanetliyoruz.
Ama bu anmaları Dersim’e iftira atarak, Dersim’e suçluluk duygusu yükleyerek, Dersim’de Ermenilerin Ermeniliklerini inkar ettiğini ileri sürerek, Ermenilerin zorla din değistirdiklerini idda ederek, Dersim-Ermeni ilişkilerini çarpıtarak yapmamalı. Kripto Ermeni tanımını Dersime uyarlayarak, Dersimin nüfusunun % 90 nına varan kesimini gizli Ermeni ilan etmek,  Dersim kültürünü, dilini, dinini ve tarihini yok saymak ve bunu 1915 sonrası oluştuğunu idda etmektir ki bu da dostça bir tutum değildir. Biz Dersim tarihini de Ermeni tarihini de biliyoruz. Deradost ağız kalabalığı yaparak, zavallı insanları kullanarak misyonerlik çalışmaları yapmasın. Misyonerlik Dersim de tutmadı tutmayacak da. En fazla sürüye dalan kurt gibi, zayıf bir iki kişiyi kaparsınız, ki bunlardan da ne Dersim’e ne de Ermenilere bir hayır gelir.

Haklı bir davanızda, sahipsiz gördüğünüz mazlum Dersim toplumuna iyilik yapar gibi onlara tarih yazmanız bazılarınca sempatik karşılanabilir. Unutmayın ki “İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır”. Ermeniler adına Dersim hakkında konuşanlar adil olmaktan nasiplerini almamışlar. Dersim “taxtê ho bırızne, bextê ho merızne” ilkesine sadık kalarak sizleri korudu, kol kanaat gerdi. Dersim hakkında konuşan Ermeniler, patriğinden profösörüne kadar herkes taht sevdasıyla bahtını yıkıyor. Sizleri katledenlere söyleyemediğinizi Dersim’e söylüyorsunuz. Sizleri kripto olmaya zorlayan Dersim değil. Kripto Ermenileri Türklerin ve Kürtlerin içinde, Urfa, Bitlis, Van, Yozgat, Adana,  Amasya ve Kayseri gibi yerlerde arayın.

Dersim çıkarlarını korumakla yükümlü olan DEDEF’in de sormadan, araştırmadan bu yalana ortak olması kabul edilemez. Köklerini bulmak için Erivan gezisine de katılan DEDEF’in köklerinden şüphesi mi var? Halkların kardeşliğinden dem vuran TİKKO’nun,  Dersim halkının maruz kaldığı bu kampanyaya ortak olması, Dersim dışında yiyecek ekmeği içecek suyu olmayan bu örgütün Dersim halkına hediyesidir!

Atalartımızın dediği gibi;

Kamirê ke çhımê ho vejime, vane sıma hora koro vıreniye.
Nona ma sole.

Hollanda Dersim Vakfı 

30 nisan 2015.

 

 

Sosyal medyada paylaşın
        
   
2 Comments

2 Comments

  1. Koo Sur

    19/07/2015 at 07:53

    Yukardaki yazı çok önemli. Dersimlilerin, ister Alevi olsun (Zazaca konuşsun, Kırdaşki (Kürtçe) konuşsun, isterse çok önceleri kökeni Ermeni olan bir Dersimli olsun), bu tuzaklar, bu avlamalar onların hepisi içindir!
    Seçilen kurbanlar kısaca Dersimlidir, genelinde ve özelinde Alevidir, Zazaca konuşandır, Kırdaşki (Kurmanci/Kürtçe) konuşandır veya Ermeni kökenden gelen bir Dersimlidir

  2. Koo Sur

    19/07/2015 at 08:16

    Ermenilere sempati duymanın yolu kendi tarihini çarpıtmaktan mı geçer?

    “Tertelo Veren” veya “Tertelo Peyen” diye Dersimde bir şey yok. Bu bir aptalca kullanılan yalandır.
    Dersimde Tertele demek: tamamen 1938 Dersim katliamı demektir.
    Ermeni katliamına Dersimde ne derler? Buna: „Goçê Hermenu“ derler, anlamı ise: Ermeni Göçü demek.

    Dersim bölgesi, bütün Dersim halkı Ermeni katliamını kendi topraklarında tanımadı, çünkü bu topraklarda öyle bir şey olmadı. Katliam göçü Dersim dışında oldu. Dersim bu göçleri duydu. Bu katliamı görmedi.

    Ermeni göçünden önce Dersim coğrafyasında Herve Uruşi (Rus Harbi) tanındı, bu harb sıralarında, Rus birlikleri önünde Ermeni çeteler Alevi Zazaları kırarak Erzincan Sansa Deresine kadar ilerlemişlerdi. Buna karşı, Palu Zazaları ve Dersim Alevi Zazaları Rus ve Ermeni birliğine karşı direndiler, Osmanlılardan yardım almadan kendi dar imkanlarıyla onlara karşı direndiler.

    Bir Dersimli olarak bu tarihi gerçekleri hep göz önünde tutmak zorundayız. Bugün Ermenilerin yanında olmak, onların acısını paylaşmak başka şey, tarihi gerçeklere bağlı kalmak ise başka şey. Ermenilere sempati duymanın yolu kendi tarihini çarpıtmaktan mı geçer!
    Bizim de halkımız hem Bizansdan, hem Ermenilerden, hem Osmanlılardan, hem Kürtlerden tarihde zaman zaman ağır baskılar ve şiddet gördü, katledildi ve en köklü halk katliamını 1938de Türkiye Cumhuriyeti yaptı. Biz Dersimli olarak, Alevi ve Zaza olarak bunların hepsinin (Bizans, Osmanlı, Ermeni, Kürt, T.C.-Türk …. ) kurbanıyız. Bugün halen bu kesimlerin açık veya gizli üzerimizde baskıları var. Kürtlerin bugün politik partileri, silahlı grupları var. Ermenilerin devleti var, dünyada güçlü bir sermayesi var. Bunların bize duyduğu ilgi tamanen onların tek yönlü çıkarına bağlıdır.
    Kısacası: Dersimlilerin, ister Alevi olsun (Zazaca konuşsun, Kırdaşki (Kürtçe) konuşsun, isterse çok önceleri kökeni Ermeni olan bir Dersimli olsun), bu tuzaklar, bu avlamalar hepimiz içindir!
    Seçilen kurbanlar kısaca Dersimlidir, genelinde ve özelinde Alevidir, Zazaca konuşandır, Kırdaşki (Kurmanci/Kürtçe) konuşandır veya Ermeni kökenden gelen bir Dersimlidir.
    İşte bizleri ateşe, zülmün kucağına süren bu çaresizliktir, bu kimsesizliktir.
    Bu durumda bizler her açılan kucağı kurtuluş olarak görüyoruz, tuzak değil.
    Önce kurtuluş olarak görüyoruz, ve hemen koşuyoruz, sonra bu kurtuluş tuzak olarak karşımıza çıkıyor! Ağlıyoruz!
    Bu önce bizim kendi sorunumuzdur! Bizler kendi hatamızdan ders çıkarmıyoruz! Bu yüzden çeşitli tuzaklar devam ediyor!

    Koo Sur (Koho SUR)

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

fifteen + twelve =

More in Haberler

To Top