Connect with us

Dersim News, Dersim Haber, Dersim

Alevilik, Demokratik Toplum ve Hasan Zengin Davası

Haberler

Alevilik, Demokratik Toplum ve Hasan Zengin Davası

AİHM, Alevi Ailelerin inançlarına saygı gösterilmesinin sağlanması için uygun araçlar bulunmadığına karar vererek, ebeveynlere din öğretiminde kendi dini ve felsefi inançlarına saygı gösterilmesini devletten talep etme hakkı veren olumlu yükümlülüklerini yinelemiştir

 

Av.Hüseyin Arslan

Bu artikelde Alevilik kavramının muhakeme usulüne konu ediliş tarzı ve tarifi ele alınacaktır. Bu vesile ile sınırlı tutulacakatir. Bu artikelin amacı İslam ve Alevilik kavramının muhakeme usulünü irdelemektir.

Zengin v Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) davası, İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Sözleşmesi’nin (“Sözleşme”) 34. maddesi uyarınca, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, Hasan Zengin ve Eylem Zengin (“başvuranlar”) adlı iki Kızılbaş Alevi Anadolu vatandaşı tarafından, 2 Ocak 2004 tarihinde AİHM’ne yapılan başvurudan (no. 1448/04) kaynaklanmaktadır.

Alevi yurttaşlar özellikle din kültürü ve ahlâk bilgisi konularında zorunlu derslerin okutulma şeklinin, 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesinin ikinci cümlesi ve AİHS’in 9. maddesi uyarınca güvence altına alınan haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. 6 Haziran 2006 tarihli bir kararda Daire, başvurunun kabul edilebilir olduğunu açıklamıştır. 3 Ekim 2006 tarihinde Strazburg’daki İnsan Hakları Binası’nda kamuya açık bir duruşma gerçekleştirilmiştir.

Davanın geçmişi konusunda önemli tespitler:
Hasan Zengin, ailesinin Alevilik inancına bağlı olduğunu belirtmiştir ve kızı adına başvuru yapmıştır. AİHM, kararında aşağıdaki tarifi yapmıştır: “8. Alevilik, Orta Asya’da ortaya çıkmış ancak büyük ölçüde Türkiye’de gelişmiştir. İki önemli tasavvufçu olan Hoca Ahmet Yesevi (12. yüzyıl) ve Hacı Bektaşi Veli (14. yüzyıl), bu dini hareketin ortaya çıkmasında oldukça etkili olmuştur. Kaynağını Türk toplumu ve tarihinden alan ve genel olarak İslamiyet’in dallarından biri olarak kabul edilen bu inanç sistemi üzerinde özellikle tasavvufun ve bazı İslamiyet öncesi inanç sistemlerinin etkileri görülmektedir. Dini uygulamaları; dua, oruç ve hac gibi belirli hususlarda Sünni mezhebinden farklılık göstermektedir.”

Yukarıdaki paragrafta Alevilik’in Orta Asya’da ortaya çıktığı belirtilmektedir. Su ana kadar bilindiği biçimi ile Alevilik orta Asya’da ortaya çıkmış değildir. Orta Asya’da Turkler’in inançları belli ve farklı idi. Alevilik Türk kaynaklı bir dini gelişme değildir. Hoca Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaşi Veli, Bektaşîlik tarikatının kurcularidir. Zira Alevilik bir üst kavramdır ve bundan ibaret değildir. Öten yandan “Kaynağını Türk toplumu ve tarihinden alan ve genel olarak İslamiyet’in dallarından biri olarak kabul edilen bu inanç sistemi” de değildir. Bu tariff ve tespit yanlıştır. Buna katılmak mümkün değildir.

Buna ek olarak Başvuran ise Alevilik’i şöyle tarif etmiştir:

Başvurana göre “Alevilik diğer kültürlerden, dinlerden ve felsefelerden etkilenmiş bir inanç veya felsefedir. Türkiye’de, Hanefi Mezhebi’nden sonra en yaygın inanç sistemlerinden biridir. İslamiyet içinde, doğa, hoşgörü, alçak gönüllülük ve komşu sevgisi ile yakın ilişkiyi savunur. Aleviler, şeriatı ve sünneti reddetmekte; din özgürlüğünü, insan haklarını, kadın haklarını, demokrasiyi, akılcılığı, modernizmi, evrenselliği, hoşgörüyü ve laikliği savunmaktadır. Aleviler, Sünniliğin gereklerine göre ibadette bulunmamakta (özellikle günde beş vakit namaz şartına uymamakta), bağlılıklarını dini şarkılar ve danslar (semah) aracılığı ile dile getirmektedir. Camiye gitmemekte, ancak dini törenler için düzenli olarak Cem Evleri’nde buluşmaktadır. Mekke’ye Hacc’a gitmeyi de dini bir gereklilik olarak görmemektedir. Allah’ın her insanın içinde mevcut olduğuna inanmaktadırlar. Aleviliğe göre, Allah, Adem’i kendi şeklinde yaratmıştır ve bu dünyadaki tüm tezahürler insan şeklindedir. Allah, gökyüzünde veya cennette değil, insanın kalbindedir.” Görüldüğü gibi 8.paragrafta tarif edildiği üzere Alevilik Orta Asya kaynaklı ve ‘Kaynağını Türk toplumu ve tarihinden alan ve genel olarak İslamiyet’in dallarından biri olarak kabul edilen bu inanç sistemi’ de değildir. Alevilik Islam üzerinden tarif edilebilecek bir Itiqat ve felsefi yasam biçimi değildir. Islam’da felsefeye yer yoktur. Islam semavi bir dindir ve Alevilik buna karşın semavi bir din değildir.

Alevilik kavrami oldukca genis ve tarifi zor bir kavramdir. Alevilik Islam ile beraber anilmamali ve onun uzerinden tariff edilmemelidir. Alevilik, bir yasam bicimi, bir itiqat, bir din, bir felsefe, bir ictihad sistemidir. Alevilik kendi sutunlari uzerinde zenginlestirilmesi gereken ve gelistirilmesi gereken en bariscil, felsefik ve liberal bir felsefik Itiqat bicimidir. Alevilik Bektasilik’in icinde degil ve fakat Bektasilik Alevilik’in icindedir. Bazi Alevi liderlerin bu gercegi gormesinde yarar vardir. Misal Kizilbas Alevileri Bektasi degildir ve fakat Alevidir. Aleviler’in hepsi Bektasi degildir ve fakat Bektasiler’in hepsi Alevidir. Bektasilik’teki tasaavuff ve dort kapi kirk makam Kzilbas Aleviligi’nde yoktur. Bu sonradan Bektasilik tarafindan cikarilmistir. Kizilbas Alevileri genel olarak soylemek gerekirse Islam ile yakin bir iliski icinde degilllerdir.

Devamla, basvuran, ailesinin Alevi olduğunu belirterek, “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi gibi uluslararası sözleşmeler bağlamında, ebeveynlerin çocuklarının alacağı eğitim şeklini seçme hakları bulunduğunu” dile getirmiştir. Buna ilave olarak, “zorunlu din kültürü ve ahlâk bilgisi dersinin, laiklik ilkesi ile bağdaşmadığını” ileri sürmüştür.

Neticede Danıştay, sözkonusu totaliter uygulamayı usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle onamıştır. Digger yandan da su narayi atmıştır: “1. Her zaman laiklik ilkesini gözetiniz. Din, vicdan, düşünce ve ifade özgürlükleri ihlal edilmemelidir.”.

AİHM, aşağıda Türk okullarında verilen din derslerinin özetini sunmuş ve bu ders kitaplarının okutulmasından, öğrencilerden Kur’an’da yer alan birçok süreyi ezberlemelerinin istendiği de anlaşılmaktadır.

Hükümet’in sundugu 9. sınıflar için hazırlanan ders kitabı ozetle “insanın evrendeki yerinin incelenmesiyle başlamaktadır. Daha sonra, insan doğası ve din, dinin insan yaşamındaki yeri ile monoteizm, politeizm, gnostisizm, agnostisizm ve ateizm gibi çeşitli inanç şekilleri gibi başlıklar yer almaktadır. Namaz, temizlik ile namaz arasındaki bağlantı gibi birçok kavram için açıklamalar yer almaktadır; bu bölümde gusül ve abdestin nasıl alınması gerektiği gösterilmektedir. Ayrıca, İslamiyet ile ilgili bilgi vermek amacıyla, Hz. Muhammed’in hayatı, Kur’an ve temel kavramlar (tefsir, sureler, vs…) gibi bazı temel öğeler anlatılmıştır. Kitabın geri kalan kısmı, genel olarak “aile ve değerler”, “vatan, bayrak, özgürlük, bağımsızlık, insan hakları, laiklik, laik devlet, Atatürk ve laiklik, gibi” kavramlarla ilgilidir. Son olarak, kitap Türk tarihi bağlamında “Türkler ve İslamiyet” konusunu ele almaktadır; bu bölümde, “Gök-tanrı” kavramı, Manihaizm, Budizm, Hıristiyanlık ve Musevilik gibi Türklerin önceki inançları incelenmektedir. Ebu Hanife (doğum 699, ölüm 767, Hanefi mezhebinin kurucusu), İmam Şafii (doğum 767, ölüm 820, Şafi mezhebinin kurucusu), Hoca Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş Veli (bkz. yukarı, paragraf 8) gibi Türklerin İslam anlayışını etkileyen kişiler de ele alınmaktadır”.

Görüldüğü üzre Alevilik okutulmamakta, Cumhuriyet kurulalı oluşturulan ırkçı-dinci yasalar ile Aleviler asimile edilmiş bulunmaktadır. Aslında davanın kendisi Cumhuriyet dönemi dinci-ırkçı yasalarının mahkumudur da. Tamamen ırkçılık ve mezhepçilik üzerine kurulmuş bir Türk-İslam diktatörlüğü yaratılmış ve Aleviler bu anlayış ile neredeyse bir asır boyunca resmi müfredat zulmüne tabi tutulmuştur.

zorunlu_din_dersi_alevi

  • Beynelmilel enstrümanlar:

Birleşmiş Milletler’in Kabul ettiği Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 18. maddesi şöyledir: “Bu Sözleşme’ye taraf devletler, ana-babaların ve uygulanabilir olan durumlarda, yasalarca saptanmış vasilerin, çocuklarına kendi inançlarına uygun bir dinsel ve ahlaki eğitim verme özgürlüklerine saygı göstermekle yükümlüdürler.”. Türkiye sözkonusu sözleşmeyi imzalamıştır ve bu sözleşmeye taraf bir devlettir, dolayısıyla Aleviler’e karşı pozitif bir yükümlülük altındadır.

Ote yandan Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu (ECRI), Türkiye ile ilgili bu raporda (CRI (2005)) şunlara değinmiştir:

“Müfredat, bütün dinleri kapsamaktadır ve öğrencilere var olan bütün dinler hakkında bir fikir edindirmek amacıyla hazırlanmıştır. Ancak, birçok kaynakta, bu derslerin çeşitli din kültürleri kapsamaktan ziyade, yalnızca İslamiyet’in ilkelerini öğretmekten ibaret olduğu belirtilmiştir. ECRI, dini azınlık gruplarına mensup öğrencilerin bu dersten muaf tutulabileceğini ve yalnızca Müslüman öğrencilerin bu derslere katılması gerektiğini not etmektedir. ECRI, durumun açık olmadığı görüşündedir: eğer bu gerçekten farklı dini kültürlerle ilgili bir ders ise, bu dersin yalnızca Müslüman çocuklar için zorunlu tutulması için bir sebep yoktur. Bunun tersine, eğer ders yalnızca Müslüman dinini öğretmeyi amaçlıyorsa, bu belirli bir dinin dersidir ve çocuklarla ailelerinin din özgürlüğünü korumak adına zorunlu olmamalıdır.”

Raporun bu bölümünde, aslında Aleviler’in Müslüman olmadığı zaten kendiliğinden itiraf edilmektedir. Zira olsa idiler ayrı bir eğitime ihtiyaçları olmaz idi. Bu vesile ile Müslüman öğrenci statüsünde olmadıklarına göre, öğrenciler, Alevi öğrenci statüsü taşırlar. Bu aslında makul bir genel görgü kuralıdır da. Zira Demokratik bir toplumda farklılıklar esastır. Bununla beraber farklılıkları inkar etmek, demokratik bir toplum düzeninin de inkaridir. Eğer İslam toplumu inkar üzerine kurulmuş ise İslam toplumu demokratik bir toplum değildir, ve olamaz da. Bun karşın Alevi toplumu liberal ve domakrattir, Alevi toplumunda farklılıklara saygı duyulmakta, ve temel hak ve özgürlükler garanti altına alınmaktadır. Bu Alevi toplum yapısının özünde mevcuttur. Alevi toplumunda ne cihat, ne adam öldürme ve ne de insanları dini inançları younden aşağılama ve cezalandırma yoktur. Alevi toplumda Musluman’a yaşam hakkı tanınmaktadır ve fakat Müslüman toplum’da Aleviye yaşam hakkı tanınmamaktadır. Bundan yola çıkarak Alevi toplumu demokrat ve fakat islam toplumu otokrat ve hatta totaliterdir denebilir. Bu vesile ile Aleviler Anadolu’da AİHM’nin temel özelliklerini belirlyeip tariff ettiği liberal domakrat topluma sahip idi. Zaten sözkonusu toplum biçimi Aleviler’de 2000 yıl boyunca mevcut idi. Bu yüzdendir ki AİHM Alevi anlayışını ve argümanını haklı bulmuş ve islamcı anlayışı redddetmistir. Aleviler Haqlidir, demokrattır ve liberaldir.

Sonuç olarak, ECRI Türk makamların, “…din kültürü eğitimine yaklaşımlarını yeniden gözden geçirmelerini istemektedir. Bu dersi ya herkes için isteğe bağlı yapmalılar, ya da bu dersin gerçekten bütün dini kültürleri kapsayacak biçimde ve artık İslamiyet’in öğretildiği bir ders olarak algılanmayacak şekilde içeriğinin düzeltilmesini sağlamalıdırlar.”.

AİHM’ne göre de “Avrupa’daki din eğitimine genel olarak bakıldığında görülüyor ki, öğretim yöntemlerinin çeşitliliğine rağmen, üye devletlerin neredeyse tamamı öğrencilere din eğitimi alma dışında en az bir seçenek sunmaktadırlar (muafiyete tabi tutmak veya o dersin yerine geçebilecek bir başka derse katılmalarını sağlamak, veya öğrencilere din derslerine kaydolma veya olmama seçeneğini tanımak).”. Fakat bu özgürlük Turkiye’de tanınmamıştır ve amacı da bellidir: Kanun yolu ile asimilasyon.

  • Hukuk ve Muhakeme:

İlk ve ortaokullarda din kültürü ve ahlak bilgisinin öğretilme şekli ve 1 No’lu Protokol’ün aşağıda verilen 2. maddesinin ikinci cümlesinde güvence altına alınan hakların ihlali:

“Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir.”

Tarafların görüşleri ise aşağıdaki gibi özetlenebilir: Başvuranlar, “din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin tarafsız, eleştirel veya çoğulcu bir şekilde işlenmediğini ve dolayısıyla AİHM tarafından 1 No.’lu Protokol’ün 2. maddesi bağlamında belirlenen ölçütlere uymadığını iddia etmişlerdir. Tamamıyla dini bir perspektif ile öğretilen ve İslam inanç ve geleneğinin Sünni yorumunu yücelten ders programı ve Sünni İslamiyetin geleneksel adetlerini anlatan ders kitapları bu eğitimin tarafsız olmadığını açıkça göstermektedir. …7. sınıf ders kitabının on beş sayfasının Musevilik, Hıristiyanlık, İslam, Hinduizm ve Budizm gibi bazı dinleri tanıtıyor olması yukarıda bahsi geçen ilkelerle uyumluluğun sağlanması konusunda yeterli değildir. Gerçekte, sadece Müslüman inancının (her zaman Sünni yorumu kapsamında) kural, adet ve ibadetleri öğretilmekte ve diğer dinler hakkında detaylı bilgi verilmemektedir. Başvuranlar, örnek olarak, 6. sınıf ders kitabının on dokuz sayfası boyunca sadece İslamiyette yer alan çeşitli günlük ibadetlerin anlatıldığını ifade etmişlerdir. Ayrıca, din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin içeriği ve ders programı, başvuranların inancının varlığını reddeder ve İslam dinini Sünni yorumu ile öğretir şekilde düzenlenmiştir. 9. sınıf ders kitabında Alevi inancının önemli şahsiyetleri hakkında belli bilgiye yer verilmesi söz konusu eksikliği gidermek için yeterli değildir. Zira dini anlamda “günah işleme korkusu” gibi Sünni İslam kuralları çocukluktan itibaren telkin edilmektedir….Başvuranlar, dersin belli bir dinin öğretileri ve adetlerine ilişkin dini nitelikte bir bilgi içermediği yönündeki sava itiraz etmişlerdir. Gerçekte, okullarda uygulanan ders programı, kullanılan ders kitapları ve ders programının uygulanmasına dair tüm bilgiler, bu derslerin temel hedefinin, öğrencilerin, aynı zamanda öğretimin ana teması olan, İslam kültürünü güçlendirmek olduğunu göstermektedir. Başvuranların, bu derslerin kültürel öğretim sağlamayı ve belli bir inancı aktarmayı amaçladığına dair hiçbir şüphesi yoktur. Aynı zamanda ahlâk bilgisinin de öğretilmesi, sadece, bu derslerin saklı maksadını gizlemenin bir yöntemidir….İlave olarak, başvuranlara göre, laiklik ilkesi ile yönetilen bir devlet din eğitimi konusunda geniş bir takdir hakkına sahip olamaz. Devlet, devlet okullarında öğrenim gören çocuklara bir dini öğretemez. Başvuranlar, devletin tarafsız ve yansız olma ödevinin dini inançların meşruluğunu veya ifade şekillerini değerlendirme yetkisi ile uyumlu olmadığını iddia etmişlerdir.”

  • AİHM’nin değerlendirmesi:

AİHM, 1 No.’lu Protokol’ün 2. maddesinin genel yorumuna ilişkin olarak, içtihadındaki temel ilkeleri ortaya koyarak karara varmistir. Sozkonusu karar varirken AİHM, 1 No.’lu Protokol’ün 2. maddesinde yer alan guvenceyi, yani iki cumleyi, sadece birbirlerinin ışığında değil; aynı zamanda, özellikle AİHS’nin 8, 9 ve 10. maddeleri ışığında okumustur. Yani Sozlesme’de yaer alan hak ve ozgurluklerin demokratik bir toplumda guvenceye alinmasinin temel bir cercevesini cizerek karara varmaktadir. AİHM, bu yontemi ile aslinda Sozlesme’yi ‘yasayan bir enstruman’ olarak gormektedir. Misal, sozkonusu davada, ebeveynlerin yani Zengin ailesinin “dini ve felsefi inançlarına saygı gösterilmesi hakkı bu temel hakka aşılanmıştır”. Birinci cümle, devlet eğitimi ile özel eğitim arasında, ikinci cümleden daha fazla ayırım getirmemektedir. Özetle, 2. maddenin ikinci cümlesi, eğitimde çoğulculuk imkanını, “demokratik toplum”un korunması için gerekli” gordugu icin korumayı amaçlamaktadır. AIHM’ne gore, “Modern devletin yetkileri göz önüne alındığında, bu amaç her şeyden önce devlet öğretimi aracılığıyla gerçekleştirilmelidir”.

AİHM, 1 No.’lu Protokol’ün 2. maddesinin genel yorumuna ilişkin olarak, içtihadındaki temel ilkeleri ortaya koyarak karara varmıştır. Sözkonusu karara varırken AİHM, 1 No.’lu Protokol’ün 2. maddesinde yer alan güvenceyi, yani iki cümleyi, sadece birbirlerinin ışığında değil; aynı zamanda, özellikle AİHS’nin 8, 9 ve 10. maddeleri ışığında okumuştur. Yani Sozlesme’de yaer alan hak ve özgürlüklerin demokratik bir toplumda güvenceye alınmasının temel bir çerçevesini çizerek karara varmaktadir. AİHM, bu yöntemi ile aslında Sozlesme’yi ‘yasayan bir enstruman’ olarak görmektedir. Misal, sözkonusu davada, ebeveynlerin yani Zengin ailesinin “dini ve felsefi inançlarına saygı gösterilmesi hakkı bu temel hakka aşılanmıştır”. Birinci cümle, devlet eğitimi ile özel eğitim arasında, ikinci cümleden daha fazla ayırım getirmemektedir. Özetle, 2. maddenin ikinci cümlesi, eğitimde çoğulculuk imkanını, “demokratik toplum”un korunması için gerekli” gördüğü için korumayı amaçlamaktadır. AİHM’ne göre,“Modern devletin yetkileri göz önüne alındığında, bu amaç her şeyden önce devlet öğretimi aracılığıyla gerçekleştirilmelidir”

AİHM aslında aşağıdaki yaklaşımı ile Alevilik inancını bir din ve aynı zamanda bir felsefi yaşam biçimi olarak da tariff etmiş ve böyle Kabul etmiştir ve Turkiye’ye pozitif bir görev bicmistir Alevilik’İ koruması ve yaşatması için. Yani inkar ve yasak eylemlerinden kaçınmakla beraber ayrıca poztif bir aksiyonda bulunup onu korumak, yaşatmak ve okutmakla yükümlüdür Türkiye devleti: “1 No.’lu Protokol’ün 2. maddesi, dini eğitim ve diğer dersler arasında ayrım yapılmasına müsaade etmez. Bu madde, devletin, devlet eğitim programının tamamı boyunca, ebeveynlerin, ister dini ister felsefi olsun, inançlarına saygı göstermesini gerektirir…Bu vazifenin kapsamı geniştir. Zira sadece eğitimin içeriği ve sağlanma şekliyle sınırlı değildir. Aynı zamanda, devlet tarafından üstlenilen tüm “görevler”in icra edilmesini kapsamaktadır. “Saygı göstermek” fiili, “kabul etmek” veya “göz önünde bulundurmak”tan daha fazla bir anlam taşımaktadır. Doğrudan negatif bir taahhüdün yani sıra devlete ilişkin pozitif bir yükümlülük de içermektedir. “İnançlar” sözcüğü, tek başına ele alındığında, “fikirler” ve “düşünceler” sözcükleriyle eş anlamlı değildir. Belli ölçüde ikna gücü, ciddiyet, uyum ve öneme sahip görüşleri ifade etmektedir.”

Aşağıda ise AİHM, Alevi yurttaşlara bir hak tavsiye etmiştir ve bu hak etkin bir şekilde su an icra edilebilir: “Çocuklarına karşı doğal bir yükümlülüğü (çocuklarının “eğitim ve öğretim”inden birincil olarak ebeveynlerin sorumlu olması) yerine getirmekte ebeveynler, devletten dini ve felsefi inançlarına saygı göstermesini talep edebilir. Onların bu hakları, eğitim hakkını kullanmak ve eğitim hakkından yararlanmak ile yakından ilişkili bir sorumluluğa tekabül etmektedir.”

Öte yandan AİHM, endoktrinasyon yani beyin yıkama denilen tek yönlü koşullandırma fiilini yasaklamaktadir: “2. maddenin ikinci cümlesi diğer yandan devletin eğitim ve öğretimle ilgili olarak üzerine düşen görevleri yerine getirirken, öğrencilerin, yersiz bir din benimsetme uğraşından uzak, sakin bir ortamda, dinle ilgili olarak eleştirel bir bakış oluşturmalarını sağlayacak şekilde müfredatta yer alan bilgilerin nesnel, eleştirel ve çoğulcu bir şekilde aktarılmasına dikkat etmesi gerektiğine işaret etmektedir (bkz. özellikle 1720 (2005) no’lu tavsiye kararının 14. paragrafı, Şefika Köşe ve 93 Diğeri–Türkiye, no. 26625/02) devletin ebeveynlerin dini ve felsefi kanaatlerine saygı gösterilmemesi olarak değerlendirilebilecek tek yönlü koşullandırma (indoctrination) hedefi gütmesi yasaklanmıştır. Aşılmaması gereken sınır, budur”

AİHM, “çoğulcu demokratik bir toplumda devletin çeşitli din, inanç ve düşüncelere karşı tarafsız ve yansız olma ödevinin, dini inançların veya bunların sergilenme yöntemlerinin meşruluğuna ilişkin olarak devlet tarafından yapılacak herhangi bir değerlendirme ile uyuşmadığını her zaman vurgulamış olduğunu hatırlatır”ken, devletin “dini toplulukların birleştirilmiş bir liderlik altında toplanmaları veya kalmaları için tedbir almasına gerek” olmadığının da altını çizmektedir. 1 No’lu Protokolün 2. maddesinin ikinci cümlesinin bu şekilde yorumlanması aynı zamanda aynı hükmün ilk cümlesi, Sözleşme’nin 8-10 maddeleri ve demokratik bir toplumun ideallerini ve değerlerini korumak ve desteklemek amacıyla tasarlanmış bir belge olan Sözleşme’nin genel ruhuyla uyumludur.

  • Muhakemat:

AİHM yukarıdaki presniplerini Zengin ailesinin yaşadığı olaylara uygulamış ve aşağıdaki tespilerde bulunmuştur:

Bir devlet okulunda öğrenci olan Zengin, Türk Anayasası’na göre ilköğretimin dördüncü yılından itibaren “din kültürü ve ahlâk bilgisi” derslerine girmeye zorunlu tutulmuştur.

AİHM’ne göre “taraflar arasında, Alevi inancının, kökleri Türk toplum ve tarihinde bulunan bir dini inanç olduğu ve kendine özgü nitelikleri bulunduğu konusunda hemfikirdir. Bu yüzden Alevilik İslamiyetin okullarda öğretilen Sünni anlayışından farklıdır. Şüphesiz, Alevilik belli bir miktar ikna gücü, ciddiyet, uyum ve öneme ulaşmış bir mezhep ya da “inanç” değildir (bkz. Campbell ve Cosans, yukarıda anılan). Sonuç olarak, 1 No’lu Protokolün 2. Maddesinin 2. cümlesi anlamında “dini kanaat” ifadesi şüphesiz bu inanca uygulanabilir.

AIHM’nin . “Şüphesiz, Alevilik belli bir miktar ikna gücü, ciddiyet, uyum ve öneme ulaşmış bir mezhep ya da “inanç” değildir”tespitine katılmak güçtür. Zira AİHM’nin de belirttiği üzre devlet pozitif yükümlülük üstlenip korumamistir söz konusu inanç biçimini, bu vesile ile Alevilik söz konusu koşulları olmadığı için yeterince kurmlasamamis ve eğitim içerisinde yerini alamamıştır. Fakat bu Alevilik’in belli bir mertebeye ulaşmamış bir inanç biçimi olmadığı sonucunu doğurmaz. Alevilik ilahi bir din olmak zorunda değildir.

Buna rağmen AİHM’ne göre “Türkiye’de hakim olan dinsel çeşitlilik “din kültürü ve ahlâk bilgisi” derslerinde dikkate alınmamıştır. Özellikle, Alevi inancına sahip topluluğun Türk nüfusundaki oranı çok büyük olmasına rağmen, öğrenciler Alevi inancının itikat veya ibadet unsurları hakkında eğitim almamaktadır. “ Bu baglamda AIHM’nin gorusune gore “ebeveynler çocuklarını her zaman aydınlatabilir, öğütler verebilir, eğitici olarak çocukları üzerinde doğal ebeveynlik fonksiyonlarını uygulayabilir ve onları kendi dini ve felsefi kanaatleri doğrultusunda yönlendirebilirler (bkz. Valsamis, yukarıda anılan). Ne var ki, taraf devletlerin muafiyetle ilgili düzenlemeler dikkate alınmaksızın din öğretimini okul müfredatına dahil etmeleri durumunda ebeveynlerin meşru olarak konunun nesnellik ve çoğulculuk ölçütlerini karşılayacak ve kendi dini veya felsefi kanaatlerine saygılı bir şekilde öğretilmesini bekleyebilirler.”

Bu bağlamda, AİHM, “demokratik bir toplumda eğitimde sadece çoğulculuğun öğrencilerin dini konular hakkında düşünce, vicdan ve inanç özgürlüğü çerçevesinde eleştirel bir bakış oluşturmalarını sağlayabileceği kanaatindedir….Bu hususta, AIHM’ne gore “bu özgürlüğün dini boyutta, hem inananların kimliklerini ve hayata bakışlarını oluşturan en hayati unsurlardan biri, hem de ateistler, agnostikler, septikler ve kayıtsızlar için önemli bir değer olduğu belirtilmelidir “

Yukarıda belirtilenler ışığında, AİHM “din kültürü ve ahlâk bilgisi” konusunda verilen eğitimin nesnellik ve çoğulculuk ölçütlerini karşıladığının ve özellikle başvuranların özel durumunda, Eylem Zengin’in Alevi inancına mensup babasının, ders programında eksik olduğu açıkça görülen dini ve felsefi kanaatlerine saygı gösterdiğinin söylenemeyeceği” kanaatine varmıştır.

AİHM, Alevi Ailelerin inançlarına saygı gösterilmesinin sağlanması için uygun araçlar bulunmadığına karar vererek, ebeveynlere din öğretiminde kendi dini ve felsefi inançlarına saygı gösterilmesini devletten talep etme hakkı veren olumlu yükümlülüklerini yinelemistir. AIM’ne gore “Sözleşme’ye taraf bir devlet eğitim müfredatında din dersine yer veriyorsa, öğrencilerin, okulun verdiği din eğitimiyle ebeveynlerin dini ya da felsefi inançları arasında doğacak bir çatışmayla karşı karşıya kalmalarını olabildiğince önlemek gerekmektedir.“ Bu bağlamda, AIHM, “Avrupa’da verilen din eğitimine ilişkin olarak, öğretim yaklaşımlarının çeşitliliğine rağmen, üye devletlerin neredeyse tamamına yakınının, öğrencilerine muafiyet sistemi sağlayarak veya sözkonusu dersin yerine geçebilecek bir derse girmelerini sağlayarak ya da din derslerine katılmalarını tamamen isteğe bağlı hale getirerek, din derslerine katılmamayı tercih edebilecekleri bir yol sunduklarını” kaydetmiştir.

AİHM ayrıca Anayasası’nın 24. Maddesi’nde düzenlenen “din kültürü ve ahlak öğretiminin” zorunlu dersler arasında olduğunu kaydederek, Öte yandan, Eğitim ve Öğretim Yüksek Kurulu’nun 09.07.1990 tarihli muafiyet seçeneğine göre, sadece “T.C. uyruklu Hıristiyanlık ve Musevilik dinlerine mensup” öğrencilerin “bu dinlerden birine mensup olduklarını beyan etmek kaydıyla” muafiyet imkanına sahip olacaginin altini cizmistir. Yani Alevilik resmi olarak inkar edilmistir. Basli basina Alevi olmak muafiyetten yararlanmak icin yeterli degildir. Muafiyet icin berlielenen prosedur de AIHM atarfindan 9,maddede duzenelenen din ve vicdan ozgurlugu ilkesi bakimindan sorun yaratabileceginin de altini cizmistir: “öğrencilerin kategorileri göz önünde bulundurulmaksızın, ebeveynlerin çocuklarının sözkonusu dersten muaf tutulabilmeleri için Hıristiyanlık ve Musevilik dinine mensup olduklarını okula önceden bildirmeleri zorunluluğunun, AİHS’nin 9. maddesi çerçevesinde sorun yaratabileceği kanısındadır (bkz. Folgerø ve Diğerleri). Bu bağlamda, Mahkeme, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 24. maddesine göre “kimsenin… dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağını” not etmis ve “dini inançların kişisel vicdan meselesi olduğunu hep vurguladığını” yinelemistir. Ek olarak, “T.C. uyruklu yalnız iki kategorideki öğrenciye; bir başka değişle ailesi Hıristiyanlık ve Musevilik dinlerine mensup olanlara muafiyet olasılığı sağlamasi…din derslerinin içeriğinin, bu iki sınıfa mensup öğrencileri, okulun verdiği din eğitimiyle ebeveynlerin dini ve felsefi inançları arasında çatışmayla karşı karşıya bırakılabileceğini akla getirmektedir.”

AİHM’ne göre, bununla birlikte, bu muafiyetin kapsamı ne olursa olsun, ebeveynlerin okul yetkililerine dini ve felsefi inançlarını bildirmelerinin zorunlu olması, inanç özgürlüklerine saygı gösterilmesi için uygun bir araç değildir. İlave olarak, ortada açık bir metin bulunmadığından, okul yetkililerinin, böyle talepleri, Zengin’in davasında olduğu gibi, her zaman için reddetme seçenekleri bulunmaktadır.

  • Sonuç:

Sonuç olarak, AİHM, “muafiyet usulünün uygun bir yöntem olmadığı ve din derslerinde öğretilenin çocukların üzerinde okul ile kendi değerleri arasında bağlılık çatışmasına yol açabileceğini haklı olarak düşünebilecek ebeveynlere yeterince koruma sağlamadığı sonucuna varır. Bu durum özellikle Sünni İslam’dan farklı din veya felsefi inanışlara sahip ebeveynlerin çocukları için uygun bir seçim yapma imkanının öngörülmediği koşullarda geçerlidir. Din dersinden muafiyet işlemi, farklı dini veya felsefi inanışlara sahip aileleri ağır bir yük altına sokabilmekte ve onları, çocuklarının din dersinden muaf tutulmaları için dini ya da felsefi inançlarını ifşa etmeye mecbur kılmaktadır” dolayisyiyla, AİHM, AİHS’ne Ek 1 No’lu Protokol’ün 2. Maddesi’nin ikinci cümlesi çerçevesinde başvuranın haklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

AİHM’nin AİHS’nin 9. maddesi’nin ihlal edildiğini iddiasını geri çevirmesi anlaşılır değildir. Zira 9.madde Cem evleri statüsünü oldukça açık bir dille düzenlemektedir. Cem Evleri ibadet yerleleri olarak tanimadigina göre 9.madde ihlali alenidir. (Fakat bir şartla, eğer sözkonusu ihlal başvuru formunda belirtildi ise; eğer böyle bir talep yok ise AİHM’nin 9.madde üzerinden karar vermesi beklenemez.) Zira, “1. Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, açıkça veya özel tarzda ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.

Cem evlerinde ibadet “kamu güvenliğini, kamu düzenini” tehdit eden bir unsur degildir.

Tazminat ve yargılama giderleri Turkiye’den istenmiştir. AİHM ayrıca, bu davada, “Türk eğitim sisteminde, din dersleriyle ilgili tarafsızlık ve çoğulculuk koşullarının yerine getirilmemesi ve ebeveynlerin inançlarına saygı gösterilmesini sağlayacak uygun bir yöntem sunulmaması nedeniyle, sistemin yetersiz olmasından ötürü AİHS’nin ihlal edildiğini gözlemler. Bu sonuçlar, AİHS’ne Ek 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesinin ikinci cümlesinde teminat altına alındığı üzere, başvuranların haklarının ihlalinin, bu sınıfa ders programı uygulanması ile ilgili sorundan ve ebeveynlerin inançlarına saygı gösterilmesini sağlayacak uygun yöntemlerin bulunmayışından kaynaklandığını göstermektedir. Sonuç olarak, AİHM, Türk eğitim sistemi ile iç mevzuatını AİHS’nin yukarıda belirtilen maddesine uygun hale getirmenin, tespit edilen ihlali sona erdirecek uygun bir tazmin şekli teşkil ettiği” kanısına varmıştır.

AİHM yukarıdaki gerekçelerle aşağıdaki kararlara oybirliği ile varmıştır, yani karara muhalefet şerhi koyan olmamıştır. Bu da oldukça düşündürücüdür Türkiye açısından:

  1. AİHS’ne Ek 1 No’lu Protokol’ün 2. Maddesi’nin ihlal edildiğine;
  2. AİHS’nin 9. maddesi kapsamında ayrı bir sorunun bulunmadığına;
  3. İhlal tespit edilmesinin, başvuranların maruz kaldığı manevi zarar için başlı başına adil tazmin teşkil ettiğine.

AİHM, 46.Maddeyi de hatirlatmistir. Zira, 46.maddeye gore Yüksek Sözleşmeci Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkemenin kesinleşmiş kararlarına uymayı taahhüt ederler.2. Mahkemenin kesinleşmiş kararı, kararın uygulanmasını denetleyecek olan Bakanlar Komitesine gönderilir.”

Yukarıdaki dava Aleviler’in Turkiye’de aldıkları Alevi Dini ve Felsefesi eğitim açısından uluslararası bir içtihad teşkil etmektedir. Bu bir başlangıçtır ve gerisi gelecektir. Aleviler Anadolu’da demokratik bir toplumun icrasında katkılarını sürdürecektir. Bu vesile ile Zengin ailesine teşekkür borçluyuz. Sonraki makalede Mansur Yalçın v. Turkey davası irdelenecektir. Unutulmaması gereken önemli hususlardan biri , bu (Zengin v Türkiye) davada, AİHM, Alevilik’e ayrı bir din muamelesi yapmamıştır. Bunun nedenlerinden biri basvuranin Alevilik tarifini ayrıntılı yapmamasinda, diğeri de AİHM’nin yeterince ayrıntılı araştırma yapmamasinda yatmaktadır. Bu meselenin detaylı ve düzgün bir biçimde tarifi ancak bağımsız ve gerçekçi Alevi kurumlarına düşmektedir ve fakat Alvilik’i İslam olarak tarif eden biyolojik Aleviler’e değil. Zira İslam islamdır, Alevi İslam diye bir din yoktur.

http://www.dersimheritage.org/2015/08/26/alevilik-demokratik-toplum-ve-zengin-v-turkiye-davasi-av-huseyin-arslan/

Sosyal medyada paylaşın
        
   
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 × 4 =

More in Haberler

To Top