Siyaset
Sırrı Süreyya Önder Seçimlerde Kimin Ekmeğine Yağ Sürecek?
Siyasi kitleler ve partiler, Türkiye’nin kalbi olduğundan dolayı, en büyük çekişmenin yaşanacağı İstanbul üzerinde yerel seçim için büyük bir yarışa hazırlanmaktalar.
Henüz çok yaklaşmayan ama önemi gereği tartışmaları, söylemleri, çalışmaları, atışmaları ve eleştirileri başlayan 2014 yerel seçimlerinde, İstanbul için olası aday ”adaylarının” söylemleri, iktidarın karşısında Gezi Direnişi sonrası düşünülen birliğin sağlanması üzerine rahatsız edici bir konuma varmıştır.
AKP karşısında, birlik ve mücadele örneğini Gezi Direnişi sürecinde azami bir şekilde gösterme çabasında bulunan kitleler, seçim sürecine girildiğinde, çıkar çatışmaları gereğince tekrar ayrışma noktasına varmış bulunmaktadırlar.
Direniş süresince, AKP karşıtlığı üzerinden büyüyen kitleler, Türkiye’nin dört bir yanına çeşitli bölgelerde direnişi yükseltme çabasına girmiş bulunmaktaydılar. Bu direnişte Fırat’ın doğusundan da katılan vardı, batısından da. Fakat bu doğu-batı ayrımında, direniş şiarı bu kez batıdan yükselmişti ve Doğu’dan gelecek olan destek maalesef münferit bir boyutta kalarak, kitleselleşememiş ve kopmalara neden olmuştu. Üstelik bazı bölge siyasi temsilcileri direnişin şeklini eleştirmiş bulunmaktaydılar ve yine bölge siyasi akımının bir başka temsilcisi direniş karşısında alınan bu tavrı ?bir özeleştiri maiyetinde– eleştirmişti. Bölgeden katılımın az olması, yine onlar için geçerli bir sebebi barındırıyordu; yıllardır devlet şiddetine maruz kaldıklarında, onlar da batıdan bir destek göremiyorlardı. Bu, sonuçlara öznel olarak bakmanın neticesinde gebe olunan bir durumdur ve eğer bir ortak nokta arıyorsak ya da karşımızdakine kendimizi anlatma çabası içerisindeysek, omuz vermek, el uzatmak direnişin gereği olabilmektedir.
Bu kitlelerin, yani doğu ile batının, tarihsel ayrışmasının temel sebebi Ulus Devlet paradigması iken, bu paradigmayı alt edebilecek bir direnişten bahsediyoruz.
Nitekim bu paradigmanın temel mağdurları direniş süresince çağrı yapılarak, sistematik bir şekilde direnişe katkı vermemesine rağmen; bu süre zarfında barikatları kuran ve aşan, ilerici sosyalistlerin katkısıyla -suni ve pozitif bir birleştirmeyle- doğu ile batının bir arada gösterilmesi çabasıyla bir araya getirilmeye çalışılmıştır ve bu çabanın da eleştirilecek bir yanı bulunmamaktadır.
Yine nitekim gezi direnişinde çekilen bir fotoğraf da her iki tarafın hoşuna gitmişti. Atatürk siluetli bir bayraklı direnişçi ileBDP bayraklı direnişçi el ele tutuşarak birbirine destek olma çabasına girmişlerdi. Bu fotoğraf bizlere, böylesi bir direnişin ortak paydasını da sunmuş oluyordu ve kimsenin tekelinde olmayan, ulus devlet paradigmasını barındırmayan bir gerçeği anlatıyordu bu fotoğraf. Bunu anlayabilmek ve devam ettirebilmek yerine -en azından direnişte ortak bir paydada buluşulmasına vesile olabilecekken- bu kareyi eleştirenler de oldu; her iki taraf açısından eleştirenler için tek bir nitelendirme mümkün olabilecektir: Eleştiriyorsa MİLLİYETÇİDİR.
Tüm bu çabalar neticesinde Gezi Direnişi’nde çok sesliliğin tek bir güce karşı birleşmesi karşısında, yerel seçim tartışmalarının başladığı şu günlerde, tekrar şiddetli bir ayrılık yaşanmaktadır. Alanlarda buluşan tabandan kitleler,tepedekilerin söylemleriyle yeniden ayrışma noktasına gelebilmekteler.
”Bir, İstanbul’a adayım; iki, sakın ola ki CHP oylarımı bölmesin.”
Seçim sürecinde yaşanan bu ayrışma noktası ”babayiğit”, ”delikanlı” söylemleriyle adaylık konusunda ismi geçen Sırrı Süreyya Önder’e aittir. Akil olunması gereken bir durumda bu kibirli uzlaşmazlık bir tarafın ekmeğine yağ sürerken, bir tarafın AKP karşısında umutsuzluğunu giderememektedir.
Bu birleşme sürecinde CHP ya da diğer kesimlerin çabasını veya çaba gösterme konusunda olan yetersizliğini Sırrı Süreyya Önder karşısında mazur görebileceğiz belki de ve her şeyden önce sosyalist olduğunu dile getirdiği için, bu şikayeti kendisine, Sırrı Süreyya Önder’e anlatabilme gayretinde bulunabileceğiz.
BDP İstanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önder, direniş süresinde boy gösteren, direnişe sahip çıkan BDP vekillerinden birisiydi. Direnişin sona ermesi açısından, iktidarla yapılan görüşmelerde etkin bir rol oynamıştı. Uzlaşma konusunda elinden gelen tüm özveriyi göstermiş olmalı ki, direnişe barikatta sahip çıkan bir sosyalistin isteğini yerine getiremeyecekti. AKP’ye bir o kadar uzlaşmacı davranmış olan, Gezi Direnişi’ne sahip çıkan bir vekil, AKP karşısında gelişen gezi direnişinin demokratik boyutu olan yerel seçimlerde CHP ile neden bu kadar uzlaşmaz davranır, bilinmez.
Doğuyla batıyı -sadece gezi direnişi sürecinde olmamakla birlikte ama özellikle Gezi direnişinde- birleştirme çabasında bulunan sosyalistlerin hiç mi hatırı yok?
Yerel seçimler sürecinde adayların asgari düzeyde etkili olmasını temenni ediyorsunuz ve bu yüzden ”aday seçimi değil, irade seçimi gerekli” diyorsunuz. Bir irade konusunda babayiğit söylemlerle uzlaşmaz davranmak, şahsınızın yararına özel bir durum mu?
Gezi direnişi sırasında gözünü kaybeden bir direnişçinin aday olmasını ve İstanbul’a gözü gibi bakmasını dile getirmiştiniz. Gerçekçi bir dilek, şahıs faktörü kalkarken gezi iradesi ortaya çıkacak bu adayla. Lakin bu adayı, ”şirket partisi” olan CHP gösterse ne gibi bir tutum takınacaksınız? Bu tavrınızın altından çeşitli teoriler mi üretsek acaba?
Yerel seçim sonucunda Esenler yine Esenler olacak ama yine şu büyük şehrin koltuğu ne renk olacak bilinmez.
Bu umutsuzluğun ardından ne yapılmalı? Kaybedilen ivmeyi tekrar yakalamak adına, gece hep beraber birleşip, üç kere kapıya vurması için Gezi Ruhu’nu mu çağırmalıyız?
Not: Gezi direnişini İstanbul özelinde ele aldığım için özür dilerim.
Özcan ÇİÇEK