Haberler
Zazaca Müziğe Adanmış Hayatlar: Metin ve Kemal Kahraman
“Zazaca’ya müzik için girdik, şarkı derlemek istiyorduk; başka bir derya denizle karşılaştık.Bize anlatılan dinler tarihi siyaset tarihidir. Bunların inanç öğretilerinin temel derdi olan mana ile hiçbir ilgisi yok.”
Metin-Kemal Kahraman kardeşler…
Onlar Zazaca müziğin yaşayan temsilcileri. 25 yılı aşkın bir süredir müzikle uğraşan Kahraman kardeşler, Zazaca’ya gönül veren birer kültür emekçisi. Yaptıkları albümlerin yanı sıra köy köy dolaşarak Zazaca tüm anlatıları, ağıtları, masalları, yaşam öykülerini binlerce saatlik kayda dönüştürmüşler. Bu kayıtları sözlü kültür kütüphanesine çevirmek ise ideallerindeki en büyük proje. Kemal Kahraman’la yaşam öykülerini, müzikal yolculuklarını ve gerçekleştirmek istedikleri projelerini konuştuk.
Biraz zamanınız varsa birlikte şöyle bir bakalım mı hikâyelerine?
Pülümür’de dünyaya gelip Erzincan’da büyüyen Metin- Kemal kardeşlerin müzikle aşinalığı her Alevi evinde mutlaka duvarda asılı duran bağlamayla başlar.
Bağlamayı ne zaman öğrendiklerini tam olarak bilmiyorlar. Ancak 16-17 yaşlarına geldiklerinde bağlama artık hayatlarında önemli bir yer işgal etmektedir. Bugün Zazacasözlü hafıza ile ilgili tüm detayları araştıran Kahraman kardeşlerin çocukluklarında etkin dil Türkçe’dir. Çünkü babaları onları Cumhuriyet resmiyetiyle yetiştirmeye çalışır.
“Biz annem sayesinde Zazaca biliyoruz. Abimler evliydi. Annem yengelerimle hep Zazaca konuşurdu. Babam bizimle hep Türkçe konuşurdu. Babam, evde hiç Türkçe bilmeyen annesine ‘senin yüzünden çocuklarım Zazaca konuşuyor’ diye Zazacayı yasaklamayı denemiş ama başaramamış. Aslında temelinde korku var; Dersim 38 gibi insan aklını zorlayan bir şiddete muhatap olmuşlar. Babam devlet memuruydu ve biz Erzincan’daydık. Dersim gibi değil; orada politize olmuş Sünniliğin, Türkçülüğün baskın bir tarafı var. Evde başka bir dil, okula gidiyorsun başka bir dil. Daha çocukluğundan itibaren ‘Alevi misin, Sünni misin’ gibi bir bölünmede taraf oluyorsun. ‘Müslüman mısın, kelime-i şahadet biliyor musun, gibi sorularla sınanıyorsun. Mahalle baskısı mı dersin ne dersen onu yaşıyorsun. Babam da çocuklarını korumak istiyor. Yoksa öyle Türkçülüğe hayran bir yapısı olduğundan falan değil. Koruma derdiyle yaklaşıyor. Çünkü 38’i görmüş, kaybetmiş, yenilmiş bir kuşak. Niye yenildik? Bu bize kaybettiriyor, çocuklar bugünün meşruiyet ortamında yabancı kalmasınlar gibi bir düşünceyle hareket ediyor. Çocukluğumuzda fazla konuşmasak da Zazacayı böyle öğrendik”
Metin, 80 darbesinde başladığı Erzincan Lisesi’nde okurken mahalledeki Dev Yol örgütlenmesi çalışmalarında yer aldığı için tutuklanır. Bir yıl cezaevinde kalır. 1983’te Kemal, İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü kazanır. Sosyal bilimlere, edebiyata ilgisi olan Kemal, bu bölümde hayal kırıklığı yaşar. Ortama ayak uyduramaz. Mehmet Kaplan, Mehmet Çavuşoğlu gibi Türkçülüğün ideologlarının hocalık ettiği bir bölümdür burası. Bir sömestre devam ettikten sonra bütün şevki kırılır. 80 darbesinden yeni çıkılmış, gerginliklerin devam ettiği bir ortamdır. Ve dersler tamamen ideolojik yaklaşımla oluşturulmuştur.
Okulu bırakıp yeniden sınava hazırlanır. ODTÜ Felsefe Bölümü’nü kazanır. Aynı yıl Metin de Marmara Basın Yayın Yüksek Okulu’na girer. Kemal Ankara’ya, Metin de İstanbul’a gider.
84-86 yılları arası öğrenci hareketlerinin ve dernekleşme çalışmalarının yeniden başladığı bir dönemdir. O dönem aktif olarak öğrenci hareketlerinin içindedirler. Devrimci Gençlik yapılanmasında müzisyen olarak yer alırlar. Eylemlerde, etkinliklerde çalıp söylerler.
Cezaevi süreci
Kemal, 1988’de Ankara’da Dev Genç’in organize ettiği Filistin’le dayanışma eylemine katılır. Ankara’da 80 sonrası yapılan ilk korsan eylemlerden biridir. Tüm öğrenci derneklerinden 60-70 kişilik bir grubun Sakarya Caddesi’nde yaptığı eylemden sonra polis neredeyse Ankara’da tanıdığı tüm solcu öğrencileri toplar. Dev Genç’ten 12 kişi tutuklanır. Bunların arasında Kemal de vardır. Amasya E Tipi Cezaevi’ne yollanır.
Metin ise Ali Dağlar ve Orhan Emek ile birlikte 1984’te Marmara Üniversitesi’nde Grup Yorum’u kurarak, müzikal çalışmalarına devam eder. Kemal tutuklanma sürecine kadar İstanbul’a geldiğinde onlara eşlik eder, öğrenci pikniklerinde, alternatif şenliklerde sahne alırlar.
“Öğrenciler arasında dernekler faaldi. Daha yeniydik ve çevreyi tam tanımıyorduk. Grupta herkes çalıp söylüyordu. Bir tiyatro grubu vardı, onların oyun müziğini yapmışlardı. Bu etkinliklerde tanınmaya başladı grup. Ben hiçbir zaman Grup Yorum’a dahil olmadım. Maltepe’de abimin evinde sabaha kadar Nazım, Ahmet Arif, Hasan Hüseyin, Ahmet Telli okurduk; besteleyecek şiirler öğrenmeye çalışırdık. Ağır ağır kendi bestelerimizi yapmaya başlamıştık.”
Derken Grup Yorum kendi içinde hızla gelişerek ilk albümü “Sıyrılıp Gelen’i çıkartır. Gruba Efkan Şeşen, Kemal Sahir, Gülbahar, Ayşegül Yordam, Serdar Keskin de dahil olmuştur. Haziran’da Ölmek Zor/Berivan, Türkülerle Grup Yorum, Cemo gibi bir döneme damgasını vuran albümleri çıkartırlar. Elbette baskılara da maruz kalırlar. Grup Yorum’un Mersin’de engellenen konserinin ardından Metin Kahraman tutuklanarak 7 ay cezaevinde yatar.
Kemal cezaevindeyken şarkı sözleri, besteler yapıp göndermeye devam eder. Üç yıl kaldığı cezaevinde müzikle olan bağını daha da yoğunlaştırır; metotlardan faydalanarak sistematik olarak bağlamasını geliştirmeye ve gitar öğrenmeye çalışır. Tahliyesine 2 ay kala 91 yılı bahar aylarında Özal affıyla özgürlüğüne kavuşur. Metin Grup Yorum’dan ayrılmıştır. Yorum’la yollarını ayırma sürecini Kemal şöyle anlatıyor.
“90’larda Kürt hareketinin gelişmesiyle birlikte bu konuya hassasiyet gösteriyorduk. Bu konularda yaptığımız bazı şarkılar ‘Henüz zamanı değil’ gibi gerekçelerle reddediliyordu. Grup Yorum’un kendi iç dinamiğiyle üretme sürecine müdahale edilmişti. Sadece kendisine verilen görevleri yerine getirecek bir yere oturtulmuştu. Şiir dosyaları veriliyor, alın besteleyin deniyordu. Beğenilmese bile cezaevinden gelen şarkılar grup dışında alınan kararlarla repertuara dahil ediliyordu. Soran, soruşturan, üreten halini yitirmiş, cevapları hazır bir kuruma dönüşmüştü. Zaten amaçlanan ve istenen de buydu. Biz ise üretmek istiyorduk. Soracak sorumuz, söyleyecek sözlerimiz vardı.”
Metin, Kemal’i cezaevinde ziyaret ettiğinde konuştukları tek şey müziktir. Zazaca müzik yapma tartışmaları da bu süreçte gerçekleşir. “Biz Zazaca da biliyoruz, neden Türkçe şarkılarımız yanında Zazaca şarkılar da yapmıyoruz? gibi sorularla kararımız netti. Benim açımdan Kürt hareketinin kazandırdığı en önemli şey 70 yıllık Cumhuriyet yalanlarını yeniden soruya dönüştürmemizi sağlamaktı. Ben kimim, biz kimiz sorusu yeniden bir meşruiyet kazandı. Bütün önyargılar, devletin, sistemin ürettiği, yarattığı politik kimlikler yeniden sorgulanabilir hale geldi. Kendimi müzikle var ediyorsam o zaman ben bu kimliğe, bu dile müziğimle yer açmalıyım gibi tartışmalarımız vardı.”
Kahramanlar ilk çalışmaları “Deniz Koydum Adını” albümünü 93’te çıkartırlar.
Hikâyelerin peşine düşmek
Hikâyelerinin arkasından gitmek isteyen Kemal’in cezaevinden çıktıktan sonra yaptığı ilk iş Metin’le birlikte 15 kişilik bir arkadaş grubuyla Pülümür’e gitmek olur. “Zazaca’yla ilgili hiçbir şeyi üniversitelerde, kitaplarda bulamıyorsun. Biz bunu çalışmak istiyorsak, kesinlikle bölgeye gitmeli, yakın çevremizden başlamak üzere kayıtlar yapmalıydık. İlk yaptığımız kayıtlardı. Baştaki ilgimiz söyleyebileceğimiz eski-yeni şarkılar bulmak, derleme yapmaktı. Müzik eksenli bir yaklaşımla başladı. Derlemelerden birini ilk albümde kullandık. İstanbul’a gelip kayıtlara katıldım.”
Derin bir sözlü hafızayla karşılaşırlar
Ardından 95’te Renklerde Yaşamak adlı albüm raflardaki yerini alır. Bu arada derleme sürecini epeyce ilerletirler. Zamanla sadece şarkılara değil Zazaca üzerinden aktarılan her şeye yoğunlaşmanın zorunluluğunu görürler; hayat hikâyeleri, tanıklıklar, masallar, efsaneler, dualar bütün sözlü hafıza ilgi alanlarına girer.
“Biz gidip şarkılar soruyorduk ama insanlar bize hayat hikâyelerini, 38 tanıklıklarını anlatıyorlardı. 90’ların başında derlemelere başladığımızda herkes bize ağıt söylüyordu; sanki hiç eğlenceleri, düğünleri, aşkları yokmuş gibi. Siz düğünde ne söylerdiniz? deyince bir düşünmeleri gerekiyordu, bunu ayrıca sormak gerekiyordu. Sözlü literatürde en canlı, en yaşayan örnekler ağıtlardan oluşuyordu. Müzik hafızası ağıtlardı. 38 yıkımının sonrasında sözlü hafıza ağıtlarla kaplanmış gibiydi. Nasıl dua ediyordunuz, cemde ne çalıp söylerdiniz, beyitleriniz, deyişleriniz yok muydu diye sormak gerekiyordu. Zazaca şarkı sorunca ağıtlar akla geliyordu. Bu ağıt ne diyor diye sorunca başlıyor bir hikâye anlatmaya. Tüm o süreçlerde bizim için dilin artık yok olduğunu, kayıt altına alınması gerektiğini farkındaydık. Kendi kuşağımıza baktığımızda anneyle çocuğu arasında kültürel temsil anlamında ne kadar derin bir uçurum olduğunu görüyorduk.Yani aslında Cumhuriyet çocuğu olduğumuzu gördük. Kendimizi tanıyoruz, sorular soruyoruz, anlamaya çalışıyoruz.”
Almanya’ya iltica
Kemal ODTÜ’nün Almanya’daki kardeş okulu olan Darmstadt Teknik Üniversitesi’nde okumak için turist vizesiyle Almanya’ya gider.
“Bütün bu sosyal ortamdan çıkmak istiyordum. Ben kimim sorusuna bu sosyal rtamın bütün baskıcı atmosferinden uzak bir yerde yanıt aramaktı amacım. 7-8 ay uğraşıp okula kayıt yaptım, dil kursuna başladım. Pasaportum 1 yıllıktı. Öğrenci vizesi aldım. Bana öğrenci vizesi verdiler. Fakat Frankfurt Türk Konsolosluğu benim öğrenciliğimi tanımadı. Tamamen siyasi sebeplerden, hiçbir gerekçe gösterilmeden reddedildi. Dolayısıyla pasaportumu uzatmadılar ve legal durumum illegal duruma dönüştü; iltica ettim. Doğrusu oraya okumak için gitmemiştim; okul süreci benim için bitmişti; kendi dilimi, kültürümü çalışmak istiyordum ve bunun için tek başvuracağımız yer yaşlılarımızdı; öğretmenimiz, profesörümüz dilimizin, kültürümüzün en sağlam taşıyıcıları onlardı ve biz de onlara öğrenci olmak istiyorduk. Yoksa üniversite iltica etmeden kalmanın bir imkânı olarak fonksiyonel olacaktı. ”
“Almanya’daki ilk 10 yılım Türkiye okullarında öğrendiğim yalanları unutmak ve kendimde yıkmak için çalışmakla geçti” diyen Kemal Kahraman, “Meselâ yıllarca babamın kuşağından Seyit Süleyman Şahin’e bir Türk aydını gibi bakmışım. Şu anda alevilikle ilgili tüm tartışmalarımda en önemli referansımızdır. İnsan kendi görmediğini yok sayar. Dilin, kültürün, inancın sınırlarını kendi bildiğiniz kadar sanıyorsunuz. Bu bir aydın hastalığı. Kürt aydınlarında da çok görüyorum. Yani kendi dilinin imkânlarını tespit etmeden eksikliğini tespit etme hevesi. Kürtçenin kriteri sen misin, Mardin’in köylerine gittin mi ki eksikliğini tespit ediyorsun? Hakkari’nin dağlarında derleme yaptın mı, şu köyde bu kavram nasıl kullanılıyor, ne var ne yok baktın mı? ‘Her şeyi ben bilirim, düzeltmem lazım, eksiği tamamlamam lazım.’ gibi bir aydın hastalığı. Şu anda bütün kurumlarımız ister Dersimlilik adına, ister Kürtlük adına, ister Alevilik adına olsun bütün kurumlarımız kemalist kurumların birer şubesi gibi çalışıyor. Ve bugün en büyük yıkım tahribat şu anda bizim kurumlarımız üzerinden yürüyor.
“Zazaca’ya müzik için girdik, şarkı derlemek istiyorduk; başka bir derya denizle karşılaştık.Bize anlatılan dinler tarihi siyaset tarihidir. Bunların inanç öğretilerinin temel derdi olan mana ile hiçbir ilgisi yok. Eğer Alevilik gibi sözlü bir hafıza ile aktarılmış gelenek üzerinden bakarsak bütün dinler tarihi yeniden tartışılmak zorundadır.”
95’te çıkarttıkları Renklerde Yaşamak albümünün ardından 96’da Yaşlılar Dersim Türküleri Söylüyor albümünü yayınlarlar. Bu bir dokümanter temsil çalışmasıdır.
“Bizim dışımızda da bu dili konuşanlar var. Tek değiliz. Bu dilde türküler söyleyen yaşlılarımız var, tüm bunları göstermek istedik. Bizden önceki kuşağın temsilini öne çıkartabilmek amacıyla yaptık. Özellikle Dersimli gençler üzerinde en fazla etki yaratmış çalışmalarımızdan biridir.”
Sancılı sürecin ürünü Ferfecir
Ve 99’da uzun bir süreç içerisinde olgunlaşmış Ferfecir albümü. Her biri üç-beş yıllık eserlerdi. Ve süreç içinde olgunlaşmış bir çalışmaydı. Parçaların sıralamaları bile ev çalışmalarında olgunlaşmıştı.
“99 çok sancılı bir süreçti bildiğiniz gibi ve bütün o sürecin sancısı o albümde toplandı. Yani yaptığınız şeyi dönem de etkiliyor. Eserinizin belki somut olarak o gün olanla direkt bir ilgisi yok ama yorumunuzda o günün ruh hali etkili oluyor.
“Diğer yandan yıllar içerisinde artık Dersim dili, kültürü ile ilgili de yapılması gereken işler anlamında ciddi sorumluluklar netleşiyordu; dili, kültürü temsil edecek, gençlerle buluşturacak çalışmalar yapmamız gerekiyordu. Belli başlıklar somutlaşmıştı; Dersim dini müziği, inanç-ibadet literatürü, düğün müzikleri, aşk türküleri, politik ağıtlar, aşiret kavgalarına ilişkin ağıtlar, masallar vs. gibi kategoriler şekillenmişti kafamızda. Bunları hem dokümanter çalışmalarla hem de icra ederek temsil etmek “görevi” diyelim olgunlaşmıştı.”
Sözlü Kültür Kütüphanesi
Kesintisiz bir biçimde sürekli kayıt yapmaya devam ederler. Yaşlılarla her konuda görüşmeler yaparlar. “Mümkün olduğunca kim ne anlatırsa onu kaydetmek lazımdı. Hiçbir şey anlatamıyorsa hayat hikâyesini anlatsın. Yeter ki bize o dilde konuşsun; masallar anlatsın, şarkılar söylesin, dua etsin.”
Yaptıkları bu kayıtları Sözlü Kültür Kütüphanesi kurmak için projelendirirler. Bütün hafızayı kütüphanedeki gibi kategorilere bölerek, isimler ve temalar üzerinden aranabilir şekilde dijital ortama aktararak bir kurum yaratıp ortaya koymak en büyük hedefleri. İşe Pülümür’de kendi köylerinden başlamak isterler. Köylülerle buluşup konuşurlar, yer bulup okulu tahsis ederler. Ancak OHAL süreciyle birlikte koşullar değişince şimdilik durmak zorunda kalırlar. “Ama bu bizim en büyük projemiz; nihai hedefimiz. Bu fikirden Dersimle ilgili hemen hemen bütün kurumlara, önemli şahıslara son 10 yılda hep söz ettik; galiba tam anlatamadık. Ama eninde sonunda bunu gerçekleştireceğiz. Belki de Almanya’da olur, bilemiyorum. Elimizde 3-4 bin saatlik kayıtlar var; bu tabii ki bir dilin sözlü hafızasından söz edildiğinde devede kulaktır ama 25 yıllık kişisel çalışmayla gerçekleştirebildiğimiz de budur. Bunu sözlü kültür kütüphanesi olarak kurabilirsek belki başka arkadaşlarımız da dahil olurlar. Bundan sonra da albümler, kitaplar çıkartacağız ama bizim nihai projemiz bütün bu elimizdeki arşivi bir sözlü kültür kütüphanesine dönüştürmektir. Bunun imkân ve yollarını araştırıyoruz.”
Ferfecir’den sonra Zeynel Kahraman’la düğün müzisyeni torunlarını Berlin’e çağırırlar. Konserlerin yanı sıra stüdyo kaydı yaparlar. “Çünkü Zeynel Kahraman özel bir yorumcuydu. Sazı çok güçlüydü. Virtüöz derecesinde. Sağlam bir repertuarı vardı. Ona 2000’de albüm yaptık.” Eşzamanlı olarak henüz o zamanlar pek tanınmasa da Aynur Doğan’ın da solist olarak yer aldığı Sürela albümünü yaparlar.Ve 2002’de yine kendi şarkılarını yorumladıkları Meyman’ı çıkartırlar.
2006’da hazırlık aşaması 4 yıl süren Çeverê Hazaru (Binler Kapısı) adlı albüm 100 sayfalık bir kitapçıkla yayınlanır. Aleviliği tartıştıkları adeta bir doktora çalışması gibi tanımlıyor Kahraman bu albüm /kitap çalışmasını. “10 yıldır şunu söylüyorum. Yıllardır Alevilikle ilgili araştırmalar yapılıyor. Fuat Köprülü, Abdülbaki Gölpınarlı, Ahmet Yaşar Ocak, Reha Çamuroğlu hepsi birbirini okuyarak yazar; en fazlası birçoklarının baktığı sınırlı yazılı belgeyi bir kere daha okuyarak yazarlar. Hiçbiri Aleviler içinde bir alan çalışması yapmamıştır, hiçbiri Alevi’nin söylediğinin, icra ettiğinin sistematik bir mana bütünlüğü taşıyıp taşımadığını sormaya gerek bile duymaz. Hepsi de Aleviliği eklektik, senkretik, heterodoks bir kültürlenme yığını olarak tanımlar. Hiçkimse Aleviliğin bir günlük, bir haftalık, bir aylık, bir yıllık ibadeti nedir, nasıl bir ritüel sistematiği vardır ve bunun bir manası var mı dır; varsa nedir; teolojik olarak anlatılanla pratik olarak uygulanan arasında bir tutarlılık var mıdır? Bunları araştırmıyor, dahası araştırmaya değer görmüyor; çünkü zaten her şeyi biliyor; öyle düşünüyor. Bütün bu akademik literatüre baktığımızda bugün Aleviliğin ne olduğunu söylemeden önce ne olmadığını söylemek zorunda kalıyoruz. Alevilik nedir, diye soranlara ben “Her şeyden önce eklektik, senkretik, heteredoks bir kültürlenme yığını değildir.” diyorum. Alevilik kendini hangi kavramlarla, nasıl anlatılıyorsa ve o kavramlara ne anlam yüklüyorsa ilk önce öyle kabul edip bakmak zorundayız; aydın kompleksinden kurtulmalıyız. Herkese onlara rağmen bir tarih yazmaya çalışmak ne büyük bir yıkım. Alevi, “Ali ay’dır, gün Muhammed” diyorsa sen de ilk önce onun söylediğinden bakacaksın. En azından neden böyle söylüyor diye soracaksın. Aydın olmak, uzman olmak adına Alevi’ye İslam Ansiklopedisinin yazdığı Ali-Muhammed’i hatırlatmayacaksın.
“Kısacası bu çalışma sürecinde gördük ki Alevilik öğretisi ne bir kavramını çıkarıp atabileceğiniz ne de yeni bir kavram sokabileceğiniz bir keyfiyet alanı tanıyor. Kavramlarıyla, kurgusuyla mükemmel bir mana sistemidir.” Bütün bunlar sözlü hafıza çalışmalarının öğrettikleridir.
Ve Şahmaran
Tüm bu birikim 2010’da Saê Moru (Şahmaran) ile taçlanır. Kahraman kardeşler sözlü hafıza çalışmalarından hareketle bu albümü çıkartırlar. Şahmaran’ın ilk yazılı metin olan Gılgameş ile ilişkisini ise Kemal Kahraman şöyle anlatıyor: “Şahmaran masalının Gılgameş’le ilişkisini masalla ilgilenen herkes hemen fark eder. Gılgameş yazının en eski metnidir. Bu en eski yazılı metnin anlaşılmasında Şahmaran bir referanstır. Gılgameş Şahmaran’ın belli bir tarihsel dönemde belli bir tarihsel kişiliğe uyarlanmış halidir. Yani bana göre Şahmaran masalı Gılgameş’ten eskidir. Herkes sözün hafızasını yazının hafızası üzerinden anladı; modernite bizden yazıyı kutsamamızı istedi. Oysa yazı tarihteki en güçlü manipülasyon enstrümanıdır ve söz’ün hafızası yazının hafızadan daha durudur ve daha derin bir geçmişi söyler. Tarihte siyasetin ve yalanın en büyük, en güçlü enstrümanı yazıdır. Siyaset tercihiyle yazılan şey devlet gücüyle her tarafa egemen kılınmaya çalışılmıştır. Söylendiğinin aksine ‘söz uçar yazı kalır’ diyorlar ya, ben de diyorum ki bırakın söz uçsun. Uçan söz, konduğu yere manayı taşır. Söz nereye konarsa mana oradadır. Mananın sabitleyicisi sözdür, dildir. Bazen Zazaca, Kürtçe bilen müzisyenlere, şairlere soruyorlar neden sadece Türkçe söylüyorsun, Türkçe yazıyorsun bir tane de Zazaca, Kürtçe söyle diye. Klasik cevap, benim hangi dilde söylediğim değil, ne söylediğim önemli.” oluyor.Oysa dilin kendisi düşüncedir. Dil düşünceyi aktaran bir enstrüman değil, düşüncenin kendisidir. Çünkü sen dilin sana sunduğu kavramlarla düşünüyorsun ve her bir kavram bir fikir ürünüdür, bir düşünülmüşlüğe dayanır.”
“Tekrar etmek gerekirse bütün bunlar sözlü kültür çalışmalarının, alan araştırmalarının öğrettikleridir. Bu topraklarda yerin üstü de en az yerin altı kadar zengindir ve en büyük yıkım; devlet de dahil güya bu dilleri, kültürleri kurtarmak amacıyla kurulmuş kurumlar ve bu kurumların yetiştirdiği aydınlar eliyle gerçekleşiyor; bir kendine körlük hala her yerde en büyük değer sayılıyor.
Son çalışma: Politik Ağıtlar
Kahraman kardeşler 6 yıldır ağıtlar albümüyle uğraşıyorlar. Devletle olan çatışmalarda ya da devletlerarası savaşlarda yaşamını yitiren Dersimliler üzerine yakılmış ağıtların şahitliğinde bir yakın tarih okuması.90’lı yıllarda Sozdar adıyla tanıdığımız Maviş Güneşer albümde solist olarak öne çıkıyor. Meyman albümünden itibaren Metin-Kemal çalışmalarında yer alan Maviş Güneşer bu çalışmada 8 ağıt yorumluyor.
“Üç-dört yıldır hazır albümümüz. Ama hala kitapla uğraşıyorum. I. Dünya Savaşı döneminden başlıyoruz; Çanakkale, Yemen, Ermeni Kırımı, Osmanlı- Rus Harbi gibi cephelere şahitlik eden ağıtları icra ediyoruz. 1926 Aliboğazı Harekâtı, 1937-38 Dersim katliamı, 1950 Kore Harbi, 1970-80 sol mücadele yılları, 80’den bugüne Kürt mücadelesi içinde yaşamını yitirenler için yakılan ağıtları bir kronoloji içinde okuyoruz. Yani son 100 yıllık politik süreci ağıtlar üzerinden takip ediyoruz, ağıtların aktardığı bilgi üzerinden okumaya çalışıyoruz. Böyle bir kronolojimiz var. Çünkü sözlü gelenekte ağıtlar sadece bir acıyı söylemek için değildir. Aynı zamanda tarihe kayıt düşmek için söylenir. Sözlü hafızanın da kendince bir tarih kayıt düşme yöntemi vardır ve ağıtlar bunun en önemli imkânlarından biridir.”
“Bu çalışmadan sonra kendi yeni şarkılarımızı albümleştireceğiz. Düğün müzikleri, halaylar var. Dersim İbadet Takvimi ve Uygulamaları diye bir kitap çalışmam var.”
Kahraman kardeşler çalışmalarına heyecanlarını yitirmeden devam ediyor. Yurtiçi ve yurtdışı konserleri devam ederken 6 Nisan’da Diyarbakır’da ve 7 Nisan’da Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde konser verecekler. Tele vuran ellerinin dert görmemesi dileğiyle.
Bircan Değirmenci- Bianet