Haberler
Kılıçdaroğlu Yazdı: Umut Yılı, Zafer Yılı
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bugün, 11. kuruluş yıldönümünü kutlayan BirGün gazetesine konuk oldu. ‘Umut yılı, zafer yılı’ başlıklı yazısında Kılıçdaroğlu, basın yasaklarına değinerek özgürlüklere vurgu yaptı.
KEMAL KILIÇDAROĞLU *
Bir çırpıda bakalım. Freedom House’un ‘Dünyada Özgürlük 2015’ raporunda Türkiye ‘yarı özgür’ ülke olarak geçiyor. ‘Sosyal Gelişmişlik Endeksi’nde 132 ülke arasında 64’üncü sıradayız. Kırılgan Devlet Endeksi’nde 178 ülke arasında 98’inci sıradayız. Vietnam, Gabon, Namibya, Meksika bizden daha iyi durumda. Ekonomik Özgürlükler Endeksi’nde 178 ülke arasında 64’üncü sıradayız. Küresel Cinsiyet Eşitliği Raporu’na göre 142 ülke arasında 125’inci sıradayız. Katar, Nijerya, Malezya, Angola bizim üstümüzde. Avustralya merkezli Walk Free adlı vakfın hazırladığı 167 ülkede modern köleliği mercek altına alan Küresel Kölelik endeksinde Türkiye kölelerin nüfusa oranı açısından dünyada 167 ülke arasında 105’inci sırada. Türkiye’de 185 bin 500 insan ‘modern köle’ olarak tanımlanacak koşullarda yaşıyor. Uluslararası Şeffaflık Örgütü tarafından yayınlanan Yolsuzluk Algısı Endeksi’nde Türkiye 174 ülke arasında 64’üncü sırada. Merak edenler için Ruanda 46’ıncı, Kolombiya 34’üncü sırada. Sınır Tanımayan Gazeteciler Derneği tarafından yayınlanan Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Gambiya’nın bir sıra üstünde 154’üncü sıradayız. İnternet Özgürlüğü Endeksi’nde 65 ülke arasında 43’üncü sırdayız. Kişi başına düşen ortalama eğitim süresi 7,6 yıl. İleri seviye bilgisayar becerisine sahip gençlerin Çek Cumhuriyeti’nde oranı yüzde 37, Güney Kore’de yüzde 35, Türkiye’de yüzde 1. Kişi başına düşen gelir bakımından dünyada 67’inci sıradayız, dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında 17’incilikten 19’unculuğa düştük. Tesadüf değil, hepsinin sonucu: İnsani Gelişmişlik Bakımından Türkiye 187 ülke arasında 69’uncu sırada. Tam 68 ülke insanlarına daha özgür, daha müreffeh, daha adil, daha iyi bir yaşam sunuyor.
Karşı karşıya olduğumuz soru çok açık, neden bu ülkede yaşayan insanlar 69’uncu sırada bir yaşama mahkum olsunlar? Bu durum kader midir, alın yazısı mıdır, bu ülkenin üstünde bir lanet mi var?
Hayır. Gencecik ve dinamik bir nüfusumuz var. 29,7 yaş ortalaması ile Avrupa’nın en genç nüfusu Türkiye’de. İnsanlarımız çalışkan ve girişimci. Demografik olarak büyük bir fırsat penceresine sahibiz. Çalışmaya, üretmeye, bu ülkeyi büyütmeye hazır geniş bir nüfus var. Medeniyetin doğduğu topraklardayız. Tarım devriminin gerçekleştiği bereketli hilalin göbeğinde, kadim bir tarih ve güçlü bir medeniyet mirasına sahibiz. Topraklarımız verimli ve bereketli, ülkemiz her türlü doğal ve tarihi güzelliğe sahip. Öyle bir konumdayız ki dünyanın iktisadi sıklet merkezi bugün Türkiye’nin bulunduğu bölgede. Sadece 4 saat uçuş mesafesinde 56 başkent var. Dünya nüfusunun dörtte biri, dünya milli gelirinin üçte biri bu bölgede. Dünyada yapılan ithalatın yüzde 47’si hemen bu bölgede yapılıyor. Zenginleşmek, büyümek, ilerlemek, kalkınmak için her imkana sahibiz.
Yaşar Kemal 1963 yılında yaptığı bir radyo konuşmasında şöyle diyordu: “Dünyanın en bereketli topraklarından birisi olan Çukurova toprağı üstünde yaşayan benim ailem yarıcı idi. Biz eker, biçer, toplar, ürünün üçte ikisini toprak sahibi ağaya verirdik. Bu bereketli topraklar üzerinde inanılmaz bir yoksulluk içindeydik. Şimdi düşünüyorum da bu büyük bir haksızlıktır. Böyle bir toprak üstünde insanların bu kadar yoksulluğa düşmesi ayıptır, utanç vericidir…”
Evet bu kadar büyük imkanlara, bu kadar benzersiz bir konuma, bu kadar güçlü fırsatlara sahip bir ülkede 6 milyon 200 bin işsiz, 29 milyon yoksul olması, bu sefalet, bu acılar, bu çekilen çileler utanç vericidir.
Evet bu kadar büyük ve köklü bir ülkede, 21’inci yüzyılda vahşi ve acımasız bir düzen yüzünden gencecik insanların madenlerde hayatını kaybetmesi de, Ermenekli Recep amcanın hala yırtık lastik ayakkabılarıyla oğlunun naaşı başında durması da utanç vericidir.
Evet bu kadar büyük imkanlara sahip bir ülkede, gencecik bir kadının yoksulluktan naylon pencereli bir evde oturduğu için 40 günlük çocuğunu Konya gibi bu ülkenin merkezindeki görkemli bir şehirde zatürreden kaybetmesi utanç vericidir. O yoksulluk da o çocuğun hayatını kaybetmesi de, hem ayrı ayrı hem ikisi birlikte bizim yüzümüzü kızartır. Van’ın Gürpınar İlçesi’nde yolları kar kapattığı için hastaneye ulaşamayan 3 yaşındaki Muharrem’in hayatını kaybetmesi de onun küçücük naaşını babasına tam 16 kilometre bir çuvalla taşıttıran karanlık da utanç vericidir. Bunun gibi sayısız örnek, bin bir acı manzara, gözümüzün önünden gitmeyen ve kalbimize ateşler salan tablolar, hepsi, istisnasız utanç vericidir.
Bu utanç verici manzaralar da bu ülkenin ne kaderidir, ne de bu toprakların alın yazısıdır. Bütün bunlar değersizliğe hapsolmuş, kötü bir yönetim ve düzenin doğal sonuçlarıdır.
1960 yılında Türkiye’nin Gayri Safi Yurt İçi Hasılası İspanya’dan 1 milyar dolar daha fazla, Norveç’in 2, Yunanistan’ın 3, Güney Kore’nin tam 4 katıydı. Aynı yıl Türkiye’de kişi başına düşen gelir 496,8 dolarken, Güney Kore’de 155 dolardı. Örneğin bir Zimbabveli 281, Senegalli 260, Zambiyalı ise 229 $ gelire sahipti. Ortalama bir Güney Korelinin hayatı sahra altındaki Afrika ülkelerinden bile daha zordu.
2014 yılına girerken İspanya’da kişi başına düşen gelir 29,150 dolar Güney Kore’de ortalama kişi başına düşen gelir 25,975 dolardı. Türkiye’den 2,5 kat daha fazla.
İşin sırrı demokraside. Sayısız çalışma gösteriyor ki, demokrasi ile ekonomik kalkınma arasında güçlü bir bağlantı var. Eğer bir ülkede temel hak ve özgürlükler hukuk devleti teminatı altında etkin bir şekilde korunuyor, denge ve fren mekanizmaları güçlü bir şekilde işliyorsa, yani hesap verebilen bir yönetim varsa, işleyen ve adil bir yargı sistemi bulunuyorsa, sokaklar, fikirler ve siyaset özgürse o ülke ekonomik olarak da gelişiyor. Araştırmalar gösteriyor ki, otoriter rejimler de belli bir dönem ekonomik büyüme sağlıyor, ancak kurdukları sömürücü kurumlar ile bu büyüme bir noktada duruyor daha sonra da çöküş aşamasına geçiyor. Yani sürdürülebilir ekonomik büyüme ve kalkınma için olmazsa olmaz koşul demokrasi.
Demokrasinin bugün geldiği evrensel standartlara bir günde ulaşmadık. Tarihin bin bir tecrübesi, acı verici olaylar ve milyonlarca insanın mücadelesiyle ulaştık. Dünyadaki sol, sosyal demokrat ve sosyalist akımların tamamı demokrasiyi insanın insanı sömürdüğü bir kapalı oyundan gerçek manasına ulaştıracak bir seviyeye çıkarmıştır. Kadın hakları, etnik, dini ve siyasal ayrımcılıkla mücadele, eşit oy ilkesi, serbest seçimler, basın özgürlüğü, sendikal haklar, asgari ücret, grev hakkı ve bugün demokrasi için olmazsa olmaz kabul edilen temel değerlerin tamamına geniş manada sol siyasetin çabalarıyla sahip olduk.
Bize her koyunun kendi bacağından asıldığını, eski köye yeni adet getirmemeyi, her kafadan bir ses çıkmayacağı, itaatı, kul olmayı, sorgulamamayı, soru sormamayı, kadının eşit haklara sahip olamayacağını dikte edenleri ve daha bir çok zinciri adalet, özgürlük ve eşitlik ilkelerine gerçekten bağlı kalarak aştık. Hepimizin bir toplum içerisinde yaşadığını ve birimiz adaletsizliğe uğrarsa hiçbirimizin adil bir ülkede yaşayamayacağını biz hatırlattık. Gelişme eski köye yeni adet getirmekle oluyordu. Değişim kaçınılmazdı. Her kafadan bir ses çıkmazsa doğruyu bulamazdık. İnsanın görevi kimseye kul olmak veya körü körüne itaat etmek değil, sorgulamak ve hakikati aramaktı. Özgürlük ancak bunların korunduğu bir toplumda mümkündü.
İnsanı insana kul yapan zincirleri yıkan, insan özgürlüğünün önündeki bütün prangaları atan, cinsiyet, din, dil, etnik kimlik ayrımı gözetmeksizin bütün insanların özgürlük içerisinde kendi mutluluk ve refahlarını aramalarına izin veren çağdaş sistem sol siyaset sayesinde mümkün olduk. Adaleti sağlayacak toplumsal kural ve kurumların oluşturulmasını talep edecek cesareti gösterdik, fırsat eşitliği istedik, insanların birbirlerine karşı sorumluluğu olduğunu her zaman hatırlattık, liderlik ettik, mücadele ettik ve başardık.
Bugün de değişim, ilerleme ve gelişme için cesaret göstermemiz gerekiyor. İnsanı insana düşman yapan duvarları yıkmak için liderlik etmeliyiz. Mücadele kaçınılmaz. Yepyeni bir çağda yaşıyoruz, yepyeni buluşlar dünyanın çehresini değiştiriyor, üretim biçimleri değişiyor, onlarla birlikte hayatın her alanı değişiyor. Bu çağın sorunlarına, temel ilkelerimiz ışığında, bu çağın cevaplarını bulmak zorundayız.
Laik, demokratik, sosyal hukuk devleti bugün işleyen ve örnek alınabilecek tek modeldir. Türkiye’nin sorunları da laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olmasından değil, bu değerlerin hakkını verebilecek bir seviyede olmamasından kaynaklanıyor. Gerçek manada bir laikliğe, işleyen bir demokrasiye, fırsat eşitliği sağlayan bir hukuk devletine ihtiyacımız var. İnsanların kimlikleriyle, inanışlarıyla, felsefi ve vicdani kanaatleriyle kavga eden, insanlara ne olması gerektiğini söyleyen bir devlet anlayışı sadece çağ dışı değildir, bu ülkede özgürlük ve gelişmenin önündeki temel engeldir. Bizim insanlarını formatlamaya çalışan değil onlara hizmet eden bir devlete ihtiyacımız var.
Mevcut sistemi bu şekilde yeniden düzenlemeli ve yapılandırmalıyız. Özgür siyasetin önündeki engelleri kaldırmalıyız. Milletin vekillerini masa başında liderlerin değil, doğrudan milletin ta kendisinin seçmesine izin vermeliyiz. Siyasal partiler düzenini ve seçim sistemini akıl ve bilim ışığında yenilemeliyiz. CHP olarak biz önseçimlerde bu ülkeye bunun nasıl işleyen bir model ve başarı hikayesi olduğunu gösterdik. Korkakça davranmadık, küçük hesaplara mahkum olarak listeleri kapalı kapılar ardında yazmaya tenezzül etmedik. Örgütümüze güvendik, örgütümüzün hakkını örgütümüze geri verdik ve nihayetinde hem biz kazandık, hem de Türkiye kazandı.
Her alanda sokağı ve düşünceyi özgür kılmalı, bu özgürlük ortamından da korkmamalıyız. İnsanlar devletini ve iktidarını sorgulamalı. Devlet hesap verebilir ve şeffaf olmalı. Ancak bu yolla suiistimalleri önleyebilir, kamu kaynaklarının daha verimli kullanılmasını sağlayabilir ve yeni fikirlerin doğacağı bir ortam sağlayabiliriz. Bütün diktatörlerin aynı zamanda hırsız olması tesadüf değildir. İnsanların özgürlüğünü çalanlar, insanların parasını da çalarlar. Namuslu insanların bir ülkedeki özgürlük ortamından da hesap vermekten de korkacak hiçbir şeyi yoktur.
Her türlü ayrımcılıkla mücadele etmeliyiz. Cinsel kimlikleri, siyasi, dinsel veya felsefi kanaatleri ne olursa olsun bu ülkenin bütün yurttaşları eşit haklardan, eşit teminatlarla, özgür bir şekilde yararlanabilmeli.
Vatandaşlarını kimliklerine göre ikiye ayıran, bir kısım vatandaşlarına cinsel kimliği, siyasal veya dinsel inancı nedeniyle ayrıcalıklar verirken, diğerlerine ayrımcılık uygulayan, torpile ve baskıya dayanan devlet düzeni Türkiye’de toplumsal barışın, huzurun, özgürlüğün ve kalkınmanın da önünde engeldir.
Bugün Türkiye’yi kutuplaştıran, bizi birbirimizden ayıran temel sorun, bazı insanların kısa vadeli çıkarlar veya aidiyetleri yüzünden kendi değerlerine de sırtını dönmesidir. Türkiye’nin doğruya doğru, eğriye eğri diyebilecek insanlara da ihtiyacı var. Farklılıklara saygı göstermeli, farklı yaşam biçimlerine düşmanlık ve nefret beslememeliyiz. Muhafazakarlar ve dindarlar bu ülkenin eşit haklara sahip saygın yurttaşlarıdır. Bu ülkede yaşayan herkes bu ülkede eşit hisse sahibidir. Kimse bu ülkenin hiçbir yurttaşına düşman gözüyle de, ikinci sınıf insan gözüyle de bakamaz. Bilinmeli ki gerçek dindarlara daha fazla ihtiyacımız var. Gerçekten dindar bir insan İslam dininin 1400 yıldır uygulanan kurallarına arkasına dönemez, bir tane adam öyle istiyor diye hırsızlığı ve yolsuzluğu meşru sayamaz. Gerçekten dindar bir insan zulme ve zorbalığa seyirci kalmaz, gerekirse “zalimlerle bir arada yaşamak zulmün ta kendisidir” diyerek mücadele eder. Gerçekten dindar bir insan insanları ayırmaz, ötekileştirmez, Yunus Emre gibi “bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil” diyebilecek ruhi olgunluğu gösterir. Muhafazakarlık “değersizlik” değildir. Her kötülüğün normal olduğunu vaz eden, bir adama boyun eğmeyi öğütleyen, hırsızlığı, yolsuzluğu, zorbalığı, zulmü meşru gören bir anlayış muhafazakarlık olarak adlandırılamaz. Böyle bir muhafazakarlığın muhafaza ettiği bir değer yoktur. Sorunumuz AKP döneminde muhafazakarlığın da değersizleştirilmesi, rant ve kısa vadeli çıkarlar için bu ülkede kökenleri bulunan kadim değerlerin yok edilmesidir.
Vatandaşlarımıza nitelikli ve çağdaş bir eğitim vermeliyiz. Dünyayla rekabet edebilmek, üretmek, zenginleşmek ve demokrasiyi korumak için eğitimli, donanımlı, nitelikli insanlara muhtacız. Bu insanlar sosyal güvenceler altında çalışmalı, geleceğinden emin olmalı ve üretmeli. İnsanları adeta köleleştirerek maliyetleri düşürmeyi öncelik sayan mevcut kör anlayışı tarihe gömmek zorundayız. Taşeron işçilik modern köleliğin bir biçimidir ve bu toprakların hiçbir insanı böyle bir kölelik zinciriyle bağlanmayı hak etmiyor!
İşsizliği normal bir seviyeye indirmek, yoksulluğu bitirmek ulaşılmaz hedefler değil, devletin temel amacıdır çünkü devletler insanların önündeki maddi ve manevi engelleri yok etmek için vardır.
Yapacak çok şey var.. Çevreyi korumalıyız, tahrip olan doğamıza sahip çıkmalıyız, şehirlerimizi yeniden yaşanabilir hale getirmeliyiz, bilim ve teknolojiye daha fazla destek vermeli, üniversiteleri özgürleştirmeliyiz. Hiçbiri imkansız değil, temel değerlerimize bağlı kalıp bunu bu çağın gerektirdiği politikalarla birleştirebilecek cesareti gösterirsek, akıldan, bilimden ve insanlık tecrübesinden yararlanırsak aşılmayacak sorunumuz yok.
*Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı