Haberler
Kabuğunu Kıran Alevi Sancısı
Suriye’de kriz yaşanırken devletin Alevi halkının çığlıklarını duymazlıktan gelmesi, jandarmanın köylerde ‘Hırsızlık ve diğer olaylara karşı kendinizi koruyun’ tarzındaki uyarıları, Alevilerin devletle ilişkilerini tekrar sorgulamalarına neden oldu.
Fehim Taştekin
Adı Ahmet, 80 yaşında. Arap ve Alevi. Hatay’da yaşıyor. Eskiden kamyon şoförlüğü yaparmış. Hikâyesi, Türkiye-Suriye sınırı çizilirken bir elma gibi ikiye bölünmüş ailelerin hikâyesinden farklı değil: “Dedem Yusuf ve kardeşi Şahin, Osmanlı saflarında savaşmak üzere Yemen cephesine gönderilmiş. İkisi de birbirinden habersiz cepheden firar etmiş. Yusuf dedem yaralı olarak kaçmış. İki kardeş Suriye’de tesadüfen karşılaşmış. Şahin dede, yaralı ağabeyini sırtında Antakya’ya geri getirmek istemiş. Yusuf dedem ise kardeşine ‘Sen git, kurtar kendini. Ben daha fazla yaşamayabilirim’ demiş. Şahin dede kardeşini geride bıraktığı için yıllarca vicdan azabı çekmiş. Son nefesinde de ağabeyi Yusuf’un ismini sayıklamış. Yıllar sonra Suriye’den köye bir adam geldi, ‘Benim burada Haddur ailesinden akrabalarım var. Onları bulmaya geldim’ dedi. Yusuf’un oğlu olduğunu söyledi. Gittikten sonra bir daha iletişim kurulamadı.”
Ahmet’in torunu, “Lütfen soyadımızı yazmayın. Kaide, Antakya’da dolaşıyor, kritik bir durum. Aile olarak hedef tahtasına oturtulmak istemiyoruz” diye ekledi.
Suriye’deki krizi, 1939’da referandumla Türkiye’ye katılmış olan Hatay’ın Suriye ile bağlarını canlandırdı. Suriye’de kayıplar yaşandıkça sınırda bölünmüş aileler birbirini arar hale geldi. Suriye’deki ateş sadece Hatay’ın merkez ilçesi Antakya ile Samandağ ilçesindeki Alevilerin değil, Hatay’ın bir diğer ilçesi Reyhanlı’daki Sünnilerin ya da sınır boyunca Kilis ve Akçakale’deki Sünni Araplar veya doğuya doğru Mürşitpınar, Ceylanpınar ve Nusaybin’deki Kürtlerin de yüreğini yakar hale geldi.
Maan’daki katliamın yası
9 Şubat’ta Hama’nın Alevi köyü Maan’da Kaide ve İslami Cephe’ye bağlı grupların yaptığı katliam Hatay’daki Alevilerin yüreğini yakan son saldırı oldu. Al Monitor’a bilgi veren Şam’dan bir kaynağa göre Maan’da sadece Haddur ailesinden 32 kişi katledildi. Soran ve Merek’ten gelen ‘cihatçıların’ öldürdüğü insanların çoğu kadın ve çocuk, kalanlarsa köyün ‘Halk Savunma Birlikleri’ne mensup gençlerinden oluşuyordu. Maan’da ölenlerin akrabaları Mahrusi kasabası ile Humus’un merkezinde taziye çadırları kurdu. Londra merkezli İnsan Hakları Gözlemevi, Maan’da öldürülen 40 kişinin yarısının sivil, yarısının milis olduğunu açıklarken Suriye devlet televizyonu kurbanların 61-62 kişi olduğunu kaydetti.
Samandağ’a bağlı Hancağız köyünün çoğunluğu Haddurlardan oluşuyor. Ama bu insanlar Suriye’de mezhebi saiklerle savaşan fanatik örgütlere hedef olabilecekleri korkusuyla akrabalık bağlarını dillendirmekten, hatta acılarını açığa vurmaktan kaçınıyor. Geçen sene Human Rights Watch’ın raporuna da yansıyan Lazkiye’de katliamlarla tetiklenen Aleviler, Maan için de hem Hatay hem de Mersin ve İstanbul gibi diğer kentlerde düzenlenen gösterilerle tepkilerini gösterdiler.
Tepkisel süreç
Farklı din, mezhep ve ırkların birlikte ortak medeniyeti paylaştığı barış ve kardeşlik şehrinin dokusu her katliam haberiyle biraz daha örseleniyor. Hala Sünni ile Alevi, Müslüman ile Hıristiyan birbirinin yüzüne gülümseyerek baksa da ‘güvercin tedirginliği’ ile oturanların sayısı artıyor. Sonuçta Hatay, özellikle merkez ilçe Antakya sahip olduğu mozaikle Suriye’nin izdüşümü sayılır. Suriye’deki sancıların burada karşılık bulması gayet anlaşılır bir durum.
Sınırdaki olayları çok yakından takip eden ve izlenimlerini zaman zaman internet ortamında yayımlayan Antakyalı üniversite öğrencisi Hasan Sivri, iç savaşın bölgedeki Arap Alevilerinde yarattığı etkiyi Al-Monitor’a şu cümlelerle aktardı: “Türkiye hükümetinin ‘mezhepçi’ dış politikası, Arap Alevilerinde var olan hassasiyetleri daha da arttırdı. Hatay sınırları içerisindeki askeri kamplardan Alevileri tehdit eden Suriyeli muhaliflerin videoları dolaştı. Sokak ortasında ‘Sıra size gelecek’ yönündeki tehdit söylentileri halkın arasında hızlıca yayıldı. Radikal muhaliflerin serbestçe dolaşmasına izin verilmesi halktaki ‘Sıra bize gelecek’ algısını güçlendirdi. Sokaklarda rastladığımız militanları başka bir gün Suriye’de çekilmiş Alevileri ve diğer azınlıkları hedef alan videoda görüyorduk. Bunlar tepkilerin büyümesine neden oldu.”
Hataylı işadamı ve siyasetçi Mehmet Süt de Suriye krizinin Suriye ile akrabalık ilişkilerini ve mezhepsel bağları uyandırdığını düşünüyor. Al-Monitor’a konuşan Süt, “Savaştan önce burada kimsenin mezhepsel ve dinsel kimliği öne çıkmıyordu. Kimse Alevilikle ilgilenmiyordu. Suriye’de de ‘Alevi ya da Sünni misin’ diye sorulduğunda insanlar ‘Suriyelim’ derdi. Keşke Türkiye’de de bu soruya ‘Türkiyeliyim’ yanıtını verebilsek. Savaş mezhebi duyguları uyandırdı. Eski dostlarımın çoğu Sünni ama artık ‘Ne kadar güvenebiliriz’ diye sormaya başladık. Asla münakaşa etmiyoruz, buradaki Sünniler uygardır. Sonuçta başbakanın sözleri Sünnilerde de tepki uyandırdı. Birileri çok kirli bir savaşa girişti. Etnik ve mezhepsel çatışma çıkarmak istediler. Ama buradaki insanların sağduyusuyla bu gerilimi atlattık. Reyhanlı saldırısında faillerin Alevi seçilmesi tesadüf değildir. Bu bir komplodur. Biz bunu Sünniler ve Aleviler olarak şiddetle kınadık.”
Suriye krizinin zamanla nitelik değiştirmesi kamplaşmaların sokaklara yansımasını önledi. Sivri’nin tespitiyle “Suriye krizi, Arap-Türk ve Alevi-Sünni komşulukları en başta etkiledi ama sokaklarda gezen Kaide ile bağlantılı militanlar, 11 Mayıs 2013’te Reyhanlı’da 52 kişinin öldüğü bombalı saldırı ve ekonomik kriz Türklerin de bakışını değiştirdi.”
Esad lehine değişen hava
Hatay’ın yüzyıllara dayanan birlikte yaşam kültürü sayesinde gerilimler mezhepsel çatışmaya dönüşmese de algılar kaçınılmaz olarak değişiyor. Esasen Türkiye’nin ‘açık sınır’ politikasıyla muhaliflere desteği sürdürmesi hatta Türkiye ile bağlantılı grupların Lazkiye bölgesinde Alevi köylerini hedef alması iki etki yarattı: Türk devletiyle sağlanmış olan bütünleşmenin ne kadar gerçek olduğu, bazı kesimlerde sorgulanır hale geldi. İkincisi Beşar Esad’ın kaderini kendi kaderi sayan Suriye’deki Alevilerdeki gibi buradaki Aleviler arasında da rejimi savunma ya da ‘mazur görme’ eğilimi arttı. Ağustos 2012’de Yeşilpınar’da Barışa Çığlık sloganıyla düzenlenen Kültür ve Sanat Festivali’nde Esad lehine atılan sloganlar düne kadar Suriye rejimiyle kendilerini hiçbir şekilde özdeşleştirmeyen insanlardaki yeni savrulmaya işaret ediyordu.
Arap Alevileri Suriye’deki gidişata ilk ciddi tepkiyi 1 Eylül 2012’de Dünya Barış Günü’ndeki gösteriyle koydu. Ne var ki bu tepki hükümet yanlısı medyada “Antakya’da Baas’la ittifak” başlıklarıyla duyuruldu. Bu yaklaşım hükümetin Suriye politikasını destekleyen kesimlerde Alevilere karşı önyargıları kışkırttı. Yine Antakya’da 16 Eylül 2012’de barış çağrısı yapan miting ise polisin şiddetli müdahalesiyle bastırılmıştı. Benzer manzaralar bir yıl sonraki Dünya Barış Günü’nde de yaşandı.
Gezi’nin etkileri
Geçen yıl Gezi Parkı eylemlerine destek için Antakya’da neredeyse her gece düzenlenen gösterilerde Arapça sloganlar ve Suriye bayrakları dikkat çekmişti. Tepkilerin odak noktası da hükümetin mezhepçi yaklaşımı ve özellikle de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kışkırtıcı açıklamalarıydı. Gezi olayları sırasında ölen 5 göstericinin de Alevi, bunlardan da üçünün Antakyalı olması Suriye kriziyle başlayan kırılmayı daha da belirgin hale getirdi.
Beri tarafta Suriye’de Halk Savunma Birlikleri’ne Antakyalı Alevilerin de katıldığına dair haberler Sünni kesimlerdeki karşıtlığı kamçıladı. Mehmet Süt’e göre savaşa katılanların 20-30 yıl önce sol örgütlerle bağlantıları nedeniyle Türkiye’yi terk edip Suriye’ye yerleşmiş Alevilerden oluşuyor: “Onları Antakya’dan gidenler olarak değerlendirmek yanlış.”
Arap ve Alevi kimliğine uyanış
Çoğu insanın dillendirmekten kaçındığı Alevilerin iç dünyasındaki kavrulmayı Hasan Sivri, Al-Monitor’a şöyle anlattı: “Suriye’de kriz yaşanırken devletin Alevi halkının çığlıklarını duymazlıktan gelmesi, jandarmanın köylerde ‘Hırsızlık ve diğer olaylara karşı kendinizi koruyun’ tarzındaki uyarıları, Alevilerin devletle ilişkilerini tekrar sorgulamalarına neden oldu. Asimile olmaya yüz tutmuş Arap Aleviler ‘Biz Türk müyüz Arap mıyız’ diye sormaya başladı. Özellikle şehir dışında yaşayan Arap öğrencilerde bunu görebilirsiniz. 80 yıldır unutturulmaya çalışılan kültürümüzü sahiplenmeye, en önemlisi anadilimiz olan Arapçaya sarılmaya başladık. Şehir dışında bulunduğumuz illerde Arapça pankartlarla eylemlere çıkmaya başladık, İstanbul’daki arkadaşlar Arapça tiyatro etkinlikleri düzenledi. Arapça kurslarına katılım ve tarihimizi sorgulamaya yönelik çalışmalar arttı. Bu süreçte Arap Hıristiyanların da bizimle birebir aynı şeyleri hissettiklerini ve yaşadıklarını gördük. Onların da sınır ötesinde akrabaları var, onlar da inançlarından dolayı katlediliyor.”
Son söz, CHP Hatay Milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu’nun: “Ölüm haberi hangi taraftan gelirse gelsin üzülüyoruz, katliam hangi taraftan gelirse gelsin kınıyoruz. Bir an önce akan kanın durmasını ve barışın sağlanmasını istiyoruz.”
Al-monitor