Haberler
Ozancan ve Ali Deniz: Fotoğraflarda büyüyen çocuklar, anneleri ve babaları
23.40’ta Ankara’daki doktor bir öğrencimizden Ozancan’ı kaybettiğimizi duyuyoruz. Ali Deniz’le Ozancan’ın ağız dolusu gülen fotoğrafları gözyaşlarımızla buğulanıyor.
Ozan, sömestrde Antep’e geldiğinde bizim Teo, balkonda sigara içerken öksürmeye başlıyor ve sesleniyor boğuk sesiyle Ozan’a: “Ulan şekilsiz, yazmadın ki bir Koç Tıp bakasın bize ilerde.”
“Yok, hocam, ben Ankara’ya aşığım.” diyor Ozan, elindeki basket topunu sektirerek, “Gayet de mutluyum ODTÜ’de.”
Ozan’ın annesi Senem Abla, babası Nuri Abi çocuklarının eğitimi için elinden geldiğinin hep ötesini zorlayan ebeveynlerden.
Alt kattaki dershaneci komşusu Teoman Hoca’ya emanet ediyorlar Ozan’ı.
Emanet dedimse, Ankara Fen Lisesi’ne Türkiye birincisi olarak girmiş bir zekânın emaneti.
Teoman, pırıl pırıl bir zekâyı tanıştırıyor bizlerle. Ozan dershanede kendisine tahsis edilen odada öğretmenleriyle sürekli çalışıyor, gülüşüyor, laflaşıyor.
Türkiye’nin iki gündür paylaştığı o gülümseyen fotoğrafın hikâyesi burada başlıyor.
Fotoğrafta Ali Deniz Uzatmaz ve Ozancan Akkuş ağız dolusu gülüyorlar.
Ali Deniz biraz muzır, neşeli, esprili; Ozancan’ın neşesinde hep bir olgunluk.
Ozancan’ın dershane birinciliği her hafta yaptığımız denemelerde tescillenince, Ali Deniz arkadaşı Gökçe’ye gülerek diyor ki: “Bakın bu çocukla tanışacağım ve çocuğun netlerini düşüreceğim.”
Tanışıyorlar ancak Ali Deniz’in esprisi ters tepiyor. Ozancan ders çalıştırıyor Ali Deniz’i. Tüm molalarda birlikte eğleniyorlar.
Ortak arkadaşları Gökçe’nin dün bana yazdığını olduğu gibi alıntılıyorum buraya:
“Dershane koridorları onların kahkahalarıyla şen olurdu, nerede olduklarını öyle bulurdum çoğu zaman. O kadar güzellerdi ki o kadar olur.”
‘Benzer hayatlar benzer cümleler’
Sonrasını hepimiz biliyoruz. 10 Ekim Ankara’sında Ali Deniz Uzatmaz’ı kaybediyoruz.
Ozancan, ‘o temiz adam’ı sosyal medyadan sarıyor, bugün okuduğumuzda daha derinimize saplanan cümlelerle anıyor. Bugün benzer cümleler Ozancan için kuruluyor.
Benzer hayatlar benzer cümleler doğuruyor.
13 Mart Pazar akşamı Senem Abla ve Nuri Abi Ankara’ya çağrılıyor, Ozancan’ın yaralı olduğu ve ameliyata alındığı söyleniyor.
Hemşire anne, sağlık teknisyeni baba, mesleklerinin bilgisiyle gerçekliğin karanlığını harmanlıyor, apartmanı bir cenaze provası çığlıklarıyla inletiyor.
Bir yakınlarıyla yola dökülüyor aile, yolda umutlar dökülüyor. Yol bitmiyor, hayatlar bitiyor.
Ankara ne kadar da uzak?
23.40’ta Ankara’daki doktor bir öğrencimizden Ozancan’ı kaybettiğimizi duyuyoruz. Ali Deniz’le Ozancan’ın ağız dolusu gülen fotoğrafları gözyaşlarımızla buğulanıyor.
‘Gök gürlemesini bastıran bir ağıt’
Pazartesi sabahı, belediyenin cenaze çadırı kuruluyor Ozancan’ın basket topunu sektirdiği yere.
Akşama doğru kalabalıklaşan çadır, Senem Abla ve Nuri Abi’yi bekliyor. Önce tıpta okuyan ablası geliyor Ozancan’ın. Yorgun ama vakur. Sonra annesi, babası.
Gök gürlemesini bastıran bir ağıtla yere yığılıyor Senem Abla. “Ben ölemedim, beni burada öldürsene!” diyor, hala dediği birine.
Birkaç saattir bekleyen ambulanstan görevli kadınlar koşup geliyor, yukarı çıkartılıyor Senem Abla. Nuri Abi erkeklerin oturduğu çadıra götürülüyor kollarda.
Babasının dizlerine kapanıp dua gibi bir sesle belli belirsiz mırıldanıyor: “Ozancan’ı koruyamadım baba, torununu koruyamadım.”
Kalabalıktan biri yarı baygın babanın yanına çömeliyor: “Sen mükemmel bir babaydın Nuri, çocukların için en güzelini yaptın. Kalk, dik dur!” diyor.
Nuri Abi kan oturmuş gözlerini yukarıya dikip bir devletin kurması gereken ve beni nefessiz bırakan cümleyi kuruyor:
“Ben Ozan’ımı, Can’ımı koruyamadım. Koruyamayan biri ne yapmış sayılır ki?”
Dışarıda bir sağanak patlıyor.
Dün bahardı, bugün kış.
BBC Türkçe