Haberler
Roboski: Unutursak Kalbimiz Kurusun
‘’Unutursak Kalbimiz Kurusun’’. Böyle diyorduk o kahpe katliamın hemen ertesinde, bütün öfke ve hüznümüzle. Bundan tam üç yıl önceydi.
Ölülerimiz bize sesleniyor yer altından; hesabını sorun diyorlar bütün bu yaşanmışlıkların. Sorun hesabını, sorun ki bir daha yaşanmasın bu kader. Sorun ki bari çocuklarımız, torunlarımız gerçekten insan gibi, mutlu, özgür bir dünyada yaşasın. Sorun bunların hesabını, sorun ki kalbiniz kurumasın.
‘’Unutursak Kalbimiz Kurusun’’. Böyle diyorduk o kahpe katliamın hemen ertesinde, bütün öfke ve hüznümüzle. Bundan tam üç yıl önceydi. İnsanlık yeni bir yıla girmenin heyecanını yaşarken, gecenin karanlığı, zemherinin ayazında katır sırtına yükledikleri umutlarıyla onlarda yeni bir yılın heyecanı içerisinde düşlere dalıp yol alıyordu; hiçbir haritada ismi geçmeyen ama bin yıllardır şuracıkta duran Kürdistan dağlarında. Adı, dili, kültürü, kimliği… bir bütün yaşamı yok sayılan, adı kan ile, gözyaşı ile, acı ve katliamla anılagelen bir ulusun, bu ulusun en yoksullarının yaşadığı kanlı bir oyundu sahnelenen. Bugün kimi temsilcilerinin el sıkışmak için sıraya dizildiği, şükranlarını bildirdiği, asrın liderleri olarak bahsettikleri faşist bir köpeğin, ağzından salyalar akıtarak her kim varsa kendisi gibi düşünüp, yaşamayana reva gördüğü ölüm ve katliamın en aktüel, en soysuz oyununa kurban edilenlerdi onlar. Bundan tam üç yıl önceydi. Bir Aralık gecesi, sıcak bir ekmeğin buğusuyla soğuktan üşüyen çocuk elleri ısınsın diye düşler kuran 34 Kürt köylüsü, haşmetli Türk savaş uçakları tarafından bombalanarak paramparça edildi. Yaşamı yok sayılan bu ulusun kendi canı-kanı üzerine bugünlere taşıdığı bir gerçekliğin üzerinden siyasi hesaplar uğruna feda edilen bir kaderdi onların ki. ‘’Demokrasi getireceğiz’’ naraları eşliğinde ne çok katliama, kırıma tanık olduk oysa. Bu seferki de bundan farklı değildi. Planlı, programlı, bilinçli bir oyunun kurbanları olarak, katır sırtında can veren yaşamları, yine katır sırtında battaniyelere serili bir şekilde anlamı büyük bir resim olarak geçiyordu tarihe; 2011’i 2012’ye bağlayan günlerde.
Yıllar önce büyük şairin 33 Kurşun olarak tarihe not düştüğü büyük bir katliam gerçekliği üstüne bir eklenerek, daha vahşi, daha sinsi ve soysuz bir şekilde yeniden yaşanıyordu. Öfkemiz büyük, acımız derin. Kabullenmek, alışmak zor. Hele hele yüce önderliğin ‘’barış barış’’ diyerek her gün prim vermemizi istediği bir düşmandan gelince bu katliam, acımız, öfkemiz daha da bileniyor. Sahi heval bu nasıl bir barıştır, bu nasıl bir çözümdür. Biz her gün bombalarla, kurşunlarla, linçlerle ölürken bazen birer bazen onar onar, bu nasıl bir barıştır yakamıza yapışmış.
On binler, yüz binler olup çıktık sokaklara, haykırdık öfkemizi. Ve bir söz verdik kendimize, ölenlerimize; Unutursak Kalbimiz Kurusun. Fakat çabuk unuttuk, hem de çok çabuk. 34 canımızı hunharca katledenlerin tek birinden dahi hesap soramadık. Bırakalım hesap sormayı, bizlerle alay eder gibi mahkeme salonlarında sergilenen kirli bir oyuna seyirci olmamız istendi. Aradan tam üç yıl geçti. Katır sırtında paramparça bedenleriyle çoğu ömrünün baharında, çocuk, genç 34 yoksul Kürt köylüsünü unuttuk hepimiz. Hoş tıpkı iki yıldır olduğu gibi bundan sonrada her yılın aynı tarihinde birkaç açıklama yapıp, hesap soracağız sloganları atacağız sizin içinde. Ama ne fayda. Biz bu aralar sizi savaş uçaklarıyla katledip, televizyonlardan kahramanlık taslayanlarla oldukça ‘’anlamlı’’ bir müzakere içerisindeyiz. Bundandır ki ettiğimiz her lafa, attığımız her adıma dikkat ediyoruz. Şimdi tutup ta bu devletin gerçek özüne inen bir katliamın peşine düşersek ortada ne ‘’barış’’ kalır ne de ‘’çözüm’’. Daha dün Paris’in göbeğinde üç fidanımızı hunharca katleden faşist Türk devletinin istihbaratına teşekkürler döşemiyor muyduk? Bu kanlı örgütün başının yerinde kalmasını yüce önderlik ‘’ben sağladım’’ demiyor muydu? Bu ne yaman çelişkidir hevalno, ne çözülmez bir bilmecedir böyle. Biz ne zamandan beridir zalimden medet umar hale geldik? Nice ölülerimiz toprağın altından ‘’unutmayın bizi’’ diye haykırıyor her gün. Unutmayın ki bizi öfkeniz diri kalsın, dostunuzu düşmanınızı iyi belleyesiniz. Unutursak kalbimiz kurusun diyorduk ya işte kuruyor kalbimiz yavaş yavaş. Zalimle masa başlarında kavlimize çözümler arar olduk. Aslanlar yurduna tilkiler girince, bekleme odalarında selamlaşmak için sıraya durduk. Nereye varır bu gidiş kestirmek zor. Fakat net olan bir şey var ki, çakalla dostluk kurulmaz. İlk fırsatta seni sırtından vurup, kendine güzel bir ziyafet çekeceği kesindir. Öyleyse değişen ne heval? Zalim vaz mı geçti zalimliğinden, yoksa bizdemi yavaş yavaş zalimleşiyoruz? Ölülerimiz bize sesleniyor yer altından; hesabını sorun diyorlar bütün bu yaşanmışlıkların. Sorun hesabını, sorun ki bir daha yaşanmasın bu kader. Sorun ki bari çocuklarımız, torunlarımız gerçekten insan gibi, mutlu, özgür bir dünyada yaşasın. Sorun bunların hesabını, sorun ki kalbiniz kurumasın. Çünkü kalbiniz bir kez kurumaya yüz tuttu mu insan namına bir şey kalmaz geriye. Bize, söz vermek ve sözümüzü yerine getirmek düşer ancak. Elbet sorulacak bir hesabımız var ve soracağız bir gün. Elbet kuracağımız yeni bir dünya var, insanın insana kulluğunun son bulduğu, özgürlüğün bütün göğü boyadığı bir dünya, ki kuracağız bir gün. Kurumasın istiyorsak kalbimiz, öfkemizi, umudumuzu her an diri tutalım. Kim dost kim düşman her gün kendimize hatırlatalım. Yoksa ne farkımız kalır bizimden onlardan. Bir kez daha tarihin önünde haykıralım hep bir ağızdan; Sorulacak bir hesabımız, yaşanacak bir ütopyamız var bizim…
Büyük usta Ahmet Arif nede güzel güzel anlatmış ahvalimizi yıllar önce şu dizelerle;
‘’…Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun…
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…’’
Xıdır Gürz
