Haberler
20 Soruda Tansu Çiller Türkiye’sinin Karanlığında İşlenen O Cinayetler
Tansu Çiller Türkiye’sinin karanlığında Kürt siyasetçi, hukukçu ve işadamlarını hedef alan cinayet zincirinin üzerinden geçen 20 yılda ortaya çıkan “deliller”e rağmen hâlâ hakkında hüküm tesis edilmiş tek fail bile bulunmuyor.
Aradan geçen 20 yılda bebekleri doğdu, çocukları büyüdü, büyükleri yaşlandı, yaşlıları öldü…
Tansu Çiller Türkiye’sinin karanlığında Kürt siyasetçi, hukukçu ve işadamlarını hedef alan cinayet zincirinin üzerinden geçen 20 yılda ortaya çıkan “deliller”e rağmen hâlâ hakkında hüküm tesis edilmiş tek fail bile bulunmuyor.
Görünmek isteyen, kendisini adeta ilan eden gerçeklerin yıllarca devlet katında örtbas edilmesiyle hesabı taammüden sorulmamış bir cinayet zinciri karşısındayız. Öyle bir cinayet zinciri ki, gerçeklerin ortaya çıkması, davanın ardında bir devlet iradesinin varlığını değil, aksine yıllardır gerçeği örtbas eden, yalanlarla çarpıtan devletin dava mahallinden uzaklaştırılmasını gerektiriyor!
1990’ların ilk yarısındaki cinayetlerin zamanaşımı süresi dolmak üzereyken açılmış davasının ikinci duruşması bugün Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılacak.
Bu dava, sadece yakınları katledilenlerin acısına çok gecikmiş de olsa “adalet” ile hürmet gösterme faslında önem taşımıyor. Bu elbette kıymetli. Ancak bu dava, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, vatandaşlarına olan en büyük adalet borçlarından birini de bu devleti yönetenlerin, bu devletin yargısının karşısına koyuyor. Şırnak’ta (Kuşkonar ve Koçağılı köyleri) katlettiği 38 vatandaşına ilişkin adalet arayışını yıllarca ısrar edilen yalanlarla Strasbourg’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne sürgün eden, Roboski katliamına ilişkin adalet umudunu da siyasetle kol kola aynı rotaya sokan bu devlet, Çiller Türkiye’si cinayetleriyle bir kez daha sınavda. Bakalım, “Türk Milleti adına” ifadesiyle başlayacak mahkemenin kararı millet adına mı olacak, yoksa devlet adına mı?
Öylesine yapılmış, sözün şehvetine kapılmış bir millet-devlet ayrıştırması değil söz ettiğim. Onca organize örtbas etme çabasına rağmen, “millete zulmettik” diyerek ortalığa saçılmış bazı devlet görevlilerinin itirafları üzerine nihayet açılmış bir dava karşısındayız. Bu davaya giden sürecin nasıl başladığını, yıllardır kendilerini ilan eden gerçeklerin nasıl görmezden gelindiğini ve o yıllarda Türkiye’nin hâllerini soru ve cevaplarla hatırlamaya çalışalım. Sabrınızı zorlayacak, çok zorlayacak uzunlukta bir yazıyı göze alarak, hesabı sorulmamış o Türkiye’yi hatırlamak için filmi biraz geri saralım.
Çiller’in Başbakanlık’taki evrimi
1- 1990 cinayetleriyle ilgili olarak, yargı önünde olmasa da kamuoyunda ağır iddialara muhatap olan Tansu Çiller, suçlandığı olayların rotasına nasıl girdi?
Tansu Çiller, 20 Ekim 1991 genel seçimlerinden sonra DYP-SHP koalisyonuyla kurulan hükümetin Başbakanı olan Süleyman Demirel‘in, Turgut Özal‘ın 17 Nisan 1993’te beklenmeyen ölümü üzerine Çankaya’ya çıkmasının ardından Başbakan oldu. Böylece Çiller, siyasete girdikten sonraki iki yıl içinde önce Hazine’den sorumlu Devlet Bakanı, ardından da DYP Genel Başkanı seçilerek Başbakan oldu. Başbakanlığının ilk günlerinde Kürt sorununun çözümü için, Avrupa Konseyi toplantısı için 10 Ekim 1993’te gittiği Viyana’da “BASK modeli”ni telaffuz ederek geleneksel ezber dışına çıkan Çiller, daha sonra tam aksi yönde seyreden bir rotaya yöneldi.
2- Çiller’in rotasını değiştiren ne oldu?
Birbirini tamamlayan üç ana neden öne sürülebilir. Birincisi; “özerklik” bildirimi de yapan BASK modelinin Türkiye için telaffuz edilmesinden rahatsız olan devlet seçkinleri ve birlikte hareket ettiği siyasi kuvvetler Çiller’in söylemine set çekti.
İkincisi; ideolojik arka plan. Tansu Çiller’in daha sonra konuşmalarına yansıyan aşırı milliyetçi ve devletçi söyleminin ortaya koyduğu ideolojik mensubiyeti, Çiller’in şahin cepheyle buluşmasının “esas”, BASK modeliyle ifade ettiği çözüm arayışının ise daha sonra tövbe edilmiş bir dil sürçmesi olduğu fikrini veriyor.
Nihayet, Çiller’in bu cepheye süratle ikna olmak ve itaat etmek için tartışılan kuşkulu serveti de üçüncü neden olarak ileri sürülebilir. Tek ciddi kitabı ve makalesi bilinmeyen Boğaziçi’li iktisat profesörü Çiller, siyasete girdikten sonra ABD’de de bir servete sahip olduğu haberlerini yalanladı. Ancak erken yaşta kaybettiğimiz Turan Yavuz, Umur Talu yönetimindeki o yılların Milliyet’inde Çiller’in inkâr ettiği serveti, otel ve alışveriş merkezlerinin fotoğrafları ve resmi kayıtlar eşliğinde ortaya çıkardı.
Çiller başbakanlığının son günlerinde çektiğini inkâr ettiği 500 milyarlık örtülü ödenek parasını, belgesi ortaya çıkınca durumu“Açıklarsam savaş çıkar, dünya birbirine girer” sözleriyle açıklamaya çalışacaktı. Büyük servetini dayandırdığı holdinginin (Marsan) yıllarca tek kuruş vergi ödemediği kanıtlanan, inkâr ettiği ABD’deki serveti ortaya çıkınca seçim öncesinde “Şehit Anaları Vakfı’na bağışlayacağı” sözünü verip, seçim sonrasında bu sözü unutan Çiller’in eşinin durumu da tartışmalıydı. İstanbul Bankası Özer Uçuran Çiller‘in genel müdürlüğünü de kapsayan süreçte içi boşaltılarak batırılacak, ikisi de varlıklı ailelerden gelmeyen Çiller çifti bir süre sonra, halen ikamet ettikleri Yeniköy’deki yalılarına yerleşecekti. Özer Uçuran Çiller, servetinin kaynağının sorgulandığı TBMM’de “Kayınvalidemin çıkınında bulduk” diyebilecekti!
Şırnak katliamı yalanları
3- Çiller’in Başbakan olarak “yönettiği” Türkiye’de neler oluyordu?
Sivas (2 Temmuz) ve Başbağlar (6 Temmuz) katliamları, ilk kez 25 Haziran 1993’te Başbakan olan Çiller’in, hükümetin başına geçmesini izleyen iki hafta içinde yaşandı. SHP (CHP) koalisyonlarıyla kurulmuş olduklarını not ederek “Çiller iktidarı” diyebileceğimiz 50, 51 ve 52. hükümetler döneminin büyük olaylarından biri Şırnak katliamıydı. 38 kişinin hayatına mal olan Şırnak’ın Kuşkonar ve Koçağılı köyleri, Çiller’in Başbakan olduğu 26 Mart 1994 tarihinde bombalandı. 19,5 yıl boyunca öne sürülen yalanların ardından AİHM’ye gönderilen Genelkurmay’a ait uçuş kayıtlarıyla Türk Hava Kuvvetleri’ne ait uçaklarca yapıldığı kesinleşen bombardımana ilişkin dönemin Başbakanı olarak Çiller, “bombardımanı gerçekleştiren uçakların devlete ait olmadığı” açıklamasını yaptı. Böylece Türkiye’nin Başbakan’ı, ya bu katliamla ilgili olarak o dönemde suçlanan PKK’nın “savaş uçaklarına sahip olduğunu” ya da “savaş sebebi” sayılacak bir iddayla “bir başka devletin Türkiye’nin topraklarını bombalayıp, vatandaşlarını katlettiğini” öne sürmüş oluyordu!
Çiller’in İçişleri Bakanı Nahit Menteşe ise, yaklaşık üç ay sonra, haziran ayında, TBMM’de yöneltilen sorular üzerine, “bölgede bin civarında teröristin toplanması üzerine hava harekâtı düzenlendiğini, teröristlerin telsiz konuşmalarından 150 civarında ölülerinin bulunduğunun anlaşıldığını, ancak cesetlerin arkadaşlarınca kaçırıldığını” öne sürdü. İçişleri Bakanı’na göre, “devlet hava harekâtı düzenleyerek 150 teröristi öldürmüştü”, ama ortada sadece 38 Kürt köylüsünün cansız bedeni vardı!
Başbakan Çiller için “O tak diye emrediyor, ben şak diye yapıyorum” diyen dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş‘e göre ise, “uçaklardaki kayışların gevşemesi nedeniyle bombalar yanlışlıkla” 38 köylünün “üzerine düşmüş”tü!
Genelkurmay Başkanı’nın bu açıklamasına rağmen, Hava Kuvvetleri Komutanlığı, yıllarca bombardıman günü söz konusu bölgede uçuş yapılmadığını iddia etti. Hava Kuvvetleri’nin bu savunması, 19,5 yıl sonra AİHM’de ortaya çıkan Genelkurmay’a ait uçuş kayıtlarıyla çöktü. (Şırnak bombardımanına ilişkin açıklamalar konusunda 1994 cinayetlerinde eşi Savaş Buldan‘ı kaybeden Pervin Buldan‘ın 8 Nisan 2013 tarihli Meclis Araştırma önergesine ve gerekçesine bakılabilir)
Aynı dönemde, Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı TuğgeneralBahtiyar Aydın, Lice Tugay Komutanlığı bahçesinde uzun namlulu silahlarla vurularak öldürüldü. 22 Ekim 1993’teki bu cinayetin ardından başlatılan operasyonda çoğu sivil 17 kişi öldürüldü. PKK itrafçısı Abdülkadir Aygan, cinayeti jandarma istihbarat birimi JİTEM’in işlediğini açıkladı. 20 yıl sonra, zamanaşımının dolmasına bir gün kala açılan Bahtiyar Aydın cinayeti davasında dönemin Diyarbakır Jandarma Alay Komutanı emekli albay Eşref Hatipoğlu ve üsteğmen Tünay Yanardağhakkında “taammüden öldürme”, “halkı isyana ve birbirini öldürmeye teşvik”, “cürüm işlemek üzere teşekkül oluşturma” suçlarından ağırlaştırılmış müebbet hapis ile 24 yıla kadar hapis cezası istendi.
Kürt milletvekillerinin tutuklanması
4- Çiller bu çizgiyi sürdürdü mü?
Artan bir şiddet söylemiyle sürdürdü. Kürt milletvekillerinin parlamentoda yaka-paça gözaltına alınıp hapsedilmesinde de Çiller tayin edici bir rol üstlendi. DYP TBMM Grubu’nda “Meclis’te PKK’nın barındığı bir gölge vardır, bunu Meclis’in üzerinden kaldırmakla yükümlüyüz” diyen Çiller’i Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş de, “Eşkıyayı Bekaa’da aramaya gerek yok. Maalesef bunların bir kısmı Yüce Meclis’in çatısı altındadır” sözleriyle takip etti. Ve 2 Mart 1994’te TBMM’de kapatılan Halkın Emek Partisi’nin (HEP) yerine kurulan Demokrasi Partisi’ne (DEP) mensup milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı. Ankara 1 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin “derhal sorguya alınmaları” talimatı üzerine Orhan Doğan ve Hatip Dicle Meclis çıkışında polis tarafından yaka paça gözaltına alınarak tutuklandı. 4 Mart 1994 tarihinde de Leyla Zana ile diğer DEP milletvekilleri gözaltına alındı ve tutuklanarak cezaevine kondu. Anayasa Mahkemesi Haziran 1994’te DEP’i kapattı. 1 Temmuz 1994’te gözaltına alınan Selim Sadak ile Sedat Yurtdaş, Ahmet Türk, veSırrı Sakık da tutuklandı. 8 Aralık 1994’te sonuçlanan davada Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan ve Selim Sadak “PKK talimatları doğrultusunda bölücü faaliyet yürüttükleri”gerekçesiyle 15’er yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı, Yargıtay 9. Ceza Dairesi kararı onadı. AİHM bu dava nedeniyle Türkiye’yi mahkûm edecek, ancak bu milletvekilleri hayatlarının 10 yılını cezaevinde geçireceklerdi.
‘Sıkıyönetim var gibi yönetiyorduk’
5- 1990’ların ilk yarısında askeri vesayet, sivil-asker ilişkileri için ne söylenebilir?
Hem askeri vesayet, hem de sivillerin itaati, hatta bu vesayeti adeta ödüllendirmeleri bağlamında çok şey söylenebilir. Ancak bu iki cepheden birer örnekle yetinelim. Birincisi; dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in hiçbir eklemeye gerek bırakmayan açıklıktaki sözleri. Güreş, Fikret Bila’nın “Komutanlar Cephesi” adlı kitabında askerin sivil otoriteyle ilişkisini son derece çarpıcı örneklerle ifşa ediyor. Örneğin Doğu Almanya Genelkurmay Başkanı’nı arayıp, kendi ifadesiyle “Franz” diye ön adıyla hitap ederek “100 bin adet Kaleşnikof” istiyor alıyor. Başka bir seferinde o sırada ABD Genelkurmay Başkanı olan Colin Powell’ı arıyor Güreş, “Colin” diyor “Bak PKK azdı. Fazlalığa çıkardığınız Kobra helikopterlerine ihtiyacım var… Bana Kobra lazım (…) M-60 tankı lazım.”
Güreş’in anlatımlarına göre “Franz” Kalaşnikofları -nedense- bedava gönderiyor, “Colin” de ABD’de envanterden çıkmış Kobra’ları, M-60’ları, Güreş’in ifadesiyle “az bir paraya” veriyor Türkiye’ye.
Güreş aynı kitapta, “PKK’lılara yardım malzemesi attıklarını düşündükleri ABD uçakları için” dönemin Asayiş Bölge KomutanıNecati Özgen’e “Vur bu uçakları” dediğini aktarıyor. Fikret Bila’nın“Bu emirleri verirken Cumhurbaşkanı Özal’a, Başbakan Demirel’e danışıyor muydunuz? Veya MGK’da görüşüyor muydunuz”sorusuna Güreş’in verdiği cevabı birlikte okuyalım:
“Hayır. Ben MGK’ya gittiğim zaman bakıyordum herkes çok memnun. Şehit anası bana bakıyor. Ben MGK’da da söylüyordum Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a, hepiniz çok memnunsunuz, diyordum.”
En büyük sıkıntısının “olağanüstü hal” uygulamasının “emir-komuta zincirini bozması” ve buna karşılık “sıkıyönetim ilan edilmemesi” olduğunu vurgulayan Güreş, bakın neler söylüyor:
“Ben biliyorum niye (sıkıyönetim) ilan etmediklerini. Sıkıyönetim ilan ederiz, sonra da darbe yaparlar mı, diye düşünüyorlar. Hissediyordum. Yoksa ben onların tepesine biner ya sıkıyönetim ilan edin ya da ben birliklerimin başında kumandayı ele alıyorum, derdim. Ne yaparsanız yapın diyebilirdim. Ama her istediğimi yapabilecek bir ortam veriyorlardı bana. Fiilen dolduruyordum. Sanki sıkıyönetim varmış gibi fiilen dolduruyorduk. Öyle çalışıyorduk. (…) Demirel de memnundu. Valilerin hiçbiri bana bir şey demiyordu. Yetki sende değil, demiyorlardı. Hepsi ne dersem yapıyorlardı… O zamanki emir-komutayı şimdi çiz desen çizemem ama fiilen bizim isteklerimiz, kararlarımız yerine geliyordu.”
“Ankara’da bir nevi Türk PKK’sı kurduklarını” da anlatan Güreş’in siyasi kariyeri de, vesayet ilişkisinde sivillerin durumuna işaret eder. Zira Güreş, gerektiğinde “tepelerine binerek, fiili sıkıyönetim uygulayarak” görev icra ettiği Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli olduktan sonra, Çiller tarafından DYP’den aday gösterildi ve Kilis Milletvekili olarak parlamentoya girdi.
‘PKK’yı destekleyenlerin listesi elimizde’
6- 1990’ların ilk yarısı için faili meçhul bırakılmış seri cinayet mahalli neden Çiller’in Türkiye’si?
Özetlemeye çalıştığım bu atmosfer içinde Çiller, Başbakan olarak o cinayetleri haber veren “tarihi” bir açıklama yaptı da ondan. tarih 4 Kasım 1993; hatırlayalım:
“Elimizde PKK’ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi var. Listede 60 kadar isim bulunuyor. Devlet PKK’yla olduğu gibi, PKK’ya mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir.”
Çiller’in bu açıklamasının hemen ardından, devletin parmağına ilişkin davası yaklaşık 20 yıl sonra açılabilen kanlı bir süreç başladı. 14 Ocak 1994’te Behçet Cantürk‘le başlayan, 25 Şubat’ta avukat Yusuf Ziya Ekinci ile devam eden o cinayet dizisindeSavaş Buldan, Hacı Karay, Adnan Yıldırım, Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı Namık Erdoğan, avukat Medet Serhat, DEP’li avukat Faik Candan, Fevzi Arslan, Şahin Arslan ve Ankara’nın Altındağ ilçesinin Yüksekovalı Nüfus Müdürü Mecit Baskın katledildiler. DEP Milletvekili, Mehmet Sincar da 4 Eylül 1993’te Batman’da öldürüldü.
‘Listeyi İçişleri getirdi’
7- Çiller’e bu açıklaması soruldu mu, bu sözleri nasıl savundu?
Çiller’e bu sözleri yıllar sonra, TBMM’de kurulan Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nda soruldu. Liste açıklamasından yaklaşık 19 yıl sonra TBMM Komisyonu’nu Yeniköy’deki yalısında ağırlayan Çiller’e o kanlı listeyi komisyon üyelerinden Sıırı Süreyya Önder sordu. Komisyon tutanaklarına göre gözyaşlarını tutamayan Çiller, yine tutanaklara göre şu cevabı verdi:
“Evet, böyle bir liste geldi önüme. Tahmin ediyorum ki İçişleri Bakanlığı’ndan geldi. MGK’da da bu tarz birtakım işadamlarının finansman için tehdit edildiği ve zorla para toplandığı ifade edildi. Bu çerçevede, o gün, hatta o anda önüme gelen bir listeydi. ‘Kimse buna boyun eğmesin, biz bunları koruruz. Kim bunu yapıyorsa bunları da önleriz… Bu işadamları tehdit ediliyorsa korkmasınlar…’ Verdiğim mesaj buydu.”
Yalım Erez: Çiller’i uyardım
8- Çiller’in bu savunması gerçeği yansıtıyor muydu?
Çiller’in “Olmayan erkek kardeşimi buldum” diyecek kadar yakın bulduğu ve bakan yaptığı Yalım Erez‘in aynı komisyona verdiği ifadeye göre, hayır. Tutanaklardan Yalım Erez’in “kanlı liste” açıklamalarını okuyalım:
“Çiller’e o beyanatından sonra, ‘Devlet adam öldürürse nerede duracağı belli olmaz. (…) Böyle şey olmaz ülkede… İnsanlar kendisini devlet zanneder. Öyle şeyler hoş değil’ diye söyledim. (…) Hiç karşılık vermedi…”
Erez, TBMM Komisyonu’na, “listede olduğunu öğrenen RP milletvekili Mustafa Bayram’ın ‘Aman beni kurtar’ diye kendisine geldiğini” de açıklıyor. Bu başvuru üzerine Mustafa Bayram’ı buluşturduğu dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın“Öyle bir şey olmaz. Nereden çıktı bu” dediğini aktaran Erez, “Bayram da ondan sonra hayatta kaldı” ifadesini kullanıyor.
Çiller’in danışmanı: Özel birlik kuruluyordu
9- Çiller’in açıkladığı liste bağlamında tartışılan cinayetlere ilişkin olarak başka tanıklık ve anlatımlar da var mı?
Var. Birisi içerden, diğeri faili meçhul cinayetler davasına dayanak olan eski özel harekât polisi Ayhan Çarkın’dan. “İçerden” anlatım, bir dönem Çiller’in danışmanlığını yapan ve Özer Uçuran Çiller’le ortaklık da kuran Memduh Bayraktaroğlu‘nun “Çiller’li Yıllarım”adlı kitabında yer alıyor. Okuyalım:
“Eski istihbaratçılar ve görevde olan meslektaşları, Özer beye, ‘özel birlik’ kurulmasını önermişti. (…) Gerekli kararnameler ve tüzükler hazırlandı. Fakat o da ne? Cumhurbaşkanı Demirel, teşkilatın kuruluşunu onaylamadı. Buna rağmen kurulan ekip resmi çerçeve dışında çalışmalarına başladı. İçlerinden bir sözcü seçerek uyuşturucu ticaretini yöneten (Behçet) Cantürk’e gönderdiler. Sözcü, uyuşturucu ticaretinden vazgeçmesini, aksi halde başına iş açacağını bildirecekti. Cantürk, özel birlikle işbirliği yapmayı kabul etmedi. İlerleyen günlerde Cantürk öldürüldü. (…) Uyuşturucu gelirleri terör örgütünün elinden uçup giderken, talih kuşu (!) özel ekibin başına konmuştu! Devlet kontrolünde yapılan uyuşturucu işi ekibin üyelerini ve elbette ekibi koruyanları zengin etmişti…”
Bayraktaroğlu, Çiller’in, bu kez REFAHYOL Hükümeti’nin Başbakan Yardımcısı olarak, 3 Kasım 1996’da patlayan Susurluk skandalından sonra “Devlet için kurşun atan da, yiyen de bizim için şereflidir” diye sahiplendiği Abdullah Çatlı’nın da özel ekipte olduğunu söylüyor.
Özgür Gündem’e bomba
10- Çiller, aynı süreçte “kanlı liste” diye anılan “PKK’yı destekleyenlerin listesi”ne benzer bir icraat suçlamasına da muhatap oldu mu?
Evet. TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu tutanaklarına göre, Çiller “Başta Özgür Ülke olmak üzere bölücü örgütlere destek verici yayın yapanlarla etkin mücadele yöntemlerinin derhal uygulanması” için 30 Kasım 1994’te “gizli” bir yazı ile talimat verdi. Bu yazıdan birkaç gün sonra, 3 Aralık’ta Özgür Ülke bombalandı, bir kişi öldü, 17 kişi yaralandı.
Özel Harekâtçı Çarkın’ın itirafları
11- Özel Harekât polisi Ayhan Çarkın’ın itirafları nelerdi?
Çok itirafta bulundu Çarkın. Örneğin 15 Ekim 1992’de gözaltına alındıktan sonra 19 yıl haber alınamayan Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi Ayhan Efeoğlu‘nun emniyette öldürüldüğünü açıkladı. “Şubeden çıkarılan bir paket, ne bu? Patlayıcı öyle mi? Peki ne olacak? Açık araziye götürüp imha edilecek. Tamam. Müdür önde biz ardında yola devam Trakya tarafında bir yerde ormanlık bir yer ağaçlar çok öyle boylu değil. Tam paketi açalım derken o da ne? Bir insan. Ayhan Efeoğlu…”diyen ve Efeoğlu’nu elleriyle gömdüğünü anlatan Çarkın, daha sonra kıyafet parçaları ve kemikler bulunan bölge için yer göstermesi yaptı.
Bir bölümünü “uyuşturucu” alarak söylediği için reddettiği, bir bölümünde önceki yıllarda yaptığı açıklamalarla yer yer tutarsızlığa düştüğü itiraflarında Çarkın; Başbağlar, Pınarcık, Perpa, Çiftehavuzlar, Gazi Mahallesi, Bolu-Sapanca-Düzce üçgeni ve daha pek çok katliam ve cinayette yer aldığını anlattı, özetle şunları söyledi:
“Ben 1986’da Güneydoğu’ya ilk gönderilen 320 kişilik Özel Harekât grubu içindeydim. 1990’a kadar bölgede kaldım. Hepimiz kana bulaşmıştık. Öyle korkunç şeyler yapıldı ki o halka. Gittiğimizde baktık adamın biri gelmiş, çoluğun çocuğun içinde adamın birini çırılçıplak soymuş. Milleti köy ortasında toplamış dayak atıyor. Bir Kürt’ü PKK’lı diye çırılçıplak soyan bir zihniyet nedir? Bunlar Atatürk’ün askeri olamaz. Bunun adı terörle mücadele değildi, bunun adı ihanetti. Ben bu halka (Kürtler) uçak kullanıldığını gördüm. Top kullanıyorsun, tank kullanıyorsun, mayınlar kullanıyorsun halkına karşı. Bu ateş hepimizi yakacak. B.. yedirdik bu millete. Tırnaklarını söktük, dilini yasakladık, biz bunu yaptık… Kürt halkı bizim onurumuz, omurgamız, gururumuz. Bir özür dilememiz lazım Kürtlerden… Şimdi her tarafta toplu mezarlar çıkıyor. İster gerilla de, ister terörist. Bu toplu mezarlar bu ülkenin ayıbıdır.
Dehşet şeyler yaşandı o bölgede. 1986’da gittik oraya. Bir yıl sonra Mardin Ömerli’ye bağlı Pınarcık Köyü’nde bir katliam yaşandı. 16’sı çocuk 30 kişi katledilmişti. O köye gittim, kan barut kokusu vardı her tarafta. Pınarcık katliamını provokasyon amaçlı JİTEM’in oluşturduğu gruplar yaptı. Çoğu çocuk 30 insan. Bir çocuğun cansız bedeni kollarımdaydı… O insanları örgüt öldürmedi. Bu kanı döken başkasıydı. Başbağlar katliamı, Bilan kazası olayı, Jave köyleri…Aynı ekip yaptı bunları. Başbağlar katliamı kesinlikle Ergenekon zihniyeti ürünüdür.
(…)
Öcalan’ın önerdiği hakikatleri araştırma komisyonu açılsın, namusum ve şerefim üzerine yemin ediyorum gider her şeyi anlatırım. Benimle birlikte olanları, bu ülkeye ihanet edenleri söyleyeceğime yemin ediyorum. Ama o komisyona başkaları da gelmeli. Mehmet Ağar, İbrahim Şahin ve daha başkaları da gelmeli.
Ben İstanbul’daki her baskında vardım. Perpa baskınında bir kız öldü, infaz edildi. Ben silahlı çatışmadaydım o esnada. Orada başka bir Ayhan vardı, o vurdu kızı. Sabahat Karataş olayında (Çiftehavuzlar) ben vardım. İbrahim Şahin’in yanındaydım. Bahçelievler’deki çatışmada imzamı attım. 15 kişi ölmüştü orada. Hata yaptıysam bedelini ödemeye hazırım. Ama emri kim veriyorsa katil odur. Ben tiksindim bu olanlardan.
Şimdi o dönem bize başkanlık yapan İbrahim Şahin’in (dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekât Dairesi Başkan Vekili) şu anki halini görüyorum da çıldırıyorum. Adli Tıp’ta rapor peşinde. Hafıza kaybı yaşıyormuş. Biz onun odasına girmeden önce salavat getirirdik. Şimdi düştüğü duruma bakın! Beni kandıramazsın İbrahim Şahin. O alacağın deli raporunun arkasına sığınamazsın. Çünkü tüm cevaplar onda. Mehmet Ağar da çıksın hesabını versin.”
‘Nüfus Müdürü’nü öldürdüler’
12- Çarkın’ın, 1990’lı yıllardaki faili meçhul bırakılmış cinayetlere ilişkin dava kapsamındaki itirafı neydi?
Çarkın’ın Ankara Altındağ İlçesi Nüfus Müdürü Mecit Baskın‘ın öldürülmesiyle ilgili ifadeleri davanın ilk adımında kilit rol oynadı. Çarkın, bu cinayete ilişkin ifade ve anlatımlarında şunları söyledi:
“Bana ve diğer arkadaşlarıma söylenen ‘gidin Altındağ Nüfus Müdürü Mecit Baskın isimli şahısla temas kurun, (Özel Harekât) daire başkanlığına getirin’ diye. Bir soruşturmayla alakalıymış sözde. İki sefer gittik bulamadık, yoktu. Ancak kimlik gösterdik, not yazdım. Hatta orada bir görevli vardı, adımı dahi yazdım. Birçok şahıs şahittir. Tabii şimdi aradan yıllar geçti, ama hatırlayan vardır. Üçüncü gidişimizde kendisi karşıladı bizi. Beyefendi bir adamdı. Kendisine olayı anlattık. Aynen şöyle hitap etti: ‘Hay hay ne demek. Tabii ki’ diyerek, bizim daire başkanlığına ait diğer bir arabayla ekip tarafından alındı. Biz de Keçiören tarafından Ulus istikametinden hatta gezerek daire başkanlığına gittik. Baktığımızda ne diğer ekip vardı ne şahıs. Daire Başkanı ile karşılaştık, bilgi verdik. ‘Tamam, ne işiniz var burada gidin onlarla buluşun’ diye azarladı… Neyse bize diğerleri ile Gölbaşı’nda buluşmamız söylendi. Gölbaşı’nın kenarından bir lokantadan sağa döndük. Bir müddet gittik ve buluştuğumuzda bir baktık ki adamcağızı metruk bir binada infaz etmişlerdi. Neyse biz bağrıştık, karşı çıktık bu ne biçim iş diye. Neyse sen karışma dediler. Başkanın bilgisi var. Küçük kulübe gibi bir yerde infaz etmişlerdi… O sinirle daire başkanlığına gittik. Bunun ne anlama geldiğini sorunca (İbrahim Şahin) makamından fırladı. Ağzı köpürürcesine üzerimize gelince Oğuz (Yorulmaz) elini beline attı. Küfür etti ben araya girdim. Bu insana çok üzülmüştük. Çok kibar beyefendi bir adamdı… Tabii daha sonra bu tür işlerin Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararı olduğu teröre destek verenlerin bir şekilde bertaraf edilmesi gerektiği için görev verildiğini söyleyince Oğuz, Ercan (Ersoy) ben artık her olana asi bir tavır içerisinde olmaya başladık.”
Dava Mecit Baskın cinayetiyle başladı
13- İlk dava bu ifade üzerine mi açıldı?
Evet, cinayet zamanaşımına uğramak üzereyken 27 Aralık 2013’te Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açıldı. Dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü Danışmanı emekli Yarbay Korkut Eken ve dönemin Özel Harekat Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin ve Özel Harekâtçı polisler Ercan Ersoy, Ayhan Çarkın, Ziya Bandırmalıoğlu, Ayhan Akça, Seyfettin Lap, Alper Tekdemir, Uğur Şahin, Ayhan Özkan ve Ahmet Demirel olmak üzere toplam 12 sanık hakkında dava açıldı. Davada, “taammüden insan öldürmek ve suç işlemek için teşekkül kurmak” suçlamasıyla sanıklar hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talep edildi. Bu dava, daha sonra ana faili meçhul davasıyla birleştirildi.
14- Neden iki ayrı davaya gerek görüldü?
Mecit Baskın dosyası, cinayetin zamanaşımına uğramaması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 1993-1994 yıllarında işlenen diğer faili meçhul cinayetler hakkında başlatılan soruşturmadan ayrıldı ve böylece ayrı bir davaya konu edildi. Daha sonra ek iddianame kabul edildi ve dava Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde birleştirildi.
Davanın kapsamı ve sanıklar
15- Dava hangi cinayetleri kapsıyor?
Ek iddianameyle birlikte davada, Mecit Baskın cinayetiyle birlikte toplam 19 faili meçhul cinayet ele alınacak.
Savcılığın 100 klasörlük delil dosyasında, İranlı iki kişinin ölümüyle ilgili Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım‘ın hesabına üç kez para transferi gerçekleştirildiği ve Yıldırım’ın sahte kimliklerle bu parayı çektiği iddiası da yer alıyor. Örgütün iç infazlarına MİT muhbiri Tarık Ümit‘in öldürülmesi olayı örnek gösterildi.
TMK ile yetkili Savcı Sadık Bayındır tarafından hazırlanan ek iddianamede şu kişilere yönelik faili meçhul cinayet dosyaları yer alıyor:
Namık Erdoğan, Metin Vural, Recep Kuzucu, Behçet Cantürk,Savaş Buldan, Hacı Karay, Adnan Yıldırım, İsmail Karaalioğlu,Yusuf Ekinci, Ömer Lütfi Topal, Hikmet Babataş, Medet Serhat,Feyzi Aslan, Lazem Esmaeılı (İranlı), Asker Smıtko (İranlı), Tarık Ümit, Salih Aslan ve Faik Candan.
16- Davada kaç sanık yargılanıyor, suçlama ne?
Dönemin Emniyet Müdürü Mehmet Ağar, Korkut Eken, İbrahim Şahin ve halen kayıp olan ‘Yeşil’ kod isimli Mahmut Yıldırım ve Özel Harekât’çı polislerle birlikte toplam 19 sanık için “suç işlemek amacıyla silahlı örgüt kurma ve silahlı suç örgütü faaliyeti çerçevesinde adam öldürmek, adam öldürmeye iştirak etmek” suçlamalarıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis isteniyor. Sanıkların “terörle mücadele adı altında yola çıkıp tam bir sorumsuzluk içerisinde hareket ettikleri” belirtilen iddianamede Ağar, Eken ve Şahin “örgütün yöneticileri” olarak suçlanıyor.
Sanıkların buluştuğu cinayet
17- “Kumarhaneler Kralı” olarak bilinen Ömer Lütfi Topal cinayetinin de davada ele alınması ne ifade ediyor?
Topal cinayeti, hem Susurluk skandalıyla ortaya dökülen devlet görevlisi-siyasetçi-mafya ilişkilerinin bütün unsurlarını tek başına barındırıyor, hem de faili meçhul cinayetler davasında yargılanan çok sayıda sanığı aynı kare içinde yan yana getiriyor.
18- Topal cinayetinde devlet görevlileri ve siyaset nasıl yan yana geldi?
“Kumarhaneler Kralı” Topal, “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım’dan tehdit alınca devletin “gizli” elemanı ülkücü “Reis” Abdullah Çatlı’dan yardım istediği konuşulurken yok edildi. 28 Temmuz 1996’da çapraz ateşe tutularak öldürüldü. Katiller, kullandıkları iki kalaşnikofu bırakarak kaçtılar. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu’nun TBMM Susurluk Komisyonu’na 27 Aralık 1996’da verdiği bilgilere göre, cinayeti üç özel timcinin işlediğini içeren ihbar üzerine Ayhan Çarkın, Oğuz Yorulmaz ve Ercan Ersoy gözaltına alındı. Gözaltıların ardından arayan ilk isim, DYP Şanlıurfa Milletvekili, “korucubaşı” Sedat Bucak’tı. Bucak, “polislerin neden gözaltına alındığını” soruyordu.“Bilmiyorum” diye geçiştiren Yazıcıoğlu, daha sonra da defalarca arayan Bucak’ın telefonlarına çıkmadığını TBMM’de anlattı.
Olayı soran ikinci isim, dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar oldu. İstanbul’a gelen Ağar, Yazıcıoğlu’na havaalanında “Mesele nedir, delil var mı” diye sordu. Henüz “delil” yoktu, zira olay yeni soruşturuluyordu. Ağar “Bu arkadaşlara bir de biz Ankara’da bakalım. Bir mahzuru var mı” diye sorunca Yazıcıoğlu “Yok” dedi, “ama siz yazılı bir talimat verin.”
Ağar bu talep üzerine “Hallederim” dedi ve akşam İstanbul’a gelen Özel Harekât Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin’e teslim edilen özel timciler Ankara’ya götürülüp bırakıldılar!
TBMM Susurluk Komisyonu’nda suç belirtisini “Karineler vardı” diyerek ifade edince “Nedir, anlatın” karşılığını alan Yazıcıoğlu,“Anlatamıyorum. Anlatabilsem… 10-15 gün zaman verilse aydınlatabilirdik, özel timciler cinayeti itiraf etme noktasına gelebilirdi” cevabını verdi. Yazıcıoğlu, aynı bilgileri dönemin Cumhurbaşkanı Demirel ile Başbakanı Erbakan’a da verdiğini komisyonda vurguladı.
Yazıcıoğlu’nun atladığı halka; Susurluk skandalıyla istifa eden Ağar’ın yerine İçişleri Bakanı olan DYP’li Meral Akşener ile o sırada Başbakan Yardımcısı olan DYP lideri Tansu Çiller olmuştu. Yazıcıoğlu İstanbul’a dönerken telefonu çaldı, Akşener görüşmek istiyordu. Buluştular, Akşener de aynı soruyu sordu; “Elinde belge, delil var mı?”
Henüz yoktu, ama “Olabilir” dedi Yazıcıoğlu ve birkaç saat sonra görevden alındı!
Derken, özel timciler serbest bırakıldıktan hemen sonra, “bakan onayıyla” Sedat Bucak’ın “korumalığına” atandılar. İki hafta sonra da, yani 3 Kasım 1996’da Susurluk’taki kazada Sedat Bucak, polis şefi Hüseyin Kocadağ ve sözüm ona aranan polis tarafından aranan Abdullah Çatlı’nın yan yana yolculuk yaptığı ortaya çıktı.
Bu arada cinayette kullanılan kalaşnikoflardan birindeki çift şarjörü yapıştıran bantta Çatlı’nın parmak izleri saptandı! Çiller’in “Devlet için kurşun atan da, yiyen de bizim için şereflidir” diye sahiplendiği Çatlı için Yazıcıoğlu “Topal cinayetinin içinde olduğu kesindir” ifadesini verdi.
22 Aralık 1996’da dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirelbaşkanlığında Köşk’te yapılan Susurluk zirvesinde, “Kumarhaneler Kralı”nı öldürmekle suçlanan polisleri sahiplenen Bucak’ın “kumarhanelerden haraç topladığı” iddiası da tutanaklara geçti!
Bu tabloya, Mehmet Ağar’ın Çatlı’ya belge düzenlemekle suçlandığı ve Özel Harekât’çı Şahin’in Çatlı ile göbek attığını gösteren fotoğrafları da… Çatlı’nın emriyle gerçekleştirilen Bahçelievler katliamının tetikçisi olan ve “yanlışlıkla” tahliye edildikten sonra “aranırken” Erzurum’da düğün yapan Haluk Kırcı‘nın nikâh tanığının o sırada Erzurum Valisi olan Mehmet Ağar olduğunu da ekleyin.
MİT’ten mahkemeye kritik belge
19- Faili meçhul cinayetler davasında ortaya çıkan son bulgu ne?
Taraf gazetesinde Adnan Keskin tarafından ortaya çıkarılan 10 Temmuz 2014), MİT’in mahkemeye gönderdiği belge. MİT, dinleme tapelerine dayanan bu belgeyle, 20 yıl sonra davaya artık üstü örtülemeyecek kanıtlarla damgasını vururken, kendi elemanlarıyla ilgili bir dokümanı da yıllar sonra açıklamış oluyor.
Dün itibarıyla yalanlanmayan tapelere göre MİT’e çalışan Tarık Ümit; Kürt işadamları Savaş Buldan ve Behçet Cantürk ile Fevzi Aslan’ın da dahil olduğu isimlerin nasıl öldürüldüğüne ilişkin detayları anlatıyor. MİT’in gönderdiği görüşme dökümlerine göre, eski MİT Kontr Terör Dairesi Başkanı Mehmet Eymür‘le konuşan Tarık Ümit, Mehmet Ağar‘ın “hangi saatte olursa olsun Tarık Ümit aradığı zaman bağlayacaksınız” talimatı verdiğini anlatıyor. Aynı konuşmada Tarık Ümit, Fevzi Aslan cinayetini “O konu halloldu” diyerek haber verince Ağar’ın “Çok memnun oldum gözlerinden öperim” diye karşılık verdiğini söylüyor. Tape dosyasına göre Tarık Ümit, Savaş Buldan’ın da üç asker ve üç polis olmak üzere aynı çete tarafından öldürüldüğünü, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım‘ın MİT’te sorgulanırken kaburgalarının kırıldığını anlatıyor. Korkut Eken’in kendisinden sürekli para istemesinden yakınan Tarık Ümit, öldürülen kişilerin üzerinden çıkan paraların nasıl paylaşıldığını da anlatılıyor. Kendisinden yıllardır haber alınamayan Tarık Ümit, Susurluk çetesinin hedefinde gazeteci Mehmet Ali Birand‘ın da olduğunu, ancak sonradan vazgeçildiğini belirtiyor.
Çiller’i kollayan komisyon başkanı
20- Çeyrek yüzyıla yaklaşan süreçte açıklamaları ve talimatları tartışılan, ekibinden bazı isimler gecikerek de olsa sanık sandalyesine oturtulan Tansu Çiller’in “şüpheli” olarak ifadesine başvuruldu mu?
Hayır! Savcılık ifadesi bir yana, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun bazı üyeleri Topal cinayeti konusuna ilişkin sorular yöneltirken araya giren Komisyon Başkanı AKP’liNimet Baş, tutanaklara göre, “Çok fazla milletvekilimiz soru sormak istiyor… Eksik kalan hususlar olursa yazılı olarak versin” diyerek konuyı kapatıyor. Tutanaklara göre, Nimet Baş, komisyon görüşmesini kapatırken, “kadın başbakan” olarak “bedel ödetildiğini” öne sürdüğü Çiller sayesinde “Türkiye’de kız çocuklarının başbakan olma hayalleri kurabildiğini” anlatıyor!
Durum bu…
Doğan AKIN
t24