Haberler
Tı Zone Ma Nê Zona?
Yaklaşık on gün sonra Beyoğlu’nda İpek’i görme umuduyla gittiği Ana Dilim Nerede adlı belgesel filmde hayatı anlatılan yaşlı amca “Biz konuşmadık, kendi kendimizi yok ettik” dediği ân, aklına renkli şalvarlı kadının sözü geldi. Ön sıralarda oturan İpek’e baktı, elini kalbine koydu ve kendi kendine “Venge zere mi” dedi.
CEREN ATAŞ
“Tı zone ma nê zona?”
Anlamaya çalışmadı bile Haydar, cümlenin içinden tek kelime bile tanıdık gelmemişti çünkü ona. Boş boş baka kaldı aniden, ne yapacağını bilemeden. Yaşlı amca tekrar bir şeyler söyledi, Haydar aynıydı.
“Ben seni anlamıyorum amca, Türkçe biliyor musun?” dedi Haydar. Yaşlı adam tekrar bir şeyler söylemeye başladı. Bakışlarından soru sorduğunu anlıyordu ama hiçbir şey anlamıyordu Haydar ve anlamadıkça küçülüyordu, biraz da sinirleniyordu.
En sonunda elleriyle kafasını göstererek “Anlamıyorum amca, an-la-mı-yo-rum!” dedi. Yaşlı adam elini kalbinin üzerine koydu “Mı va zone xo qeseybikeri. Peydo zone ma benovind!” dedi ve ellerini havaya kaldırıp kafasını sağa sola sallarken bir şeyler söyleyerek uzaklaştı.
Haydar’ın yanından geçen iki kişi birbirlerine bakarak “Nu layik kamo?” dediler. Haydar onlara baktı, sonra diğer köylülere. Hepsi “o dili” konuşuyorlardı, hepsi birbirini anlıyorlardı. Bazen kahkaha atıyorlardı, bazense ses tonlarından anladığı kadarıyla birbirlerini eleştiriyorlardı. Ses tonu ve bakışlarla Haydar ancak bu kadarını anlayabiliyordu.
O küçük köyde bir aşağı bir yukarı dolandı, bir saati geçkin bir süre. Yapacak hiçbir şey yoktu ve Haydar derdini anlatacak tek bir kişi bulamıyordu. Ter içindeydi, sinirden alnındaki damarı çıkmıştı. Oflayarak yürüyüp duruyordu. Çok yüksek olmayan bir tepeye çıkıp içini dökercesine uzunca bağırdı. “Ne işim var elin memleketinde be! Niye geldim buraya niye!” derken o gün geldi aklına. İpek sormuştu “Sen kimsin, kimin torunusun Haydar?”
…
O gün yol boyunca söylenmişti Haydar “Senin şu saçma sapan gazetecilik merakın yüzünden iki saattir otobüsteyiz. Nemize gerek elin kadının geçmişi he?” Derin bir nefes bırakarak “Haydar, biraz susar mısın artık, az kaldı.” demişti İpek. Küçük bir evin kapısından girmişlerdi sonra, yaşlı bir teyze, kızı ve çiçekleri. Çok küçük ama çok güzel bir evdi. Salonda Hz. Ali ve On İki İmamların suretinin olduğu resim vardı ve öldükleri belli olacak kadar eski bir sürü insanın fotoğrafı…
“Zulum vi, adır vi, be bex ti ye viye ekser ama ma qırkerdime vesnayme est me. Awaqe ma diya kes mevino” dedi yaşlı teyze, kızı kafasını salladı ve annesinin dizine elini koydu, o dilde bir şeyler söyledi ve kafasını İpek’e çevirdi: “Zulümdü, ateşti, namertlikti, bizi kırdılar, yaktılar, astılar, sürdüler gittiler. Bizim gördüğümüzü hiç kimse görmesin, bu acıyı ne dost görsün ne de düşman demek istiyor annem”
İpek kafasını sallıyordu, bunları daha önce dinlemiş ve okumuş olmanın verdiği bir şerbetlenmişlik vardı üzerinde. Haydar’ın ise dizlerinin titremesi şu cümleler ile iyice arttı: “Her yerde kadınlar kendilerini uçurumlardan atıyorlardı ki tecavüze uğramasınlar”
Boğazında takılı kalan lokmalar ile yaşlı kadının elini öperken Haydar, kızı, yaşlı kadının hislerini Türkçeye çeviriyordu yine: “Yavrum siz hiçbir şey yemediniz, aç acına gidiyorsunuz vallahi ben çok üzgünüm. Gelmenize çok sevindim ama çok teşekkür ederim. Yine gelin kapım size hep açıktır.”
Sokağa çıkınca İpek : “Onlar şimdi kesin camdan bize el sallarlar, aha bak çıktılar cama!” Haydar arkasını dönüp cama baktı, yaşlı teyzeye dili tutulmuş bir gülümseme ile el salladı. O akşam eve gidene kadar ise hiç konuşmadı.
Eve geldiklerinde İpek hemen bilgisayarını açıp bir şeyler bakmaya koyuldu. Haydar o sırada balkonda sigara içiyordu. Sonra kulağına bugünkü yaşlı kadının dilinde birkaç türkü çalındı. İçeri geçti, İpek bilgisayardan dinliyordu.
-Sen anlıyor musun bu dili?
-Zazacayı mı? Hayır; ama anlamak isterdim. Ne güzel tınısı var değil mi?
-Anlamadığın dilin tınısını nasıl beğeniyorsun ki?
-Hissediyorum Haydar, hissediyorum. Senin gibi kalpsiz değilim çünkü ben.
Birden kavgaya tutuştular İpek ve Haydar. Bir o bağırıyordu, bir öbürü. “Saçma sapan hikâyelere kendisini inandıran bir bunağı dinlemek için o kadar yol gittiğimiz yetmedi bir de akşam evde devam ediyoruz. Masal kızım bunlar, masal! Bunaktı görmedin mi? Senin şu saçma sapan gazetecilik merakın yüzünden…” geri kalanı hep küfürdü, kıyametti. Üstünü soyundu ve kendisini duşa attı Haydar. O sırada aniden banyonun kapısı açıldı ve İpek: “Sen her zamanki gibi sadece işine gelene inan. Tek senin gördüğün doğru zannediyorsun ama değil! Aç biraz kafanı, aç! Sen kimsin, kimin torunusun Haydar? Biliyor musun?” Kafasını suyun altına soktu Haydar, böylece kafasına vuran su damlaları sayesinde İpek’in konuştuğunu duyuyor; ama söylediklerini anlamıyordu. İpek bağırmaya devam ediyordu ve Haydar’ın umurunda değildi. Suyu en soğuğa kadar açtı ve aniden dayanamayıp kendisini sudan geri çekti. O sırada İpek’in “Korkak herif. Ben gidiyorum!” dediğini duydu.
Haydar suyu kapattı, yavaşça odasına geçip üstünü giyinirken İpek’in çıkışını ve kapıyı vuruşunu duydu. Haydar, İpek’in kokusunu en son o gün içine çekmişti…
…
“Tora vana, heniyo?”
Toprağın üstünde yatmaya alışkın olmadığı için her yeri ağrıyordu Haydar’ın, kadının sesini duyunca doğrulmaya çalıştı; ama yapamadı. Karşısında kendisinden 5-6 yaş büyük olduğunu düşündüğü, renkli şalvarlı bir kadın vardı ve ona bir şeyler soruyordu.
“Anlamıyorum. Ah unutmuşum, sen de beni anlamıyorsun!” Kadın Haydar’a doğru gülümseyerek yaklaştı. Bir şeyler söylemeye çalıştı, sonra cümlesini toparladı, Haydar’ın elini aldı, kendi kalbinin üzerine koydu “Venge zere mi” dedi. Haydar’ın telaşlandığını anlayınca biraz daha gülümseyerek “Bu içimin sesidir. Senin de içinin sesidir. Sen her nereye gidersen git, o burada.” dedi. Haydar çok şaşkın bir ses tonuyla “Türkçe biliyor musun?” dedi. Kadın Haydar’ın elini bırakarak ayağa kalktı, “Heya; ama tı zone ma ne zone na” dedi. Arkasını döndü ve yürümeye başladı. Haydar ayağa kalkıp arkasından gitmeye yeltendi; ama sonra vazgeçti. Merkeze gidip İstanbul biletini aldı.
Yaklaşık on gün sonra Beyoğlu’nda İpek’i görme umuduyla gittiği Ana Dilim Nerede adlı belgesel filmde hayatı anlatılan yaşlı amca “Biz konuşmadık, kendi kendimizi yok ettik” dediği ân, aklına renkli şalvarlı kadının sözü geldi. Ön sıralarda oturan İpek’e baktı, elini kalbine koydu ve kendi kendine “Venge zere mi” dedi.
Hiçbir dil unutulmayı hak etmiyor. Unutulmaya yüz tutmuş tüm dillere…
Not: Bu yazı Civrak Derneği tarafından çıkarılan Domone Civrak dergisinin yeni sayısında yayınlanacaktır…
Hakan Garip
18/09/2012 at 22:54
Ah kardeşim aynı duyguları paylaşıyorum kendi elimizle kendi dilimiz yok ettik bizim zazalar başka dillerin hayranıdırlar şaşırıyorum insan anasına yabacılaşırmı anadil insanın anası kadar yakındır.Kürtçülük,türkçülük, dincilik alevilik, sunnilik yapacağınıza ve hepsinide yapın ama ORTAK PAYDAMIZ DİLİMİZ ZAZACAMIZ OLSUN ne olur akıllı olalım çocuklarımıza zazaca dilimizi öğretelim.Bir halk kendi diliyle tarih sahnesinde yerini alır dil deyip geçmeyin
şima hemıner zaf sılom hurmet qeno şeva şıma bıxerıv
İbrahim DEMİREL
03/10/2012 at 09:26
Ard bo asmen bo!!
Çok dilli, çok kültürlü bir kitabın sayfalarını andıran, arada kalmış, kenarı köşesi soyulmuş bir rüyanın tam ortasında dilini ve ismini bilmediği bir gölge ile uyanıyordu her zaman. Yapışkan, ekşi bir tat bulaşmıştı dudaklarına. Bulanık bir dilin ağırlığını hissediyordu içinde. Aslında hissettiklerinin hiçbir önemi yoktu. Asırlar süren bir örselenmişlikti bedenini esir alan.
Öğlen olmak üzereydi. Karnı acıktı. Bu anlamsız iştaha isim veremiyordu. Aynanın karşısına geçip bir süre kendini izledi.
Hangi ürünün, ne menşeli olduğunu bilmenin çok güç olduğu bir yeryüzünde bu protestosu naif bir tercih olsa da, şöyle işe yarayacağını düşünüyordu: Aynamız kullandığımız dildir.Hangi dili kullandığımız değil,anadilimizi nasıl kullandığımız,kişiliğimize,seçimlerimize,,hayata bakışımıza ilişkin önemi büyüktür.Hatta çok önemlidir.Anadilimizin de iyi yorumlanması gerekir.Herkesin bir hikayesi vardır,derler.Bizimkisi ise dilimizin yaşadığıdır.Dilimizden bizi uzaklaştıran,iktidar hırsı şimdikilerini emperyalist düşünçeye iterken,dilimizide bu güce köle etmektedir.Buda beraberinde toplumumuzda öyle bir insan tipini oluşturdu ki,.İçine kapanık,yalnızlık yaşayan ve zamanın çarpıklılığı karşısında ürkek,dilinden uzaklaşmış,kendi yalnızlığı içinde ben mitini kullanarak dilinin telafuzundan korkan ve bu korkuyu saklı dil halinde topluma kanalize eden,özünü özüne kanıtlamak ve benliğini güçlendirmek sevdası içine girmiş olanlar yer almış.
Dilimizle ilgili her sorunu kendi mantığı içinde çözmek lazım.
Dilini tanımlamayan topluluk yaşamla baş edemez.Dilin başına gelenlerde suç tercih ettiğimiz yaşamdadır.Ama yinede ütopyalardan,dilin yarattığı düşlerden kopmamak lazım.Elimizin altından sezdirmeden akıp giden tüketim toplumun değerlerinin eriten akışı karşısında inatçı ‘Kendi ana dilince ’ gençliği olanaksızlıklar arasında,tüketim toplumunun ilişkilerinin arasına girmemeye ve bağımlı olmamaya,inatla düş görmeye ve düşü gerçeğe dönüştürmeye çalışıyor.Bu inatçı israr sürüyor ve sürecek…Raberi! Ay rojo,ıno rojo!
Geçmiş bizi kendi dilimizce ‘na sanika ma’ diye gözetler.Bir kelimenin her bir tekrarı ‘none ma solema’,geçmiş ile,çok uzakta silikleşip unutulan belki de bize hiç benzemeyen atalarımızla akdin yeniden onaylanmasından başka birşey değildir.
Sanrı..Akraba diliz!!!
Her varlığın bir dili var senden farklı olarak…
Konuşuyorlar. .
Anlamak için Türkçe’den fazlası gerek.
İnan bana!.
”Yaşadığın sanrıda inkar ettiğin dil,yalan…Bağımsız bir dildir, lehçe değildir. ”
Diyor aslında. .
Anlaşılmıyorsa,sende çözülmesi gereken bir takım ipuçları vardır , kafayı çevirip,180 derece de hiç kendine bakmadığın. . ,
Akraba dil’iz ,
Bak önceki göresin,
Dinle ki duyasın,
Dokun ki kavrayasın. .
Dokunma özgürlüğünü köreltmekle başlayıp işe, , ,
Sonra ardı arkası kesilmeyen avazlar,
İsyan çığlıkları aklında raks ediyormuş sen kendini tavaf edemezken daha,
Zaten tavaf edemezken taraf olmuşsun ya gayrimeşru sorunsallarına, sanrılardaki sevgisizliği kolayca üreten, hayatın içinde bilinen ama kolayca unutulan yalanlar yakalanıyor, dönüştürülüyor sanrılara.
Öldür kendini öldür ki taraf yerine tavaf et sen bentlerini kırınca . . Ve kırınca bentlerini taraf et sen tavaflarını koruyunca,…
Adım başı bir kalas takılacak ayağına ama bilek te var ayakta,Ayağında bilek , ama ruhtakine ne oldu ha?
Bir usturasın belki ama nereye değeceğini bilemezsin de orada bence gel sen su ol,
Şekil al,
Hayat ver, , ,
Almadan. .
Değmeden….
Bilmeden…
Bilirsin bilirsin korkma…
Aynı kişimiyiz, farklı mı yoksa?
Sen sadece korkma!!!!!. .
Ne zor bir mesele değil mi?.. Ma usul(Awa)budur!,,, Ama yinede yeni olan kendinden öncekini silmez,inkar etmez,genç olan eski(meyen) gençleri besler,nehri öpen kenarı(vereçem) olur.Munzurluğundan bir parça vazgeçer, akıntıya güller bırakır.Berçeminde dolanır zamanlı zamanlarda dip akıntısı olur!… Bizi o yola çağırana, (Raberi!)bizimde o yola,anlayış katıp(Fam) nerde olursa olsun mutlaka(Ard bo asmen bo) eşlik etmemiz gerekiyor.Yani kim ne derse desin(Dina vajo) bu bizim masalınız..(sanıke sıma)Bizimde ışığımız..(Sıma roşta ma)Bizede birlik olmak,eşit olmak,aynı olmak(yew biyayiş) gibi, önden gitmek (sinayiş-e ver)düşüyor.
İbrahim DEMİREL
03/10/2012 at 09:28
Ard bo asmen bo!!
Çok dilli, çok kültürlü bir kitabın sayfalarını andıran, arada kalmış, kenarı köşesi soyulmuş bir rüyanın tam ortasında dilini ve ismini bilmediği bir gölge ile uyanıyordu her zaman. Yapışkan, ekşi bir tat bulaşmıştı dudaklarına. Bulanık bir dilin ağırlığını hissediyordu içinde. Aslında hissettiklerinin hiçbir önemi yoktu. Asırlar süren bir örselenmişlikti bedenini esir alan.
Öğlen olmak üzereydi. Karnı acıktı. Bu anlamsız iştaha isim veremiyordu. Aynanın karşısına geçip bir süre kendini izledi.
Hangi ürünün, ne menşeli olduğunu bilmenin çok güç olduğu bir yeryüzünde bu protestosu naif bir tercih olsa da, şöyle işe yarayacağını düşünüyordu: Aynamız kullandığımız dildir.Hangi dili kullandığımız değil,anadilimizi nasıl kullandığımız,kişiliğimize,seçimlerimize,,hayata bakışımıza ilişkin önemi büyüktür.Hatta çok önemlidir.Anadilimizin de iyi yorumlanması gerekir.Herkesin bir hikayesi vardır,derler.Bizimkisi ise dilimizin yaşadığıdır.Dilimizden bizi uzaklaştıran,iktidar hırsı şimdikilerini emperyalist düşünçeye iterken,dilimizide bu güce köle etmektedir.Buda beraberinde toplumumuzda öyle bir insan tipini oluşturdu ki,.İçine kapanık,yalnızlık yaşayan ve zamanın çarpıklılığı karşısında ürkek,dilinden uzaklaşmış,kendi yalnızlığı içinde ben mitini kullanarak dilinin telafuzundan korkan ve bu korkuyu saklı dil halinde topluma kanalize eden,özünü özüne kanıtlamak ve benliğini güçlendirmek sevdası içine girmiş olanlar yer almış.
Dilimizle ilgili her sorunu kendi mantığı içinde çözmek lazım.
Dilini tanımlamayan topluluk yaşamla baş edemez.Dilin başına gelenlerde suç tercih ettiğimiz yaşamdadır.Ama yinede ütopyalardan,dilin yarattığı düşlerden kopmamak lazım.Elimizin altından sezdirmeden akıp giden tüketim toplumun değerlerinin eriten akışı karşısında inatçı ‘Kendi ana dilince ’ gençliği olanaksızlıklar arasında,tüketim toplumunun ilişkilerinin arasına girmemeye ve bağımlı olmamaya,inatla düş görmeye ve düşü gerçeğe dönüştürmeye çalışıyor.Bu inatçı israr sürüyor ve sürecek…Raberi! Ay rojo,ıno rojo!
Geçmiş bizi kendi dilimizce ‘na sanika ma’ diye gözetler.Bir kelimenin her bir tekrarı ‘none ma solema’,geçmiş ile,çok uzakta silikleşip unutulan belki de bize hiç benzemeyen atalarımızla akdin yeniden onaylanmasından başka birşey değildir.
Sanrı..Akraba diliz!!!
Her varlığın bir dili var senden farklı olarak…
Konuşuyorlar. .
Anlamak için Türkçe’den fazlası gerek.
İnan bana!.
”Yaşadığın sanrıda inkar ettiğin dil,yalan…Bağımsız bir dildir, lehçe değildir. ”
Diyor aslında. .
Anlaşılmıyorsa,sende çözülmesi gereken bir takım ipuçları vardır , kafayı çevirip,180 derece de hiç kendine bakmadığın. . ,
Akraba dil’iz ,
Bak önceki göresin,
Dinle ki duyasın,
Dokun ki kavrayasın. .
Dokunma özgürlüğünü köreltmekle başlayıp işe, , ,
Sonra ardı arkası kesilmeyen avazlar,
İsyan çığlıkları aklında raks ediyormuş sen kendini tavaf edemezken daha,
Zaten tavaf edemezken taraf olmuşsun ya gayrimeşru sorunsallarına, sanrılardaki sevgisizliği kolayca üreten, hayatın içinde bilinen ama kolayca unutulan yalanlar yakalanıyor, dönüştürülüyor sanrılara.
Öldür kendini öldür ki taraf yerine tavaf et sen bentlerini kırınca . . Ve kırınca bentlerini taraf et sen tavaflarını koruyunca,…
Adım başı bir kalas takılacak ayağına ama bilek te var ayakta,Ayağında bilek , ama ruhtakine ne oldu ha?
Bir usturasın belki ama nereye değeceğini bilemezsin de orada bence gel sen su ol,
Şekil al,
Hayat ver, , ,
Almadan. .
Değmeden….
Bilmeden…
Bilirsin bilirsin korkma…
Aynı kişimiyiz, farklı mı yoksa?
Sen sadece korkma!!!!!. .
Ne zor bir mesele değil mi?.. Ma usul(Awa)budur!,,, Ama yinede yeni olan kendinden öncekini silmez,inkar etmez,genç olan eski(meyen) gençleri besler,nehri öpen kenarı(vereçem) olur.Munzurluğundan bir parça vazgeçer, akıntıya güller bırakır.Berçeminde dolanır zamanlı zamanlarda dip akıntısı olur!… Bizi o yola çağırana, (Raberi!)bizimde o yola,anlayış katıp(Fam) nerde olursa olsun mutlaka(Ard bo asmen bo) eşlik etmemiz gerekiyor.Yani kim ne derse desin(Dina vajo) bu bizim masalınız..(sanıke sıma)Bizimde ışığımız..(Sıma roşta ma)Bizede birlik olmak,eşit olmak,aynı olmak(yew biyayiş) gibi, önden gitmek (sinayiş-e ver)düşüyor.
İbrahim DEMİREL
03/10/2012 at 12:21
Ard bo asmen bo!!(Nerde olursa olsun mutlaka)
Çok dilli, çok kültürlü bir kitabın sayfalarını andıran, arada kalmış, kenarı köşesi soyulmuş bir rüyanın tam ortasında dilini ve ismini bilmediği bir gölge ile uyanıyordu her zaman. Yapışkan, ekşi bir tat bulaşmıştı dudaklarına. Bulanık bir dilin ağırlığını hissediyordu içinde. Aslında hissettiklerinin hiçbir önemi yoktu. Asırlar süren bir örselenmişlikti bedenini esir alan.
Öğlen olmak üzereydi. Karnı acıktı. Bu anlamsız iştaha isim veremiyordu. Aynanın karşısına geçip bir süre kendini izledi.
Hangi ürünün, ne menşeli olduğunu bilmenin çok güç olduğu bir yeryüzünde bu protestosu naif bir tercih olsa da, şöyle işe yarayacağını düşünüyordu: Aynamız kullandığımız dildir.Hangi dili kullandığımız değil,anadilimizi nasıl kullandığımız,kişiliğimize,seçimlerimize,,hayata bakışımıza ilişkin önemi büyüktür.Hatta çok önemlidir.Anadilimizin de iyi yorumlanması gerekir.Herkesin bir hikayesi vardır,derler.Bizimkisi ise dilimizin yaşadığıdır.Dilimizden bizi uzaklaştıran,iktidar hırsı şimdikilerini emperyalist düşünçeye iterken,dilimizide bu güce köle etmektedir.Buda beraberinde toplumumuzda öyle bir insan tipini oluşturdu ki,.İçine kapanık,yalnızlık yaşayan ve zamanın çarpıklılığı karşısında ürkek,dilinden uzaklaşmış,kendi yalnızlığı içinde ben mitini kullanarak dilinin telafuzundan korkan ve bu korkuyu saklı dil halinde topluma kanalize eden,özünü özüne kanıtlamak ve benliğini güçlendirmek sevdası içine girmiş olanlar yer almış.
Dilimizle ilgili her sorunu kendi mantığı içinde çözmek lazım.
Dilini tanımlamayan topluluk yaşamla baş edemez.Dilin başına gelenlerde suç tercih ettiğimiz yaşamdadır.Ama yinede ütopyalardan,dilin yarattığı düşlerden kopmamak lazım.Elimizin altından sezdirmeden akıp giden tüketim toplumun değerlerinin eriten akışı karşısında inatçı ‘Kendi ana dilince ’ gençliği olanaksızlıklar arasında,tüketim toplumunun ilişkilerinin arasına girmemeye ve bağımlı olmamaya,inatla düş görmeye ve düşü gerçeğe dönüştürmeye çalışıyor.Bu inatçı israr sürüyor ve sürecek…Raberi! Ay rojo,ıno rojo!
Geçmiş bizi kendi dilimizce ‘na sanika ma’ diye gözetler.Bir kelimenin her bir tekrarı ‘none ma solema’,geçmiş ile,çok uzakta silikleşip unutulan belki de bize hiç benzemeyen atalarımızla akdin yeniden onaylanmasından başka birşey değildir.
Sanrı..Akraba diliz!!!
Her varlığın bir dili var senden farklı olarak…
Konuşuyorlar. .
Anlamak için Türkçe’den fazlası gerek.
İnan bana!.
”Yaşadığın sanrıda inkar ettiğin dil,yalan…Bağımsız bir dildir, lehçe değildir. ”
Diyor aslında. .
Anlaşılmıyorsa,sende çözülmesi gereken bir takım ipuçları vardır , kafayı çevirip,180 derece de hiç kendine bakmadığın. . ,
Akraba dil’iz ,
Bak önceki göresin,
Dinle ki duyasın,
Dokun ki kavrayasın. .
Dokunma özgürlüğünü köreltmekle başlayıp işe, , ,
Sonra ardı arkası kesilmeyen avazlar,
İsyan çığlıkları aklında raks ediyormuş sen kendini tavaf edemezken daha,
Zaten tavaf edemezken taraf olmuşsun ya gayrimeşru sorunsallarına, sanrılardaki sevgisizliği kolayca üreten, hayatın içinde bilinen ama kolayca unutulan yalanlar yakalanıyor, dönüştürülüyor sanrılara.
Öldür kendini öldür ki taraf yerine tavaf et sen bentlerini kırınca . . Ve kırınca bentlerini taraf et sen tavaflarını koruyunca,…
Adım başı bir kalas takılacak ayağına ama bilek te var ayakta,Ayağında bilek , ama ruhtakine ne oldu ha?
Bir usturasın belki ama nereye değeceğini bilemezsin de orada bence gel sen su ol,
Şekil al,
Hayat ver, , ,
Almadan. .
Değmeden….
Bilmeden…
Bilirsin bilirsin korkma…
Aynı kişimiyiz, farklı mı yoksa?
Sen sadece korkma!!!!!. .
Ne zor bir mesele değil mi?.. Ma usul(Awa)budur!,,, Ama yinede yeni olan kendinden öncekini silmez,inkar etmez,genç olan eski(meyen) gençleri besler,nehri öpen kenarı(vereçem) olur.Munzurluğundan bir parça vazgeçer, akıntıya güller bırakır.Berçeminde dolanır zamanlı zamanlarda dip akıntısı olur!… Bizi o yola çağırana, (Raberi!)bizimde o yola,anlayış katıp(Fam) nerde olursa olsun mutlaka(Ard bo asmen bo) eşlik etmemiz gerekiyor.Yani kim ne derse desin(Dina vajo) bu bizim masalınız..(sanıke sıma)Bizimde ışığımız..(Sıma roşta ma)Bizede birlik olmak,eşit olmak,aynı olmak(yew biyayiş) gibi, önden gitmek (sinayiş-e ver)düşüyor.